22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Liz Behmoaras’la “Suat Derviş” üzerine... “Suat Derviş: Bir güzel insanın güzergâhı” edindiğiniz temel bilgiler vardır. Ancak biyografiyi yazmaya başladığınızda bir yabancıyla uzun bir yolculuğa çıkmış gibisiniz. Zaman geçtikçe yakınınız oluyor, çevresiyse sizin çevreniz haline geliyor. Bilgisayar başına oturduğunuzda yaşadığınız ortam kadar alışılmış ikinci bir ortama gidiyorsunuz… Örneğin ben Jak Samanon’la Hasköy’de bir cuma akşamı mumlar yakarak Şabat’ı kutladım, Mazhar Osman’la Üsküdar’ın köhne bir evinde, sonra da Askeri Tıbbiye’deydim, onun peşinden, içim dehşetle dolarak Toptaşı bimarhanesini gezdim. Selanik’te Beyaz Kalenin gölgesindeki küçük kahvede Tekinalp’in ve İttihatçı arkadaşlarının fısıldayışlarına kulak verdim. Suat Derviş’le birlikte Çamlıca tepesinden İstanbul’u seyrettim, Berlin’de Alexanderplatz’ı gezdim, uykusuz geceler boyunca gazetelere yazılar yetiştirdim… Biyografi yazarı, yazacağı eserin konusunu asla tesadüf eseri seçmez, diyorsunuz. Önceki eserlerinizden yola çıkarak bir yanıt vermenizi istiyorum; hangi iteleyici unsurlar size Mazhar Osman’ı, Mois Kohen’in hikâyelerini yazdırdı? Söz konusu iteleyici unsurların yüzde yüz ben de bilincinde değilim. Yine de bazı ipuçları yakalamaya çalışalım: Türkiye’de doğup büyümüş bir kadın olarak, Mazhar Osman’da, mesleki açıdan çağının ötesinde olmakla birlikte özel yaşamında basbayağı çağının adamı olan, zekâsıyla içinde yetiştiği geleneklerin çelişkileri içinde kıvranan bir erkek prototipi ilgilendirdi diyelim; halen sık sık karşılaştığımız bir ilk örnek değil mi bu? Moiz Kohen’in kimlik sorunsallığında bizzat kendimde de var olan unsurlar yakaladım… Ve Suat Derviş! Heyecanla yazılmış bir eser olduğu metnin dilinden belli! Suat Derviş’in yaşam hikâyesini kaleme almanızdaki sebepleri konuşalım biraz da… O kadar çok sebep var ki! Suat Derviş’in, en çok bilinen, hâlâ çarşaflı olduğu o fotoğrafına bir göz atalım. Başı dimdik. Dudaklarında utkulu bir gülümseyiş var. Gözleri ışıl ışıl… Sadece bu fotoğrafında değil pek çoğunda öyle bakıyor. Onda var olduğuna inandığım o müthiş yaşam sevincini sevdim, önce fazla düşünmeden kendini tehlikelere atışını sonra da yakınmadan bedel ödeyişini, yani yer yer mantıksızlığa dönüşen nahif cesaretini… Planlı hesaplı aklı başında bir insan değil o. Usunun değil de hep duygularının sesine uyan biri… İlkelere, dogmalara hapsolmayı da hep reddetti… Çalışkan, meraklı ve başına buyruk olduğu için daha çocuk denecek yaşta gazetecilik yapmaya ve geçimini sağlamaya başladı. Bunun adı daha sonra “feminist bir dünya görüşü” diye konmuş olabilir; onun için sadece yaşamını sürdürmenin tek yoluydu; sosyalizme yaklaşımı da dogmatik olmaktan çok duygusal gibi geliyor bana: Ona göre acıya, sefalete, eşitsizliğe tepkisiz ve ilgisiz kalmak söz konusu olamaz. EFSANE KADIN “Efsane bir kadın” nitelemesi yaparsınız! Bir önceki sorumun devamı niteliğinde olsun bu soru da; Suat Derviş’in sizin nezdinizde efsane olmasının sebepleri nelerdir? Suat Derviş sadece benim nezdimde bir efsane değil! Romanları, gazete röportajları, mücadeleleri ile olduğu kadar güzelliği ve aşklarıyla yaşadığı dönemde de bir efsane… Ölümünden sonra bir süre unutuldu ya da unutturuldu. Ardından yeniden efsaneleştirildi! Belki de narin omuzlarının taşıyamayacağı kadar ağır bir ideolojik miras yüklendi ona. Yaşamı, yazıları, davranışları bilimsel bir şekilde incelendi. Yeni kuşakların onu daha iyi tanıması açısından böylesi çalışmalar elbette gerekliydi. Ancak bu efsanenin altında söylendiği kadar değerli, ama daha yalın, daha sade bir kadının var olduğuna inanıyorum. Alt başlığı bütün bu düşüncelerden yola çıkarak koydum. Suat Derviş’i kaleme alırken, zorluk çektiğiniz anlar oldu mu? Örneğin, mektuplarından sadece üçüne ulaşabilmişsiniz… Başka ne gibi eksikliklerle karşılaştınız? Bunu tabii biyografi yazımının ne kadar da büyük uğraş gerektirdiğini imlemek açısından soruyorum… Kitabımda da belirttiğim gibi, beni sadece üç mektupla yetinmek zorunda kalmak en çok üzen unsurlardan oldu. Suat Derviş’in yurtdışındayken, ailesine, hele hele ablasına, can dostu Neriman Hikmet’e, son eşi Reşat Fuat’a yazdıkları bulunabilseydi bu biyografi elbette çok farklı boyutlara ulaşırdı. Nâzım Hikmet’in Kemal Tahir’e mektuplarının birinde şair, Suat Derviş’ten mektup aldığını belirtiyor. Bu mektupları bulmak için neler vermezdim! Zorluk çektiğim anlar elbette oldu. Özellikle yaşamının ilk yıllarını anlatırken… Yazılı belge yok, yaşayan tanık da yok. Tamam, Suat Derviş anılarında bize bazı ipuçları veriyor. Ancak anılarını yazarken altı yedi yaşından öteye gitmiyor, Son dönemde yazdığı ve okurun oldukça ilgisini çeken biyografi kitaplarına bir yenisini daha ekliyor Liz Behmoaras. Daha önce Mahzar Osman’ın, Munis Tekinalp’in biyografilerini kaleme alan Behmoaras, şimdi de Suat Derviş’in yaşamını tüm ayrıntılarıyla anlatıyor. Cumhuriyet’in ilk yıllarında gazeteciliğiyle, yazdığı romanlarla, siyasi yaşantısıyla ve tabii Nâzım Hikmet’in ilk aşkı olmasıyla adından söz ettiren Suat Derviş’in yaşamının izdüşümlerine biz de Behmoaras’la yaptığımız söyleşide ortak olmak istedik... ? Erdem ÖZTOP ayın Behmoaras, bugüne kadar bizlere biyografik metinler sundunuz. Bunun sebepleri nelerdir? Neden mi biyografi? Nedenler çok… Bir kişinin yaşamına kendi yorumunu katma, o kişiyi tanıyıp etrafındakilere tanıtma isteği… Araştırma yapmanın, iz sürmenin dayanılmaz heyecanı. Uzun süre yalnız çalışmayı seven bir insan da değilim. Çalışmamın araştırma bölümünde insanlarla birlikte oluyorum, sorular sorup onları dinliyorum, bazen de onları konuşturmak için sınırları zorluyorum… Bu işimin sosyal yönünü oluşturuyor. Biyografinin yazılma sürecine gelince… Başlangıçta seçtiğiniz kişi hakkında elbette bir fikriniz, SAYFA 16 S sadece ilk çocukluk yıllarını anlatıyor; belki ömrü yetmediğinden, belki de o dönemin bütün yaşamı boyunca güç alacağı en büyük mutluluk evresi oluşundan… Bilemiyorum. Bazı olayları da, şimdi hayatta olan ve bu olayları kendisinden duymuş akraba ve arkadaşlarından öğrendim. Yani sonuçta kaynak yine o. Başka kaynak yok. Nâzım Hikmet’in ilk aşkı oluşu, ilk romanını yedi yaşında yazmış olması gibi… O dönemi anlatırken gereken mesafeyi korumak lazımdı. Yani hem bütün bu olup bitenlerin doğruluğuna inandığımı belirttim, hem de elimizde belge olmadığının altını ısrarla çizdim. İlk iki evliliği de adeta bir sis bulutu ardında gizliydi. Ama orada imdadıma ilk kocalarının birinin yeğeni, diğerinin oğlu yetişti. Sonraki dönemler çok daha kolaydı; zira tanıklar çoktu ve bu konuda çok şanslı oldum. Başta Rasih Nuri İleri olmak üzere, kendisini tanıyanlar onu bana uzun uzun ve çok içten bir şekilde anlattılar. Almanya’da ve Fransa’da izini sürmede kimi arkadaşlarım müthiş yardımcı oldular. Ancak orada da yazılı belge bulmakta zorlandım. Bu bağlamda, Fransız Komünist Partisi’nden Maurice Thorez’in eşi Jeannette Vermeerch’e “önemli desteği için” teşekkürleriyle ithaf ettiği kitabı bulunca dünyalar benim oldu. Keza bir yazısında Henri Barbusse’le yıllar boyunca mektuplaştığını okuduğumda… Bu bilgiden sonra Barbusse arşivini incelemek istedim. Ancak o arşiv yeniden düzenlenmeye başlamıştı ve araştırma yapmak için iki sene beklemek gerekiyordu; göze almadım. Bütün biyografilerimde olduğumu gibi bunda da fotoğraflardan çok faydalandım. Onlardaki bakışlar, ifadeler, beden dili bana çok şey anlattı. Yahudi Jak Samanon, Mazhar Osman, Mois Kohen ve Suat Derviş. Birbirleri arasında bir bağ söz konusu olabilir mi? Başta konuştuğumuz, tesadüf olmamasına bağlamak istiyorum konuyu gene… İlk üçünde bir kimlik sorunsallığı ile karşılaşıyoruz. Osmanlı’da bir “millet” mensubu Jak Samanon Osmanlılaşmak istiyor. Doğulu aydın diyeceğimiz bir erkek olan Mazhar Osman Cumhuriyetin ilk yıllarında batılılaşma çabası içinde, yine Cumhuriyetin ilk yıllarında Osmanlı Yahudisi Moiz Kohen, Munis Tekinalp adı altında yeni kurulan ulusdevlette eriyip Türkleşmek istiyor. Suat Derviş’e gelince… O kozmopolit bir ortamda yetişmiş bir Osmanlı aydını ve Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra pek çok son Osmanlı aydını gibi, ideallerini ancak solda gerçekleştirebileceğine inanıyor. Diğerleriyle ortak paydası önemli bir geçiş döneminde yaşayıp bu geçiş döneminin bütün yükünü sancıları ve çelişkileriyle omuzlarında taşıyor olması. Yani o da birçok açıdan kimliğini sorgulamak durumunda. Tesadüf olmayışına elbette bağlayabiliriz seçtiğim kişilerin bu ortak paydasını. Türkiye’de bir azınlık mensubu olmak beni de kimlik sorunsallığı üzerinde düşünmeye itmiştir. NÂZIM’IN İLK AŞKI Pek çok özelliği kimliğinde barındırır Suat Derviş: Nâzım’ın ilk aşkı… Türkiye Komünist Partisi teşkilatında faal bir militan, roman yazarı, çapkın bir kadın… Bu kadar çeşitliliği bir arada barındırıyor olmasını neye bağlıyorsunuz? Yaşantısının getirisine olabilir mi? Bütün bu özelliklerini sıralamakla şunu belirtmek istedim: Suat Derviş, yaKİTAP SAYI ? CUMHURİYET 939
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle