Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? köşe yazıları karalıyordu. Yıllar sonra da o “Naci’ye Mektuplar” adlı kitabını yazacaktı. Şakir Balkı’nın tanıklığına ve yazıp çizdiklerine bakılırsa, hayata dönük olan yazgıları birbirlerine çok benziyor. Üçü de İzmit’in yerel basınında yazdılar, koşuşturdular, yeni bir hava getirebilmenin heyecanını yaşadılar. Uğraştılar, koşuşturdular. Ne yazık ki üçü de genç yaşlarında, hiç akla hayale gelmeyen bir zaman diliminde, İzmit basınına elveda edip, o “suskunlar” dünyasına karıştılar. Oysa onlar daha çok şeyler yazıp çizeceklerdi. Yazar onları bu kitabında buluştururken, yaşamlarından ve yapıtlarından kesitler verirken; acaba, onlara olan o özleminin, içtenliğinin, arkadaşlığının vefa borcunu mu ödemiş oluyor? NICOMEDIA AGORASINDA DANS Ş.Balkı, “Agora’da Dans ve Düş” (2005) adlı bu yapıtında, kentin geçmişi ile şimdiyi arka fon (freks) olarak kullanırken, İzmit’in sosyal / siyasal ve sanayileşme olgusunu da gündeme taşımış. Kitabın adını oluşturan hikâye ya da anlatı, Roma ile Bizans olgusuna kapı aralarken, Osmanlı ve Cumhuriyet olayını da, bir imge olarak, motif / renk diye, kitabın eksenini oluşturmuş. Kentin görüp de tanık olduğu kimi olaylar ve ilkler... O büyük katliam, Santa Barbara’nın o trajik sonu, siyasal çalkantılar, sanayileşme açılımları, depremler, Üsküdar Faciası, Osman Hamdi Bey Köşkü ve cinayetin gizemi, yazmak uğraşının esintileri?.. Şakir Balkı, görülüyor ki, o renkli ve duru anlatımıyla, dünün ve şimdinin arka fonunda, dokusunda gezinirken, tarihsel bir kentin hikâyesini yazmış. Bir kent kitaplığı oluşturmuş. İzmit’te Zaman (1995), İzmit Rotary Kulübü Nicomedia’nın Büyülü Yüzü İzmit (1999), İzmit Rotary Kulübü O Yılları Yaşamak / İzmit Sinemaları (2001), Kocaeli Dokümantasyon Merkezi İzmit’li Üç Yazar (2004), Kocaeli Gazetesi Agora’da Dans ve Düş (2005), İzmit Rotary Kulübü. ? *Prof. Dr, Sitopatolog, İzmit, Kocaeli (gezginhekim@doktoruz.com) Küreselleşmeden Sonra Geçiş Sürecinde Gezintiler selleşme” krizi değil bu kitabın derdi. Küreselleşme sona ererken nereye doğru savrulduğumuzu irdeleyen bir kitap bu. “Krizin kendini dışavuran biçimlerinden biri” olan “küreselleşmenin” artık sona ermekte olan bir dönem olduğuna ilişkin varsayımlardan yola çıkan Yıldızoğlu –tam da herkes rahatlayacağız havasına kapılmışken– daha büyük bir sorunla karşı karşıya olduğumuz noktasına ulaşıyor: “Küreselleşme” denen beladan çok daha “ağır bir durum” olan “Uygarlık krizi!”yle karşı karşıyayız! Oysa, son yirmi yılda öyle bir şartlanma ile karşı karşıyaydık ki, “küreselleşme”, “globalleşme” denen sihirli kavramın karşısında olmak aptallık, gericilik, özgürlük düşmanlığı olarak nitelendirildi. Ne var ki fazla sürmeyen “küreselleşme” sevdasının boyası erken döküldü, sevdalılarının sesleri solukları kesildi. Küreselleşmeyle dünyada refah artacaktı, ceberrut devletler çökecek, dünya meta dolaşımının özgürleşmesiyle demokratikleşecek, adeta “evrim gibi bir şey” olacaktı!.. Oysa bugün bunların tam tersi olmuştu. Dünya ekonomisinin üç “küresel” olgusu “finansal, sınai ve enerji”sistemlerinin üçü de krize girdi. Bu, dünyamızın daha da yaşanamaz hale gelmesi anlamıErgin Yıldızoğlu ? Ahmet YILDIZ apitalizmin sürekli kriz anlamına geldiğini çoğumuz unuturuz. Kapitalizmi gelişmiş olan ülkelerde başka sızılar, gelişmemiş olanlarında başka ağrılar vardır. Ama bu ağrı mutlaka vardır. Açlık, dünyamızın her köşesinde adaletsizlik, baskı, şiddet, savaşlar, katliamlar, emperyalist merkezlerin diğer zayıf devletlerde ekonomik soygunlar olarak tezahür eden bu ağrı/krizleri ağır bedeller ödeyerek yaşıyoruz. Bu krizleri gizlemede köpük görevi gören basınyayın merkezlerinin yoksul kütleler üzerindeki ideolojik ablukaları, muazzam kültürel ortam ve bütün bu karmaşık süreçleri yalanlarla, utanmazlıklarla düzleyen politika kurumunun işleyişi, bu bütünün içinde yer alıyor. Bu bütünün her hareketi insan tekinin yaşamında büyük etkiler yaratıyor. Çevremizde olup bitenler, kapitalist üretim biçiminin doğal yasalarının sonucu toplumsal uzlaşmaz karşıtlıkların katı bir “zorunlulukla” işlemeleridir. Günümüzde, kapitalizmi gelişmiş bir ülke, gelişmekte olan bir ülkeye kendisinin bir zamanlar yaşadığı süreçleri yaşatma eziyetini işlemektedir sanki. K na gelmektedir. Çünkü bu üç sistemin krizi “dünyanın ekolojik sisteminin kriziyle çakışarak uygarlığı genel bir çöküş noktasına” getirdi. (“İmparatorluk”, “terorizme karşı savaş”, “uygarlıklar savaşı”, “din savaşları” gibi ürpertici durumlar da “cabası”.) Sistem daha fazla kâr elde edebilmek, daha fazla biriktirebilmek için sürekli daha fazla üretmek zorunda. Ürettiklerini de satmak zorunda. Bunun için de, “sürekli yeni gereksinimler ve yeni mallar yaratmak durumunda. Üstelik yaptıklarını sık sık kendisi yıkıyor ve yeniden yapıyor”. Ayrıca aşırı israflı bir sistem. Onca emek ve para harcanarak aşırı üretilmiş talebi olmayan mallar denize dökülüyor, depolarda çürütülüyor. Üstelik, “İnsanlar açlıktan ölürken!..”) BÜYÜK ÇÖZÜLME Küreselleşme denen yapı üzerine inşa edilen “Bu üretim ve tüketim süreci hızlandıkça, bu süreci sürdürebilmek için gereken madenlerin, enerjinin çıkarılması, kerestenin sağlanması, suyun kullanılması gezegenin kaynakları üzerinde dayanılmaz bir basınç yaratmaya başladı. Dahası, bu üretimin yan ürünleri, atıkları küresel ısınmaya neden oluyor” ki bu, kimi canlıların yok olmasından, iklim sistemindeki felaketlere kadar uzanan bir zincirin ilk halkalarını oluşturuyor. Ergin Yıldızoğlu’nun dikkat çektiği bir başka önemli nokta, tüketimdeki eşitsizlik ise daha da çarpıcı. “Dünya nüfusunun yalnızca %11.6’sının yaşadığı ABD, Avrupa ve Kanada dünya tüketiminin %60’ını gerçekleştiriyor. Nüfusun hemen hemen yarısı, % 45’i ise %7.9 tüketiyor.” Kapitalist uygarlık ilerledikçe –buna ilerleme denirse!– kendi zeminini aşındırmaya devam ediyor. Kapitalist sistemin egemen olduğu, yönettiği dünyamızda bu nedenle, “büyük bir çözülmeden” söz edebiliriz. Kimi düşünürler açıkça uygarlığımızın karanlık çağlara doğru yol aldığını yazıyor. Çünkü “uygarlık” kendisini destekleyen ve yeniden üreten kurumlarını hızla yıpratıyor. Örneğin, devlet yönetimi; kamu alanlarının tasfiyesi, vergi adaletinin bozulması, yükün ödeme gücü olmayanlara kayması, demokrasinin bir reklam kampanyasına dönüşmesiyle dejenere oluyor. Kentsoylu toplumun direği çekirdek aile, anne ve babanın her ikisinin de çalışmak zorunda olmasından dolayı giderek ayakta kalmakta zorlanıyor. Reklam/kültür endüstrisi kentsoylu uygarlığın kişisel özel alanlarını iğfal ediyor. Okuma alışkanlığı hızla kayboluyor, görsel yüzeysel bir kültür hızla yayılıyor. Bilimsel metodolojide sulanma (rasyonalizme saldırı, dinsel baskılar) yaşanıyor. Kentler yaşanabilir olmaktan çıkıyor. Tarih bilinci zayıflıyor. “Ben buna gelecek kavramının da ortadan kalkmasını eklemek istiyorum” diyor Yıldızoğlu. İnsanların beklentilerini yükselten günümüz kapitalizmi, sıra bu beklentileri karşılamaya gelince yetersiz kalıyor. Üstelik bu sorunlarla baş etmesi gereken entelektüel, devrimci aydınların son otuz yılda sinikleştiğini, “her şeyi biliyorum ama hiç bir şeyin değişmeyeceğini de”, “biliyorum ama yaşamaya devam ediyorum” gibisinden postmodern düşünceler içinde bu acımasız sisteme “kültürel/felsefi bir zemin hazırladığını” eklememiz gerekiyor. Bilimden, insanlığın kanıyla canıyla kazandığı tüm ilerici demokrat kazanımlardan umudunu kesen geniş kütleler en son “din”de kurtuluşu aramaya başlıyorlar. ‘YAŞAYANLARDAN DEĞİL, ÖLÜLERDEN DE ACI ÇEKİYORUZ’ Ergin Yıldızoğlu, Küreselleşmeden Sonra Geçiş Sürecinde Gezintiler adlı yeni kitabında, insanlığın önünde, “ancak küresel çapta, kolektif davranışla ve doğru planlanmış bir eşgüdümle alınacak önlemlerin çözebileceği” büyüklükte sorunların ağırlaşarak biriktiğini vurguluyor, tartışıyor. Bu kaotik durumdan “hâlâ kurtulup kurtulamayacağımız bile belli değildir” diyor. Marx, Kapital’in birinci cildinin birinci baskısındaki “önsöz”de, “Yalnızca yaşayanlardan değil, ölülerden de acı çekiyoruz” diye yazmıştı. Bir başka anlatımla, “Kapitalist üretimin gelişmişinin değil, bu gelişmenin tamamlanmamış olmasının da acısını çekiyoruz. Modern kötülüklerin yanısıra dünün mirası olan bir sürü kötülüklerin; çok eski üretim biçimlerinin alttan alta hâlâ sürüp gitmelerinden doğan ve bunların kaçınılmaz olarak beraberinde getirdikleri çağdışı toplumsal ve siyasal ilişkilerin altında eziliyoruz.” Devrimci düşüncelerin ve devrimcilerin varlığı daha da acil bir istekle önümüzde duruyor. İnsanlık “aklını ve enerjisini” yeniden kullanmak zorunda.? Küreselleşmeden Sonra Geçiş Sürecinde Gezintiler/ Ergin Yıldızoğlu/ Ütopya Yayınları/ 428 s. KİTAP SAYI 867 İŞLEYİŞ YASALARI Aydınlarımızın en önemli görevi de, bu işleyiş yasalarının hareketini yeniden ve yeniden tahlil etmek, irdelemek ve dünyamızı ezip bitiren bu işleyişe son verecek açıkları tespit edip bir kenara kodlamaktır. Ergin Yıldızoğlu, Küreselleşmeden Sonra Geçiş Sürecinde Denemeler adlı kitabında işte bunları yapmaktadır. Yıldızoğlu, “Bu kitap, kapitalizmin krizinin gelişmeleri izlerken yazıldı” diyor. 1990 ve 2000’lerde ağızlarda sakız olan “KüreSAYFA 24 CUMHURİYET