06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Tarkovsky, 1983 yılında, ülkeyi terk edişi yüzünden kendisine sitem duyan babasına yazdığı bir mektupta, kendisini sürgün etmediğini açıklar. O gitmek zorunda bırakılmıştır. Cannes film festivalinde Nosthalgia’nın ödül almaması için uğraşan bir Rus yetkiliden bahseder, 17 yıl süren işsiz bırakılma sürecinden. İşte bu atalet döneminde, Mühürlenmiş Zaman’ı bir araya getirecektir. Tarkovsky’nin ‘Mühürlenmiş Zaman’ı üzerine… Dünya Tarkovsky’nin ? Fatma Cihan AKKARTAL arkovsky’nin, çalışmaları sırasında tuttuğu bir çeşit günlüktür Mühürlenmiş Zaman. Sinema elinden alındığında ve izleyicisiyle arasına mesafe konduğunda, bu kitap onun sesi olacaktır. Düşüncelerini ve izleyicisiyle olan ilişkisini geri almak için yazar. Sanatından, sinema anlayışından bahseden Tarkovsky, Mühürlenmiş Zaman’ı, izleyici mektuplarıyla açar. Çünkü, “halka neden hoşlanması gerektiğini söylemeye kimsenin hakkı yoktur” ve halk gerektiğinde kendi adına konuşacaktır. Yönetmen, filmlerini izleyicisi için yapar, izleyiciyle film arasında şiirsel bir bağ kurulacaktır, tıpkı film parçalarını birleştirmesi gereken şiirsel bağ gibi ve insanla insanlığı birleştiren şiirsel bağ. Tarkovsky’ye sürgünden başka bir seçenek bırakılmamıştır. Babasına yazdığı bu son mektupta, kendisi gibi persona non grata* ilan edilmiş Mayakovsky’nin sürgünü tercih etmektense kafasına bir kurşun sıktığını hatırlatacaktır. Tarkovsky SSCB topraklarını terk etmiş de olsa kendisini her zaman bir Sovyet sanatçısı olarak gördüğünü, ancak çalışmaya devam edebilmesi için ülkenin dışında olmasının şart olduğunu acıyla ifade eder. Otoriteler tarafından yalnızlaştırılan, dışlanan ve sürgüne gönderilen ya da gitmek zorunda bırakılan Sovyet sanatçılar kervanına katılmıştır o da. Çalışmalarına anavatanında her zaman şüpheyle yaklaşılmış, yaptığı filmler rafa kaldırılmış, bazen negatifleri sabote edilmiş, meslektaşları tarafından cesaret kırıcı eleştirilere ve dışlanmaya göğüs germiştir. Ama izleyicisi sayesinde hiçbir zaman açıktan açığa mahkum edilememiştir. Sovyetlerin ideolojik olarak reddettiği Hıristiyan maneviyatını, Tarkovsky izleyicisi, onun çalışmalarında bulmuştur. Bu arada eklemek gerek, Tarkovsky belki aktif olduğu dönem açısından şanslı sayılabilir. T manın ilk yirmi yılını, tiyatroya ve edebiyata kurban edilmiş kayıp yıllar olarak görüyor. Sinemanın bu boyunduruktan kurtulması, kendi dilini ve dilbilgisini oluşturması gerektiğini ve kendi çabalarının da bu yönde olduğunu söylüyor. Sinemasal üretimin birikerek ilerlediğini ve Bresson, Dovzenko, Mizoguchi, Bergman, Buñuel and Kurosava olmadan sinemanın mümkün olmadığını düşünen yönetmen, kendi adını da bu isimlere eklemiştir kuşkusuz. Peki Tarkovsky’nin edebiyata başvurmasını nasıl açıklıyoruz? Solaris ve Stalker birer edebiyat uyarlamasıdır. Solaris, SSCB’de çok popüler bir yazarın, Polonyalı Stanislav Lem’in aynı adlı bilimkurgu romanından uyarlanmıştır. Ama Lem’in de sonradan belirteceği gibi film, kitapta tartışılan bilimkurgu temalarından ziyade, Tarkovsky’nin kurduğu birtakım felsefi alegorileri takip eder. Yönetmenin Solaris üzerinde çalışması, aslında yeni bitirdiği Ayna’nın senaryosunun çok tutulmamasından ve Andrei Rublev’in de çoktan rafa kaldırılmış olmasından kaynaklanmaktadır. KRUŞÇEV DÖNEMİ Dışarıdan gelen sanatsal üretime görece daha açık olan Kruşçev dönemi, Tarkovsky’ye Avrupa ve Japon filmlerini izleme imkânı sağlamıştır. Bu atmosfer yine de Soğuk Savaş dengelerini ve SSCB’nin sansürcü zihniyetini ortadan kaldırmıyordu. Örneğin 1976’da Tarkovsky’nin senaryosu Hoffmaniana yayımlandığında Goskino’nun sansürüne uğradı. E.T.A. Hoffmann, İngiliz tarzı gotikle Alman fantastik geleneğini birleştirerek, romantik akımı derinden etkilemiş olan, aynı zamanda besteci, ressam ve sayılı müzik eleştirmenlerindendir. Tarkovsky, bu romantik dönem sanatçısının hayatını 1975 yılında senaryolaştırmıştır. 1976 yılında yayımlanan bu senaryoyu Tarkovsky, Goskino sansürüne uğCUMHURİYET KİTAP SAYI radığı için filme alma fırsatı bulamadı ve meraklı izleyiciye, Hoffmann’a olan ilgisinin sırrını çözme işinde en önemli ipucunu bırakmamış oldu. Halbuki bu bağlantı bize hem Hoffmann, hem Tarkovsky hakkında çok şey söyleyebilirdi. Hoffmann’la Tarkovsky adını yan yana getirebilecek pek çok benzerlik var iki sanatçı arasında. Giovanni Scognamillo, Hoffman’ın çıldırarak ölmekten korktuğunu yazıyor. Tarkovsky de babasının bir şiirinden aldığı esinle, “Ölüm yoktur, ölüm korkusu vardır” repliğinin yazarıdır. Bu ikiliye atfedilebilecek tüm benzerlikler içinde, korku meselesi belki en kuvvetlisidir. Scognamillo’dan aktarmaya devam etmek gerekirse, Hoffmann batıl inançları olan bir sanatçı değildi, o da çağın paradigmasına uygun olarak hayaletlere, hortlaklara inanmıyor, doğaüstünün altında akılcı bir açıklama okuyordu hep. Bununla beraber, “insan beyninin diplerinde, sanrılarda, manyetik buhranlarda ve çılgınlıkta ortaya çıkan bir gücün varlığına inanıyordu.” Hoffmann’a göre bu karanlık güç, her insanın içinde taşımaya mahkum olduğu tedirgin edici yabancıyı ele veriyordu. Bu tedirgin edici yabancı, bana göre Solaris’te en açık ve çıplak haliyle Tarkovsky tarafından işaret edilmiştir. “İçsel problemlerle ilgileniyorum” diyen yönetmen, insanın içindeki o yabancının, uzak bir gezegen kadar uzak ve anlaşılmaz olduğunu, en derin korkularımızın ne kadar derine gömersek gömelim geri döneceklerini anlatır Solaris’te. Öte yandan, Tarkovsky sinemasının bir leitmotifi olan yolculuk, her zaman mümkündür. Tarkovsky’nin anlattığı yolculukların her biri, aramadan bulamayacağımız bir şeyler adına yapılır. İnsan modern dünyada, hatta belki daha dar bir çerçevede; Sovyet sisteminde kendi 939 içine yabancı hale gelmiştir. İnancı, şiirsel bağlantıları ve kişiselliği aramak, bulmak gerekir. Tarkovsky’nin işleri SSCB’de elbette kuşkuyla karşılandı. Tarkovsky’nin materyalizme uzak durması, bireyi ve bireyin insanlıkla bağlantılarını, inancı, ruhaniliği hatırlamak ve hatırlatmak istemesi, Sovyet sistemi içinde yer bulamayacaktı. İNANÇ, KORKU, ŞİİR... Yönetmen, dünya üzerindeki varlığının daha büyük bir vücutla birliktelik duygusu vermesi gerektiğini ve bu birlikteliğin, fiziksel bağlantılar dışında bir yolla kurulduğunu söylerken, tüm filmlerinin bu bağlantıyı sağlamaya çalıştığını anlatır. İnançtan, korkudan, şiirden bahsetmektedir. Sosyal realizminin yakınından geçmeyen bir fikirdir, “sanatçı dünyayı tanımlamaz, dünya onundur” fikri. Böylelikle, otoriteler ve meslektaşları yönetmeni kendisini gerçekten koparmakla suçladılar, sansür açıktan açığa işlemese de filmlerinin dağıtımı kısıtlandı. En sonunda ülkeyi terk etmek istediğini açıkladığında, çıkış vizesini vermekte çok da gönülsüz davranmayacaklardı, ama yaşamının son yıllarında, oğlu ülke dışındaki babasını ziyaret etmek için uzun bir süre vize beklemek zorunda kalacaktı. Tarkovsky’yle beraber pek çok edebiyatçının adını anmış olmam bir rastlantı değildir. Yönetmen edebiyata karşı duyarlıdır, edebiyat uyarlamaları yapmıştır, edebiyatçıların hayatlarıyla ilgilenmiştir. Peki bu sırada, edebiyatsinema ilişkisi için ne düşünmektedir? Mühürlenmiş Zaman’dan öğreniyoruz: Bir, sanat olarak sinema, meta olarak tüketilmek istemeyen bir sinema olmalı; ikincisi, tek başına ayakta durabilmeli. Bu ne demektir? Tarkovsky, genç bir ifade biçimi olan sine BİLİMKURGU HAYRANI Neticede popüler edebiyat, gişede başarılı olacaktır ve Tarkovsky kendi özünden feragat etmeyecektir. Aynı zamanda, gündelik politikayla, Tarkovsky’nin yakından ilgilenmediğini biliyoruz. Solaris’i de uzay yarışının en sıcak olduğu yıllarda, dünya tarihinin ilk uzay üssünün Sovyetler tarafından kurulduğu 1972 yılında çekmiş olmasının rastlantısal olduğunu söylemek de mümkün olabilir. Ama halkın ilgisini kamçılayacak bir faktördür bu kuşkusuz. Stalker’in hikâyesi daha farklıdır. Boris ve Arkady Strugatsky kardeşlerin “A roadside picnic” adlı bilimkurgu romanından uyarlanmıştır. Tarkovsky’nin janr sinemasından uzak durmak istediği biliniyor olsa da kendisi bir bilimkurgu hayranıydı. Burada da Solaris’te yaptığı gibi senaryoya adaptasyon aşamasında kendi serbestisini kullanmış ve kendi temalarını öne geçirmiştir. Bu arada Stalker’ın, şüpheli bir şekilde uzamak zorunda bırakılan çekimi sırasında, radyoaktif bölgelerde ve zehirli atıkların döküldüğü alanlarda bulunmak durumunda kalan çekim ekibi birtakım rahatsızlıklarla karşılaşmışlardır. Tarkovsky de dahil olmak üzere çoğu kişi erken yaşta ve aynı hastalıktan, akciğer kanserinin bir türünden dolayı ölmüşlerdir. 1957’deki bir nükleer santral kazasından esinlendiği söylenen Stalker’in, çekimleri sonrasında yaşanan sağlık sorunları ve efsaneye çekimlerden 7 yıl sonra Çernobil’in eklenmesi, filmi kült filmler mertebesine eriştiren çevresel faktörlerdir. Film teorisinde Tarkovsky sayfası, kapanmamak üzere açılmıştır artık. Anlaşılmaz filmlerin yönetmeni olarak mı tanıyoruz Tarkovsky’yi? Kendi deyimiyle, sanat “manevi deneyim” talep eder. Tarkovsky sineması talepkâr bir sinemadır. Bir filmine hayatını vermiş olması kuvvetle muhtemel olan bir yönetmenden bu kadarını esirgememeli. “Bir kitap okumak en az bir kitap yazmak kadar zordur” lafı kime aitti? ? *İstenmeyen adam. Mühürlenmiş Zaman / Andrey Tarkovsky / Çev: Füsun Ant / Agora Kitaplığı / 2008/ 200 s. SAYFA 19
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle