Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Turgay Fişekçi ile ilk romanını konuştuk… ‘Türler iç içe geçebiliyor’ yacak başka nereyi bulacağız. İnsan topraktan gelip toprağa gidiyor, bütün öteki canlılar gibi. Bu yüzden yeryüzü konukluğumuzda kardeşlerimiz ağaçlar, topraklar... Kendimi doğanın dışında ya da uzağında düşünemiyorum hiçbir zaman. Dünya benim için toprağıyla havasıyla var. İnsan da yeryüzünün nimetlerinden biri. Bizi birbirimize vermiş. Bu yüzden toprağa da, ağaçlara da sevdiğim birinin yüzüne bakar gibi bakarım, konuşmak isterim onlarla. Bu yüzden uzak yolculuklara uçakla değil, karayoluyla gitmeyi yeğlerim olabildiğince. Geçtiğim yerlere bakabileyim diye. İstanbul Üniversitesi’nde ilk yılımdı. Bahar ayında bahçesinde çiçek açmış bir erguvan ağacının üzerinde oturuyordum. Birden birtakım sesler duydum. Okul faşistlerce işgal edilmişti. Ben ağacın üzerinde tek başıma kalakalmıştım. Aşağıdan gelip geçiyorlardı. Beni orada fark etseler parçalarlardı. O ağacın üzerinde, erguvan çiçekleri arasında bekledim işgalin bitmesini. Gezmeyi seviyorum, çünkü gezdikçe toprağın, ağacın kardeşliğini görüyorum. Bu insanın da kardeşliği demek. Bizim Gediz vadisi boyunca uzanan bağlarla, İtalya’nın güneyindeki Foggia çevresindeki bağların tıpkı birbirini andırması, Trakya’daki ayçiçeği tarlalarıyla, Güney Fransa’daki ayçiçeklerinin aynı duyguları yaratması hep bu kardeşlikten. ‘Ayçiçeği Özlemi’ kitabımı yazarken Trakya’da bir ayçiçeği tarlısında yere yatıp sabaha kadar orada uyumayı ya da esin beklemeyi düşünmüştüm ama yapamadım. Oysa gerekliydi böyle bir deneyim. Romanın geçtiği zaman olarak neden 80’leri tercih ettiniz? Başka bir deyişle, neden bir dönem romanı yazmayı tercih ettiniz? 80’ler bizim kuşağın yıkılış yıllarıdır. 12 Eylül, bütün bir kuşağı hayata bir daha geri dönemeyecekleri biçimde yok etti. Toplum olarak bugün de bu tırpanın etkilerini yaşıyoruz. O acıyı ucundan kıyısından duyurmak istedim ama romanı yazarken asıl amacım 12 Eylül’ü ya da 80’li yılları anlatmak değildi. Bunun için büyük nehir romanlar yazmak gerekir. Kahramanlarımın içinde bulunduğu trajik durumdu bana bu romanı yazdıran. Dönem de bu trajik durumu güçlendiren bir etkendi. Yusuf yakışıklı, deyim yerindeyse erkek güzeli bir karakter. Aslı ise ayağı hafif aksayan, Yusuf ile kıyaslandığında, etkileyici bir güzelliğe sahip değil. Bu karşıtlığı özenle mi yaptınız? Öyleyse anlatmak istediğiniz nedir? Yusuf ile Aslı’nın yaşadığı dönemlerin güzellik anlayışı bugünküne benzemiyordu. İnsanların güzelliği ya da çirkinliği pek söz Yusuf’a ne olduğunu merak etmiyorum çünkü biliyorum. Meis adasından önce Atina yakınlarındaki Lavrion mülteci kampına gönderilecek. Biliyorsunuz hedefi İngiltere’ye gitmekti ancak öyle olmayacak, rastlantılar onu Fransa’nın başkenti Paris’in bir banliyö semtinde siyasal sürgün olarak yaşamaya götürecek. Neden böyle derseniz, var kendimce bir açıklaması. Yazabilirsem ikinci kitapta görülecek bunlar da. ROMANIN ELEŞTİRİSİ Özeleştiri yapmanızı istesem, romanınızı nasıl değerlendirirsiniz? Romanımı değerlendirebilecek kadar geniş bir deneyimim olduğunu sanmıyorum. O yüzden belki de bir ödüle katıldım. Hiç değilse bir seçiciler kurulunun onayını aldıktan sonra yayımlamış oldum romanı. Birkaç arkadaşıma okuttum, biri dışında olumsuz bir görüş bildiren olmadı. Ben geçmiş yüzyılların büyük klasik romanlarının hayranıyımdır. Tolstoy ya da Flaubert gibi değilim elbette. İstesem de olamam. Onlarla karşılaştırırsam yazdığıma roman da diyemem. Belki gene de dememeliyim. Bir anlatı demek daha doğru olabilir. Anlatmak istediğim bir öyküm vardı ve bunu anlatan düz bir metin yazdım. Büyük bir romanın derinliği yok bu yapıtta. Olması gerekir miydi, bilmiyorum. Belki bu yönüyle eleştirilebilir. Şunu da söylemeliyim: ‘Hep Yanımda Kal’ı yazarken, arada bir durup sevdiğim bir romandan bölümler okuyayım istedim. Sözgelimi Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Huzur’ romanı. Ama ne zaman açsam, daha önceki okumalarımda büyük zevk aldığım o romanı okuyamadım. Çünkü yazmakta olduğum metin başka bir yazı dünyası kurmuştu kendine ve ‘Huzur’, ona çok uzak geliyordu o anda. Böyle bir deneyimi yaşadığıma kendimi hâlâ inandırabilmiş değilim. Karakterlerin iç dünyasını yeterince yansıtmamışsınız romanda. Hikâyeyi düşündüğünüzde, büyük ikilemleri, çaresizlikleri, pişmanlıkları olabilir. Fakat romanda tepkilerini göremiyoruz. Bundan bilerek mi kaçındınız? Bu da sanırım benim için yeni bir deneyim. Dediğiniz sorunu romanı yazış süreci boyunca düşündüm elbet. Ama neden bilmiyorum metin buna da izin vermedi. Belki olayların anlatımı, okura kahramanların iç dünyalarını anlayabilmeleri için kimi alanlar açıyordur ya da bu alanlar eksik kalmıştır, olabilir. Bunu da okur eleştirileri geldikçe öğrenebileceğim. Romandaki yerinizi niçin anlatıcı olarak belirlediniz? Sonunda anlattığım benim dışımda bir öykü. Ben bu öykünün tanığı ya da kahramanı değilim. Böylesi ya da benzeri olaylar yaşanırken o dünyanın içindeydim. Kıyısından köşesinden izliyordum. Anlattıklarım tümüyle kafamda kurduğum olaylar. Ama benzerleri de yaşanmıştır mutlaka. Geçen hafta İşçi Filmleri festivali vardı. Orada gösterilen Filmlerden biri de Süreyya Duru’nun ‘Güneşli Bataklık’ıydı. Ardından bir de belgesel gösterildi bu filmle ilgili. 1977 yapımıdır o film. Ben o filmin hemen bütün çekimlerinde kamera arkasında izleyici olarak bulunmuştum. Meraklıydım sinema sanatına. Arkadaşım Erhan Sökmen de Süreyya Duru’nun asistanıydı. Birlikte giderdik her sabah 6’da Erhan’ların Suadiye’deki evlerinden Pendik Kaynarca’daki Alemdar Kimya Fabrikası’na. Film orada çekiliyordu. Filmin bir sahnesinde 21 yaşındaki görüntüme rastladım. Nasılsa girmişim görüntüye. O filmde başka bir görüntüm yok ama hep oradaydım. ‘Hep Yanımda Kal’daki olaylar yaşanırken de ben oradaydım. Bir tanıktım, belki de bu yüzden romanda da anlatıcı oldum. ? 'Hep Yanımda Kal' bir ilk roman. Yazarı ise ünlü bir şairimiz: Turgay Fişekçi. Roman 2005 İnkılap Kitabevi Roman Ödülü'nü aldı. Fişekçi, kahramanları Aslı ile Yusuf'un trajik serüvenini, ülkenin yazgısıyla birleştirerek aktarıyor bize. Fişekçi ile romanını konuştuk. ? Mehmet ÇAKIR iirle geçen çok uzun yıllardan sonra neden roman? Mesleğimi yayıncılık ve yazarlık olarak görüyorum. Nâzım Hikmet de kendisinden söz ederken şair değil, yazıcı der. Yani işimiz yazmak. Yazın türleri arasında büyük ayrımlar yok eskisi gibi. Deneme nerde bitiyor, roman nerde başlıyor birbirine geçti, birbiri içinde de yer alabiliyor türler. Cumhuriyet’te on yıldır düzenli kültür sayfasında köşe yazıları yazıyorum. Bu yazılarımı okuyan pek çok yazar arkadaşım ve ağabeyim (Tahsin Yücel’den Şavkar Altınel’e) düzyazı için cesaretlendirmişlerdir beni. Romanı ilk deneyişim değil, ‘Hep Yanımda Kal’. Yirmi beş yaşındayken, ilk romanımı yazmıştım. Ama o zaman onu okuttuğum Memet Fuat, başarılı bulmamıştı o çalışmamı. Ben de ona çok güvendiğimden bir yere attım o dosyayı, bir daha da bulamadım. Ne kendi evimde, ne de annemin evinde, yok oldu. Bu romana başlamam da tıpkı bir şiire başlar gibi oldu. Nasıl kimi zaman bir şiirin ilk dizesi aklınıza düşer ve o şiir size kendini yazdırır, bu romanda da öyle oldu: Romanın ilk cümlesi nasılsa aklıma düştü. Bu cümleyle başlayacak bir romanı hayal ederek dolaştım birkaç yıl, baktım bu düşünce gitmiyor kafamdan sonunda oturup yazmaya başladım. Yazmaya başlayınca yazdığım metinden zevk aldığımı da gördüm. O ilk cümleyi kafamda taşıdığım yıllar içinde, devamını, kişileri, kurguyu da kafamda oluşturmuştum. O yüzden yazmam çok zaman almadı. Ş konusu olmazdı. Yusuf güzel biri olabilir ama kendi bile bunun farkında değil. Böyle şeyler düşünecek bir hayatın içinde yaşamıyorlar onlar, daha büyük özlemleri var. Aslı’nın etkileyici bir güzelliği olup olmadığı da tartışılabilir. Yusuf için bu denli unutulmaz olduysa bunun bir nedeni olmalı. İki insanın birbirini etkilemesinin çok farklı nedenleri olabilir. Aslı’nın rahat ve kendine güvenen bir kişilik olmasının etkileyici olduğunu düşünürüm ben örneğin. Ne bileyim ilk karşılaşmalarında ikisinin de kedi seviyor olması, hatta Yusuf’un kedilerinin adlarının Güher’le Süher olması bile aşk kıvılcımını yaratacak nedenler olabilir. Ayrıca başka nedenler de var: Kar, İstanbul, şiir... Anlatmak istediğim herhalde aşkın somut, inandırıcı, haklı nedenler olmadan da ortaya çıkabileceği ve gelişip sürebileceği. HİKÂYENİN DEVAMI Bu ilk roman, yeniden roman yazmayı düşünüyor musunuz, çalışmalarınız var mı? Aynı hikâyenin devamı olan bir roman düşünüyor musunuz? Örneğin Yusuf, ona ne olduğunu merak ediyor musunuz? ‘Hep Yanımda Kal’ı bitirene dek başka bir roman yazmayı düşünmüyordum. Ancak bu romanın bitmesinden sonra, Yusuf’un yurtdışındaki, Aslı’nın da İstanbul’daki hayatlarının ve ikisinin yine bir araya gelebilmek için uğraşlarının anlatıldığı bir devam romanının da olabileceğini düşünmeye başladım. Böyle bir romanın kimi sahneleri de kafamda canlanmaya başladı. Bu düşünce kafamda iyice gelişir de yazacak fırsat da bulursam, neden olmasın. AYNI İMGELER Şiirlerinizde görülen meyve bahçeleri, ayçiçeği tarlaları, ağaçlarla ilerleyen yollar romanınızda da okunuyor. Niçin vazgeçemiyorsunuz bu imgelerden? Bu saydıklarınız içinde yaşadığımız dünya. Dünyadan nasıl vazgeçelim ki, yaşaSAYFA 6 Hep Yanımda Kal/ Turgay Fişekçi/ İnkılap Kitabevi/ 156 s. KİTAP SAYI 848 CUMHURİYET