Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? sen ve senin gibiler." Ne dersiniz? Kaybettik, bu aşikâr. Yıldız gibi düşünenler kaybetti. Ancak bunu bir son olarak görmüyorum ben. Bu kaybediş başka bir oluk bulacak kendine. Askeri bir dünya düzeni, yaşamı çevreleyen çirkinlikler, dürüstlüğün raflarda tozlanmaya yüz tutmuşluğu, samimiyetsizlik, politikadaki iki yüzlülük… Bunların tersini istemek hayal mi? Bence değil. Bir iki yüzyıl sonra bunları isteyenler çoğalacak. Hep Yıldız’dan konuştuk! Biraz da Nimet’i irdeleyelim, ama sadece tek bir soruyla, çünkü onun hikayesi okura saklı kalsın. Sanki ahlaki bir yapısı var Nimet’in, yanılıyor muyum? Ahlak, yoksa etik mi? Nimet Güzel acısını kimseden çıkarmıyor. Kitaptaki en masum karakter o. Diğer gazeteci Nimet Bor içinse okurun görüşünü bekliyorum çünkü o geleceği belirleyebilecek genç ve aktif bir kuşaktan geliyor. MEDYANIN VİCDANI Bu romanda biraz olsun(!), medyanın o ensesi kalınlarının eleştirisini yaptığınızı söyleyebilir miyiz? Bence az bile yaptım! Daha uzun bir kitaba saklıyorum içimdeki gerçek hislerimi. Tam da bu noktada ‘vicdan’ın nereye düştüğünü düşünürsünüz? Yukarda açıkladım galiba. Ama medyanın vicdanı diye soracak olursanız; gazeteci Nimet Bor’un sözlerine dayandırarak irdelemek isterim bunu: Hak… Yaşamlarımızı bu hale getirmeye hakkı var mıydı medyanın, şeklinde bir soru sorar Yıldız gazeteci Nimet’e. O da "Böyle bir hak varsa buna hakkı yok medyanın, haklısın" diye cevap verir Yıldız’a. Burada ben de size "hangi vicdan?" diye sorayım mı? Ve konuya dair son soru: Hayatta kalabilmek, diplomatik takılmaktan mı geçiyor? Elbette. Sadece hayatta kalmak değil, hayatı devam ettirebilmeniz için de bu geçerli. Bugünün geçerli kuralı bu. Leylâ Erbil, çağımızı en has biçimde temsil eden çarpıcı öykülerinden birinde, Üç Başlı Ejderha’da şöyle der: "Başkaldırı eskidi, başka yollar bulmalı." Ama bunun cevabı, diplomatik takılmak ve bununla geliştirebileceğiniz manevra yeteneğiniz değildir, olmamalı. Çağ bunu sürekli ödüllendirse de, değildir. Gündelik yaşama bakın: en olmadık popüler insanlar, örneğin Rudyard Kipling’in o her coğrafyaya ve tarihsel her ana yaftalanabilecek "Eğer" şiirinde bilfiil gezinip alkış alabilir. Alsınlar; ama ardından bütün dünyayı isterler, istiyorlar. Bu böyle gitmez. Buna günde 16 saat taşeron olarak çalışan ve dünyayı hep uzaktan seyretmek durumunda bırakılmış birilerinin "Gelinim Olur musun" gibi yayınların platosunun dışında diyecek bir sözü olsa gerek. Benden, sizden daha sahici birilerinin… Kibarlıktan ve ince hesaplardan çok insanlığı tercih eden birilerinin. Ahmet Cemal’in romanının ismi ne güzeldir: Kıyıda Yaşamak. Sizin romanınız için de tüm bu konuştuklarımıza çözüm olabilir mi kıyıda bir yaşam? Kıyıda yaşamak… Freud’un işaret ettiği o okyanussal benliğe ya da VicCUMHURİYET KİTAP SAYI toria Holbrook’un Osmanlı divan şiirinde altını çizdiği denize, o hayali denizde saklı olan ruha madem dönemiyoruz, kıyıda yaşayalım o halde. Edebimizle kıyıda. ABD’de yaşam sürdüğünüzü düşünerek, yoksa sizin gibi göçebe bir yaşam tarzı mı sorusunu yönelteyim peşi sıra? Olmak isterdim ama ben bir göçebe değilim. Aidiyeti dışlasam da aidiyeti arayan, onun içinde huzur bulan biriyim. Bir göçebenin aidiyetle ilgisi yoktur. Son derece statükocu olduğunu düşündüğüm bir yaşamım var, bunun içinde yazı yazan biriyim. Bir yıldır eşim Ruşen Çakır’ın işi gereği Washington D.C’nin oralarda, biz geri kalmış İslam halklarını boyunduruktan kurtarmak için var olduklarını düşünen beyaz ve Hıristiyan bir geleneğin ortasında çıldırmadan yaşamaya çalışan biriyim ben. Bu yaşam tarzı için diyebileceğim bir tek şey var: Bunun arkasından bir kitap daha gelir… Romanda siyaset de fazlaca eleştiri konusu olur! Buna girmeyelim derim... Cemre, siyasi bir roman ama tipik bir siyasi roman değil. O yüzden sözü yine okura bırakmaktan yanayım. Ayrıca, burada söylediklerim yeterince siyasi bir hava yarattı zaten… Şu tezin yorumunu alarak bitirelim bu keyifli söyleşiyi: "Hayat yalan, hayal gerçek." Nasıl bir bakış açısı getirirsiniz bu cümleye? Gerçek, inandığınızdır, o kesin. Cemre’de böyle. Ben de Cemre’den mesulüm… Az kalsın unutuyorduk, ya da bu söyleşiyi hazırlayan şahıs kasıtlı yaptı, peki ya o zaman ‘cemre’ nereye düşüyor Müge İplikçi? Umarım en çok gençlerin üstüne düşer, onlara "bizim kuşağı" çok da suçlamamaları esinini verir. Umarım bizim kuşağın aklına düşer. Onlara kendilerine çok da kızmamaları tütsüsünü yayar. Umarım 68 kuşağının başına düşer. Onlara kendilerini çok da hüzne kaptırmamalarını fısıldar. Ve umarım Cemre, dilekleriyle Türkiye’ye düşer, hayal ettiğimiz gerçek olur, "Ümit etmemekten ve kendimize güvenememekten" vazgeçeriz bir gün. Böylece bugünkü yaşadıklarımızın bir sonuç değil bir neden olduğunu anlarız belki. ? eoztop@aof.anadolu.edu.tr Cemre/ Müge İplikçi/ Defne Yayınları/138 s. 845 SAYFA 5