05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? Martılara Simit Atacaktık Hani? Irmak’ın Güncesi bile yardım bekliyor. Ben kendimi hep böyle hissettim.” Günlüğü Berfin Ceren’in sayfalarını çevirirken Irmak’ın küçücük yüreğinden taşan büyük fırtınaları, özlemleri, sevgiyi, çocuk dünyasının sınırsız zenginliğini, duyarlığını, kırılganlığını buruklukla duyumsarız. Irmak’ın kimliğinde, onun gibi binlercesinin öyküsüne tanıklık ederiz. Onun hırçınlıklarının, kabına sığmazlıklarının gerçek nedenlerini günlüğünün sayfalarından izleriz. Irmak. Annesiyle kavgalarında kendi yanındadır, onu omzunda taşır, hayvan masalları uydurur, konuşmasıyla alay edilmesini bile anlayışla karşılar. Ne var ki, bu olumlu ilişki Irmak’ın hapishanedeki babaya duyduğu özlemi azaltamaz. Seyrek aralıklarla yapılabilen hapishane ziyaretleri ve baba ile kız arasında gidip gelen mektuplar, kavuşma özlemini kamçılar, babanın eksikliğini daha derinden duyumsatır. Özlem derinleştikçe hayaller kanatlanır. Çocuk dünyasının sınırsız düş gücü tüm cömertliğiyle harekete geçer, baba da mektuplarıyla besler bu hayalleri: Hapishane duvarları bir yıkılsa, babası çıkagelse, öyle güzel, mutlu bir hayatları olacaktır ki… Bir daha ayrılmamak üzere hep birlikte yaşayacaklardır. Dolu dolu, mutlu mutlu. Parklarda saatlerce oynayacak, el ele kırlarda dolaşacak, vapura binecek, martılara simit atacaklardır. Ama hayatın katı gerçeğine çarpıp durur Irmak. Böylece hayat katlanılmaz derecede sıkıcı hale gelirken, babaya kavuşma biricik amaca dönüşür. Öte yandan, büyükler ondan gizlemeye çalışsa da babasının ve arkadaşlarının tehlikede olduğunu bilmektedir. Hapishanelerde olaylar olmaktadır; gazetelerde ve televizyonlarda, F tipi cezaevlerinden, ölüm oruçlarından söz edilmektedir. Bu kritik günlerde babasını ziyarete gider. Babasının solgun, sakallı yüzüyle karşı karşıya gelir. Baba başka cezaevine nakledilir. Sonra ölümlü operasyonlar başlar, babadan haber alınamaz… Bu olayların etkisiyle Irmak daha bir içine kapanır, hırçınlaşır, hatta saldırganlaşır. Hayat bir zindandır Irmak için. Bu zindanın kapısını bir tek kişi açabilir, babası. Uzun ve acılı bekleyiş sona erer bir gün, babası çıkagelir. Ama mektuplarda büyük bir eli açıklıklıkla verilen vaatlerin çoğu gerçekleşemez. Babasıyla aynı evde yaşaması mümkün değildir, dahası, babası ve Nilgün Annesi başka bir kente gitmek zorundadırlar. “Bu kadın” ? Hayri ERDOĞAN I rmak’ın Güncesi’ni, henüz kitaplaşmayı bekleyen bir dosya iken, bir yıl kadar önce okumuştum. Bir dizi toplumsal ve bireysel acıyı bir arada yaşayan bir aile, sorunları herkesten daha derinden duyumsayan bir kız çocuğun gözüyle ve onun günlüğü aracılığıyla anlatılıyordu. Etkilenerek, beğeniyle okumuştum. Ama hemen ardından iç yakıcı bu öykünün tümüyle gerçek olduğunu öğrenmek, herkesten gizlediği duygularını sakınmasızca günlüğüne aktaran Irmak’ı ve annesi Duygu’yu tanımak eserin üzerimdeki etkisini bir sarsıntıya dönüştürmüştü. Çitlembik Yayınları, Irmak’ın güncesini “Martılara Simit Atacaktık Hani?” başlığı ile yayımladı. Bir daha okudum, aynı sarsıntıyı yeniden yaşadım. “Yolunu kaybetmiş ceylan yavrusu” Neydi bu öyküyü böylesine dokunaklı, sarsıcı kılan? Trajik olayların damgasını vurduğu bir çocukluk geçirmişti Irmak. Anne ile baba, o daha bebekken ayrılmışlardı. Irmak’ın belleğinde anne ile babanın bir arada olduğu bir görüntü bile yok. Anne, yeniden evlenmiş, Irmak’ı da yanına almıştır. Mustafa Babasını çok sevse de gerçek babaya duyduğu özlem içini kanatmaktadır. Ne var ki babası da ikinci evliliğini yapmıştır, Nilgün Anne ile birlikte cezaevindedir. Hem de cezaevlerinin ölüm oruçlarıyla, ölümlü operasyonlarla gündeme geldiği bir dönemde. Acılar ve özlemler katmerleşirken yüreğinde, sorular da çoğalır kafasında: Annemle babam neden ayrıldı? Arkadaşlarımın sadece birer anne ve babası var, yine de çok mutlular; iki annem, iki de babam olduğu halde neden mutsuzum ben? Babam neden yanımda değil? Niçin cezaevinde? Mahalle çocukları neden “katilin kızı” deyip alay ettiler benimle?.. Kendi hayatının başkalıklarını fark ettikçe, yadırgayan gözleri hissettikçe üzerinde, Irmak içine kapanır, başkalarıyla paylaşamadığı duygularını Berfin Ceren adını verdiği günlüğüne aktarmaya başlar. Günlüğüne uygun gördüğü ad, onun iç dünyasını çok güzel yansıtır: “Bana göre senin adın Berfin Ceren olmalıydı. Berfin kar tanesi, Ceren ise ceylan demek. Sık bir ormanda her yan karlarla kaplı, ormanda yolunu kaybetmiş minik ceylan yavrusu. Kendini çaresiz hissediyor. Kar tanelerinden SAYFA 30 Irmak’ın güncesinin baş kişisi doğal olarak annedir. Ama onun anneye karşı duyguları çoğu çocuğunkinden farklıdır. Hem en çok sevilendir anne, hem de en çok nefret edilen. Bir sayfada sevgi halesi içinde tarif edilen anne, öteki sayfada “bu kadın”a dönüşür. Tüm sorunların ve mutsuzlukların kaynağı oluverir. Babadan ayrılmayı o istemiştir çünkü. İzmir’deki dedesinin yanına göndermeyen de odur; hep “İşim var,” diyen de, sürekli ders verip azarlayan da… Irmak’a göre, “Evet, seni anlıyorum,” diyen ama anlamayan ve anlamaya çalışmayan, dinlemeyen büyüklerden biridir anne. Gerçekte, çocuğuna karşı duyarlı ve sevecendir anne. Ama çok genç yaşta anne olmanın deneyimsizlikleri, yaşanan olaylarla birleşince çatışmalı bir ilişkiye dönüşmüştür çocuğu ile ilişkisi. Irmak’ın hırçınlık nöbetleri karşısında anne sakinliğini koruyamaz çoğunlukla; öfkelenir, bağırır çağırır, küser, ağlar, zaman zaman dayağa başvurur. Bu zaafın farkında olan çocuk, anneyi her fırsatta tahrik eder. Onu kızdırıp acı çektirerek bir çeşit intikam alır annesinden. Bu zamanlara ait özellikle çarpıcı iki sahneden ilki, hapisten çıkan babasının artık birlikte yaşayamayacaklarını söylediği günün akşamına ait. Irmak, babasının vaat dolu mektuplarını hınçla yırtmakta, babasından armağan oyuncakları parçalayıp camdan dışarı atmaktadır. Gürültüleri duyan anne odaya girer, büyük bir şaşkınlıkla “Neden kırıyorsun her şeyi?” diye sorar. Irmak’ın cevabı tek kelimedir: “Öylesine.” İkinci sahne ise, onun bir ailenin yıkılışını önlemek üzere giriştiği eyleme ilişkindir. Başka bir kentte oturan bir yakınları, Oya Abla, İstanbul’da akrabalara misafir gelmiştir. Annesi, Oya Abla ve öteki akraba kadınlar konuşurlarken, Irmak kulağına çalınanlardan Oya Abla’nın eşinden boşanmak üzere İstanbul’a geldiğini öğrenir. Kendi yaşadıklarından hareketle tüm mutsuzlukların anne ile babanın ayrılmasından kaynaklandığı sonucuna varmış olan Irmak, oğlunu bırakıp ayrılmaya kalkışan Oya Abla’ya karşı büyük bir nefret duymaya başlar. Ne yapıp edip bu ayrılığı engellemelidir. Hırsla Oya Abla’nın çantasına el atar. Para