Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
TERCÜME BÜROSU H asan Âli Yücel'in girişimiyle oluşturulan Tercüme Bürosu, o merkezden hareketle uzun soluklu bir tasarı olarak hayata geçirilen "M.E.B. Klasikleri", 1940'lı yılların aydın çevrelerinin sorumluluklar üstlendiği bir etkinlik olmuştu: Nurullah Ataç'tan SabahatEnis tin Eyuboğlu'na, Halikarnas Balıkçısı'ndan Abdülbaki Gölpınarlı'ya uzanan bir listedir bu. Sonrasında, dönem gelmiş, okkalı eleştiriler kaleme alınmıştır: Yalçın Küçük'ün, Attilâ İlhan'ın ya da Ece Ayhan'ın yazılarında, dayanaklı ve dayanıklı gerekçeler de görüyoruz bugün dönüp baktığımızda, dayanaksız ve dayanıksız yaklaşımlar da. Bir şeyi çok iyi anlamamışımdır, kendi payıma: Platon'un, Swift'in, Montaigne'in hangi 'kültür dayatması' çerçevesinde ele alınmış olunduğunu hâlâ göremiyorum; O yazarlar, düşünürler yeryüzünün her noktasında, her dilinde okunmaya değer (nitekim okunan) yapıtlar vermişlerdir, Türkçeye gelmelerinde ve geliş biçimlerinde ne türden bir sakınca olabilirdi? Bütün bunlar oladursun, belli zaman aralıklarıyla "klasikler tartışması"nın canlandırıldığına tanık oluyorduk, bir yandan da. "Bizim klasiklerimiz var mı?", "Kimleri kendi klasiğimiz sayabiliriz?" sorulu temaların etrafında gerçekleşmiş tartışmalar, bana kalırsa, kronolojik düzen içinde bir kitapta toplanmalı: Belleksiz, arşivsiz yaşadığımız için, her kuşağın sıfırdan tartışmaya koyulmasından yorgun düşmemizi engelleyebilir belki bu. Tartışmaların belkemiğinde aynı kaygı yer alıyordu genellikle: Kimilerine göre Yunan ve Latin klasikleri bize yabancıydı; kimileri de, apaçık söylemeseler bile, İslamın ve Doğu'nun temel metinlerini ikincil görüyorlardı. Benim, açıkçası, pragmatik bir bakışım var konuya: Geçmişin kalıcı metinlerinin olabildiğince kalıcı çevirileri kitabevlerinin raflarında bulunmalı. Hiçbir kültürel coğrafya ayrımı yapmaksızın. Hâlâ Doğu'nun, Uzakdoğu'nun, Afrika'nın ya da Güney Amerika yerli kültürünün pek çok temel metninin dilimizde ağırlanmadığını görüyoruz. Son yıllarda, İslam dünyası bağlamında yoğun bir üretime tanık oluyoruz; buna karşılık, Yunan ve Latin klasiklerine yönelik ilgide bir ölçüde durulma göze çarpıyor. Bizans metinlerinin ezici çoğunluğu (başta Julianus, Libanios, Photios ve Paleologos olmak üzere) dilimize hiç çevrilmedi. Thang dönemi Çin şiirinin örneklerinden, klasik Japon edebiyatının başyapıtı Genji'lerden, Upanişad'ların çoğundan yoksunuz henüz. Digenis Akritas gibi bizi birinci dereceden ilgilendiren bir Anadolu destanını dilimize kazandıramadık. Carmina Burana metinleri, Il Tasso, Milton, Quevedo, Gongora, Ariosto... saymakla bitmez eksiklerimiz. Leonardo da Vinci'nin "Defterler"inin bütünü çevrilmiş olmalıydı. Fourier gibi bir uçbeyi kütüphanelerimize uğrayamadı doğru dürüst. Kaç tane Balzac'ın çevrilmediğini biliyor musunuz ? Çevrilmeyen onca Balzac bir yandaysa, "Suç ve Ceza"nın ya da "Madam Bovary"nin onlarca çevirisi geziniyor raflarda, tezgâhlarda. Önemli metinlerin birden fazla çevirisinin yapılmış olmasına en son karşı çıkacaklardan biri olurum herhalde; gelgelelim, sözgelimi "Madam Bovary"nin Ataç ya da Tahsin Yücel çevirileriyle bitmiyor ki iş: Bir de, özgün metinle pek bir ilgisi kalmamış, birazı Salâh Birsel'in deyişiyle aşırımento, birazı dehşet budanmış 'versiyon'lar dolaşıyor orta yerde. Öylesine "serbest" çeviriyor ki kimileri, aralarından biri "Mösyö Bovary"yi yayımlarsa şaşırmayacağız yakında. BATUR Pervasız Pertavsız Klasikleri yayımlama anlayışımız üzre eleştirel notlar İŞ KÜLTÜR'ÜN LİSTESİ Tam da bu kavşakta, İş Bankası Yayınları, Hasan Âli Yücel'e armağan bir kasik yapıtlar dizisi başlattığını duyurunca, doğrusu umutlanmıştım. İş Kültür'ün 50. yılı, Tercüme Bürosu’nun kurucusu ve İş Bankasının geleneksel kültür hizmetlerinin yürütülmesinde sorumluluk üstlenmiş birinin selamlanması, her açıdan yerinde bir karardı bu. Gel gör ki, 50 kitaplık liste ve ilk kitaplar elime ulaştığında ciddi bir düş kırıklığı yaşadım. Ticari amaçlı yayınevlerinin böyle bir yaklaşımda bulunmalarını anlarım. Buna karşılık, İş Kültür'ün özellikleri, söz konusu tasarıyı gücüne ve olanaklarına yaraşır biçimde ele almayı gerektirirdi, diye düşünüyorum. Dizide yer alacağı duyurulan 50 kitabın ortak özelliği, o yapıtların daha önce dilimize zaten çevrilmiş, bir çoğunun piyasada dolaşımda olmaları. En iyi çevirileri de bir araya toplasanız, bazılarını özgün dilden yeniden de çevirtseniz, temeldeki sıkıntıyı gideremezsiniz: Bir tür "botoks yayıncılık" anlayışıdır bu, yüzünüz gerilse bile içiniz tazelenemez sonuçta. Olanakları geniş bir kuruluştan beklenen bellidir oysa: Hasan Âli Yücel'in yapmış olduğunu yapmak! Türk okurunun önüne bugüne dek çıkamamış yüzlerce klasik yapıtı Yunancadan, Arapçadan, Farsçadan, Latinceden, Çinceden, Rusçadan, İspanyolcadan... çevirtmeye girişmek olanak, ufuk ve sabır işidir. Belki 2006'yı bu 50 kitapla kapattıktan sonra, 2007'den başlayarak (dolayısıyla çalışmaya şimdiden koyularak), diziye böyle bir boyut verilebilir. Bu köşedeki ilk yazılarımdan birinde, "bitpazarı yayıncılığı"na değinmiş, konuya döneceğimi ifade etmiştim. Eski işleri, geçmişte yapılanları küçümsediğim, küçümsemesem bile, en hafifinden artık unutulmaları gerektiğini ima ettiğim sanılsın istemem burada. (Kaldı ki bitpazarları değerli eşyalar, yararlı değerlerle doludur). Yayıncılık alanında benimsemekte güçlük çektiğim eğilim, katma değer üretmekten kaçınılması, işin kolayına gidilmesidir. Yarım yüzyıl önce yapılmış bir çeviri hâlâ en iyi çeviri olabilir. Bazı çeviriler, çevirmenin ve dönemin dilsel özellikleri nedeniyle yeniden basılmayı elbette hak edebilirler. (Yakup Kadri'nin 75 yıldır yeniden yayımlanmayan Horatius çevirisi ya da Ahmet Cevat Emre'nin 1943 tarihli Aishülos/Agamemnon uyarlaması ilk aklıma gelen örnekler.). Ne var ki, yapılacak iş o çeviriyi olduğu gibi dizdirip yeni bir kapak altında okura sunmak herhalde değildir! ortaya. Metinler de, filologlar iğneyle kuyu kazmayı sürdürdükleri için, daha net, sahici biçimlerine her çalışmayla biraz daha yaklaşırlar zaman içinde. Ondandır, belli aralarla yeni çeviriler, yeni yorum denemeleri, eski çeviriler için de ek bilgilerle zenginleşmiş yepyeni eleştirel