Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
KISA KISA... KISA KISA... KISA KISA... para eder hale geldi. ‘Serbest rekabet’ ortamında bu meslekdaşlarımız serpilip büyüdüler, zenginleştiler. Dilleri yumuşadı, bakış açıları ‘derinleşti’…” 12 Eylül ve Andıçlanan Gazetecilik olan toplumsal sorumluluk ilkesini ve bu ilkenin uygulanabilmesi için gerekli örgütlenmeyi tartışmaya açıyor. 12 Eylül 1980: Türkiye tarihine vurulan keskin bıçak “darbesi”ydi. Politikadan, kültür ve eğitime kadar her alanda, tek tek bireylerden ülke bütününe her katmanda yaşanan organize dönüşümün başlangıç tarihi de denebilir bu sürece... 1980 darbesi sonrası okula başlayan bana ve benim kuşağıma dikte edilen hayat anlayışı, hâlâ değerlerini korumaya çalışan anne babamınkilerle çelişir hale getirmişti bizleri. Bu süreç, onların hayretle karşıladığı yolsuzlukları, etik çürümeyi, Amerikan rüyasından devşirme köşe dönmeci mantığı, benim kuşağımın günlük yaşam diye algılamasına neden olmuştu.(P) Organize biçimde başlayan, ardından kendini günlük hayatın akışına bırakan bu dönüşümün en önemli ayağı, şüphesiz, demokrasinin dördüncü kuvveti, halkın neyi konuşacağını ve nasıl konuşacağını belirleme gücüne sahip yazılı ve görsel medyadaki değişim oldu. Oral Çalışlar’ın yeni çalışması 12 Eylül ve Andıçlanan Gazetecilik, medyaya dönük sessizliğe darbe vuran bir çalışma. Bir anlamda, “Bize neler oldu? Nasıl oldu? Neden oldu?” yu masaya yatı rıyor. Çalışlar anılarına da yer veriyor kitabında. Aktarılan anılarda Türkiye’de demokrasi ayıbı olarak nitelenebilecek, basını yaralayan belli başlı olaylar gündeme geliyor. ? Gülşah KARADAĞ O ral Çalışlar’ın yeni çalışması “12 Eylül ve Andıçlanan Gazetecilik”(Güncel Yayıncılık)i bir hesaplaşma. Gazeteciliğin zaman içinde, politikacılardan sonra en güvenilmez meslek grubu haline geliş sürecini sorgulayan bir hesaplaşma. Çalışlar, kendi yaşadıklarından yola çıkarak 1980 sonrası medyadaki değişimi aktarıyor. Basının nasıl olumsuz bir değişim geçirdiğini gözler önüne seren kitap, Türkiye’de uzun süredir unutulmuş 12 EYLÜL SABAHI Oral Çalışlar, askeri darbeyi günlük bir gazetenin genel yayın yönetmeni olarak karşılamıştı. Gazetesi kapatılmıştı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin üyesi olduğu halde cezaevi sürecinde meslek örgütü tarafından sahiplenil(e)memişti. 12 Eylül’ü en yakıcı biçimde yaşamış insanlardan biriydi Çalışlar. Kitap, 12 Eylül sabahı yaşadıklarıyla başlıyor. Gazetenin nasıl kapatıldığını, nasıl cezaevine girdiğini anlatıyor. Daha sonra cezaevinden Türkiye Gazeteciler Cemiyetine mektup yazıyor. Mektubunda, hukuki destek istiyor. Hayır cevabını alıyor. Aradan yıllar geçtikten sonra bir Türkiye Gazeteciler Cemiyeti kongresinde söz alıyor ve yaşadıklarını anlatıyor. Dönemin Cemiyet Başkanı Nezih Demirkent, artık hayatta olmayan Burhan Felek ve Mustafa Yücel adına özür diliyor, korktuklarını ifade ediyor. Bütün bu olaylar belgeleriyle birlikte kitap yer alıyor. Kitabın ikinci bölümde Çalışlar’ın 1984 yılında bir ay boyunca tüm gazeteleri inceleyerek yaptığı araştırma yer alıyor. Çalışlar bu uzun araştırmayı yayınlarken, 2006 yılındaki basının durumunu o dönemle karşılaştırıyor. O dönemde Hürriyet gazetesinde yalnızca bir köşe yazarının olduğunu kim düşünebilir? Gazetelerin 20 yıl içinde günlük toplam satışlarının 2.5 milyondan 5 milyona çıkması ve reklam sayfalarının 56 misli artması da dikkat çekici. SİYASET VE MEDYANIN İÇ İÇE GEÇİŞİ 1984 yılındaki araştırmasında yer alan ve o dönemi özetleyen çarpıcı bir yorumda şunları belirtiyordu: “Haber 12 Eylül ve Andıçlanan Gazetecilik/ ve fikir basınının yerini gittikçe bu Oral Çalışlar/ Güncel Yay./ 248 s. fonksiyonundan uzaklaşan, yönetim taraflısı veya en azından yönetimin tepkilerini dengelemeyi bir sanat haline getirmiş, kişiliksiz, şekilsiz, köşesiz bir basın alıyor.” Sonra şunları da ekliyordu: “Etkinliği azalan ve sürekli okuyucu kaybeden basın, kısıtlamaların da etkisiyle kişilikli bir görevi yerine getirecek gücü yitirince çareyi magazinde buldu.” Tan gazetesi 1984 yılında 715 binlik tirajla en çok satan gazete durumdaydı. Tan deneyiminden etkilenen gazeteler de ilginç manşetler atmışlardı. Örneğin Milliyet gazetesinin o günkü manşetlerinden bazıları şöyleydi:”Azdılar”, “Bela Arıyorlar,” “Kahpeler”. 1984 yılının çarpıcı panoramasından bugüne gelirken, basında tekelleşme sürecine ve patronlar arası rekabetin sonuçlarına takılıyor Çalışlar’ın kalemi. Ardından gazetecilerin, haber kaynaklarıyla ilişkilerindeki bozulma, muhabirin istihbarat ve propaganda ögesi haline gelişi örnekleniyor; siyaset ve medyanın içi içe geçişi aktarılıyor: “Basında bir grup var ki, bunlar hiçbir zaman eskimezler. Kim iktidarda olursa olsun, kimin eline maddi güç geçerse, Oral Çalışlar’ın yeni kitabında medyanın yakın bunlar hemen ona yanaşırlar… geçmişine kişisel gibi görünen bir yolculuk yer alıyor. Bel kemiği olmayan gazetecilik, Bu yolculuk k işisel bir yolculuk değil. Bu yolculuk, özellikle 12 Eylül sonrası iyice değişen medyanın kilometre taşlarına işaret koyuyor. SAYFA 30 CUMHURİYET KİTAP SAYI “ANDIÇ” Genelkurmay’ın ünlü “Andıç” belgesi; gazeteciler arasında ünlenmiş belge. PKK elebaşılarından Şemdin Sakık’ın yalan ifadelerine dayanan ve iki büyük gazetenin sorgu sual etmeden ve gerekli araştırmayı yapmadan manşetlerinden yayınladığı düzmece haberin adıydı “andıç.” İki gazetecinin yalan haber mağduru olmasına yol açan gizli “Andıç” belgesi ve kararı, kamuoyunda yeterince tartışılmadı. Oysa basının yüz yüz geldiği en kötü deneyimlerden biriydi bu sahte belgeler. “Türkiye’de bu tür olaylar haêlâ sürüyor… (Örneğin) Şemdinli sonrası ortaya çıkan olaylar, yine bir ‘Andıç’ı tetikleyebilir.” Çalışlar’ın yakın tanığı olduğu cezaevleri operasyonunu ve bu süreçte yayımlanan yalan haberleri ve saldırgan yorumları da kitabında değerlendiriyor. Kendisine yönelik eleştirileri de ele alıyor. Basının o dönemdeki ayıplarına dikkat çekiyor. Kitap, ‘Tan türü gazetecilikle’, doğrudan sansür ve yasaklamalarla başlayan etik kayışın nerelere uzandığını değerlendirmeye çalışıyor. 90’lı yıllarla birlikte artan “otosansürcülüğün”, “andıçların”, “taraflı haberlerin” ve “iş takipçisi gazetecilerin” neden normal ve meşru hale geldiklerini tahlil etmeye, uğraşıyor. Kitabın son bölümü, yitirdiğimiz gazetecilere ayrılmış. Mustafa Ekmekçi, Mehmed Kemal, Uğur Mumcu, Abdi İpekçi ve Ergun Balcı gibi, gazeteciliğin köşe taşlarının bu mesleğe katkıları ele alınıyor. Çalışlar’ın yeni kitabında medyanın yakın geçmişine kişisel gibi görünen bir yolculuk yer alıyor. Bu yolculuk kişisel bir yolculuk değil. Bu yolculuk, değişen medyanın kilometre taşlarına işaret koyuyor. Bu dönemi öğrenmek isteyenlere önemli bir kılavuz. Gazetecilik okulları için gerekli bir başvuru kitabı…? ? 845