ve altınlarla karşılaşır. Oya Abla parasız kalırsa belki de boşanmaktan vazgeçer düşüncesiyle tüm para ve altınları alır çantadan, gizlice bir sokağa fırlatır. Tabii bir süre sonra fail anlaşılır, ama paralar bulunamaz. Büyükler ısrar edince Irmak eylemi üstlenir ama tüm zorlamalara, hatta atılan dayaklara rağmen bu işi neden yaptığını açıklamaz. Tanıklığa çağrı Türkiye büyük baskı dönemleri yaşadı, baskı dönemlerinin adıyla anılan acılı kuşaklara sahip oldu. Bu kuşakların verdiği bedeller, kayıplar ve acılar bir ölçüde ele alındı işlendi. Bu acılardan çocukların payına da çok şeyler düştü. Ama maalesef, büyüğün fiziki varlığına yönelen şiddetin çocuk ruhunda açtığı yaralar tali planda kaldı, üzerinde gerektiği gibi durulmadı. Duygu Uzel’in, kızının günlüklerini, defter sayfalarına karalanmış notlarını, anlatımlarını özenle bir araya getirip hazırladığı bu kitap, bizi çocukların dünyasına taşıyor; hiç de sevimli olmayan bir tanıklığa çağırıyor. Irmak’ın Güncesi’nde dile gelen sorunların, ebeveynçocuk çatışmasının, benzer durumdaki ailelerle sınırlı olduğunu düşünmek büyük bir yanılgı olur. Ailenin özel durumu ve yaşadıkları, elbette bu çatışmaları apaçık ve şiddetli kılmıştır. Ama sorun, toplum ölçüsünde geneldir. Bu bakımdan diyebiliriz ki, kitap bütün annebabalar, bütün büyükler için dersler ve çağrılar içeriyor. Kitap bu yönüyle de büyük değer taşıyor. Irmak’ın Güncesi, sevindirici bir başarı kazanarak milyonlarca insan tarafından izlenen Babam ve Oğlum’dan sonra, toplumsal acıların bir çocuğun dünyasına nasıl yansıdığını gösteren ikinci güncel örnek oldu. Dileğimiz, Babam ve Oğlum’a ilgi gösteren duyarlı izleyicinin aynı ilgiyi bu kitaba da göstermesidir. Anlatım dilleri farklı olsa da ele alınan dram aynıdır; gözlerimiz yaşararak izleyip okuduklarımız ortak acılarımızdır. Son sözü Irmak’ın annesine, Duygu Uzel’e bırakalım: “Çocuklarımız, biz büyükleri, kendimiz ve onlar adına yaptığımız tercihleri, yaşanan ve yaşadıkları toplumsal olayları nasıl görüyor, nasıl değerlendiriyorlar? Çocuklarımızın gözünde kimiz ve neredeyiz? Biz onlar için, onlar adına en iyi tercihleri yaparken neler hissediyorlar? Büyük olarak bizler, nerede hata yaptığımızı gerçekten biliyor muyuz? Umuyoruz ki bu kitap, çocuklarımızın onları anlayabilmemiz için bize uzattığı mumlardan biri olur.” ? Martılara Simit Atacaktık Hani? –Irmak’ın Güncesi/ Irmak AydınDuygu Uzel/ Çitlembik Yayınları/ Aralık 2005/ 224 s. KİTAP SAYI 848 “Babam yanımda olsa!” “Üvey” denilmesinden hiç hoşlanmadığı Mustafa Babasını çok sevmektedir … Ve hayal kırıklığı Onca yıldır içinde büyüttüğü düşler birdenbire yıkılınca Irmak’ın ruhunda bir kırılma yaşanır. Şiddetli nöbetler halinde dışa vurur. Kimsenin bir anlam veremediği davranışlar sergiler. Davranışlarının nedenlerini de açıklamaktan kaçınır. “Irmak’ın Güncesi’nde dile gelen sorunların, ebeveynçocuk çatışmasının, benzer durumdaki ailelerle sınırlı olduğunu düşünmek büyük bir yanılgı olur. Ailenin özel durumu ve yaşadıkları, elbette bu çatışmaları apaçık ve şiddetli kılmıştır. Ama sorun, toplum ölçüsünde geneldir. Bu bakımdan diyebiliriz ki, kitap bütün annebabalar, bütün büyükler için dersler ve çağrılar içeriyor. Kitap bu yönüyle de büyük değer taşıyor.” Solda Irmak Aydın... CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle