03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? nı alıp, tek başına hayat kavgası vermiş. İşçilik, dantelcilik, mektupçuluk, yapma çiçekçilik, iki çocuğunu soğuktan açlıktan yitirmek… Dönem kadınları eve kapatılıp hayattan alıkonurken, o, kadın kimliğine sahip çıktı, kimseye boyun eğmedi. İğneyle dağ kazdı, 88 yaş yaşadı... Hatta, henüz sağken, 1938'de kendisinden öldü diye söz eden M.Uraz'a, sağ olduğunu belirtmek zorunda kaldı... Şeref hanım, 1809 İstanbul doğumlu şair. Geçinebilmesi için 200 kuruş maaş bağlanmış, divanı iki kez basılmış. (İyi yazardı, demeye dili varmıyor, edebiyat tarihini yazan erkeklerin... “Demi vuslatta gözümden sakınıp ruhsarın/ Gah olurum kendime kendim dahi ağyar”. İşte olay budur, kadındır, fırtınalarını dizginlemelidir. Erkek milletinin ve devrinin elverdiğince, yani 'miktarı kâfide' hissiyat neyine yetmez? Şair Leyla Hanım, doğumu bilinmiyor, 1848’de ölmüş. Kazasker Moralızade Hamit Efendi’nin kızı. Geç evlenmiş, bir hafta sonra kocasını terk etmiş, en çabuk bırakanı o olmuş. Nasıl bir hayat sürmüş, bilinmiyor. Geçiminin iyi olmadığı şiirlerinden anlaşılıyor. Kaynaklar, hayatını eğlenceyle geçiren bir alüftei zenan olduğunu yazıyor. Yaşadığı çağ kadını için serbest sayılan şiirleri, hakkındaki dedikoduların nedenidir. Birkaçı dışında, eski şair ve yazar kadınlarımızın çoğu, üst gelir grubundan, babaları en üst düzey devlet görevlisi, iyi eğitim almış, birkaç dil öğrenmiş bu kadınlar, aksi gibi birkaç koca eskitmiş, ekmeğini kendi kazanmış, ne düzen ne ai leleri ne kocayla geçim etmiş. Çoğunun emeği tutanın elinde kalmış, oradan oraya savrulan hayatlarında, yollarını yitirmemek için, masaldaki gibi, geçtikleri yola şiir ekmiş, dönünce bulamamışlar. Yahut evleri yanmış, yüreklerinin sesi göğe karışmış. Emekleri hep sağdıç emeği... Cumhuriyetin ilk yıllarında, yurtdışında öldüğünden hiç bilinmeyen İhsan Raif Hanım peki? İlk kez hece veznini kullandığı belirtilen şairimiz, belki yakın yıllarda bestelenen ‘neden gülmesin, gül gibi yüzler?’ güftesiyle tanınıyordur, ya da Şehnaz makamı ve curcuna usulü ile sorduğu şarkısı: ‘Naümidim bakma doktor, dilde aşkın yaresi/ Söyle var mı fenni tıpta hiç sevilmek çaresi?” ile... Edebiyatı Cedide devrinde, kalemini yalnızca kalbine bağlayarak eserler vermiş Tek şair, İhsan Raif Hanım, zamanın üstatları gibi şiir işlememiş, özenmemiş, kalemini sadece kalbinin ahengine bırakmıştır. “Her ülkede dalgalanıp medeniyet bayrağı/selamlaşıp durmalıdır, kardeşliğin sancağı” diyen İhsan Raif hanım, bir başka İhsan Raif’tir. KADINA DAYATILAN SÜKUT Nigâr Hanım... Macar Osman Paşa’nın kızı. Tıpkı Halide Edip Hanım gibi, onun da anne tarafı şiir ve müzikle haşır neşir. On dördünde gelin olan, şanı, şöhreti, şiiriyle, kederiyle akıllarda yer etmiş şairlerimizden. Çok dil bilir, çevresi geniştir, çok iyi yaşar, çok çileler çeker.. “Havası avama indirmesinler, avamı havasa çıkarsınlar” diyen Şair Nigâr çileler çeker. Çoktan yoka savrulur. Şu dizeleriyle hatırlanır: “Çırpınma, kimse etmedi idrak halini/ izaha etme sen de tenezzül mealini/çırpınma, kes şu nalişi, layık sana sükut/ Evvel sükut, sonra yine, daima sükut...” Kadına dayatılan budur, sükut.. Ya Şükufe Nihal? Türk kadınının kaçgöç yaşadığı toplumsal hayatın dışında tutulduğu yıllarda, gepegenç bir Darülfünun öğrencisiyken, ünlü Sultanahmet mitinglerinin kürsüsünden konuşan, edebiyatımıza türlü dallarda çok sayıda yapıt armağan eden, Cumhuriyetin ilk kadın şair ve yazarlarından Şükufe Nihal’in mezarı bile bilinmiyor. Edebiyat dünyamızdaki çok önemli yerini bilen var mı? Kadınlara mahsus üniversiteye başvurusu, evli oluşunun derslerine engel oluşturacağı gerekçesiyle kabul edilmez. Çaresiz kalınca da ilk eşinden boşanma cesaretini gösterip İnas Darülfünun'una yeniden başvurur, bu kez kabul edilir. Leyla hanımlardan, Leyla Saz? Osmanlı Türk kültürünü gerçekten benimseyen, iyi dil ve müzik eğitimi almış olan şair, anılarını anlattığı kitabında sarayı, kadınları, haremin gündelik hayatını, toplumsal alışkanlıklar ve ayrıntıları anlatır, önyargıların kimilerini yıkar... 1936’da yitirdiğimiz Saz’ın tüm çabası, Osmanlı İmparatorluğu gibi erkek ve İslam egemen bir toplumda, kendine ait bir oda yaratabilmektir. Kendini dile getirebilme, birkaç adım daha ileri götürebilmek adına bir oda yaratabilmek kaygısı ile yazmıştır... Divan edebiyatında: Zeynep Hatun, Mihri Hatun, Ayşe Hubba Hanım,Tuti Hanım, Asiye Hatun, Sıtki, Ani Fatma, Fitnat, Safvet, Nesiba, Leyla, Şeref Hanım (yahut Bacı, ya da bu isimlerde iki ayrı kişi), Şaziye Şaz, Hürmüz ve Sırri hanımlar. Tanzimat döneminde: Habibe, İffet, Maide, Seher, Seniye, Cemile, Fatma Servet hanımlar, Adile Sultan, Nakiye, Şerifa, Ziba, Münire, Saniye, Trabzonlu Fitnat, Zafer, Kastamonulu Feride, Nisayi, Makbule Leman. 1523’lerden Gülbeden Begüm, Serveti Fünun ve Fecri Ati dönemlerinde Istanbullu İffet, Fatma Kâmile, Leyla Saz, Nigâr ve Maşlah hanımlar, Çankırılı Banu(cevriye), Fatma Aliye, Müfide Ferit, Emine Seniye hanımlar,Yaşar Nezihe Bükülmez, Melek Hiç Hanım. İzleyen dönemlerde Halide Edip, Adile Ayda, Lemia Balı, Suat Derviş , Azra Erhat, Safiye Erol, Ferzan Gürel, İsmet Kür, Peride Celal, Şükufe Nihal, Cahit Uçuk, Halide Nusret Zorlutuna, Emine Semiye (Zeynep Aliye Hanımın kardeşidir, Anadolu’da hemşirelik ve öğretmenlik yapmış, ilk evliliğini bitirme cüretini gösterebilmiştir !),Yaşar Nezihe... İlk dönem kadın yazarlarımız okuyup yazma yönünde büyük uğraş vermişler. Toplumda kadın yazar olgusunun pekişmesini sağlamışlar. Kadın edebiyatı varsa bu, ilk kadın yazar ve şairlerimizin çektiği acılar ve verdikleri yürekli uğraşı sonucu var… İlhami Soysal oturmuş, artık kimin araştırması ise saymış, yüze gelir, has şair kumaşından, hayatı, yapıtları hakkında bilgi belge bulunan, yirmi üç isim saymış. Zaten araştırmayı yapan da bu 23 isme odaklanmış. Yana döne soruyorlar ikisi iki yandan, neden diye. Üç asırda 23 şaire. Çeyrek yüzyıla 1 şair denk düşüyor. Erkeklere oranı 1/56.Yani 56 erkek şaire bir kadın karşılık geliyor... Erkek egemen bir toplumda çoğu uğraşın, bitiş çizgisine dek varması engellenen, çelmelenen kadının yetenek lerinin özgürlük tutkusunun neden yitip gittiği? Çabası var, alın teri var, her sancıyı rahminde ve kalbinde büyütüp bin solukla yeryüzünün ocağına üflediği var da, niyeyse kadının adı yok, yok, yok... Adı olmasa bile, hayallerinin, tutku ve becerilerinin somutlaşmış bir rengi var, varoluşu yok. Kadının adı yok belki, erkek dünyası bunun böyle olmasında diretiyor, ama kadınlar öylesine var ki. Halide Nusret Hanım’ın kendisi gibi yazar olan kızı Emine Işınsu ne güzel dile getiriyor: “Eğer kadın ek işlerini bir yana bırakır ve ‘yüreğinin götüreceği’ yere kadar gidebilecek derece kendini yazmaya adarsa, kadın olması eserine daha bir zenginlik katacaktır…” GEÇMİŞİ KAVRAMAK... Leyla İpekçi olaya farklı eğiliyor ve “ciddi anlamda erkeklerin, önünün kesildiğini düşünüyor edebiyatta. Erkek yazarların kadınlardan daha çok handikap içinde olduklarını” belirtiyor. Kadınların, kendilerinin ne olduğu gibi bir derdi, kendini kanıtlama derdi de yok. Dünyayı kadınların çevirdiğini biliyorlar... Biliyorlar da işte, kadını tüm yönleriyle kavramada eser miktarda yetenekli olan karşı cinsin, asırlardan bu yana kadına karşı bir körlüğü ve küntlüğü, bin inadı var… Kadın okur, kadın yazar demeden önce, yol açıcı bu kadın değerlerimizin adını analım istedim, topluma ettikleri emek, verdikleri yapıt, çektikleri acılar için onlara gönül borcumuzun farkında olalım, onları okuyup, sevip, anlayıp, bugünümüzü daha iyi kavrayalım istedim. Önemli toplumsal kavşaklarda ülkeyi ve insanımızı yazan kadınları, salt kadınca duyarlık ve kadın kahraman tiplemeleriyle yapay bir kadın edebiyatı içerisine yerleştirmemeliyiz. Onlar, eğitimleri ve hayat içindeki doğru ve canlı duruşlarıyla erkeklerin olduğu varsayılan dünyaya el atmış, onu dile getirme ve şu dünyayı yeni baştan daha güzel yaratmak yolunda ter dökmüşlerdir, dökmektedirler. Edebiyatta kadın duyarlığı denince, kadınlarca üretilse de bütün okur kitlesine seslenen, kadına biçilen rolleri sorgulayan bir kavrayış ve yazış tarzından söz edilmeli değil mi... Geçmişi kavrar, bugünle buluşturur, yarına hakkıyla taşırsak, edebiyatı şu ya da bu cinsin egemenliğine vererek değil, yapıtları doğru değerlendirerek yaklaşırsak eğer, yarın bugünden güzel olur...? KİTAP SAYI 890 Şiir, hikâye, müzik, resim, boş zaman değerlendirme eylemi olarak görülür ülkemizde. Oysa sanat ciddi iştir. Ciddi işlerin zorlu yüklenicisi olan, aklı, kalbi, fikri, dili, bağrı, karnı bereketli, eli hünerli kadın da sanata olanca gücü ve ciddiyetiyle el atar, pek de güzel eder. Her neylerse, güzel eyler kadın... SAYFA 22 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle