24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 Mart Dünya Kadınlar Günü Dünyayı sırtlayan kadınlar, dünyayı kucaklamak demek olan yazma eylemiyle yürek yüklerini ağırlaştırıyor olabilirler... Kadınlar dünyayı sırtlar, çünkü herkes her işi rahatlıkla onlara yükler. Evi sırtlar kadın işini, eşini, çocuklarını, hısım akrabayı, güçsüzü, konu komşuyu, pişirip taşırması, silmesi, almasıyla tüm evi sırtlar. İşi,evin hamallığını, çamaşırı, çarşı pazarı, umudu, umutsuzluğu, yarınları yaratmayı, küskünlükleri silmeyi ve hayalleri, aşkları, aşksızlığı, imkânsızı, mümkünü, sabrı, dayanmayı, kadın çizer hayatın yüzüne, gene kadın bezer onlarla dünyanın yüzünü. Türkiyeli yazar yahut okur, eğer kadınsa bu eylemi, tıpkı diğer cinste olduğu gibi, uçurumların sonsuzuna bağırmak, sonra yankıyı beklemektir. Kadın ve edebiyat ? Ayşe KİLİMCİ ep kadınlar sınıflandırılıyor, niyeyse? Ev kadını, iş kadını, iyi ya da kötü kadın, o ne demekse... Hayata iştahlı kadın. Dolduran top, solduran sop. Yuva yapan, yuva dağıtan. Kadın hâkim, kadın cerrah. Kadın yönetici, yazar, vekil, lider…Erkekler için hiçbir sınıflama yok, en azından böylesi ayrımlar yok. Baba nitelemesi var, ama ona da nitelik denemez. Babalık, ana sayesinde olunan bir şey, yani baba olmaları da bir marifet sayılmaz, marifet kadınlarda... Erkeğin en önemli görevi babalıktır denmez. Hayat erkeği yahut yoldan çıkmış erkek denmez. Kadın yazar deyimine başlarda ben de kızıyordum, ama yaşadıkça gördüm ki, dünyayı her gün yeniden kurarken kadınlar, buna bir de yazarak yaratmayı ekleyince farklı, benzersiz bir iş yapıyorlar sahiden. Üstelik, salt anlatarak aktarıcı olmaları dayatılırken, yazmak gibi, karşı cins tekelinde olduğu ileri sürülen kutsal bir işi, bileklerinin gücüyle devralıyorlar. Şimdi o kadar dokunmuyor, göneniyorum bile… Sıvamışım kollarımı, hem dünyayla, geçimle, yaşamakla, erkeklerle, çalışma hayatıyla baş ediyorum, hem yazıyorum. Böyle bir sınıflama varsa, bununla gelen önyargılar da olacak, bizler de etkileneceğiz. Değiştiririz yahut karşı çıkarız, o bize kalmış. Bu sınıflama yerine, yazar olan, olmayan sınıflaması daha doğru... Söz konusu tanımların erkek egemen toplumdan çıktığını düşünerek, Gülten Akın’a kulak vermeli: “Üretim ve tüketimin yönetimi kimin elinde biz ona bakalım. Çelişki cinslerin kendi aralarında da var. Bir yan güçsüzlüğünü azaltmaya bakarken, öteki edindiği güSAYFA 20 H cü yitirmeme derdinde, bu da çözümü geciktiriyor.. Kadın ya da erkek, şu ırk bu ırk, bir arada uyumla yaşamanın yolu, ortak bir dilde bulunmalı.” Dünyayı sırtlayan kadınlar, dünyayı kucaklamak demek olan yazma eylemiyle, yürek yüklerini ağırlaştırıyor olabilirler... Kadınlar dünyayı sırtlar, çünkü herkes her işi rahatlıkla onlara yükler. Evi sırtlar kadın; işini, eşini, çocuklarını, hısım akrabayı, güçsüzü, konu komşuyu, pişirip taşırması, silmesi, almasıyla tüm evi sırtlar, ev hamallığını, çamaşırı, çarşı pazarı, umudu, umutsuzluğu, yarınları, yaratmayı, küskünlükleri silmeyi ve hayalleri. Aşkı, aşksızlığı, imkânsızı, mümkünü, sabrı, dayanmayı, kadın çizer hayatın yüzüne ve gene kadın bezer onlarla, dünyanın yüzünü. Türkiyeli yazar yahut okur, eğer kadınsa bu eylemi, tıpkı diğer cinste olduğu gibi, yazarak uçurumların sonsuzuna bağırmak, sonra yankıyı beklemektir. Yahut çığlığını bir kâğıda resmedip, şişe içinde deniz dalgasına vermektir. Türkiye'de yazının kaderi budur... Birkaç kuşak önceki kadın yahut erkek yazarları, yapıtları kim tanır, arayıp sorar, okur ki bugün? Yazı, yalnızca güncel olan değildir ki... Bugünün hazırlayıcısı olan bir önceki kuşağın kadın ya dat erkek, Türkiyeli yazarın kaderi değişmez, aynıdır: Bilinmemek, okunmamak, unutulmak... Güzide Sabri’yi hangimiz hatırlar bugün? 