25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Bir adayın ne yapıp edip “kendisi olma”ya bakması gerekiyor yazar olabilmesi için. Belki kendisi olunmadan da alımlayıcı olunabilir, ama verimleyici asla! M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası D iyelim alımlayıcı olarak okuru eğitip yetiştirdik, ya verimleyeni, yani yazarı? Alımlayanı yetiştirdiğimiz gibi onu da yetiştirebilir miyiz sizce? Düzenlenen “yaratıcı yazarlık” kurslarının yaygınlığına bakılırsa bu yolda başarılı olunduğu, kurslara katılanların yazarlığı enikonu öğrenip verimleyici kimliğiyle üretime koyulduğu düşünülebilir pekâlâ. Ne var ki kursları yürüten yazarlara, bu alanda öncülük üstlenmiş kuramcılara kulak verildiğinde ya da konuya değgin kitaplara göz atıldığında kazın ayağının hiç de böyle olmadığı anlaşılıyor hemence. Çünkü konunun bir yere dek öğretilebileceği, ötesinde yazarlığın, buna eğilim gösteren kişinin istencine bağlı olarak ortaya çıkıp gelişebileceği hemen her düzlemde dile getiriliyor. Öyleyse bu kursları, bilgisayar, elişi, biçki dikiş vb. alanlarda düzenlenen beceri geliştirme kurslarından, halkı eğitmek ya da gençlere meslek edindirmek üzere düzenlenen öteki kurslardan ayırmakta yarar var. Söz konusu kurslar, zaten bu koşula uygun biçimde yapılandırılıyor. Oysa yaratıcı yazarlık kurslarının, böylesi amaç doğrultusunda düzenlenmediği çok açık. Kurslara katılanlara yazar olma “paye”si verilmediği, yazarmış gibi davranılmadığı da… Yaratıcı yazarlık alanında olduğu kadar resim, müzik, tiyatro, güzel konuşma, felsefe vb. sanatsal, düşünsel öteki dallarda da kurslar düzenleniyor. “Güzel konuşma” dedim ya, bunu “sunuculuk” kursundan ayrı tutmak gerek. İlki bir açıdan kendini değiştirmeye, geliştirmeye, sonuçta dönüştürmeye aracılık yapıyor. Oysa sunuculuk, doğrudan bir amaca yönelik, hatta ekonomik çıkar vaat eden bir yan taşıyor sanki. Bir açıdan meslek edindirme kursu bile denebilir bunun için. Biz, bu tür kurslara bakarak da yazarın verimleyici portresini çıkarabilirmişiz gibi geliyor bana. Yazarın bir verimleyen olarak portresi de, dramatik sanatlarda ya da sanatta sergilenen bir yaratıcılıktan değil, bilişsel, duyuşsal alanlarda dramanın sağladığı doğurtkan düşünceden, buna bağlı olarak ortaya çıkan yaratıcılıktan söz ediyoruz aslında! Demek yaratıcı drama terimi olabildiğince yalın, açık, somut. Oysa yaratıcı yazarlık dediğimizde, öteki sanat dallarında benzer söyleyişe de rastlanmadığından bu ölçüde somut değil… Neyi anlamak gerekir “yaratıcı olan yazar” deyişinden? “Yaratıcılık”la “özgünlük” arasında bir açıdan koşutluk kurulabilir. Özgünlük bir yaratıcılık halidir belki, ancak her yaratıcı düşüncenin ille de özgünlük taşıyacağı savlanabilir mi? Buna göre yazınsal yaratıların, yalnızca verimleniş bağlamında önem taşıyabileceği unutulmamalı derim. Memet Fuat, Özgünlük Avı’nda (YKY, 1996), “Şu kesin: Saltık bir özgünlük yoktur. Ama belli bir çerçevede ‘özgün’ görünülebilir” (168) diyor. Boşuna bir yargı mı bu? Ekliyor Memet Fuat: “…Kimi sanatçılar özgünlüğe büyük önem veriyorlar. İncesine gidince olanaksız görünen özgünlüğü her şeyin üstünde tutuyorlar. / Kimileri de tersine, özgünlüğe hiç aldırmıyor… / Shakespeare, biliyorsunuz, ‘pek azı dışında, oyunlarının konularını başka yazarlardan almış. (…) ‘Yürüttü mü, yürütmedi mi?’ diye yaklaşırsak, Shakespeare’i konu yürütücülerinin en başında saymamız gerekir.” (169, 170) Memet Fuat, çok önemli bir sorunsala daha girdiriyor bizi: “Sanatçı ilgi çekmek isteyen kişidir. Yaptığı iş izlensin ister: Bakılsın, dinlensin, okunsun, beğenilsin… Sonra da etkisinde kalınsın… Kimse ilgilenmez, kimse bakmaz, kimse dinlemez, kimse okumazsa, söylenen sözün en doğrusu, en güzeli bile bir etki yaratamaz. Demek ki, amacı olan ya da olmayan, etki yaratmak isteyen ya da istemeyen, her sanatçı, öncelikle ilgi çekmek özlemindedir.” “Böylece de sanat alışılmamış olanın, aykırının ardına düşer. Sıradan olmayan şeyler, başka bir söyleyişle ‘anormallikler’ ortaya çıkmaya, baş tacı edilmeye başlanır.” “Sanatsal başarının karşı konamayan ilgi çekme gücü aykırılıkların gelip geçici etkileriyle ölçüştürülemez. Sanatın tadına varılması daha uzun süre alsa da, başarıları kalıcıdır.” (225, 226, 227) dirmek, paylaşmak istiyorsunuz. Müziğinizin çalınmasını, şarkılarınızın dinlenmesini, dansınızın izlenmesini, resimlerinizin sergilenmesini, şiirlerinizin yayımlanmasını istiyorsunuz.” “İşte bu noktada sanatınızın gerekleri dışında’ bir kaygı yakanıza yapışır: Nasıl ilgi görebilirim?” “Sanatçı yaratırken (ya da üretirken) sanatının gerekleri dışında kaygıları olmayan bir insan mıdır? Yalnız sanatının gereklerine göre mi davranır? Sanatının gerektirmediği (sanatının gerektirdiğine inanmadığı) şeyler yapmaz mı?” “Sanatçıların yaratırken (ya da üretirken) sanatlarının gerekleri dışında, ilgi çekmeye yönelik, (.) pek çok yöntemleri var; üstelik de saptanması (.) kolay olmayan, son derece incelikli yöntemler.” “Ne var ki, sanatın gerekleri dışındaki yöntemlerle pompalanan ilgiler, ister istemez bir gün sönüverir.” “…Sanatlara eklenen ilginçliklerin eter gibi uçup gitmesinden daha doğal bir şey yoktur.” “Son yıllarda yeni yetişen yazarların değişik, aykırı, alışılmamış şeyler yazma özlemleri, özgün olmak için çırpınmaları, ille bir patlama yaparak ortaya çıkmak istemeleri, bence, büyük bir yanılgı.” “Sanatta köklü, sürekli başarılar, gerçek özgünlükler, sanatın gerekleri dışındaki kaygıları en aza indirmeden sağlanamaz kanısındayım.” (46, 45, 47, 48) Öyle ya, yaratıcı yazarlık yolunda ilerlemiş birinin bu tür kaygılarla davranışlar sergilemesi doğal sayılabilir mi? Ancak özellikle 1980 sonrasında bütün bunlar, sanatın içinde, yazınsal olan davranışlar gibi görülüp algılandı sürekli. Tüm cumhuriyet tarihi boyunca genç yazar sayısında görülen bu olağanüstü artış da, yine buna koşut bir değerlendirilişle ele alınabilir bana göre. Gençler, Memet Fuat’ın Özgünlük Avı’nı okumadan yazarlığa soyunmamalı derim. YARATICILIK MI ÖZGÜNLÜK AVCILIĞI MI? Sanattaki, yazarlıktaki amatörlük, profesyonellik tutumuna da getiriyor sözü Memet Fuat. Bizde bu kavramlar, yalnızca parasal bağlamda alınıp işteki uzluğa neredeyse hiç değinilmiyor. Oysa karşılığında pek de para kazanamadığı halde işini büyük uzlukla (profesyonellikle) yapan ne sanatçılar, yazarlar var. Tam tersine çok çok paralar kazanırken, işinde bir türlü uz’laşamayan (profesyonelleşemeyen) sanatçılara, yazarlara da rastlanıyor sıklıkla… “İnsan bir sanatla, kendine mutluluk verdiği için ilgilenebilir. Örnekse resim yapıyor, resim yapmaktan tat alıyordur.” “Gözlerden uzak, kendi kendine dans eden birini düşünün. Dans orada başlayıp biten bir olay. İzleyen kimse de yok. Niçin dans ediyor? Hoşuna gittiği, tat aldığı, dans ederken mutlu olduğu için. Şiir yazan, yazdıklarını kimseye göstermeyen kişi de böyledir. Amaç sanatsal yaratıcılıktan tat almaktır yalnızca. Kişisel bir olay, sevgi olayı, karşılıksız, amatörce.” (45, 46) Buna göre yaratıcı yazarlık kurslarına katılan, sonuçta “sanatsal yaratıcılıktan tat alma” dışında herhangi kaygı taşımayan adaylar, özgünlük kaygısı da duymadıklarından doğruya en yakın konumdalar belki. Ya ötekiler? Profesyonel verimleyiciler yani yazarlar? Yine Memet Fuat’a dönelim: “Profesyonellik dediğim ise bunun tersi: Yaptığınız işleri başkalarına göstermek, beğen KENDİSİ OLMAK! Demem o ki yaratıcı yazarlık kurslarıyla sanata özgülenmiş ötekilerini birer “kendisi olma” kursu biçiminde yorumlamak olanaklı. O halde bir adayın ne yapıp edip “kendisi olma”ya bakması gerekiyor yazar olabilmesi için. Belki kendisi olunmadan da alımlayıcı olunabilir, ama verimleyici asla! Takıldığım tek yan yazarlığa eklemlenen “yaratıcı” sözcüğü üzerine. Yazarlığın önüne getiriliyor da bu, sözgelimi şairliğin, ressamlığın, yontuculuğun, müzisyenliğin, tiyatroculuğun, sinemacılığın önüne getirilmiyor, neden? “Yaratıcı drama” dediğimizSAYFA 8 AMATÖRLÜK, PROFESYONELLİK: UZLAŞMAZ KARŞITLIK Aktarmıştım daha önceleri. Memet Fuat, Çoğunluğun Gücü’ndeki (Adam, 1998) bir denemesinde “Derli toplu bir anlatı yeteneği”nin yeterli olacağını söyler yazarlık için, bu yeteneği kazananların “bir gün” kitap yayımlayabileceklerini belirtir. Hatta Kadri Gürsel’in Dağdakiler adlı kitabını örnekler. Buna göre eli kalem tutan, Memet Fuat derli toplu anlatı yeteneği olan herkes yazabilir demek ki. Nitekim onlarca insan, geneli ilgilendirmese bile kitap yayımlamıyor mu? Bunlardan kimilerinin taşıdığı değerin, nice sonra ortaya çıktığını duyduğumuz olmuyor mu? Sözlü tarih dediğimiz öznel anlatıların da bu kavrayışa dayandığı açık. Yalnız anı değil başta şiir, roman, öykü olmak üzere kimbilir kimler neler yayımlıyor da bizim haberimiz olmuyor. Öyle ya bugüne dek bu nitelikte yayımlanmış kaç yüz bin, kaç milyon kitap var, kim biliyor bunu? Türk sinemasını izliyor musunuz? Okullu genç yönetmenlere hadi diyelim bunun tekniği öğretiliyor, ama kimileri var ki bu doğrultuda hiçbir öğretim görmeden, eğitim de almadan tutkuya dayalı birikimleriyle parmak ısırtacak filmler çıkarabiliyor karşımıza. Ahmet Uluçay’ın Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak adlı filmi bu yönde örneklenebilir pekâlâ. Belgesel sinema üzerinden de örneklemeyi sürdüreyim… Alıcı (kamera) artık öylesine ucuzladı, öylesine yaygınlaştı ki, hemen herkes, eline geçirdiği bir alıcıyla kendisini, ailesini, grubunu ya da herhangi olayı çekip belgeleyebiliyor. “Düğüncü çekimi” diye bir deyiş bile çıktı bu konuda. Elbette bunlara da “belgesel” diyeceğiz. Ama sanatçı yazarın, sinemacının, belgeselcinin verimini ötekilerden ayırmak her zaman kolay olmayabilir. Pek çoğu zamanın altında kalırken hangileri, buna ne kadar direnecek, bir çırpıda yanıt verebilmenin olanağı var mı? Buna bakarak şöyle söylenebilir: “yaratıcı yazarlık” kurslarının “yaratıcılık”a değilse de “yazarlık”a katkı sağlayacağı açık! Ama kurs çalışmalarına katılan yazarların bu bağlamda kendi yaratıcılıklarını kışkırtacakları da kesinlenebilir herhalde. Vedat Günyol’un bir denemesinde okumuştum. Herhangi konuyu kökten öğrenmenin en iyi yollarından biri de bunu başkalarına öğretmeye girişmekmiş. Kurslarda eğitmenlik yapan yazarları ayırarak söylemiş olayım bu sözü. Ama bunun kendileri için yine de yeni deneyimlere uçurucu bir ortak çalışma olmadığı, olmayacağı savlanabilir mi hiç? Demek oluyor ki yazarların kurslarda yaptığı atölye çalışması aslında. Küme çalışması (workshop) da denebilir buna. Nitekim bazı yaratıcı yazarlık kurslarının “yazarlık atölyesi” biçiminde duyuruluşu bunu gösteriyor bence. Genelde yaratıcılık, özelde yaratıcı yazarlık öylesine gözde hale geldi ki, bu alanda hiç de küçümsenemeyecek bir verime ulaşıldı hatta. Artık bir minik kütüphanemiz bile var diyebilirim yaratıcı yazarlık konusunda. Buna yönelik kimi kitaplar üzerinde durmuştum daha öncelerde. Bunlara iki kitap daha ekleyecektim bu hafta “Kitaplar Adası”nda. Zehra İpşiroğlu’nun Yaratıcı Yazma / Yaratıcı Yazma Çalışmalarında Yazınsal Metinlerin İşlevi (Morpa, 2006) ile Aydın Şimşek’in Yaratıcı Yazarlık ve Deneysel Düşünme (Kum, 2006) adlı kitapları. Yerim kalmadığına göre haftaya değineceğim demektir bunlara.? KİTAP SAYI 845 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle