04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Yazarlığının 36. yılında Osman Şahin ve ‘Sonuncu İz’ ‘Yazar yaraları olan, yüreğindeki hasarların ayırdında olan insandır’ 36 yıldır sanat adına elinden ne gelirse, son noktasına kadar var gücüyle çalışıyor Osman Şahin. Kimi kez gerçek yaşamdan kurgulaştırdığı insanları ve olayları yazıyor, kimi kez de öykülerinden senaryolar yazarak sinemamıza büyük katkılar sağlıyor. Şimdilerde yeni bir öykü kitabını bizlerle buluşturdu Osman Şahin, "Sonuncu İz" adını verdiği. Kendine has üslubuyla gene köy insanlarının yaşamlarından kurgusal kesitleri sunuyor okura. Kendisiyle 36 yıldır yazıylaçiziyle yoğrulmuş hayatını konuştuk; Sonuncu İz’i önümüze katarak… Aynı zamanda Köy Enstitülü olmaktan gurur duyan bir yazardır Osman Şahin. Söyleşide de bahsi geçti gerçi ama, Adnan Binyazar’ın kitabından da alıntıladığımız üzere: "Enstitüde, atlarını otlatırken, dut ağacının gölgesinde Romeo ve Juliet’i okumanın” tadına varan kesimdendir Osman Şahin, belirtmeden geçmemeli! Çoğunlukla öykü yazıyorsunuz. Neden öykü? Söz sanatının en eski, en etkileyici anlatım dallarından biridir öykü. Kaynağı insandır, yaşamdır. Öyküler her zaman insan soyunun varoluş serüvenini anlatmışlardır ve öyle de olacaktır. İnsan binlerce yönü olan bir yaratıktır. Ve doğan her insan doğanın yeni bir deneyimidir. Bü yüzden insanın insanı anlatımı hiç bitmeyecektir. Öykü boyut olarak kısa görülebilir ama yoğunluğu fazladır. Bela; zor bir sanattır öykü yazmak. Öykü yazarken nelere dikkat edersiniz? Bütün gücümle konuya odaklanır, kullanacağım sözcükleri özenle seçerim. Öykü kolay çıkmaz bende. Tıkanmalar, vazgeçmeler yaşarım. Bazı konular kolay yedirmezler kendilerini. Yazım disiplinine kesinlikle uyarım. Yaşamımı ona göre ayarlarım. ‘Vidaları sıkma zamanı’ derim ben buna. Sisli, boğucu, dolaşık anlatımlardan kaçınırım, yalın, süzme anlatımları severim. Her sözcüğe kalemimin teri karışmalı, yazdığım öykünün, yaşadığım çağa dair bir hevesi, rengi, kanaması olmalı derim. Öykü yazmak cebelleşmektir. Her yazı, yazarın canından bir şeyler koparır alır. Bu yüzden bir öyküde sıkıştırılmış ne çok zaman, ne çok uykusuz gece ve katlanmış yalnızlıklar vardır. Umarım okurlarımız bilirler bunu. “Öykü yazmaya başladığım yıllarda sinema aklımın ucundan geçmezdi. Öykülerimin derinliğindeki sinemayı ilk gören, beni sinemaya özendiren Yılmaz Güney olmuştur.” HÜNERLERİN EN ZORU Bir yazarla, anlatım aracı olarak ‘sözcüklerle’ olan ilişkinizden söz eder misiniz? Yaşayan en büyük şairimiz Fazıl Hüsnü Dağlarca’ nın bir sözünü unutamam: "Uygarlık sözcükle başladı..." Eski Mısırlıların "Söz, hünerlerin en zorudur" özdeyişini, kutsal kitapların, "İlkin söz var idi" diye başladığını, Yunus Emre’ nin sözün önemini belirten ünlü dörtlüğünü, söz üstüne yazılmış, söylenmiş nice atasözlerini anımsıyorum. Sözcük akıldır, kandır, güçtür, kanımızda eritilmiş çoşkudur. Sözcükte bir tohum enerjisi vardır. Sözcüklerin kendilerine özgü gözleri, ısıları, kan grupları, ışıkları, tınıları, renkleri, iç müzikleri vardır. Sözcüklerin ağırlığını en iyi şairler bilirler; Sözcükleri birer süte dönüştürürler. Durmadan uçan balarılarına da benzetebiliriz sözcükleri. Uğultuları hiç bitmez. Yazarlar, kara harflerden ördükleri sözcüklerle büyüleyici anaforlar yaratırlar ki, gizli sesleri okurların iliğine taşısınlar diye. Sözcükle uğraşmak ateşle oynamak gibidir. Yanlış bir söylem, yanlış bir kullanım sizi yakabilir. Genel anlamıyla, yazmak konusundaki düşünceleriniz nelerdir? Yazmak yaşamdır, yaşamını sözcüklerle ödemeye çalışmaktır. Katlanmış yalnızlıktır. Yıllarca okumak, binlerce sözcük yığınlarıyla cebelleşmektir. Sait Faik’ in; ? Erdem ÖZTOP evgili Osman Şahin, ‘Niçin yazıyorsunuz?’, söyleşimizin ilk sorusu olsun? Duygularımla, düşüncelerimle yaşadığım çağa tanıklık etmek için yazıyorum diyebilirim. İnsan, dünyaya bir kez gelir, kendisi için gelir. Bebeler ağlayarak doğarlar, sesleriyle doğumlarını dünyaya haber verirler sanki. Anadolu’ da insan evinde ölünce, ölü evinden çığlıklar yükselir. İnsan soyu doğunca da, ölünce de çığlıkla karşılanır, çığlıkla uğurlanır. Bu benzetmem yerindeyse, bebekliğimdeki çığlığımı yazılarımla sürdürmeye çalışıyorum. S "Yazmasam deli olacaktım" sözünü anımsayalım. Bir yazarı yazmaktan alıkoyabilecek tek güç, ölümdür. Yazmak sabır işidir. Yazmak için uyur, yazmak için çalışırsın. Birikimdir, yaşadıklarının karmaşıklığıdır. Yazar yaraları olan, yüreğindeki hasarların ayırdında olan insandır. Halk türkümüzdeki ‘Feryat ettim, yara bende, yara bende’ diyendir. Sanat bu yaraların üstünde yükselir. Günümüz öykücülüğü üstüne söyleyecekleriniz? Son 2530 yıldan beri öykücülüğümüzde bir alan daralması var. Bir ‘insansızlık’ seziliyor. ‘İnsansızlık’ yalnızca öykücülüğümüzde görünmüyor, medyada, politikada, hükümet edenlerde de sürüyor. Ülkemiz ‘insansızlık’tan kırılıyor. Sanat insana aittir, insanı anlatmalıdır diyoruz. Sait Faik: "İnsanı sevmekle başlar her şey" diyor. Ama bazı günümüz yazarlarının hangi insanı sevdikleri tartışılır. Anadolu yazınını dışlayan emeği dışlayan bir ayrım var. İstanbul ağırlıklı edebiyat türleri övülüyor, öneriliyor. Emekçiler, Anadolu coğrafyasında yaşayan insanlar, işçiler, köylüler, fabrikalar, deniz emekçileri pek yazılmıyor. Yazılanlar da göz ardı ediliyor. Uygarlık sözcük olduğu kadar emektir de. Emeğin göz ardı edildiği bir edebiyat anlayışı eksik ve taraf tutan bir edebiyat anlayışıdır. Toroslar’da, İvriz’ de, bir elinde buğday başağı, üzüm salkımı olan Hitit kabartmasını düşünelim. Başakla üzüm salkımı emeğin ve bereketin simgesidir. Ege bölgesindeki mermer kabartmanın üstünde, buğday başağını koruyan zırhlı, kılıçlı bir asker figürü emekle başağın simgesi değil midir? Küreselleşme, postmodern edebiyat anlayışının ‘kördumanı’ çöktü ortalığa. Boğuluyoruz. Herkes kendi bunalımını, kördumanını yazıyor. Çin atasözündeki "kuyunun dibindeki kurbağa gökyüzünü kuyunun ağzı kadar sanır" sözü gerçekleşmiş gibi. Eskiden, edebiyatın, sanatın, basının yüreği Cağaloğlu’nda atardı. Gazeteciler, yazarlar sokağa çıktıkları anda halkla karşılaşırlardı. Şimdi kent dışında, devasa medya binalarının içine tıkıldılar. Kartla girip, kartla çıkıyorlar. Halkla bir ilişkileri kalmadı. Telefon insanı oldular. Telefonla yaşam öğrenilir mi? Koşu bandında koşa rak atlet olunur mu? Kimi genç yazarlar, yaşamla bağlantıları olmadığı için, şiirsel bir dille öykü yazıyorlar. Dilin şiirsel örgüsü arkasında yaşayan, kıpır kıpır eden bir yaşam görünmüyor. Güzel söz olsun ama bir şey anlatmasın mı demek istiyorlar? Sözü insanlar birbirlerine birşeyler anlatmak için yaratmamışlar mıydı? Söz yaşamdan koparılabilir mi? Söz birşeyler anlattığı sürece sözdür. Bu arada bazı medya yazarları ve TV’ler, göz ardı etseler de birbirinden güzel öyküler yazılıyor. Lütfiye Aydın, Hasan Özkılıç, Günhan Kuşkanat gibi. Adnan Binyazar’ ın, Turgay Fişekçi’ nin yönettiği ‘Sözcükler Dergisi’ nde yayımlanan ‘Şah Mahmet’ öyküsü son yıllarda okuduğum en güzel öyküydü. ÖYKÜLER VE SİNEMA... Neden öykü yazdığınızdan söz etmiştik az önce. Bunun nedenlerinden biri sinemayı gözetmeniz olabilir mi? Öykü yazmaya başladığım yıllarda sinema aklımın ucundan geçmezdi. Sinopsis, tredman, senaryo nedir bilmezdim. İyi bir sinema seyircisiydim yalnızca. Öykülerimin derinliğindeki sinemayı ilk gören, beni sinemaya özendiren Yılmaz Güney olmuştur. 1971’ de, İzmit’te evime geldiğinde, "Babam, hikâyelerinde öyle canlı detaylar var ki, kamerayı elime alıp çekeceğim geliyor. Bana kalırsa sen sinemacısın. İşin güzel yanı da bu yeteneğini bilmemendir" demişti. Aynı yıl, TRT Öykü Büyük Ödülünü kazanan Kırmızı Yel’i film yapmak için büyük bir parayla satın aldı. 12 Mart’tan sonra tutuklandı. Sonra Yumurtalık olayı patlak verdi. Sinemamız ve benim için büyük bir kayıp oldu. 1972 yılında Mehmet Fuat’ın yönettiği Yeni Dergi’de, ‘Musellim ile Kuşde’ adlı öyküm yayınlanmıştı. Yönetmen Feyzi Tuna, öyküyü 1973’te ‘Kızgın Toprak’ adıyla filme çekti. Dönemin önemli filmlerinden biri oldu. Sekiz ülkeye satıldı. Uluslararası Taşkent Film Festivali’nde baş oyuncu Fatma Girik’e en iyi kadın oyuncu ödülünü kazandırdı. Korhan Yurtsever, 1978’de, ilk kitabım Kırmızı Yel’in son öyküsü, Fırat’ın Cinleri’ni filme çekti. Film Antalya Film Festival’inde ödüller aldı. San Remo Film Festivali’ne katıldı. Aynı yıl, yine Kırmızı Yel’deki ‘FaKİTAP SAYI ? SAYFA 4 CUMHURİYET 883
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle