Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sovyet tarihçisi Anna S. Tveritinova’nın, “Karayazıcı Deli Hasan İsyanı” adlı çalışması, konuya dair sadece ilk özgün çalışma olmasıyla değil, aynı zamanda bugün bile eldeki tek kapsamlı çalışma örneği olmasıyla da özel bir değere sahip. Erdoğan AYDIN Kritik O smanlı bürokrasinin artan sayı ve harcamalarına ek, talan gelirlerinin bu gereksinimi karşılayamamasına bağlı olarak içeriye yönelik soygunda hızlı bir artış yaşanacaktı. Esasen daha II. Bayezit zamanından başlayarak, vergi toplayıcıları ve vilayet idarecilerinin bunalttığı halk birbirini izleyen ayaklanmalarla kendi çözümünü üretmeye çalışmaktaydı. Ancak 15. yüzyılda başlayıp Kızılbaş karakterde biçimlenen bu ilk başkaldırı dalgası 16. yüzyılın ortalarında ağır bir tenkil ile bastırılmış olacaktı. Ancak16. yüzyılın sonlarına doğru görülecektir ki Osmanlı, ayaklanmaları bastırmış olmasına karşın halkının sorunlarını en küçük anlamda hafifletebilecek bir yeniden yapılanmaya gidememişti. Tersine yozlaşma sürerken talan gelirleri de, devletin fetih kapasitesinin azalmasına bağlı olarak giderek ortadan kalkmaya başlamış, fetih seferleri kazançtan çok ek masraf nedenine dönüşmüştü. Bu arada vergi ve iç gelirleri arttırma yolu olarak artan bir iltizam yöntemi uygulamasına gidilmeye başlanmıştır. Bu uygulama halkın belini daha da bükerken sistemin eski tutkalı, orta sınıfı işlevi gören Sipahileri de hızla rejimden uzaklaşmaya ve dahası ayaklanma potansiyeli kılmaya başlamıştı. Öyle ki sosyal kontrol amaçlı dinselleştirmenin militanları konumundaki medrese öğrencileri olan Suhteler bile 16. yüzyılın sonunda rejime karşı ayaklanma öğesine dönüşeceklerdi. Yeni durumda reaya, vergisini artık derebeyi konumundaki mültezime ödeyecek ve zaten kısa bir süre sonra, iltizam sisteminin acımasız koşulları karşısında toprağını kaybedip sefalete sürüklenecekti. Sadece reaya değil, en kısa zamanda azami kâr sağlamayı hedefleyen bu sistemin acımasız koşullarında toprak da kısa zamanda verimsizleşmekten kurtulamayacak, bu ise sık sık kıtlıklar ve siyasal kargaşa yaşanmasına neden olacaktı. Aynı sırada yüksek enflasyon nedeniyle temel ihtiyaç maddelerinin fiyatı 78 kat artarken, daha önce köylüden 2530 akçeden alınan unun 15 akçeden zorla alınması yoluna gidilecekti. Bu arada nafile fetih politikasında ısrar edilecek, bu ise yeni kıtlık ve kriz yaşanmasına neden olacaktı. İşte bütün bu politikalar sonucunda toprağını terk eden köylü (çift bozan) sayısı hızla artacaktı. Osmanlı’nın ikinci isyan dalgası recine sürüklenecekti. Bu koşullarda önceki dönemden daha da ağırlaşan yoksulluk ve çaresizlik yanında ortaya çıkan otorite boşluğu üzerinden, Osmanlı’yı avucuna alacak bir isyanlar dalgası başlayacaktı. Ne ki bu yeni isyan dalgası, önceki Kızılbaş ayaklanmalarından temel bir ayrımla sınıfsal hedef ve ideolojik reflekslerin ötesinde bir eşkıyalaşma tepkisi olarak şekillenecekti. Hedef devlet değil, yinelenen bir yağmalamaya uğrayacak olan köylülerdi. Bu eşkıyalığın devletle karşı karşıya gelmesinin nedeni ise, yağmacıların artık devlet adına değil kendileri adına davranmalarıydı. Bu ikinci isyan dalgasının en önemli halkası, kendisi de bir askeri yönetici olan Karayazıcı Abdülhalim öncülüğünde başlayan ayaklanma (15931603) olacak, onu bir dizi yeni ayaklanma izleyecekti. 1596 yılında Avusturya seferi sonrası mayalanan ayaklanma, ciddi bir halk katılımı ve o oranda ciddi bir askeri yönetimle Osmanlı ordularını defalarca yenmiş, uğraştırmıştır. 1599’da gemi azıya alan ayaklanma, Karayazıcı’nın 1602’de ölümü sonrasında da, bu kez kardeşi Deli Hasan öncülüğünde devam etmiştir. Onun hakkından bir türlü gelemeyen Osmanlı, Deli Hasan’ı Bosna Beylerbeyi yaparak, deyim uygunsa ayaklanmayı satın alacaktır. Sovyet tarihçisi Anna S. Tveritinova’nın, Osmanlı tarihinin kritik gelişmelerinden olan bu ayaklanmaya ilişkin klasik çalışması olan “Karayazıcı Deli Hasan” (Aya Yayınları) nihayet Türkçede yayımlandı. Bu, konuya dair sadece ilk özgün çalışma olmasıyla değil, aynı zamanda bugün bile eldeki tek kapsamlı çalışma örneği olmasıyla da özel bir değere sahip. 1946’da yayımlanan çalışma, Abdülkadir İnan tarafından Türkçeye çevrilmiş, fakat çeviri metni, tarih tezini belirleyen çevreleri rahatsız etmiş olmalı ki, bir türlü gün yüzüne çıkamamış. Elimizdeki kitap, A. İnan’ın bu ‘kaybedilmiş’ çevirisinin, “Pir Sultan Abdal” yanı sıra, “Zeybekler ve Zeybeklik” gibi kitaplarından tanıdığımız Ali Haydar Avcı tarafından gözden geçirilerek yayına hazırlanmış hali. Bu hazırlık kapsamında Tveritinova’nın kullandığı özgün kaynaklara da ulaşılarak yer, şahıs ismi ve alıntılarda karşılaştırmalarla gözden geçirilmiş. celemek, 16. ve 17. yüzyıl Türkiyesi tarihinin asıl sorunu olan çöküntünün ve çözülmenin nedenlerini öğrenmeyi sağlayacak önemdedir. Oysa gerek Türk, gerekse de Avrupa tarih kaynaklarında adı geçen isyanlardan hiçbiri bugüne kadar ciddi bir araştırma ve inceleme konusu olarak ele alınmış değil” diye yazacaktır Tveritinova. Osmanlı tarih yazıcılığının ne denli sorunlu bir alan oluşturduğunu da belirten Tveritinova, bu tip sorunlu alanların, ancak onları aşan bir yerden anlamlı bir şekilde yazılabileceğini söyler. Nitekim vakanüvislerin ve diğer tarihçilerin ciddi bir taramasını yapan Tveritinova, sosyo ekonomik yapı bağlamında konuyu irdeleyen farklı bakışıyla ne denli aydınlatıcı olunabileceğini gösteriyor. Çalışmasında öncelikle konuya ilişkin kaynakların özetini verip bunları irdelemiş. Ardından Karayazıcı isyanının başlangıcındaki Osmanlı’nın toplumsal ve iktisadi yapısını incelemiş. Bu inceleme üzerinden Karayazıcı isyanının sebep ve koşullarını aydınlatmaya çalışmış. İşte bunların üzerinden isyanın ayrıntılarına, gelişimine, katılımcıların özellikleri ve taleplerine, başarı ve başarısızlıklarına girmiş. Tveritinova kimi alanlarda, özellikle Karayazıcı isyanını sınıflar mücadelesinin doğrudan yansıması olarak ele almakla gerçeğin dışına çıkmış. Ancak yine de önceki tarihçilerin dar alanından bizi çı kartarak çok daha açımlayıcı bir evrene taşımak gibi bir tarih yazımı başarısı göstermiş. Bu noktada Tveritinova; “KarayazıcıDeli Hasan isyanları, gerek katılanların asıl kitlesini oluşturan toplumsal taban ve gerekse hedefledikleri amaçlar bakımından çiftçi köylü isyanıyken hareketin başına geçen küçük feodaller ve askeri memurlar sınıfı tarafından, kendilerinin dar sınıf çıkarları için istismar edildiler. İsyanın geniş ölçüde yayıldığı ve bütün Anadolu,isyancıların eline geçtiği zaman isyanı yönlendiren Deli Hasan, küçük bir topluluk oluşturan ve kendisi ile aynı düşünceyi paylaşan arkadaşlarıyla yönetim tarafına geçti. İsyan hareketini öndersiz bırakarak halk çıkarlarına ihanet etti” diye yazacaktır. Kendisinin de eleştirdiği kimi araştırmacılar, bu ayaklanmaların “gayrı Türk Osmanlı Devleti’ne karşı, Türk halkının ayaklanması” olduğunu söylemektedir. Bu yaklaşımın, sosyolojik açıdan, ulusların 19. yüzyılda oluşması ki Türkler için bu süreç daha da sonraya gider açısından doğru olmadığı, aksine tarihin, milliyetçi bir bakış açısıyla çarpıtılması olduğu açık. Hiç kuşkusuz, bu ayaklanmalarda Türkmen faktör belirleyicidir, fakat hem Alevîliği hem de Celali ayaklanmalarını, Türklerin gayrı Türklere karşı mücadelesi olarak tanımlamanın bilimsel soğukkanlılıkla uyuşmayacağı açık. Ancak bu yanlışa karşılık, Tveritinova’nın, Celalileri ayaklanmalarını sınıfsal refleksler olarak görmesi de doğru değil. Kuşkusuz sınıfsal nedenleri de olan bu ayaklanmaların, önceki Kızılbaş ayaklanmalarından da ciddi farkları söz konusu. Dolayısıyla onların, reayanın iktidara, Kızılbaşların Şeriata karşı ayaklanması düzeyinde yorumlanması, kimi sosyalist ve Alevî araştırmacıların da sıklıkla düştüğü bir yanlış olarak kaydedilmeli. ÖNEMLİ SAPTAMALAR Tveritinova’nın da belirteceği gibi, bu isyanların talihsizliği, “köylülerin istemlerini açıkça ileri sürebilecek gerçek önderler çıkaramaması” ve geleneksel önderlerinin de, eğer öldürülmemişlerse egemenle uzlaşıp halka ihanet etmeleridir. Yenilginin sosyo ekonomik sonuçlarına dair Tveritinova’nın iki önemli saptamasını burada özellikle anmak gerek. Birincisi; gerek bu ihanetler gerek ceberut devlet aygıtının isyanlar ve sonrasında uyguladığı sistematik terör nedeniyle halkın tam anlamıyla takatsizleştirilmesiydi. Öyle ki sonraki yüzyıllara uzanan bir etki olarak “halk kitlesi, kendi hoşnutsuzluğunu harekete geçmek yoluyla göstermekten vazgeçecek” ve bu devletten gelen her şeye tevekkülle boyun eğme ve tepkisizlik şeklindeki durum, neredeyse onun ‘ulusal’ bir karakteri haline gelecekti. İkinci negatif sonuç olarak da Tveritinova; “...Toplumsal mücadele feodalite teşkilatını bir bütün halinde sarsmayı sürdürdü ise de, memleketin üretici güçlerinin oluşum ve gelişimine engel olan feodalite bağlarını kökünden koparmayı başaramadı. (... dolayısıyla önce Kızılbaşların ardından Celalilerin yenilgisi), feodal düzenin en aşağı ve oluşum seyrinin en barbar evresinde muhafaza edilmesine yardım etti” diye yazacaktır. Tveritinova’nın bu yargısını tersinden açacak olursak, eğer Celaliler kazansaydı, merkezi despotik yapının gerilemesiyle gelişecek olan feodalleşme, bölgesel özerklik, çok merkezlilik, ticaret, egemenler arası hukuk ile Osmanlı, Avrupa’dakine benzer bir gelişme altyapısına ulaşabilecekti. Oysa merkezin bütün çürümüşlüğü içinde itiraz odaklarını ezmesi, aynı zamanda bu çürümüşlüğüyle kendini dondurup kalıcılaştırmasını sağlayacaktı. Son sözüm de, yayıncılığımızın yeni çocuğu Aya Yayınları’na: Böylesi önemli bir çalışmanın, üstelik böylesi özenle yapılmış baskısını dizinsiz yayımlamakla Tveritinova’yı öksüz bırakmış! ? KİTAP SAYI 883 KARAYAZICI ABDÜLHALİM Toprak düzeninin bozulması, bunun yansıması olarak bir dizi alanda ciddi değişimleri beraberinde getirecekti. Daha önce görece adalet ve başarılı savaşların devamı yönünde kurumlaşmış olan toprakorduiktidar düzeni, asalak merkezin artan ve karşılanamayan ihtiyaçlarına bağlı olarak, hızla bozulacaktı. Bu ise Osmanlıdaki görece adaleti ortadan kaldırması bir yana, Yeniçerinin de sayı ve siyasal etkinliğinin artmasına karşın yozlaşarak savaş etkinliğini yitirmesini, dolayısıyla talan gelirlerinde ciddi bir düşüş yanında merkezkaç güçlerin merkeze karşı etkinliklerinin artmasını beraberinde getirecekti. Köylünün iltizam yoluyla dayanılmaz bir sömürü çarkına alınması ortamında her güç odağı kendi çıkarlarını egemen kılmaya çalışırken, toplumsal yapı artık denetlenemez bir kargaşa süSAYFA 24 SINIFSAL TEPKİ Mİ, ÇÜRÜME Mİ? “Bu isyanların nedenlerini, özelliklerini ve toplumsal niteliğini araştırmak ve in CUMHURİYET