basımlar yayımlanır. Sunuş incelemeleri, dipnotlar, arka notlar klasik metinler için canalıcı önemdedir: Onlarsız, bazan, klasik bir metnin önemli bir boyutunu gözden kaçırabilir, bütün bir bölümü yanlış anlayabilirsiniz tıpkı ören yerlerinde iyi yetişmiş rehberlere, çok katmanlı sergilerde kulaklığınızdan gelen bilgilere gereksinme duyduğunuz, duyacağınız gibi. Bir de bunlara, Türkiye gibi bir ülkede can alıcı önem barındıran eğitim perspektifi eklemlenecek olursa, klasik yapıtların yayımlanma işinin ne denli sorumluluk ve uzmanlık gerektiren bir etkinlik olduğu daha kolay anlaşılacaktır. Sanırım tasam biraz biçim aldı şimdi: Eski çeviriye değil, eskimiş bir yayın anlayışına dikleniyorum burada. Elimizin altındaki taze örneklerden biriyle, bir ölçü daha ilerleyebilirim belki: Geçenlerde, "Haftanın Kitabı" olarak Apuleius'un görkemli "Başkalaşımlar"ını önerdiğimi anımsayacaksınız. Çiğdem Dürüşken'in titiz çalışmasıyla gerçekleştirdiği bu eksiksiz, notlarla bezeli çevirisini LatinceTürkçe çift dil yayımladığı için Kabalcı yayınlarını ayrıca kutlamak gerekir. Sayın Dürüşken, önsözünde yararlandığı kaynak metinlere göndermeler yapıyor; bunlar 1996, 1999, 2003 yıllarında okur önüne çıkmış uzman çalışmaları. Demek ki "saha"yı yakından izleyen bir Latinceciyle karşı karşıyayız; elimizdeki çeviriye güven duymak için sağlam bir neden daha. Peki, Dürüşken'in bu çevirisi yayımlandı diye, Nurullah Ataç'ın çevirisini gözden çıkaralım mı? Ataç, bir kere kitabın yarısını çevirebilmiştir: "Altın Eşek I" (M.E.B. Latin Klasikleri, 1950.). (Beş yıl kadar önceydi, Meral Ataç ricamı kırmayarak babasından kalma bütün evrakı gözden geçirmişti: Ola ki, DP'nin iktidara gelmesi nedeniyle çevirinin ikinci yarısı Ataç'ın elinde kalmış olabilir varsayımından hareket etmiştim, ne ki böyle bir ize rastlanmadı). İkincisi, Ataç Apuleius'u özgün dilinden değil, Fransızcasından çevirmişti. Böyle bakıldığında, bu yarım çeviri gözden kolaylıkla çıkarılabilir ve doğal olarak, büyük bir yanlış yapılmış olur: Ataç'ın çevirisinde olağanüstü bir Türkçe gücü vardır, Apuleius sanki bizim dilimizde yazmış gibidir "Altın Eşek"i. Öyleyse sevineceğiz: Hem artık doğru ve eksiksiz bir Apuleius çevirisi var elimizin altında, hem de hâlâ sahaflarda güç bela da olsa bulunabilen yarım ama tadına doyum olmaz bir Ataç mücevheri! Ataç'ın yarıda kalmış çevirisi, Türkçe adına yeniden yayımlanmalı. Nasıl? "Faust"un Gerard de Nerval çevirisi Fransa'da nasıl yayımlanıyorsa öyle: Belki de yayın sorumluluğu Çiğdem Dürüşken'e verilerek. Türkiye, bu işlerin daha ciddi bir ortamda, daha donanım ve sorumluluk gerektiren bir zihniyetle yapılmasını sağlayacak birikime her şeye karşın! sahip bir ülke. Asıl sorun bakış açısında galiba. ? BİR KAZIBİLİM TÜRÜ OLARAK ELEŞTİREL BASIM Klasiklerin dünyası, bir parça arkeoloji'nin dünyasını çağrıştırır. Efes'i on yıl önce görmüşseniz, şimdi görecekleriniz var demektir: Süregiden kazılar iki gezi arası pek çok yeni öğe çıkarmıştır Haftanın Kitabı: Şen Saat/ Murat Yalçın/ Defne/ 128 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 848 SAYFA 14