12 yaşında, yazıya sevdalı bir çocukken, hocası Tahir Efendi azarlar, kuşları, çiçek ve bulutları şiirleştirdiği için “Şairliğe özeneceğine, farzı, sünneti öğren” der. Kocası Ahmet Sabri Bey de yaz masını engeller, ancak o uyuduktan sonra yazar. Toplumun unutması bir yana, edibe bile kendi kendini unutmayı yeğleyebiliyor.. Mihri Hatun'la aynı dönem yaşamış divan edebiyatı sanatçısı Zeynep Hanım, evlenince şiir yazmayı bırakır, “Evlenip eri hükmüne girdiğinden, şiir ile ilişkisini kesti” yargısını sineye çekip susar, kendinden ve şiirinden vazgeçer. Oysa, aynı dönem şairi Mihri Hatun, o yiğit kadın, içinde kadınlar da olan pek çok aşkın belini bükmüş, tensel duyguları şiire katan ilk kadın diye ünlenmiştir çoktan. Demek kadın olmak, şiire ve hayata soyunmak ayrı bir yiğitlik gerektiriyor. Yiğit de olsa, Mihri Hatun'u da unutmuşuz biz, ama eloğlu hatırlatmış. İngiliz sanatçı Evans, 2005’teki İstanbul Bienalinde, ışıktan harflerle gökyüzüne yazmış, onun “Uykuda açtım gözümü” dizelerini. Sovyetler divanını basmış… (L. Özgen K dergisi 16) ELİMİZ YAZIYA NASIL DÜŞTÜ? Matbaaya neden sonra ulaşan ülkemiz kadınının eli yazıya nasıl düştü acaba? Yazılı kâğıdı kutsal bilip, yerden alıp, öpüp, yüksekçe bir yere koyduğunu biliyoruz, kültürümüzün. Ama acaba dönemin pembe ve beyaz dizisi sayılacak az formalı, ucuz, kiralanan kitapları ve en güzel aşk mektupları ile kadın ilmuhalleri dışında, halk hikâyelerinin ucuz, resimli baskıları ve destanların ötesinde, sahici kitaba, şiire kadınların kitlesel olarak elinin düşmesi ve sonra da önle rine çektikleri büyük olasılıkla sarı defterlere, kemirdikleri kurşunkalemlerle yazması nasıl ve ne zaman oldu? Şiir, hikâye, müzik, resim, boş zaman değerlendirme eylemi olarak görülür ülkemizde. Oysa sanat ciddi iştir. Ciddi işlerin zorlu yüklenicisi olan, aklı, kalbi, fikri, dili, bağrı, karnı bereketli, eli hünerli kadın da sanata olanca gücü ve ciddiyetiyle el atar, pek de güzel eder. Her neylerse, güzel eyler kadın... Türkiyeli yazarın sorunu, cinsiyetinden önce, yazar olabilmek ve 24 saat yazar kalabilmek. Geçim uğruna gücünü bölmemek. Küsmemek. Aklını, kalbini esirgemek, yazması gerekenlerin hatırına ... İnsanlığı, yazıyı sevdiği kadar, o kadar değilse de bir ölçüde kendini de sevip, hoş tutabilmek... Madem ölüm kaçınılmaz, madem hayatı biçimlendirme özgürlüğümüz bizden başka koşullarla sınırlı, yaşama anlam yüklemek, kendimizi ve toplumumuzu sonsuzluğa taşımak demek olan yazmak, yaratmak hep olacak. İnsan da kahramanca bir özgüvenle, kalemi, fırçası, çalgısı, taşkalemiyle dünyayı yeniden yaratacak, sureti aslından bile güzel, gerçek olacak. Ruhun gücü kalemin, fırçanın, taşın, müzik aletinin sınırlılığına toslasa bile, sanatla yıldızlara ulaşsın da insanoğlu, o sanatçı kadınmış erkekmiş, fark etmez... Kadın yazar deyimini en güzel Aslı Erdoğan özetliyor, “Kadın olmasalar” diyor, “belki daha verimli olabileceklerdi. Kimlik sorunu genellikle kadınların sorunudur ve kadın bir azınlık olarak görülüyor, ülkemizde.” Kadın deyince, elimde değil, hep çalışan kadınları düşünüyorum, ? Kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın kaldırılması sözleşmesi ve kadınların insan haklarını biliyor mu, ülkemin kadınları? Emek nedir, hak nedir biliyor mu? Emeğin karşılıksız kalmadığı, hakların gasp edilmediği, ölmeye yatılmadan da yaşanacağı, borçtan, krizden azade hayatlar da olduğunu? CUMHURİYET KİTAP SAYI 890
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle