04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? reler’ adlı öykümü Ertem Eğilmez, Arzu Film adına satın aldı. Öykü kahramanı Feyzo’nun adının başına ‘Kibar’ lakabı konularak, ‘Kibar Feyzo’ adıyla filme çektiler. Sinema bu denli üstüme gelince, sinemayla içlidışlı olunca, edebi metinle sinema metni arasındaki ayrımı görmeye başladım. Sinema sözcüklerin görüntüye dönüştürülmesidir. Birkaç filmden sonra öykülerimin senaryolarını ben yazmaya başladım. Sinemayı bildiğim halde, öykü yazarken asla sinemayı düşünmem. Öykü kurallarına uyarak yazmaya çalışırım. Geçenlerde bir yerde okumuştum, tam hatırlamıyorum ama şöyle bir cümle vardı, ‘İyi bir öyküden iyi bir senaryo çıkmaz.’ Nasıl bir yaklaşım güdersiniz? Ya da biz şöyle değiştirelim soruyu, nasıl karar verilir bir öykünün, senaryoya uyarlanabileceği? ‘İyi bir öyküden iyi bir senaryo çıkmaz’ sözüne ben de katılıyorum. Hatta iyi bir romandan, iyi kotarılmış bir senaryodan da bazen iyi film çıkmayabilir. Yapımcı cimrilik yaparsa, iki ayda çekilebilecek bir filmi, on beş günde çektirirse yönetmen ne yapsın. Senaryo, edebiyat metnindeki sözlü anlatımın görüntüye dönüştürülmesidir. Zordur. Sinema sanatı pek çok öyküler, malzemeler, entrikalar ister. İnişli, çıkışlı değişik mekânlar, olaylar.. okurun bir haftada okuduğu romanı, sinema 1,5 saatte anlatabilir. BÜYÜK BİR SANAT DALI 1970’lerden bu yana yapıtları en çok sinemaya uyarlanan bir yazarsınız. (22 film) 1997, 9.Uluslararası Ankara Film Festivali’nde, "Aziz Nesin Emek Ödülü" ile, 1999, 36. Antalya Uluslararası Film Festivali’nde, sinemaya yaptığınız katkılardan ötürü ‘Yaşam Boyu Altın Portakal Onur Ödülü ile’ onurlandırıldınız. Bu bağlamda edebiyat ve sinema arasındaki ilişkiden söz eder misiniz? Bizde, dünya sinemasında durum nasıldır? Örneğin bir senaryo ile edebiyat öyküsü arasındaki farklılıklar neler olabilir sizce? Ünlü yönetmen Costa Gavras: "Edebiyat sinemanın anasıdır" der. Sinemanın dünya yaşı 120, bizdeki yaşı 95’dir. Pek genç bir sanat dalıdır. Edebiyatın yaşı ise dört binli yıllara, Gılgamış Destanı’na kadar gider. Sözel edebiyatın tarihi ise insanlık kadar eskidir. Edebiyat söz sanatıdır. Sözcüklerle yaratılan bir dil tadı vardır. Yaratıcısı tektir. Filmin yaratıcısı ise en az 150200 kişidir. Ama film yönetmenin adı ile anılır. Yönetmen kamerayı kalem gibi kullanır. Sinemanın anlatım aracı görüntüdür. Edebiyat ile sinema arasındaki tek benzerlik, iki sanat dalının da yaratma konusundaki özgürlükleridir. İkisi de insan ruhunun derinliklerine seslenirler. Edebiyat’la sinemanın birbirlerine benzemeyen yanları daha çoktur. Sinema anlatımı karmaşıktır. Romanı ,öyküyü, trende, vapurda, plajda, evde tek başınıza okuyabilirsiniz. Ama sinema filmini salonlarda ya da evinizde, TV’de çok kişi ile seyredebilirsiniz. Sinema oldum olası edebiyatla içli dışlı olmuş, edebiyat uyarlamalarıyla kendini kabul ettirmiştir. Dünyada ve ülkemizde bunun örnekleri sayılamayacak kadar çoktur. Shakespeare’in yapıtları, 300’den fazla filme çekilmiştir. Bizde ilk edebiyat uyarlamasını Muhsin Ertuğrul, Halide Edip Adıvar’ın ‘Ateşten Gömlek’ romanını filme çekerek yapmıştır. (1923) İlk köy filmini de Muhsin Ertuğrul, ‘Bataklı Damın Kızı’ adıyla çekmiştir. Sinemamızın dünyaya açılması, yurt dışında ödüller alması, yine edebiyat uyarlaması ile olmuştur. Metin Erksan, Necati Cumalı’nın ‘Susuz Yaz’ adlı yapıtını filme çekmiş, 1963 yılında CUMHURİYET KİTAP SAYI Berlin Film Festivali’nde ‘Altın Ayı Ödülü’ ile onurlandırılmıştır. Bir senaryo ile edebiyat öyküsü arasındaki farklılıklara gelince; senaryo başlı başına bir mühendislik olayıdır. Görüntülerin ustaca yazılmış halidir ve bir senaryo hiçbir zaman bitmez. Bir senaryo yazımında edebiyat tadı bulamazsınız. Senaryo sözcüklerin görüntülenmesidir. Edebiyat ise başta da söylediğim gibi bir dil olayıdır. Dile yaslanır. Filme çekilecek yeni öykü ve senaryolarınız var mı? 1998 yılında Can Yayınları’nda yayımlanan, Yunus Nadi Öykü Ödülü kazanan Mahşer adlı uzun öykünün filme alınma çalışmaları var. Öykü ve senaryosunu yazdığım "Bozkır" bu yıl filme çekilecektir. Öykü konularınızın alanlarını, anlatmaya çalıştığınız karakterler,tipler?.. Niçin köylüleri yazıyorsunuz? Yazar neyi iyi biliyorsa, tanıyorsa onu yazmıştır, yazmalıdır. Yazmak fazlasıyla birikim ister, çalışmak ister. Kemal Tahir’in; "Üç yüz sayfalık roman yazacaksan, bin beş yüz sayfalık birikimin olmalı" sözünü unutamam. Benim öykü konularımı besleyen, çocukluğumun geçtiği Toroslar, Çukurova, Güneydoğu’dur. Ayrıca konularını İstanbul’dan alan kalınca bir öykü dosyam var elimde. Köylüleri iyi tanıyorum. Milli gelirden en az pay alanlar, okumasız yazmasız olanlardır, en çok kandırılanlardır. Unutulmuş, üstlerinden kâğıt kalem geçmemiştir. Birer canlı müze, birer canlı türküdür onlar. Onların kullandıkları dil kısa, özdür, yılların cilasını taşırlar. Kentsoylular gibi aynı marketten alışveriş yapmazlar, aynı giyim kalıplarını kullanmazlar. İyi döşenmiş salonlara, saray yavrusu konaklara, yalılara götürmem onları. Çünkü onlar oralara girecek denli önemli kişiler değillerdir. Yaşamları boyunca fırsat eşitsizliğinin kurbanı olmuşlardır. Henüz vatandaş olamamışlardır. Sürekli endişeli ve tedirgindirler. Bu yüzden onları anlatan öykülerimin hançere sesi biraz yüksektir. Şiddet ve korku vardır. Gelir düzeyleri düşüktür diye bazı kentsoylular onları basit ve önemsiz görebilirler. Onların duygularının da basit olduğunu sanabilirler. Değildirler. Çok güçlü, evrensel duygular taşırlar. Onların inceliği, giyimlerinde kuşamlarında değildir, dokudukları kilimlerin güzelliğinde, söyledikleri türkülerin tadındadır. Karac’oğlan kıl çadır çocuğudur, göçebedir ama söylediği türküler, üç yüzyıldan beri söylenmektedir. Daha da söylenecektir. DİCLE KÖY ENSTİTÜSÜ Buradaki nedenlerden birisi, Dicle Köy Enstitüsü olabilir mi? Kesinlikle. Dicle Köy Enstitüsü’ne girmeden önce ben, Toroslar’da yalınayak başı çıplak, kayıp bir oğlak çobanıydım. Ayağımın numarası olduğunu, sabun köpüğünün gözümü yaktığını ilk kez enstitüde öğrendim. Dicle Köy Enstitüsü binlerce köylü çocuğu gibi benim de ikinci doğum yerimdir. Kişiliğimin, yeteneklerimin, insan hesabına alınmamın ayırdına orada vardım. Türkçe, Kürtçe, Arapça, Zazaca konuşan arkadaşlarım, farklı giyim kuşam ve kültürlerden insanlar… kitap okumak, çalgı çalmak, her sabah halk oyunları oynamak, sahne sanatlarında rol almak, marangozluk, demircilik, duvarcılık, arıcılık, bahçecilik öğrenmek, yaparak ve yaşayarak öğrenmek. Köy Enstitüleri’ndeki temel eğitim ilkeleri,demokratik laik eğitim, yaşam boyu eğitim, öğrenciyi ön plana çıkaran eğitim, planlı eğitim, niçin çalıştığını bilen eğitim, çok amaçlı eğitim, üretime yönelik 883 ? SAYFA 5
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle