Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? rumunda olan kadın özdeksel yoksulluktan (ki tinsel yoksulluğu da aşırı ölçüdedir) ötürü Leo Merumeci'nin oyuncağı durumundadır. Merumeci bu olanağını çok iyi kullanmasını bilir ve evin kızı yirmi dört yaşındaki Carla'yı da baştan çıkarır. Leo'ya elleri mahkumdur. Mikro düzeydeki bu oluntu gerçekte kentsoylu toplumdaki sermaye sınıfının sömürgeciliğine bir işarettir. Evin oğlu Michele de Leo'ya borçludur. Çünkü o da parasızdır. Para kazanmak gibi bir sevdası da yoktur. Darda kaldıklarında yardımlarına koşacak birileri vardır. Karşılıklı bir sömürü düzeni söz konusudur. Bana göre dört kişi arasında en öne çıkanı Michele'dir. Çünkü Michele deyim yerindeyse iki arada bir derede kalan bir kişidir. Ne annesinden, kız kardeşinden ne de Merumeci'den vazgeçer. Annesi ve kız kardeşiyle ilgili olarak ailedeki erkek kişi yükümlülüğünden ötürü sorumluluk duymaktadır. Merumeci'ye göbeğinden bağlıdır ama kız kardeşiyle olan ilişkisinden ötürü onu cinsel yönden hem kıskanmakta hem de kız kardeşini yoz bir ilişkiye sürüklemiş olmaktan ötürü ona kızmaktadır. Ne ki Merumeci'den para sızdırmak için bu ilişkiyi hoşgörmeye de çalışmaktadır. BOŞLUKTA YOK OLMAK Michele tıpkı kız kardeşinin bulunduğu ruhsal durum içindedir. Onunki de gizli bir boşluk ve vurdumduymazlık arasında yaşanan bir yaşam çizgisidir. Sanki o da başta Carla'da olduğu gibi bu boşlukta yok olmaya kendini hazırlamak istemektedir. Ne ki kimi zaman direnmek ve çevresindeki sanallığı yok etmek gibi bir sevdaya kapıldığı olur ama içindeki sıkıntı ve içinde yaşadığı başıboşluk bunu engeller, tıpkı Merumeci'yi öldürmeye kalktığı zamanki gibi. Ve öldüremez çünkü tabancası dolu değildir. Dolu olmadığını da bilmektedir. Yaşam gerçekliğini göğüslemekten uzak güçlü bir istenç ortaya koyamayan Michele'nin yanı sıra Moravia da sanki maskeleri ortadan kaldırmakla insanların kafasında toplumun düzeleceği kanısının uyanacağı düşüncesine çekince koymak için öldürme girişiminin güdük kalmasını istemiş olabilir. Öte yandan Merumeci'yi öldürmek parasal açıdan Michele'nin işine de gelmeyebilirdi. Para kaynağı tükenecekti. Kendisine ve başkasına karşı sorumluluk duygusu taşımayan tipik kentsoylu kişilerin öyküsü içeriğindeki roman tekdüze sürüp çözümsüzlüklerle sonuçlanır. İşin mantığından ötürü zaten böyle olması gerekmektedir. Kentsoylu toplumun temel hastalığı romanın adından da anlaşılacağı gibi vurdumduymazlıktır. Günü kurtarmak gibi bir yaşam felsefesi söz konusudur. Çünkü vurdumduymazlık ahlaksal bir çöküntüye, yaşam sürecine olan yabancılaşmaya ve yüzeyselliğe dönüşürken kentsoylu sınıfın, yaşam sorunsalına, insanın en saf ve en derin sorunlarını bu aylaklık içinde göğüslemeye kalktığına,ancak başaramadığına işaret eder. Cinsellik, dedikodu, başıboşluk üzerine kurulu günlük yaşamın kısırdöngüsü içinde sıkışıp kalan dört kişi geleceğe açılabilecek kapıları zorlamak gücünden yoksun oldukları gibi böyle bir sevda da taşımamaktadırlar. Ailedeki üç kişiden Carla, Merumeci ile evlenerek kentsoylu yaşamını esenlik içinde sürdürür. Bu evlilik Michele'nin yenilgisi, Leo'nun yengisi anlamına gelir. Bir kez daha paranın kapitalist düzende iş gördüğüne işarettir. Anne Mariagrazia, Leo ile olan ilişkisiyle öne çıkan bir kişiliktir. Bir karakter bütünlüğü yoktur ama simgelediği toplum kesiti içinde örnektir. Moravia'nın romanlarında sık sık değişik ayrıntı süslemeleriyle sahnede gözüken bu tipleme olmazsa olmaz sanki. Gerçekte karşılıklı bir yardımlaşma söz konusu. Nasıl ki Leo, Mariagrazia'nın öne çıkmasında yardımcı bir öğe ise Mariagrazia da Leo'nun daha göze görünür ve daha öncelikli biri olmasında etkendir. Çünkü Leo “her şeyin üstündedir”. Ama Leo başCUMHURİYET KİTAP SAYI tan çıkarıcı özelliği, düzgün olmayan ilişkilerin insanı olarak Moravia'nın romanlarında “olumsuz” bir tiptir. Roman olumsuzluklar romanı olarak düşünüldüğünde Leo karakterinin bir başkarakter olmaması için bir neden yoktur. Belki de içinde yaşadığı toplumu simgelediği ölçüde en gerçekçi kişiliktir. Varıyla yokuyla toplumla bir bütündür. Leo,babalarını tanımamış olan iki kardeş için aynı zamanda baba sevgisinin işaretidir. Bu bağlamda sevgi ve kin koşutluk gösterir. Babasına âşık genç kızların babalarıyla yatağa girmeye kadar uzanan sevdalarının yadsınamaz gerçekçiliğinin ışığında romanda tanımadığı babasının benzerine duyduğu aşk, ve âşık olması; öte yandan cinsel sömürü ölçülerine varan tutarsız bir ilişkinin kurbanı olarak kendini görmesi ve ardından kinlenmesi Carla'yı bir ikileme sokarken Michele de buna benzer bir ikilemi yaşamaktadır. Bir yandan babadan yoksunlukla iki kadın arasında kalarak erkeklik bilincinden uzak, erkeğin ne olduğunu bilmeden büyümesi ve ancak Leo'da erkeği tanımasından kaynaklanan bir yakınlık ve ardından Leo'ya biraz da içinde bulunduğu özdeksel varsıllıktan ötürü duyduğu hayranlıkla karışık bir sevgi duyması; öte yandan yalnızca kız kardeşi ve annesiyle olan ilişkisinde içtensizlik göstermesinden ötürü değil, aynı zamanda Leo'nun kapitalist dünyanın bir simgesi olarak sapasağlam karşısında durması ve kendisinin de bu adama el açar olmasından kaynaklanan bir kin ve öfkeden oluşan bir ikilem yaşaması söz konusudur. Sonunda Carla, Leo ile evlenir. Salonların kadını olur. Paralı bir kentsoylu olmakla sorunlarından arınmış gibidir. Gösterişli olduğu ölçüde mutluluk işaretleri verir. Arabası olacak,özel şoförü olacak ve insanlara yukarıdan bakmasını öğrenecektir. Michele içindeki öfkeyle gene Leo'ya bağımlı yaşamını sürdürecektir. Mariagrazia maskeli baloya hazırlanmakta ve bir kez daha maskeliler toplumunda yaşamış olmaktan keyif aldığını göstermeye çalışmaktadır. Aylaklar, içerdiği insana dönük temel yaralara neden olacaktır. Çocukluk evresi son bulan yaşam çizgisinde ikilem yaşayan Agostino’nun cinselliği annesinin ilişkisiyle tanımaya başlamış olması annesine duyduğu hayranlığın yerini kin ve nefrete bırakmasına neden olacaktır. Somut olarak cinsel ilişkiye tanık olmamıştır ama örnekseme yoluyla kadınerkek ilişkisinin temel dayanağının yalnızca cinsellik olgusu çevresinde döndüğü gibi yanlış bir kanı edinmesine neden olmuştur. İDDİALI ARAYIŞ... Roman ya da uzun öykü Agostino bir başka gerçekliğin daha tanığıdır. Toplumsal katmanlar arasındaki yaşam farklılığın göstergesi olmak gibi bir ihtiras içindedir. Agostino'nun, dünyasını değiştirmek adına farklı oluşumlar içine girmek gibi sevdalanmış olmasını basit gençlik merakına bağlamamak gerektiği kesindir. Onunki gerçeği bulgulamak ve acaba insan ilişkilerini sağlama alabilir miyim diye girdiği iddialı bir arayıştır. Gerçekte sanmadığı kadar farklılıklar olduğunu bulgulaması çocuğun bir kez daha sarsıntıya uğramasına neden olacaktır. Agostino bir kez daha büyüyecektir.Bu çarpık ve yoz ortamların insanı olarak yeni dünyaların özlemi içinde olması doğaldır. Tıpkı Aylaklar'ın Michele'si gibi “kötülüklerden arınmış”bir dünya düşler. Roman içeriğinde aradığını bulmak sevdası peşinde giden bir gencin geniş ufuklar içeren dünyasına ulaşmakta yüreği kendisine yol gösterecektir. Her şeyi unutmak ve her şeye yeni baştan başlamak istemektedir. Dahası, kötülükleri, yozlukları ve ıstırap veren iç sıkıntılarını atmak, yerine geleceğe açılan kapılarda umut ve coşkuyu yakalamak gibi iddialar taşımak. Gerçekte bu çizgide Agostino’da kendini kanıtlamak adına annesine büyüdüğünü göstermek çabası vardır. Annesine sürekli çocuk olmadığını anımsatmakla bir yerde kendi kendini inandırmak savaşımı içinde olduğunu göstermektedir. Randevuevine gitmekle bu konudaki kuşkularını atacağını sanmaktadır. Dahası,annesinin dışında bir kadına sokulmakla cinsellik anlamında da yakınlık duyduğu annesinin etkisinden kurtulacağını; o bağlamda annesini unutacağını ve bir başka kadın tanımakla daha özgürce kendini cinsel dürtülerinin yönlendirmesine bırakacağını düşünmektedir. Agostino, yaşından ötürü randevuevine alınmadığında yüzüne bir tokat gibi inen gelişmemiş olduğu gerçeğinin altında ezilmiştir. Yeniden annesinin tekeline gireceğini ve kişiliğini bulamayacağı korkusunu yaşar. Kapı aralığından giz dolu bir dünyayı gözetlemiş olmasının ardında belki de dünyaya büyüse de yabancı kalacağının işaretleri vardır. Michele'de olduğu gibi Agostino da yabancılaşma sancıları içinde kıvranırken yalnız dış dünyaya değil,kendi kendisine de giderek yabancılaştığının ayrımındadır. Ardından yalnızlık duygusunun ağırlığı altında ezilmesine neden olacak duygu akışının giderek artan bir tempoda hızlanmasını tıpkı herhangi bir nesne gibi, dünyada varlığına dönük hiçbir ilginin kalmadığına işaret olarak algılamaktadır. İnsan ilişkileri açısından bakıldığında modern dünyanın mantığı gereği gerçek budur.Bu olgu yalnız Michele ve Agostino için değil, kapitalist anlayışın her şeyi bir nesne olarak gördüğü dünyamızda herkesin bu etiket altında yaşadığı gerçeğinin bir sonucudur. Agostino,çocuk açısından bakıldığında duygu yüklü lirik bir kitaptır. Bir yoksunluğun kitabıdır. En kıymetli varlığından yoksun bırakılan; en acılı,en yürek yakan bir deneyimle “içinde değil yanında bulduğu” kötülüğü tanımış olan; ister istemez onu kabullenmek zorun Alberto Moravia’nın 196070’li yıllarda Varlık yayınları’ndan çıkan kitapları... izleklerden (iletişimsizlik,yabancılaşma vd.) ötürü Avrupa'nın ilk “varoluşçu” romanı olarak tanımlanmıştır. Birinci dönemin temel yapıtlarından ya da birinci dönemin son yapıtı Agostino'dur. Agostino on üç yaşında bir çocuktur ve annesiyle yaşamaktadır. Dünyayı annesinin gözüyle görmeye alışkın çocuk, yaşamın tüm deneyimlerinin çıkış noktası olarak annesini görmektedir. Yaşam annesi demekti. Yaşamın tüm sırrı annesinde gizliydi. Annesi saflık ve temizlik demekti. Dünya onun gözünde annesinde gördüğü kadarıyla arınmışlık anlamına geliyordu. Ne ki annesinin bir erkekle olan ilişkisini bulgulaması ve erkeğin annesinin yanında Agostino'nun yerini alması çocuğun dünyaya artık farklı bir gözle bakmasına neden olacak ve beklediğinin tersine bir dünyanın varlığından bilgilenecektir. Agostino, kadını annesi aracılığıyla tanımıştır. Annesinin, bu ilişkisinden ötürü kendisine ihanet ettiğini ve dünyada var olan kötülükle burun buruna geldiğini düşünmektedir. Bu farklı gerçek çocuğu sarsacak ve büyümesine yol açarken içinde derin 902 ? SAYFA 21