Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Bu yazıya başlık olarak aldığım "Sözüm Türkçe Üstüne", TRT İnt’te her çarşamba gecesi yayımlanan bir izlencenin adıdır. Geçen yıldan bu yana süregelen bu izlence yurt dışındaki Türklerin gereksinimine yönelik, dilimizin özelliklerini anlatan bir izlencedir. Beni de bu izlencenin edebiyat danışmanı seçmişlerdi. Dille edebiyatın ayrılmaz bir bütün olduğu düşünülürse; dil gücünün edebiyatta daha belirgin kanıtlanacağı benimsenirse; bu izlencenin etkili olacağına, Türkçe özlemi çeken yurt dışındaki insanımızın yalnızlıktan kurtulup kendini daha güçlü duyacağına inanılmalıdır. kopmak kolay olmadı. Ne var ki dil kendi yatağında akmayı seven bir ırmak gibidir. "Türkçeleşmiş Türkçedir" sözü, "Türkçeleşmiş" sandığımız nice sözcüklerin bile zamanla tutunamadığını gösteriyor. TÜRKÇENİN ASIL SORUNLARI "yeni PATİKA"da Ertuğrul Özüaydın şöyle bir gerekçeden yola çıkarak Türkçe üzerine bir dosya hazırlıyor: "Bugün dilimize yerleşen batı kaynaklı moda sözcüklerin kullanılması, birbiriyle çelişen yazım kılavuzlarının yarattığı karmaşa, birtakım siyasi engeller, yabancı teknolojik sözcük ve terim karşılıklarının yerine Türkçe adlarından yararlanmamak, Osmanlıcaya özenmeler vb., sıralanacak birçok sorunla boğuşan Türk Dilinin gelişim sürecine küçük de olsa katkıda bulunmak amacıyla bu dosyayı hazırladık." (yeni PATİKA, Tükçe DüşünmekTürkçe Söylemek, OcakŞubatMart 2007). Ertuğrul Gözüaydın sorunu doğru saptamış. Türkçenin gelişmesi Osmanlıcadan kalan kimi sözcükleri yaşatmak için savaşım vermek değil, yeni kavramlara karşılık bulmak, Türkçenin köklerine inip yeni söz değerleri derleyerek söz varlığını belirlemek işidir. Bunun üstesinden gelmek için de önce yazı devrimi ile dil devrimine inanmak gerektiğini öne süren Ali Dündar diyor ki: "Bilim, sanat, bilişim, ekin ve eğitim dili olan Türkçenin gücünü ve işlevini kavramakta zorlanıyoruz. Yazı ve dil devrimini salt dili yabancı sözcük ve dil kurallarından kurtarma ve okumayazma bilmeyenleri okuryazarlaştırma sanıyoruz. Bir türlü yaşama ekinine dönüştüremediğimiz laikliğin kurumlaşmasında yazı ve dil devriminin işlevini bir türlü işlerliğe çeviremiyoruz" (yeni PATİKA, Başlıca Aydınlanma İlerici Olarak Yazı ve Dil Devrimi, OcakŞubatMart 2007). Emin Özdemir kirlenmenin kaynağı olarak kitle iletişim araçlarını gösteriyor: "Türkçenin soluğunu kirletme bulaşıcı bir sayrılık sanki. Toplumun her kesiminde bu sayrılığa yakalananların sayısı artıyor giderek. Bir yazımda da belirtmiştim kitle iletişim araçlarından Türkçenin yatağına kirlenmenin selleri akıyor. Toplumsal dil duyarlığı, dil bilinci kirletiliyor. Hele kimi televizyon kanallarında cicili bicili ağzı bozuk sunucular, kösnüllüğün ve kirliliğin sözlüğünü yazıyorlar" (yeni PATİKA, Türçkenin Soluğunu Kirletenler, OcakŞubatMart 2007). YAŞATILMASI GEREKEN BİR İZLENCE Bir ulusun gerçek yurdu dilidir. Yurtdışındaki Türkler dil bilinci içinde yaşarlarsa kişiliklerini daha iyi korurlar. Bu bakımdan TRT İnt’deki "Sözüm Türkçe Üstüne" izlencesi, önemli bir işlevi olan, yaşatılması gereken bir izlencedir. Yalnızca dile dayanan bir masa başı izlencesini yaşatmak kolay değildir. İyi ki İzlenceyi yürüten Leyla Uzun, Türkçeye gönül veren, coşkulu bir dilbilimci, canlı yayına alışkın bir sunucu. Edebiyat danışmanı olarak benim etkim sınırlı kaldı. Üstelik görevlerim yavaşça azaltıldı. Artık bana gerek de kalmadı. Aklının yasaklarından yola çıkan, önyargılı yöneticilerle uğraşmak kolay değildir. Sağduyulu olanlar da yanlışlarla savaşıma girişmeye çekiniyorlar. Kırk yıldır TRT radyolarıyla televizyonlarında dil üzerine, edebiyat üzerine izlenceler düzenlemeyi alışkanlık edindim. Ama TRT ilkelerinden ödün vermedim. Türkçe böyle büyülü bir dildir işte, insanı bırakmaz. Küçük bir ayrıntıda bile açıklamayı bekleyen nice gizler vardır. O gizleri açıklamanın bir yararı olacak mı? Önyargılı insanları aklının yasaklarından kurtarabilir miyiz? Pek sanmıyorum. Gene de bir denemek gerekebilir. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmeniz için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz. Mustafa Şerif ONARAN Değinmeler “Sözüm Türkçe üstüne” başlatmasıdır" (bizim KÜLLİYE, Türkçe, AralıkOcakŞubat 20062007). Dergide Ahmet Buran’la yapılan bir söyleşi var. Fırat Üniversitesi öğretim üyesi olan Ahmet Buran, dil yozlaşmasını önlemede dili kullanma hünerinin önemi üzerinde duruyor: "Bana göre, derin yapıdaki soyut varlığın yozlaşması söz konusu değildir. Yani, dil bir varlık olarak, yozlaşmaz. Yozlaşma dilin kullanımı ile ilgilidir, diğer bir söyleyişle yozlaşma, dili kullananlarla ilgili bir kavramdır. Nitekim dili kullanma yeteneği ve birikimi zayıf olan bir kişi, güzel bir dil metni yaratamazken, aynı dili kullanan iyi bir yazar, mükemmel bir metin ortaya koyabilmektedir." (bizim KÜLLİYE, Tamer Namlı’nın Ahmet Buran’la Türkçe Üzerine Söyleşisi, AralıkOcakŞubat 20062007). Ahmet Buran’ın bu görüşleri bir yazarın biçem özelliğiyle ilgilidir. Biçem edinmek kolay iş değildir. Yılların emeğiyle sözcükler yazıda yoğunluk kazanır. Okuru yeni bir sözcüğe alıştırmak da biçem özelliği gerektirir. Eskiler bu dil ustaları için "kuvvei kalemiyesi var" derlerdi. Ahmet Buran Türkçenin gelişmesi için Türk ülkeleri arasındaki ortak dilin bütünlük kazanmasından yanadır. Uzaklardaki Türk kökenli ülkelerin değişik yaşama biçimleri dillerini de değiştiriyor. Artık Yakutça ile Çuvaşçaya ayrı bir lehçe gözüyle bakamayız. Onlar ayrı bir dil kimliği kazanmıştır. Kuşku yok ki Anadolu Türkçesi en gelişmiş Türkçedir. Ama bu Türkçeyi temel olarak "Büyük Türkçe"yi oluşturmak gerçekleşmesi kolay olmayan bir düştür. Bize düşen öncelikle Türkçenin sorunlarına çözüm getirmek olmalıdır. DİLE SÖZLÜKLERDEN Mİ BAKMALI? Bir sözlükçü (leksikograf), sözlüğüne verdiği emeğin göstergesi olarak Türkçenin değerlerini korumak ister. D. Mehmet Doğan da sözlük okumanın ancak sözlükçülerin işi olduğunu, sözlüklerin gerektikçe danışmaya, elaltında bulunmaya yarayan bir kitap olduğunu anımsatıyor (bizim KÜLLİYE, Mehmet Aycı’nın Mehmet Doğan’la Dil Üzerine Söyleşisi, AralıkOcakŞubat 20062007). D. Mehmet Doğan diyor ki: "Dille, sözlükle uğraşmayı bir aydın haysiyeti meselesi olarak gördüm. Elimi değil, kafamı taşın altına tuttum.İşin içine girdikçe konunun vakıf olduğum feci boyutları beni daha fazla dille uğraşmaya mecbur etti." Bir Arap atasözü var: "La şecae fil lüga." "Sözcük işinde yiğitlik taslamaya gelmez" anlamına bir söz. Kafadan atmadan önce sözlüğe danışmak gerekir. Bir sözlükçü olan D. Mehmet Doğan da buna inanıyor: "Sözlük, dili hasar görmemiş, anlamı önemseyen, birlikte oluşturan, tasarruf eden, koruyan bir toplulukta okunur, kullanılır. Farklar, ayrıntılar incelikler önemliyse, bunlar önemli olduğu için söz ve anlam mühimse, sözlük de ehemmiyetlidir." D. Mehmet Doğan anlam ayrıntılarını belirtmek için olsa gerek, "önem", "mühim", "ehemmiyet" sözcüklerini bir arada kullanıyor. Nice sözcüklerin anı yükünden kurtulamayanlar, onlarda, yeni sözcüklerle karşılanamayan bir anlam derinliği olduğuna inanırlar. D. Mehmet Doğan’ı "Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi"yle ilgili bir toplantıda dinlemiştim: " ‘Tercümei hal’ unutuldu, diyordu, onun yerine ‘Yaşamöyküsü’ yerleşti. Oysa unutulmaması gereken bir sözdü." Demek ki yeni bir szcük benimsenince eskisi unutuluyor. "Osmanlıca unutturulmak isteniyor" diye yeni sözcük önerenleri eleştirenler de var. Osmanlı uygarlığı ümmetçi bir toplumun oluşturduğu uygarlıktı. O uygarlığın dili Osmanlı zamanıyla, dönemin yaşama koşullarıyla, o uygarlığı yaşatan kurumlarla ilgiliydi. Türkiye Cumhuriyeti’yle yeni, laik bir toplum düzenine geçiline, toplumu oluşturan bütün kuruluşlar değişti. Yeni bir yaşama biçimine geçildi. Bu yeni yaşama biçimini anlatacak bir dile gereksinim vardı. Önerilen yeni sözcükler tepkilere yol açınca, eskiye duyulan özlemle, kimi Osmanlıca sözcüklerden B öyle bir amaca yönelik izlencede dilin ağırlığına öncelik verilecek, gerektikçe edebiyata başvurulacak, ama "Sözüm Türkçe Üstüne" bir edebiyat izlencesine dönüşmeyecekti. Son izlencelerden birine konuk olan Mehmet Atilla Maraş; TBMM’nde, Türkçenin bozulması, yozlaşması üzerine ne gibi önlemler alınması gerektiğini incelemek için bir araştırma önergesinin gündeme geldiğini; üç ay çalışacak bir yarkurulda sorunu çözümler aranacağını bildirdi. Mehmet Atilla Maraş AKP’nin Şanlıurfa milletvekili bir ozan. Daha çok "Aney" şiiriyle anılan, bir dönem Türkiye Yazarlar Birliği’nin Başkanlığını yapan bir edebiyatçı. Çok boyutlu olan dil kirletmesinde ne dil ırkçılığı, ne de "Türkçeleşmiş Türkçedir" anlayışı soruna çözüm getirir. Mehmet Atilla Maraş’ın konuşma kolaylığı içinde kullandığı Osmanlıca sözcükleri, belli bir alışkanlığa engel olamamak, diye yorumlamak gerekir. Kuşku yok ki asıl sorunumuz Osmanlıca’dan kalan sözcüklerden kurtulmak değildir. O sözcükler, karşılıkları benimsendikçe yaşama gücünü yitirebilir. Konuşma dilinden kalkan o sözcüklerin yazı dilinde kalması da yadırganabilir. Araştırma önergesi tartışılırken bu ayrıntıların öne çıkması sorunu çözümsüz duruma sokar. "Kalp" ile "yürek" sözcüklerinde deyim özelliği kazanan anlam yükleri vardır. "Kalpsiz" deyince "acımasız", "yüreksiz" deyince "korkak" anlaşılır. Deyim özelliği kazanan sözcükler, olduğu gibi benimsenmesi gereken kalıplardır. Özellikle Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in "Türkçeleşmiş Türkçenin mantığı"ndan yola çıkması, asıl sorunun çözümsüz kalmasına yol açacaktır. “KÜLLİYE”DE DİL SORUNLARI "bizim KÜLLİYE" dergisinin Genel Yayın Yönetmeni Nazım Payam, "Dilimizin gelişmesinde, dil bilincinin uyandırılmasında asıl görev üniversitelerimize, aydınlarımıza, yazarlarımıza, şairlerimize, müzisyenlerimize, sahne sanatçılarımıza basınyayın kuruluşlarımıza, sivil örgütlerimize düşmektedir" derken Türk Dil Kurumu ile Dil Derneği’ni ayrıca anma gereği duymuyor; TBMM’nin de böyle bir görevi üstlenebileceğini belirtmiyor. Ancak devlete düşen koruma görevini anımsatmayı da unutmuyor: "Dil konusunda devletimize düşen görev, dilimize hizmet edenlerin sorunlarının giderilmesi, bu konudaki çalışmaları takip edip takdirle değerlendirmesi, önemli ve özellikli dil çalışmalarının külfetini üstlenmesi, tüzüğünü ‘Türkçe sevgisi’ üzerine inşa etmiş sivil kurumları desteklemesi, yerel yönetimlere Türkçemize gereken önemi vermeleri yönünde uygulamaları SAYFA 28 MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sk. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 890