22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? şamını dolu dolu, özgürce, cesurca, aşkla, çok çalışarak, çok da eğlenerek, tavır alarak, mücadele vererek ve tabii hiç yakınmadan ağır bedeller de ödeyerek yaşadı. Hiçbir konuda ödün vermek hiçbir şeyden vazgeçmek istemiyordu. Gece gündüz çalışırken güzelliğine de önem veriyor, bizzat itiraf ettiği gibi “giyinip süslemeyi çılgınca seviyordu”… Ölçülü değildi, roman yazdığında, röportaj peşinde koştuğunda gözü başka bir şey görmüyor, gün ve gece boyunca aç, susuz, uykusuz kalabiliyordu; âşık olduğunda sevdiği erkeğe tamamıyla teslim oluyor, aşkı bittiğinde arkasına bakmadan bir gün içinde onu terk edebiliyordu… Ve bütün bu özellikleri, bu aşırılıklarıdır onu Suat Derviş yapan… Gazeteciliğini atlamayalım… Romanları kaleme almasında, hayatın gerçekleriyle karşılaşmasında etken olan gazeteciliğe büyük önem atfeder Suat Derviş de… Bence o önemli bir yazar olduğu kadar önemli bir gazeteci. Sansür baskısının basında en çok hissedildiği dönemlerde bile röportajlarını müthiş bir özenle hazırlıyor. Türk halkının özellikle de kadınlarının ve çocuklarının sorunlarına eğiliyor, onlara bütün kalbiyle çözümler arıyor. Medyanın üzerinde ağır sansür baskısına rağmen üstü kapalı siyasi mesajlar da veriyor. Bunları yaparken de asla kolaya kaçmıyor: Gazete yazılarını okuduğunuzda bazen bir satırının altında saatler ve saatler süren bir çalışmanın yattığını anlayabilirsiniz. Nâzım’ın ilk aşkıdır Suat Derviş. Ama Nâzım’ın aşkına karşılık vermeyen de Suat Derviş’in kendisidir, yanılıyor muyum? Aslında, kendisinin Nâzım’ın, Nâzım’ın da kendisinin ilk aşkı olduğunu sadece Suat Derviş söylüyor, Nâzım’ın biyografilerinde böyle bir bilgiye rastlamıyoruz, ancak bu kuvvetle muhtemel olabilir: Aileleri dost ve komşu, birbirlerini bebeklik yıllarından beri tanıyorlar, Nâzım ona bir aşk şiiri ithaf ediyor, 1920’lerde yolları uzun bir süreliğine ayrılmadan önce ilk yazısını gizlice bastırıyor… Dolayısıyla ben Suat Derviş’e inanmayı seçtim… Kitabımda da belirttiğim gibi, aralarında yaşananları o meşhur Gölgesi şiirinden öğreniyoruz. Evet, karşılıksız bir aşk gibi gözüküyor. İlk gençliğinde herkese mavi boncuk dağıtan, kendisine tutkulu sözler söyleyince gülüp geçen, hiç kimseden ve hiçbir şeyden etkilenmeyen bir kızdır Suat. CUMHURİYET KİTAP SAYI Fakat ilerde, Nâzım’a ne kadar hayran olduğunu, zekâsından ve romantizminden ne kadar çok hoşlandığını, ondan ne kadar çok şey öğrendiğini etrafındakilere sık sık anlatacaktır. Birkaç kere evlenip boşanmasında ise, sebep hep erkekler olacaktır… Eşleri meslek yaşamına tanıdığı önceliği taşımakta zorlamışlardır. Ancak kendisi de çağının çok ötesinde bir müşkülpesentlik sergilemekte Suat. Ona göre aşk bitince, insan karşısındakiyle sıkılmaya başlayınca evlilik bitivermeli; artık âşık olunmadığı bir erkekle yaşamak fahişelik yapmaktan farksız. Ayrıca babasına sonsuz bir hayranlık beslemesi, onu ulaşılmaz bir model gibi görmesi ilk üç evliliğini olumsuz yönde etkilemiş olabilir. Bu bağlamda, lider nitelikli, olgun ve şefkat dolu bir erkek olan son eşi Reşat Fuat Baraner ile baba imajını nihayet yeniden yakalamış olduğu ileri sürülebilir. Yaşanan bütün tu tuklamalara, hapis yatmalara, sürgünlere, ağır sağlık sorunlarına ve geçim derdine rağmen son evliliğini en mutlusu diye ilan etmesini de buna bağlayabiliriz. FEMİNİZM Feminist akımın öncülerinden Ulviye Mevlan’ın tezine karşı çıkar Suat Derviş! Feminizmi siyasi bir tavır olarak görmekten kaçınıyor… “Ben öyle bir cemiyet istiyorum ki, kadını kadın, erkeği erkek kalsın ve her biri kendi yolunda medeniyete hizmet etsin” diye beyan eder daha çok genç yaştayken, ancak bunu söylerken de dünyanın en doğal olgusuymuş gibi kendi geçimini kendi sağlamaktadır. 1924’te görüşleri belli bir gelişme kaydetmiştir, bir makalesinde “Türk kadınlarının önlerine yeni açılan bu meslek yollarında cesaret, sabır ve vakarla ilerlemelerini” diler ancak feminizm anlayışını bence en güzel, bir tartışma sonucu verdiği cevap özetler: “Benim için gaye erkek ya da kadın olmak değil; evvela insan olmaktır.” Biraz da ‘kıpkızıl komünist’ nitelemesi yapılan Suat Derviş’i anlatır mısınız? Suat Derviş bence hep solcuydu. Solculuğun ne olduğunu daha bilmeden galiba doğası gereği solcuydu. Ancak SSCB’ye 1937 yılında Tan gazetesi için gerçekleştirdiği ilk geziden sonra yazdığı röportaj dizisinde bu ülkeye ve orada tanıştığı “yeni düzen”e karşı hayranlığı hemen her satırından taşar ve yaşamının sonuna kadar peşini bırakmayacak sıkıntılar o zaman başlar. Önce komünist damgasıyla Tan’dan kovulur, ardından İçişleri Bakanı Şükrü Kaya tarafından sertçe azarlanır… Bu arada eserlerinde artık toplumcu gerçekçi unsurlar ağır basmaktadır. Gizli TKP’nin Teşkilat Sekreteri Baraner’e âşık olmuştur, onunla birlikte partinin gayri resmi yayını Yeni Edebiyat’ı çıkarır… Ardından “Niçin Sovyetler Birliği’nin Dostuyum” risalesini… Artık sempatizanlıktan ateşli bir militanlığa geçiş yapmıştır ve bunun bedelini çok ağır ödeyecektir. Bu tavrın getirisi olarak toplumcu gerçekçiliğin hâkim olduğu romanlar yazıyor… Buradan hareketle; sizce Suat Derviş’i diğer Cumhuriyet kuşağı kadın yazarlarından ayıran özelliği nedir? Suat Derviş’i Cumhuriyet kuşağı diğer kadın yazarlarının birinden köy edebiyatını benimsememesi, bir diğerinden milli edebiyata karşı çıkması gibi ayıran farklılıklar var elbette… Ancak onu hepsinden ayıran tam anlamıyla toplumcu gerçekçi bir yazar olması. 1937’den sonra eserleri, en azından bir süre için, sınıf mücadelesinin bir parçasıydı ve kendisi bu mücadelenin aktif bir parçası olup siyasal bir görev taşıyıcısı haline gelmişti. FOSFORLU CEVRİYE Ve (belki de) buradan hareketle ortaya çıkan şaheser: Fosforlu Cevriye !.. Fosforlu Cevriye Suat’ın toplumcu gerçekçi döneminden sonra gelir ve bu akımın bazı unsurlarını taşırsa da, yoğrulmuş olduğu duyarlılık onu çok farklı boyutlara taşır. İnsanlıktan, dürüstlükten, aşktan ve ölümüne fedakârlıktan söz eden küçük bir başyapıttır. Günahların aşk sayesinde affedilişi temasını başarıyla işler. Dünyalar tatlısı bir sokak kızı tiplemesi olan Cevriye, sadece okurların değil pek çok sinema yapımcısının kalbini fetheder ve bundan dolayı defalarca film kahramanına dönüşür. Ancak ne yazık ki, o dönemlerde sefalet için kıvranan Suat Derviş’e bildiğim kadarıyla eserinin senaryolaştırılması için herhangi bir telif ödenmez. En çok sevdiği bu eserini, başrolde Gülriz Sururi’yle müzikal haline getirme hayalleri de bir türlü gerçekleşemez. Sonuçta Fosforlu Cevriye’nin, yazarını hem çok sevindirmiş hem de çok üzmüş olduğunu ileri sürebiliriz. Son olarak, kitabın sonunda sorduğunuz soruyu ben yineleyeyim burada; Suat Derviş’in neredeyse yetmiş yıl süren bu uzun hayat yolculuğundan akılda en çok ne kalıyor, ne kalabilir? Bir güzel insanın güzergâhı…? *erdemoztop@yahoo.com Suat Derviş/ Liz Behmoaras/ Remzi Kitabevi/ 328 s. SAYFA 17 Üstte Suat ile Hamiyet Derviş’in bir çocukluk fotoğrafı, sağda üstte Suat Derviş belki Vakit’te belki Haber’de yazı yetiştiriyor. Ortada, Alay Köşkü’nde Bedia Muvahhit, Cecile Sorel, Fransız Elçisi ve Vedat Nedim Tör’le Altta solda, Yeni Edebiyat döneminde Abidin Dino’yla. Sağdaysa Reşat Fuat Baraner’in yanında koruyucu melek gibi... (Rasih Nuri İleri, Neriman Dervişoğlu ve Gökhan Akçura arşivlerinden.) 939
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle