23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ahmet Güntan’la 'İyot' üzerine “Şiir, bir alan savunması yapmış ve nihayet çokkutupluluğu yakalamıştır.” Ahmet Güntan’ın dünden bugüne şiir hakkındaki tüm söylediklerini ve düşüncelerini barındıran denemelerinden oluşan "İyot", özellikle şiirle ve poetikanın tüm genleriyle kucaklaşmak isteyen okurlara sunuluyor. "İyot"u okuduktan sonra, "şiir" ve "varoluş biçimimiz" arasındaki şaşmaz diyalektiğin bir kez daha kanıtlandığını göreceksiniz. ? Denizcan KARAPINAR K itapta yer verdiğiniz, Mayıs ’95 tarihli bir yazınızda "Şiir şairlerin dikkati sayesinde iki bin yılına bozulmadan giriyor" diye yazmışsınız. Aradan geçen, şiirin tarihine bakarsak kısa sayılabilecek 10 yıl, poetika algımızı değiştirdi mi? Türk şiirinde son yıllarda, özellikle genç kuşağı da göz önünde tutarsak bir reform ya da bir revizyon söz konusu olabilir mi? Son yıllardaki şiir haritamızın şekillenişi, gittiğimiz yön sizi tatmin ediyor mu? Şiir ne zaman zora girse şiiri koruyacak taşıyıcı şairler bulunur. O yüzden son 15 yılın Büyük Haberleşme Bayramı’na en uzun direnen alan yine de şiir olmuştur, ama bu direnme şiirin beline de vurmuştur, şiir kendine kapanmıştır, geri kalan alanı da Yılışık Söz işgal etmiştir. Öyle böyle, bugün şiir canlandıysa, ki bence canlandı, demek ki iyi taşınmıştır, bu bence işte gelenek denilen şeydir, Büyük Gelenek budur, geleneğin gücünü böyle yüksek haliyle görmek isterim, öyle kılda tüyde değil. Şiirde reform, revizyon, bunları ütopik buluyorum, şiirde ütopya olmaz, olan bence şudur, şiir bir alan savunması vermesi gerektiğini anlamıştır. Uzun süren bir tekkutupluluğun ardından 2005’te şiir çokkutupluluğa geçti, evet, bundan çok memnunum. Şiirle içli dışlı biri olarak, bir şairin, kendi şiiriyle hesaplaşmasının sonucunda (eğer çıkıyorsa!) ortaya nasıl bir trajedi çıktığını ve bu trajedinin sonuçlarını yorumlar mısınız? Şairin ilkin, şiiri "yaparken", İyot’ta bahsettiğiniz iki duygu arasındaki boşluğa düşme payı nedir? Şiire gidip, öldürmeden gelmemek gerekiyor bence... Soyutu çok değerli bulurum, ama şu sıralarda soyuta çok uzağım, eğer kabalık olmazsa bu sorunuzun da şu anki ruh halim için çok soyut olduğunu söylemeliyim. Trajedi, güzel bir kelime. O yüzden cevap vermeye çalışacağım. En büyük trajedi, trajedimi hiçbir zaman tam anlatamayacak olmamdır. Biçimini henüz almamış olan. Şairin bunu biçimlendirebilme şansını soruyorsanız eğer, galiba sorduğunuz bu, bunun da bir garantisini bulamazsınız, yoksunluk bir şairin mutlaka mutlaka bilmesi gereken bir duygudur. Şair bir dil büyücüsünden çok bir yoksundur. Wittgenstein dünyaya şekil verebileceğini düşünen felsefe için Kıçından daha yükseğe sıçmaya uğraşma dermiş, dili çok abartmayalım, elimizdeki en marifetli dil bile yoksundur, bakın buldum: şairin tragedyası işte budur. "Şairin fotoğrafını koysan şiirin yanına, o şiir o şairden çıkmamış" diye bir cümleniz var. Bunu bir iğneleme olarak da algılamalı biraz. Elbette ki belli bir şahsı ya da portreyi kastetmiyorum ama yeni dönem Türk şiirinde bu tanıma uyan, yani kendi aynasında kendi profili ışımayanlar var mı? Onlar hep vardı, hep de olacaklar. Boşuna şikâyet etmişim. Esas olan şiiriyle örtüşen şairlerin var olması, bunlar yoksa işte o zaman ortada bir sorun var demektir. Sanırım böyle bir kayıt İyot’ta da vardı... Bazı şairler bazı kitaplarından, bazı şiirler gibi tıpkı bazen uçup (uçmak da özgürlükse!) giderler. Kendiniz olma ihtimalinin peşine her şiirden sonra düşme biraz yorucu olsa gerek... Bir kitap bitti mi biter. Ben fetihçi şiire inanırım, kendini menzile ermiş sayan şiir iddiacı bir şiirdir, ben gezinen bir şairim. AŞK VE KAVUŞMA "Aşk bir kavuşmadır" tezini savunsanız da, aşk’ın, şiirsel yörüngeden bakıldığında daha çok bir kavuşamama senaryosu olduğu ortaya çıkıyor.Rene Char’ın, "Yellerle yaralanan yelkene dönsün etim/ Senden uzakta" adlı dizesi bunun en güzel şiirsel tanılarından biri. Yine, tıpkı Char gibi, aşkı alabildiğine yazanların arasında Rilke, Yorgo Seferis gibi, Guiseppe Ungaretti, Rabindranath Tagore gibi şairleri yıldızım olmaya aday gösterebilirim. Siz de bir aforizmanızda "İnsan kayboluşa giden yolda en güçlü birliğin aşk olduğunu hatırlıyor" diye yazmışsınız. "Kayboluş ve aşk" ikilisi, insanlığın, şiirin zemininde oturup üzerinde ciddi ciddi düşünülmesi ve sentezlemesi gerektiği bir diyalektik oluşturmuyorlar mı? Sorunuzu tam anlayamadım ama aşk nasıl kavuşma oluyor diye soruyorsunuz galiba, Şeyh Galip Aşk bir şemi ilahîdir diyor, bu anlamda kavuşmadır. Char’ı da öyle okuyabilirsiniz, ayrılık kayboluştur anlamında. "Şairlik bir nevi " –bu benim/bu benim değil"oyununa benzer" diye bir fikrinizi yazmışsınız. Bu oyun belli bir kalıplar ya da kurallar silsilesi halini alırsa şiirinin de olacağı gibi şair de zincirlenmez mi? Öte yandan "bakmak" eylemi de sizin için de, şiiriniz için de pek çok şeyi ifade eden terminoloji haline gelmiş artık? Nasıl bir ? KİTAP SAYI 867 SAYFA 14 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle