29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

John Berger'ın 'Sanat ve Devrim'i yeniden... Devrimci sanatın anlamı 'Sanat ve Devrim' salt sanata ilgi duyan kesime değil, siyaseti yaşamın bir parçası olarak gören kitleden dünyanın gidişinden endişe duyan herkese ulaşması gereken bir kitap. mayan adam” derken aslında kendisiyle ilgili bir tanımlama olduğunu düşündürüyor okura. “Apansız bir karara vardığında o sırada yaptığı işi ya da söylediği sözü yarıda kesiverir. Kafasında her an bir fesat hazırladığı sanılabilir kolayca. Aslında bu ani değişmelerin sebebi aklına hızla birbiri ardından birkaç düşüncenin hücum etmesidir; bu baskıdan kurtulabilmek için hemen hiç beklenmedik bir anda davranması gerekir.” Bu saptamanın da aslında salt Neizvestny için değil, yaşamını sanata adamış pek çok insan ve zekâsıyla cebelleşerek yaşamak zorunda kalan dâhiler için de geçerli olduğunu düşünebiliriz. Urallar'da büyüyen sanatçının yaşadığı yerin o dönemde hem komünist hem de anti komünist aydınların sürgüne gönderildiği yer olması, onun hem düşünsel hem siyasal anlamda gelişimini derinden etkileyen bir unsurdu. Yazar, Neizvestny'nin sanatı ve toplumdaki gelişmeleri ilişkilendirmek için Akademinin kuruluşu sonrasındaki değişimleri, Klasizmin yerini Romantizme bırakışını, on sekinizi yüzyıldan on dokuzuncu yüzyıla dek örneklerle ortaya koyuyor. Rus sanatındaki köklü değişime, yirminci yüz yıl başlarına nasıl gelindiğini ve bu değişimi doğuran etmenleri ana başlıklarıyla okura aktarıyor. 1861'de Rus sanayinin gereksindiği proleteryanın ortaya çıkması, bunun da kapitalizmin gelişimini sağlaması ana başlıklardan birkaçı. Yeni ve varlıklı sanayiciler sınıfına mensup birkaç kişi Rus sanatının ilk bağımsız koruyucuları durumuna gelmişti. 1890'larda Rus kapitalızmının gelişmesi Fransa ve diğer sermaye güçleriyle sıkı bağlar kurmasını sağlamış bu da beraberinde sanat koruyuculuğundaki değişimi getirmişti. Rus sanatçılar ilk kez akademik teoriler yerine çağdaş Avrupa sanatının önemli örneklerini model alıp seçimlerini kendilerince yapabilir duruma gelmişti. Bu gelişme devrimin çekirdeğini oluşturuyordu aslında: Çarların mutlakiyetçi merkezciliği sanatta, siyasal alandan önce yıkılmış oluyordu. ÇAĞDAŞ BİR ANLATIM... Rus sanatının yenilenmesi, ilerici ve çağdaş bir anlatıma kavuşturulması için yapılması gereken şey araştırmaktı. Arayan eninde sonunda bulacaktı ve bu anlatımın adı artık belliydi. Kübizm'di bu anlatımın adı. 20. yüzyılın başında bilimde ve teknolojideki hızlı gelişimin ve sömürgeleri sayesinde Batı'nın farkına varmaya başladığı ve ilgi duyduğu egzotik Avrupa dışı kültürlerin etkisiyle geleneksel sayılan birçok inanış ve üslup sorgulanıyordu. Resimde özellikle Picasso'nun öncülük ettiği Kübizm'in etkisi hızla yayılmaya başlamıştı. İtalya'da Fütürizm, Hollanda'da De Stijl hareketlerinin Rusya'daki yansıması Kostrüktivizm'di… Kübizm kendi alanında belli bir dönemi noktalıyordu. Maleviç'in saptaması bir öngörüydü: Kübizm ve Fütürizm sanattaki devrimci formatlardı ve 1917'nin iktisat ve siyaset hayatındaki devrimin habercileriydi. Kitabın bu noktasında insan durup düşünmeden edemiyor. Çok da uzak olmayan bir tarihte yaşanan bu gelişmeler ve değişimlere bakarak sorma gereği duyuyor. Kültürel ve siyasal kimliğini yitirmek üzere olan, emperyalist güçlerin oyunlarıyla tarihi mezarlığa dönüşmek üzere olan ülkelerde bu değişimi ve dönüşümü hazırlayacak sanat dalı, sanatçı, düşünür yok muydu? Yüzyıllar öncesinde neredeyse birer insanüstü varlık gibi gösterilen, toplumdan soyutlanmış gibi ele alınan sanatçılar devrimlere ışık tutarken şimdi, yakın tarihimize tanıklık eden sanatçılar nerelerde yaşıyor olabilir? Onların temsilcilik misyonunu üstlenmesi için de özgürleşmiş bireylerden oluşan bir toplum gerekiyordu öncelikle. Sanatın ve toplumun birbirinden asla ayrı tutulamayacağının örneklerini tarih boyunca gördüğümüz halde neden hâlâ sağır bir duyarlığın girdabında dönüp duruyoruz? Sömürünün öteki adı küreselleşme ile belirginleşen ekonomik ve kültürel dayatmaların, açlığın ve yoksulluğun konu edildiği sinema ve öteki sanatlar neden itiraz etmenin ötesine geçemiyor? Rus sanatı ile birlikte aynı toplumun tarihine bir sanatçının perspektifin derinlemesine bakabilen yazar, eleştirisinde ülkeler ve üsluplar arası etkilenmeyi de gözler önüne seriyor. Gerçekçilik ve Natüralizm arasındaki ayrımı yalnızca görsel sanatlarda ele almakla kalmıyor, edebiyat alanında da Lukacs tarafından yapılan çalışmalara işaret ediyor. Yaşantı karşısında takınılan ve sanatçının olayları, değişmekte olan dünyayı kendi iç prizmasından süzerek kavraması sonucu oluşan iki tavır arasındaki ayrım Lukacs'ın işaret ettiği noktadır. Olayları olagelmiş haliyle kabullenip benimsemek yerine kişinin kendi içsel dünyasında değişime uğrayıp, kendi algılamalarına göre yeniden belirlenen bir dünya görüşü içinde olmak da bu demektir. Gerçekçi edebiyatta insan hayatının küçücük bir bölümüne yer verilse bile; o anlatı kahramanının bütün bir hayatını yansıtır neredeyse. Yaşadığı sınıfa ve topluma dair gerçekler de bir ayna tutulmuşçasına ortaya konur. Malzemesi ne denli sınırlı olursa olsun edebiyatın kendi sınırları içinde sığdırıp bir bütünlük yaratır. İNSANIN DAYANMA SINIRI John Berger'ın eleştirisini bitirirken dünyanın son durumuna bakışı, kaygıları, uyarıları yerden yere vurduğu emperyalist dünyaya ulaşır mı, ulaşsa da yankı bulur mu bilinmez ama bilinen o ki gerçekten de dünyanın durumu insanın dayanma sınırlarını zorluyor. Daha önce de sömürü vardı, daha önce de siyasi bağımsızlık adı altında verilen özgürlüklerle yeniden biçimlenen köleleştirme aynı ölçüde yaygındı, acılar yine büyüktü ama durum şimdiki kadar dayanılmaz boyutlarda değildi. Çünkü gerçek hiçbir zaman bilinmiyordu. Zamanın akışı da buna engeldi. Arşivlerin yıllar sonra açılması ve bazı gerçeklerin ancak o zaman gün ışığına çıkması gibi var olan gerçek çok sonra fark edilebilirdi. O zamanlar Avrupalı kendini dünyanın bütün ulusları ve kültürleri içinde en uygar, en medeni, yerli denilen sömürülen kitlenin de yarı gelişmiş insan olduğuna inanıp kendini kandırabiliyordu. Oysa günümüzde kimse kimseyi kandıramadığı için bütün gerçeklerle aynı anda yüzleşmek ve hesabını vermek zorunda. Yazarın başka bir kitabında dile getirdiği bir gerçeği anmadan geçemeyeceğim. Onu çok etkileyen yaralı, bitkin Moskova'lı bir kadını yorumlarken dev adımlarla küreselleşen dünyanın bu hızla neleri yok ettiğine dair ironik gözlemini yazmanın tam sırası. Serbest piyasanın bezirgânları ve onların yarattığı Mafya, dünyayı artık kendi çiftlikleri olarak görüyor. Orası öyle. Ama bu güvenlerini koruyabilmeleri için bütün dillerde hayatı açıklayabilecek, övebilecek ya da değerlendirebilecek sözcüklerin anlamlarını değiştirmeleri gerekiyor. Sözcüklerin ve kavramların anlamları öyle bir dumura uğratıldı ki yaşanan çağ için buzul çağının çağrışımıyla 'yalan çağı' demekten ve içim burkularak yazmaktan öte bir şey kalmıyor. Bu bilgilerin ışığında Sanat ve Devrim'i salt sanata ilgi duyan kesimin değil, siyaseti yaşamın bir parçası olarak gören kitleden dünyanın gidişinden endişe duyan herkese kadar ulaşması gereken bir kitap diye düşünüyorum. ? Sanat ve Devrim/ John Berger/ Agora Kitaplığı/174s. KİTAP SAYI 902 ? Meliha AKAY ohn Berger adını gördüğüm her kitap hangi türde olursa olsun nerede, ne zaman rastlasam mıknatıs gibi oraya çekiyor beni. Her okurun, her yazarın nasıl ki ' kendi yazarları' varsa, benim için de öyle ve John Berger da onlardan biri. Agora Kitaplığı'ndan çıkan Sanat ve Devrim adındaki kitabını uzunca bir ayrılığın ardından ve ayrılığın getirdiği özlemle okudum. Giriş yazısında yer alan, eleştiri, eleştirel deneme olduğuna dair açıklamalar nedense bir önyargı oluşturmuştu okuma öncesi. Ancak daha ilk bölümde Moskova'nın avlularını, Belarus istasyonunun arka sokaklarını, geniş göğün altında otlayan inekleri seyre dalan kadını, sebze toplayan adamı anlattığı satırlarda kitaba susamışlık duygusuyla sarıldığımı ayrımsadım. Kitabın baştan sona nasıl bir üslupta yazıldığının işaretiydi ilk bölüm. Ernst Neizvestny'yi eserleri ve yaşamı ile ele alırken donuk ve kupkuru bir eleştiri olmadığını düşünmek, başka bir yazarın sözünü anımsatmıştı. Bernard Shaw'un ta 19. yüzyılda, “Kişisel duygularını katmadan yazılan bir eleştiri okunmaya değmez bile. Sanat iyi ya da kötü bir kişisel soruna dönüştürme yeteneğidir, bir insanı eleştirmen yapan da budur” demişti ve bu söz elimdeki kitap için de geçerliydi. Kitapta Neizvestny'nin şiirine yer verdiği ilk bölümde, şiiri okuduktan sonra yazdıklarının yazgısı olduğunu görmek insanı hem irkiltiyor hem de daha derin düşünmeye zorluyor. Şiirin belgesel niteliği taşıması bir yana, sanatın özsuyu sayılabilecek önsezinin gücünü, sanatçının yaşamındaki güdüleyici etkisini bir kez daha ortaya koyuyor olması başka bir yazara ait olan soruyu sorduruyor: Yaşadıklarımızı mı yazıyoruz, yazdıklarımızı mı yaşıyoruz? Bu sorunun yanıtı insan ve edebiyat var olduğu sürece tartışılacaktır. John Berger'ın konu aldığı sanatçıya dair saptamalarındaki yalınlık ve gerçeklik duygusu daha önce okuduğum ve unutmadığım Fotokopiler'indeki yalınlığı ve yaşamın kendine özgü renklerini anımsatıyor. Elimdeki kitabın ilk sayfalarında Neizvestny için, “Çevresinde olup biten hiçbir şeyi gözden kaçır J John Berger Neizvestny için, “Çevresinde olup biten hiçbir şeyi gözden kaçırmayan adam” diyor.s SAYFA 10 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle