Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Alberto Moravia 100 yaşında Kentsoylu sınıfı eleştirdi yapıtlarında... Moravia yapıtlarında dönemin siyasal koşulları ve ahlaksal değerlerini; var olan kopuk kopuk insan ilişkilerini; insanların başta kendilerine, daha sonra birbirlerine yabancılaşmalarını dile getirir. İçtensizlik,yozlaşma, korku ve güvensizliğin egemen olduğu ortamların ki genel hava odur ülkede, insanlarından seçtiği kahramanları geleceğe dönük tasarımlardan yoksun, yarınsızlık yaşayan kişilerdir. Yabancılaşmanın, arkasından dostluğun yok olmasıyla birlikte insanların (kişilerinin) yalnızlığa sürüklenmiş olmaları artık kaçınılmazdır.Yalnızlığı gidermenin tek yolu da yaşam uğraşında başarısız olmuş ve bir büyük boşluk yaşamaktan kaçamayan insanların ayakta durabilmek için başvurdukları karşılıklı bir alışveriş üzerine kurulu cinsel alışveriştir. şulları ve ahlaksal değerlerini; var olan kopuk kopuk insan ilişkilerini; insanların başta kendilerine, daha sonra birbirlerine yabancılaşmalarını dile getirir. İçtensizlik, yozlaşma, korku ve güvensizliğin egemen olduğu ortamların ki genel hava odur ülkede, insanlarından seçtiği kahramanları geleceğe dönük tasarımlardan yoksun, yarınsızlık yaşayan kişilerdir. Yabancılaşmanın, arkasından dostluğun yok olmasıyla birlikte insanların (kişilerinin) yalnızlığa sürüklenmiş olmaları artık kaçınılmazdır. Yalnızlığı gidermenin tek yolu da yaşam uğraşında başarısız olmuş ve bir büyük boşluk yaşamaktan kaçamayan insanların ayakta durabilmek için başvurdukları karşılıklı bir alışveriş üzerine kurulu cinsel alışveriştir.. Aylaklar romanının başkişilerinden Carla bu tür bir ilişkiye girerken artık çocukluk yıllarının temiz, saf ve el değmemiş dünyasının geride kaldığının ayrımındadır. Sanal değerler ve aşağılık insanlarla günü kurtarma anlayışına dayalı günlük yaşamın belli belirsiz boyutunu göğüslemek için yeni bir duruşun gerekli olduğunu bilmektedir. Sıkıntı dolu bir yaşamın miskin alışkanlıklarını kırmak için devinimi yüksek bir eylemin kaçınılmaz olduğunu düşünüyordu. Cinsel ilişkilerin tüm yapıtlarında,özellikle öykülerinde yer almış olmasının Moravia'nın cinsel romanlar yazan bir yazar olarak adlandırılmasına neden olduğunu belirtmekte yarar var. Ancak salt bu gözle yazara bakanların bu gerçekliğin arkasını göremeyen kişiler olarak değerlendirilmeleri ve yazarı anlamakta yüzeysel kaldıklarını savlamak da gerekir. Böylesine yaygın bir kanı ile kamuoyuna mal edilmiş bir yazar olarak yasaklı yazara adı çıkan Moravia, Kilise'nin aforoz etmediği ancak kuşkuyla baktığı yazarlar arasında yer alırken rahipler ve rahibeler tarafından yalnızca gizliden gizliye okunmuştur. Kişisel deneyimimle biliyorum ki 1960'lı yıllarda (şimdi nasıl?) rahip Giovanni, Moravia'nın kitaplarını okuduktan sonra okumam için bana vermiş ve artık benim malım olabileceğini söylemişti. Sözlerinin satır aralarında anıştırmak istediği, bu kitaplarını odasında tutamayacağıydı. ? Prof. Dr. Necdet ADABAĞ aşasaydı bugün 100 yaşında olacaktı. Öldüğünde 83 yaşındaydı.Orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası sanat çevrelerinde tanınmış bir ressammimardı. Daha gençliğini yaşarken yakalanmış olduğu kemik vereminden ötürü on yılını sanatoryumda geçiren yazar bu süre içinde yazına büyük bir ilgi duymuş ve tutkuyla bağlanmıştır. Yaşamının sonuna dek yazının değişik alanlarında ürün veren Moravia daha çok romancı olarak tanınmaktadır. İlk yapıtı, 1929'da yazdığı gerek İtalya'da gerekse yurtdışında beğeni toplayan ve bin bir güçlükle bastırabildiği Aylaklar adlı yapıtı olmuştur.Eleştirmenler Moravia'nın romancılığında birbirini izleyen üç ayrı döneme işaret ederler. İlki Aylaklar'dan (1929) başlayıp 1945'e dek uzanan dönemdir. Bu dönem içinde Güzel Yaşam(La bella vita), Tembel'in Düşleri (I sogni del pigro) ve Agostino v.d. İkinci dönemi Romalı Kadın’la (1947) başlayıp 1960'lı yıllara dayanır. Üçüncü dönem Sıkıntı’dan (1960) başlayarak ölümüne dek süren zaman dilimidir. Yapıtlarına baktığımızda bu üç dönemin temel özellikleri birbirlerinden çok farklılık göstermez. Dahası,ilk kitabına egemen olan karamsarlığı yaşam boyu vermiş olduğu tüm ürünlerinde gözlemlemek olanaklıdır. 1954'te Küçümseme (Il disprezzo) yayımlandığında eleştirmenler yeni bir Moravia geliyor düşüncesine kapılmışlar ama beklediklerinin tersine değişen bir şey olmamış. Gerçekte yeni bir dünyanın habercisi gibi görünmüş olsa da bu yapıtını izleyen romanlarında aynı çizgi sürdürülmemiş, tersine bu yapıtın öncesine dönülmüştür. Moravia yapıtlarında dönemin siyasal ko Y AYLAKLAR Birinci dönemin temel yapıtı, dahası, Moravia'nın başyapıtı Aylaklar'dır (Gli indifferenti). Moravia denilince akla bu kitabı gelir hemen. Ardından Romalı Kadın(La romana) ve Sıkıntı (La noia). Filme alındıklarını biliyorum ama Aylaklar'ın ayrıca tiyatro oyunu olarak sahnelerde çok uzun süre kaldığını çok iyi biliyorum. Fransız Devrimi, kentsoylu sınıfı, yanı başında da işçiköylü sınıfını yaratmıştı. Bu iki toplumsal katman sırt sırta verip soylu sınıfı devirmiş ve ardından bilindiği gibi kentsoylu, söz konusu dayanışmayı yok sayarak işçiköylüyü yalnız bırakmıştır.Avrupa'da yirmi yıl süren nazifaşist egemenlik, sermayenin desteğiyle ayakta kalmaya çalışırken İkinci Dünya Savaşı bir bağımsızlık savaşına dönüşmüş, bu kez kentsoylunun değil, işçiköylü sınıfının egemenliğini sağlayarak savaş sonrası Avru pa'da, ardından İtalya'da egemen olan anlayış hakça paylaşıma yol açacak bir düşünsel yapıyı beraberinde getirmiştir.Bu nedenle faşizmin baskıcı siyasal dizgesine karşı daha insancı bir yaklaşımla insalsal değerleri öne çıkarmaya çalışan Avrupa komünist partilerinin öne çıkması rastlantı sayılmamalıdır. İlginç değil mi; bu denli yoğun oy gücüne karşın (örneğin, İtalya'da %35'lere varan) Avrupa'nın hiçbir ülkesinde komünist partisi iktidara gelememiştir. Gerçekte,bize göre, İkinci Dünya Savaşı iki toplumsal katman arasındaki bir savaştır ve kentsoylu sınıfı simgeleyen sermaye sınıfı yenilgiye uğramıştır. Ne ki sermaye sınıfı yenilgiye uğramasına karşın Avrupa'yı nazifaşist işgalinden kurtaran ve Sovyet etkisinin Batı Avrupa'ya yayılmasını istemeyen Amerika'nın desteğiyle iktidarları bırakmamıştır. Bu bağlamda Kilise'nin katkısı azımsanmayacak ölçüdedir. İtalya'da örneğin,kırk yıl boyunca Kilise'nin desteğindeki Hıristiyan demokratların iktidarda kalması da rastlantı sayılmamalıdır. İktidarda olan gene sermaye sınıfı olabilir ama savaş sonrası dünya düzenini daha insancıl ve daha ahlaklı ve dürüst değer yargıları üzerine kurmak gibi önemli bir işlevi üstlenen de halkın desteğindeki demokratik güçler olmuştur. Son on beş yıla yakın bir zamana kadar dünya düzeni bu denge üzerine kuruluyken, bir başka deyişle, kapitalist düzenin her türlü acımasız ilişkisine karşı koyan hakça düzenden yana toplumsal bir dizge yanlısı kitleler varken sosyalist anlayışın kan kaybetmesi sonucu sermaye sınıfı Yeni Dünya Düzeni (ya da Küreselleşme) adı altında uydurmaca bir ekonomipolitika içeriğine yatkın yaşam çizgisi doğrultusunda ulusdevlet kavramını yok etmeye kalkmış ve sınırları ortadan kal dırarak eşitlik ve hakça bir düzen sağlayacağız aldatmacasıyla sömürü düzenini daha da yoğunlaştırmaya çalışmıştır. ELEŞTİREL BİR YAKLAŞIM Moravia'nın kitaplarında değinmek istediği, sözde bu kalkınmanın arkasında gizli kalan gerçekliktir. Sermaye sınıfının sanal görkeminin ardında saklı olan şey kentsoylu insanın kurtulmak istediği, ancak çıkış yollarının kapalı olduğunu gördükçe daha da umutsuzluğa kapıldığı yoz bir dünyanın insanı olmaktan duyması gereken utançtır. Ne ki kentsoylu bu utancının ayrımında değil gibidir. Ya da utanca yer olmadığı kanısını taşımaktadır. Moravia'nınki kentsoylu sınıfın toplum içindeki bu sorumsuz duruşuna karşı takınılmış eleştirel bir yaklaşım ve dahası,roman ölçütleri içinde toplumsal bir yergidir. Hedef topluluk kentsoylu katmandır, halk değildir. Böylesi bir yaklaşımı ezilene karşı ezilenden yana bir tavır olarak algılamak gerek. İtalyan yazınında Manzoni ile başlayan bir geleneğin sonucudur diyebiliriz. Ancak burada iki konunun altını çizmekte yarar var: Biri, Moravia'nın bu tavrında herhangi bir ideolojik koşullanmanın söz konusu olmadığı; ikincisi ise, Moravia'nın dünyada iki ayrı kutbun birbirlerini dengelemeye çalıştığı bir dönemin yazarı olduğudur. Moravia Sovyet Rusya'nın çöküşünü yaşamamıştır. Bu bağlamda yapıtlarına baktığımızda. Aylaklar romanı, yazarın, gerek içerik gerekse biçim ya da biçem olarak temel özelliklerinin kümeleştiği bir yapıtıdır. Romanın konusu Roma'da bir villada geçer. Roman kişileri az sayıdadır. Mariagrazia Ardengo, evin hanımıdır. Kentsoylu toplumdaki “patetik ve aptal” tiplerin simgesi duKİTAP SAYI ? SAYFA 20 CUMHURİYET 902