Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Alaattin Topçu ile 'Kuşatma Altında' üzerine Alaattin Topçu, ArtvinArdanuç doğumlu. 1980 yılında girdiği hapishane üniversitesinden 1991'de “şartla” tahliye oldu. Bir dönem Edebiyatçılar Derneği yönetim kurulunda görev aldı. Değişik illerde yayımlanan “Eşik”, “Uğraş” gibi sanatedebiyat dergilerinin Ankara temsilciliğini üstlendi. 1995 yılında Suteni Yayıncılık'ı kurdu. 1996 yılında Kavram Karmaşa adlı sanatedebiyatdeneme dergisini çıkardı. 1997 başında Suteni Kitabevi'ni açtı ve altı ay sonra kapamak durumunda kaldı. Halen on yedi yıldır yayın yaşamını sürdüren sanatedebiyat dergisi Damar'ın yayın yönetmenliğini yürütüyor. Ayrıca, “İmge Kitabevi Yayınları”nda düzeltmen olarak çalışıyor. Eleştiripolemik yazıları, şiirleri Cumhuriyet Kitap., Birgün, Flayer, Virgül, Eşik, Uğraş, Bireylikler, İle adlı birçok dergi ve gazetede yayımlandı, yayımlanıyor. Topçu ile 'Kuşatma Altında'yı konuştuk. ‘Kahramanlar yazarın yol arkadaşıdır’ nıtım ile roman kahramanımın yanıtı aynı olur mu, bilemiyorum! Bu soruya o roman kahramanı gibi düşünerek şu an yanıt veremem. Neden? Bazı ayrıntıları, karakterlerin özelliklerini bir miktar gözden kaçırmış olabilirim. Üstelik bundan sonra bir 450 sayfalık roman daha yazdım ve orada da başka karakterlerle boğuştum. Diyeceğim şudur: Devrimciler “tanrı/peygamber/mesih” falan değildirler. Hiç kimseye bugünü unutma, ıska geçme gibi vaazlarda bulunamazlar. Bulunurlarsa, devrimci olamazlar. Bir devrimcinin “yaşamın diyalektiği”ni çok iyi özümsemesi gerekir. Bu, hele bir örgüt ise bu noktada çok daha dikkatli olmalı. Tarih bize şunu öğretti: Devrim “ha” deyince doğmuyor. Kendi evrimini mutlaka bir yerlerde taşıyor, barındırıyor. Bu süreçte bir devrimci anı da doya doya yaşayabilir, aşkı da, sevişmeyi de, dostluğu da… Ama sen, baştan bazı şeyleri yaşamak için geleceği işaret edersen, o gelecek bir türlü gelmez! YILGIN KAHRAMANLAR Sonraki sayfaya geçiyorum. Romanın, bir dönem devrimciyken, devrim yapma inancını ve sınıfa dair güvenini tümden yitirmiş olduğu her cümlesinden belli, yılgın kahramanlarından biri şöyle diyor: “Başaramamakla kalmadık, bir de bunun felsefesini yapar olduk. Oyununu oynar olduk. Bu toplum, bu dünya bizi kendi yaşamlarının dışına itmekle, bir daha görmek istememekle sonuna kadar haklıydı. Ama artık bu toplumla, bu dünyayla yüzleşme zamanımız geldi diye düşünüyorum. Onlardan geçmişe dair özür dilemeli ve yeni bir hayata hazır olduğumuzun müjdesini vermeliyiz.” (syf. 132) Ben ona değil, sana soruyorum sevgili Alaattin: Neyin özrü bu, yaşamının en güzel yıllarını “Sağlık hizmetleri parayla satılmasın, insanlar hastanelerde rehin kalmasın, eğitim herkes için eşit ve parasız olsun; yol, elektrik, ulaşım ve haberleşme sorunsuz olsun” dediği ve bu uğurda mücadele ettiği için en ağır koşullarla donatılmış hapishanelerde geçiren bu çocuk neyin özrünü diliyor? Şöyle bir bakmak gerek: Toplum “devrimcilerden” böyle bir talepte bulundu mu? Siz onlar adına yola çıkmışsınız. Geçmişsiniz önlerine, ben yarın devrim yapacağım, sizi kurtaracağım demişsiniz. Onlar sizden daha “realist” olduklarından kuşkuyla bakmışlar. “Acaba?” Kâh peşinizden gelir gibi yapmışlar, kâh ilk postalı/tankı gördüklerinde kaçacak delik aramışlar. Sizse birtakım idealleri bugünden yarına gerçekleştirebilecekmiş gibi onlar adına ölümlere gitmişsiniz, hapislerde yatmışsınız. On yedisindekini de asarlar, on beşindekini de kurşunlarlar… “Öncünün misyonu”nu tartışmak istemiyorum. İlk romanımda bu tartışmayı yer KİTAP SAYI ? Necmettin SALAZ ayın Topçu, bu söyleşiyi yapacağımı bildiğimden dikkatle ve bazı yerlerini de birden çok okuduğum kitap oldu son romanınız. Minik bir yorumla başlıyorum. Roman yazarı, bazı kahramanlarına kendi anlatmak istediklerinin bir kısmını yükler. Onlar yazarın günah keçileri olurlar. Bazen biri öfkeyi, diğeri arzuyu, aşkı vs. Romanın kahramanları yazar için yaşar, konuşur, tartışır, kavga eder, sevişir ya da ağlarlar. İşte bundandır ki kahramanlarının roman içindeki tutumları nedeniyle mutlaka konuşulacağına, tartışılacağına inandığım bazı şeyler hakkında senin düşüncelerini deşelemeye çalışacağım. Hemen giriyorum konuya ve kitabın 131. sayfasını açıp seninle birlikte okuduktan sonra… “… İdeolojilerin bize sunduğu 'gelecek tasarısı' bugünü ıskalamak üzerine kuruludur. Alabildiğine banal tasarıdır bu. Bugüne dair, şu ana dair hiçbir 'seçme şansı' ya da 'seçme özgürlüğü' tanımaz. Dünyada bunca insan aç susuzken, yok yoksulken… Kendi bedenlerimiz üzerinde egemenlik talebinde bulunmamız neredeyse bir suç olarak algılanmakta ve böyle kabul görülmesi buyrulmaktadır. Bugün insanlığın önündeki en büyük engel bu ideoloji sömürgeciliğidir. Beyin hücrelerini ele geçirmiş bu sömürgeciden kurtulmak gerekiyor. Tek çıkar yol bu.” Soruyorum: Bir devrimci organizasyonda “bugün kaygısı” sence ne kadar anlamlıdır? Bugüne dair kaygıları ana gündem haline getirmişse kişi, ne kadar özverili ve ne kadar güvenilir biridir? SAYFA 4 S Sevgili dostum, önce emeğin için sonsuz teşekkür ederim. Bu “sıkıcı” romanı didikleyerek okudun, yorumlarınla besledin, sorularınla ona yeni pencereler açtın. “Yazar”ın “kahramanları” için söylediklerine karışılık Stefan Zweig'tan bir alıntıyla başlayayım: “Her hakiki sanat eserinde kişiler bir 'kendinden ayrılan kişiler' olurlar ve eğer Goethe, Werther'in kendisinin yerine intihar ettiğini kabul ediyorsa, bununla kendisi için tasarladığı intiharı hayalinde yansıttığı kişide gerçekleştirerek kendi yaşamını kurtardığını çarpıcı bir biçimde ifade ediyor…” Eklemek gerekirse… “Kahramanlar” sadece “yazarın aracıları/araçları” değildirler. Onlar, ayrıca yazarın yol arkadaşlarıdırlar. Roman boyunca birlikte soluk alırlar, birlikte yatıp kalkarlar. Açıkçası, yazardan bağımsızlaşarak “özne”ye dönüşürler. Eğer bir yazar bunu başaramaz ise o karakterler, kahramanlar ölü doğmuş demektirler. Bu konu beni sık sık düşündürmüştür. Bir yayınevi editörü, yaptığı değerlendirmede, kişilerin “araç karakterler” olduklarını belirtmişti. Yani “yazarın mikrofonu” gibi bir şey. Bu, bence bir önyargıydı. Elbette ben karakterlere farklı misyonlar yükledim; ama o karakterler de bir yerde bana kendilerini dayattılar. “Biz böyleyiz” dediler. Eğer romandaki kahramanlar “özneleşemezler” ise silik kalırlar. Belleklerde iz bırakmazlar. Yalnız, epi topu üç dört roman yazmış, bunlardan ikisini yayımlamış biri olarak, bir gözlemime değinmem gerek: Bende roman karakterlerinin “tipleri/fizik görünümleri” yoktur. Varsa da ciddiye alınamayacak kadar belirsizdir. Benim karakterlerim daha çok “kafadan” kendilerini var edenlerdir. Yazın tarihinde öyle karakterler vardır ki bir fotoğraf, bir resim olarak belleklere kazınmışlardır. Benim karakterlerim ise sözcüklere bürünürler. Soruna geçiyorum: Benim şu anki ya ? CUMHURİYET 915