05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Toprak Işık'tan 'Sıradana Övgü' ‘Sıradan’ı aşan denemeler benim dilsel yeğleyişimle çok örtüşmediğini de belirtmeliyim. Her yazarın dilsel seçimi kişiseldir, ama yine de bana göre çok daha genç olan, özellikle otuz yaş dolaylarındaki yazarların benden daha çok eski sözcük kullanmalarına şaşıyorum. Bu konuda "özleştirme" konusunda saplantılarım yok, ancak gençlerin bu yeğleyişlerinin onlar adına gelecekte, dilin süreç içinde doğal değişimi ve dönüşümü bağlamında okunma sorunları yaratacağını da eklemeden geçemeyeceğim. Bu bağlamda Tanıl Bora’nın "önsöz"ünde kullandığı ya da daha doğrusu yeğlediği dilin Toprak Işık’ın "tercihi"nden daha eski olduğunu da anmak gerekiyor. Ne denebilir ki, demek ki insanlar böyle de rahatlıkla anlaşabiliyorlar. O zaman onlar açısından sorun yok, ama genç okur için ne anlam taşıdığını da ayrıca düşünmek yerinde olacaktır. Kitapta bazı sözcükler için olmazsa olmaz olan "şapka" (^) iminin "âşık", "kâr" ve özellikle "hâlâ" sözcükleri için kullanılmaması bir eksikliktir bence. Çünkü o durumda bunun "bibi" anlamındaki hala olarak okunduğu dikkate alınmak zorundadır, aynı şey "âşık" için çok net olmasa da özellikle "kâr" ve "kar bağlamında neredeyse bir zorunluluktur bence. Bu noktalama iminin genel olarak kullanılmaması düşünülse bile imlenen sözcükler için kullanmak zorunlu gibi geliyor bana. Oysa örneğin yazarın böyle bir ilkesi yok, çünkü "itaatkâr" sözcüğünde kullanılmış (s. 71). Bu tür yazım kolaylıkları okumayı kolaylaştırır ve vazgeçilmezdirler bana kalırsa. O yüzden ısrarla kaçınmak çok da doğru değildir. GENÇ BİR YAZAR Birçok yazımda ısrarla belirtmeme karşın, görebildiğim kadarıyla çok önemli yazarlar da Çingene’yi özellikle küçük harfle yazmakta "inat" ediyorlar... Toprak Işık da nedense "çingene" olarak yazmış! Oysa öteki sözcük yazımlarında son kerte dikkatli ve özenli davranmış Toprak Işık. Ayrıca kitapta bir tek dizgi yanlışının (s. 126) olması da olumlu bir çaba sayılmalıdır. Buna birkaç yerde satırbaşlarının kayması da eklenmelidir. "Bu gün"ün ayrı yazılması da herhalde bir yeğleyiş olamaz. Bir yerde, "eski âşıklar"dan söz ederken Ferhat demesi bir dalgınlık da olsa dikkati çeken bir yanlış olmuş: "Ferhat, Aslı’sı için bıkıp usanmadan yakar bedenini" ya da "Ferhat’ın elinde kazma dağa saldırmasının nedeni, Aslı’nın ülkenin en güzel kızından daha güzel olması mıdır?" (s. 103) ciddi bir karışıklık olmuş. Ferhat’la Kerem’i, Aslı’yla da Şirin’i karıştırmış galiba. Oysa kendini yakan Kerem, uğruna dağ delinen ise Şirin’dir! İşin ilginç yanı, bunun gözden kaçmadığı, ama yazarın bu halk öyküsü kahramanlarını bir noktada karıştırdığı görülüyor: Çünkü başka bir denemede bu kez; "Kerem’in kazmayla deldiği dağ" derken, eylemin kişisi yanlış, ama sevgili doğru, yani Aslı olarak yazılmış (s. 150). Cümle içinde çok sık kullanmadığı halde cümle başında yaklaşık olarak yirmiden fazla "Ve" kullanması da dikkat çekiyor. Ben olsam bundan kaçınırdım, çünkü anlatımı zedeliyor bana göre. Kitap kapağının tasarımı için "b.k." denildiğine göre bu, büyük olasılıkla Bilal Kolbüken olabilir, bir deneme kitabı için güzel, ancak arka kapak neyse de, ön kapakta da nerdeyse bir paragraflık "alıntı" yerinde olmamış bana göre. Kapağın bütünü yazıya boğulmuş bu durumda. Öbür türlü daha yalın bir kapak olacaktı sanırım. Dolayısıyla ön kapak arka kapak gibi duruyor. Bunun dışında kitapta konu dağılımına dayalı bir bölümleme de uygun olabilirdi. Kitabın bu ufak tefek yazım ve dille ilgili "küçük" kusurlarına ya da yeğleyişlere karşın, genç bir yazarca yazılmış olması, konularına tutarlı bir bütünlük içinde yaklaşımı ve kendine özgü bir biçem çalışması yaratabilmesi nedeniyle özellikle genç okur ve yazarlarca okunmasında yarar görüyorum. Hem bu okumayla bir öykücüden deneme okumanın güzellikleri de görülecektir. Genç bir yazarı başka bir açıdan tanımak ve gereğinde sorguladığı konuları tartışmak için denemeye değer. Çünkü Sıradana Övgü’deki denemeler sıra dışı özellikler de taşıyorlar. Bu anlamda ‘sıradan’ı aşan denemeler demek daha da doğru bir anlam katabilir.? *Toprak Işık, Sıradana Övgü, deneme, 158 s., Kül Sanat Yayıncılık, 1. Baskı, Mart 2006, Ankara KİTAP SAYI 848 Toprak Işık, genç bir yazar. Öykücü olarak ortaya çıktı önce. Ortalıkta çok sık görünen bir yazar olmamasına karşın, peş peşe iki öykü kitabı yayımlayan Işık'ın şimdi de bir deneme kitabı yayımlamış olması önemli görünüyor. 'Sırabaşı' ve 'Halat Gösterisi'nden sonra 'Sıradana Övgü' dikkatinizi Işık'a çevirmenizi sağlayacak sanırız. ? Kemal GÜNDÜZALP ykünün "melez" bir tür olduğu, bu nedenle de türler arası ilişkilerden en çok yararlanan bir anlatım biçimine yaslandığı gibi genel bir yargı vardır. Kimisi şiire yakın, hatta şiirle "kız kardeş" bulurken, kimisi de denemeyle çok ilişkili bulur. Bu yüzden öykücülerin deneme türüne çok uzak olmadığı düşünülebilir. Bunun en belirgin örneği de bence usta yazar Oktay Akbal olmuştur. Çünkü öykü kadar deneme de bireyselliğin alabildiğine sindiği yazınsal bir türdür. Kuşkusuz bu, denemenin toplumsal yönleriyle öne çıkmasına engel değildir. Söz konusu olan yalnızca biçemsel özellikleridir. Son dönemlerde genç yazarlar genellikle denemeye gönül indirmiyorlar. Kuşkusuz deneme belli bir ustalık ister. Bunun için de bir birikimi gereksinir. O yüzden biraz daha ustalık gerektiren bir tür olduğu da söylenebilir. Toprak Işık, genç bir yazardır (1973). Öncelikle öykücü olarak ortaya çıktığı biliniyor. Ortalıkta çok sık görünen bir yazar olmamasına karşın, peş peşe iki öykü kitabı yayımlanan bu yazarın şimdi de bir deneme kitabı yayımlamış olması önemlidir. Artarda Sırabaşı (2002, İletişim) ve Halat Gösterisi (2003, İletişim) adlı iki öykü kitabı yayımlanan Toprak Işık, iki yıllık bir aradan sonra denemeleriyle yeniden ses verdi: Sıradana Övgü.* Kitap, bende iki yapıt adıyla ilginç çağrışımlar uyandırdı : ErasSAYFA 8 Ö mus’un Deliliğe Övgü’süyle Robert Redfort’un yönettiği bir film olan Sıradan insanlar aklıma gelen iki örnek. Doğrusu, ben sanatta ve yazında sıradanın irdelenmesini, anlatılmasını önemseyen biriyim. Hatta bu tür yapıtların belli ölçüde "derinlikli" olabildiği sürece daha çok ilgimi çektiğinide söyleyebilirim. Çünkü yeryüzünde "sıradan" denilen insan sayısının genele göre ağırlıklı olduğuna ve ne yazık ki yaşamı belirlediğine inanırım. O nedenle insanı anlatmakla yetinmeyen ve onu değiştirmeyi de erekleyen bir yazın türünün bu çoğunluğu es geçmemesi gerektiğini düşünürüm. Sıradana Övgü adlı bu deneme kitabı, Tanıl Bora’nın "önsöz"ü dışında toplam 44 kısa denemeden oluşuyor. Denemeler genellikle üç ya da dört sayfalık. Yalnızca iki tanesi beş sayfa tutuyor. Bunun, yazarın belki de bilerek seçtiği bir "standart" olduğunu düşünmeden edemedim. Toprak Işık, denemelerinde yazınsal çerçevede kalmak kaydıyla "sıradan" ve "sıra dışı" olan her konuya el atmış. Genç bir yazarın öyküden sonra bu türde de kendini sınaması, gelecekteki yazınsal yaşamı ve yaratıcılığı için olumlu bir çaba olarak görülmelidir. Çünkü bu, onun yazınsal etkinlik üzerinde düşündüğünün de bir göstergesidir. Özellikle "eleştiri"nin giderek azaldığı bir zamanda, bu çaba daha çok önem kazanıyor. Ağırlıklı olarak yazın üzerinde durmuş olmasına karşın, yaşam, sanat, öykü, yaratıcılık, öykü yaratma süreci, toplum, öteki konulara göre daha az olmakla birlikte devlet, kültür ve dil gibi değişik konulara da yer vermiş denemelerinde. SIRADAN ŞEYLER... Kitabın adı bağlamında "Sıradana Hoşgörü" başlıklı deneme dikkati çekiyor: Yazar burada kendince bazı tanımlamalara da gidiyor: "Sıradan yani ortalama insan, tanımı gereği, toplumda sıradışı denilebilecek tüm gruplardan çok daha kalabalıktır." (s. 50) Ancak yazara göre, yazın, sıradanla yeterince ilgili değildir: "Gerçek şu ki edebiyat kapılarını sıradan insan ve onların sıradan yaşayışlarına zor açar." (s. 51) Bunu da şuna bağlıyor: "Şu kesin: Sıradanı kullanarak edebiyat yapmak daha zordur." (s. 52) Oysa: "Yazar anlattığı dünyanın efendisi"yse, rahatlıkla sıradana da el atabilir bence. Bu anlamda yazara göre: "Öykü, roman, şiir (de) sıradan şeylerdir." (s. 28) Yazarın öykücü olmasından mı kaynaklanıyor bilemiyorum ama, bazı denemelerin girişi bayağı bir öykü gibi başlıyor, ama ardından kolaylıkla toparlayabiliyor konusunu. Özellikle ilk denemenin: "Sabahın köründe, gardırobun kapağını açmış askıdaki kıyafetlerini seyreden bir adam... Güne başlamadan önce ne giyineceğine karar vermek zorunda. Acaba hangi kravatı takmalı" (s. 9) gibi başlangıç cümleleriyle, bir ‘kompozisyon’ başlığını andıran "Bizim Doğamız" başlıklı denemenin biraz alaysılama da taşıyan girişindeki şu cümleler buna örnek verilebilir: "Yemyeşil bir ova... Ortasında bir dere geçiyor. Gelişigüzel dağılmış ağaçlar... Ağaçlarda kuşlar... Kelebekler uçuşuyor." (s. 94) Bunun dışında anlatım konusunda, Toprak Işık’la birçok konuda benzer düşüncelerde olmamız da sevindirdi beni. Özellikle kimi genç yazarların saplantı düzeyinde "nasıl"a eğilimli olduğu bu dönemde, şu sözler, yeni yazarlar adına umutlanmama yol açtı diyebilirim: "Herkesin anlayamadığı edebi metinler, termodinamik yasalarını bilmeyen hiç kimsenin kullanmadığı araba kadar komiktir" (s. 23). Yazarın benim de yeğlediğim bir tanımlamayla "karanlık metinler"i bir ölçüde "anlamsız bir laf ebeliği" olarak görmesi bence de yerinde. "Kafka taklidi" bu anlatım biçimlerine "bulanık metinler" demesi de ilginç. Toprak Işık’ın genellikle klasiklerden örnekler vermesi doğaldır. Genç bir yazar için zordur ama, insanın kendi kuşağından örnekler seçmesi de yazına "müdahale" sayılmalıdır. "Hayatını edebiyata adayacak kadar gözü kara olan yazarın çıkarları bu çetelere dahil olmayı değil onlara kafa tutmayı gerektirir" (s. 76) diyen genç bir yazarın yürekliliği önemlidir çünkü. Ancak etik (‘mesleki ahlak’ diyor yazar) açıdan toptancı genellemelerden kaçınmak kaydıyla... Bu noktada şuna da değinmek gerekebilir: Yazınsal ortamda var olan ve sıkça rastlanan örnekler Toprak Işık’ı doğrulasa da, bana sanki "eleştiri"ye karşı bir önyargısı var gibi geldi. Örneğin, ödülleryarışmalar, kültür endüstrisi ve özellikle tanıtma etkinlikleri çerçevesinde haklı olsa bile, şu cümlenin genelleme düzeyinde ürkütücü olduğunu belirtmek gerekiyor: "Eleştiri dünyamızın çıkar ilişkilerinin gölgesinde güdük kaldığını, çürüdüğünü ve kötü kokular yaydığını kim yalanlayabilir?" (s. 75) Olası doğrular tümünü kapsamıyor diyebilirim, en azından zaman zaman tepkiler alan ve olabildiğince "bağımsız" eleştiriler de yazan kendim ve önemsediğim bazı eleştirmenler adına. Yazınsal ortamın bir "getto"ya dönüştüğü elbette yadsınamaz. "Belli grupların belli isimleri eleştiri adı altında desteklemeleri de yaygındır." (s. 88) Evet, işte bu apaçık doğru bir saptama, ama önceki tam değil!.. Kitapta yer alan bazı denemeleri daha önce dergilerde yayımlandıkları sırada okuduğumu anımsıyorum. Dolayısıyla yazarın dili kullanımı ve "tercihi" bana yabancı değil. Ancak bunun CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle