23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Cezmi Ersöz ile 'Derinliğine Kimse Sevgili Olamadı' üzerine Cezmi Ersöz’ün, "Derinliğine Kimse Sevgili Olamadı" adlı kitabı, okuyucuları ile buluştu. Vedat Sakman ve Haluk Çetin’in besteleri, Leman Sam’ın sesi ile yorumlanan Cezmi Ersöz şiirlerinin yer aldığı CD de kitapla birlikte okuyucuya sunuluyor. "Gelecek adına tek kaygım, ‘aşk’ oldu, hep…" diyen, yerleşik umutsuzluğu ile el ele aşka yürüyen, sevdiğine söylediği sözlerde yaşamın acımasızlığına, sosyal yaralara dikkat çeken, annesinin sevgi dolu kokusuna özlemli Cezmi Ersöz, ‘kendisini terk edenlerin bile sığınağı olabilecek denli’ engin gönüllü olduğunu duyumsatıyor. "Sevginle, zamanı, kendime dost kılıyorum." tümcesiyle yüreğinin sıcaklığını hissederken, gelecek kaygısını sevda ile hafifletme çabasından etkilenmemek olanaksız. Anlatımında eski otobüslerle yolculuk etmek, fakir otel odalarında düşlenen aşklar sık sık yer alırken, bu çağrışımlar, yaşama bakış açısının; hep ezilmiş, dışlanmışları kendinden bilmesinin sözcüklere yansıması olarak dikkat çekiyor. Aynı duyarlılık; ölüm orucu ile ilgili ya da edebiyat dünyasındaki sorunların sesi olma konusunda yaptığı çıkışlarda da görülmektedir. Cezmi Ersöz ile suskunluğunu ve yalnızlığını bir süreliğine erteleyerek hazırladığı, "Derinliğine Kimse Sevgili Olamadı" adlı kitabı üzerine söyleştik. SAYFA 16 ‘Aşkı ararken tıpkı kurnaz çıkarcı tüketiciler gibi davranıyoruz’ sında boğulup gidiyor. Kent bizlere, her şeyi vaat ediyormuş, seçenek çokmuş gibi gösteriyor; ama evlerimize çekildiğimizde, var gibi görünen şeylerin aslında birer hayal olduğunu fark ediyoruz ve derin bir yalnızlığa düşüyoruz. İşte, kalabalıklar arasında yaşanan yalnızlık bu. Sözde imkânların olduğu bir ortamda, olasılıkların gözümüzü boyaması yüzünden, yanımızdaki insana karşı çoğu kez vefasız oluyoruz. Adam, "Sevgilimin gözleri Sharon Stone’a benziyor" diye övünüyor mesela, sanki rakip ürünleri kıyaslıyor. Böylece ilişki, bir tüketici nesne ilişkisine dönüşüyor. Oysa aşk, iki öznenin çok derin iletişiminden oluşur. Ama ticari mantıkla baktığınızda, bir gün yanınıza çok daha kaliteli bir araba gelebilir ve artık bu arabaya geçersiniz. Dolayısıyla, hiç kimse artık vazgeçilmez, biricik, eşsiz değil. Sanki her an herkes terk edilebilir. Bu hayat tarzı da insanları son derece çıkarcı, açgözlü ve pragmatik yapıyor. Yaşadığımız bu. Açgözlüyüz ama bir o kadar da yalnızız; çıkarcıyız ama bir o kadar da aşkı özlüyoruz... SERTLEŞEN İNSAN İLİŞKİLERİ "Çünkü benim yüzümden acı çektiğini görmüştüm bir kez." (s:11) "Aşkım, kendim için değil, onlar içindi…" (s:81) gibi tümcelerle de sık sık yinelenen karşısındakinin gereksinimi olduğu için ona sevgi vermek, yalnızca sorunlarının çözümü olmak için birlikteliğe başlamak bu kitabınızda da dikkat çekiyor ve sevda için mutlak bir zayıflık aramak gerektiğini düşünmeye zorluyor. Aşk; nedensiz, çıkarsız, koşulsuz, çok da düşünmeden yüreğinin ardı sıra sürüklenmek değil mi? Hep sevgilinin ihtiyacına yönelik yaşamak; karşılıklı yaşanması gereken beraberliğin içtenliğini hatta özgürlüğünü yok etmiyor mu? İnsan ilişkileri, özellikle de ikili ilişkiler çok sertleşti. Her şey "kazan ve tüket" mantığıyla yaşanıyor. Herkes birbirini hızla tüketip kırıp döktükten sonra yoluna devam ediyor. Geriye, parçalanmış hayatlar ve hazin öyküler kalıyor. Bu süreç, giderek daha da acımasız olacak diye düşünüyorum. Burada, sanki giden kazanmış, galip olmuş, kalan ise mağlup edilmiş ve başarısız olmuş gibi bir anlayış var. Ne yazık ki tüketim ideolojisi baskısı altındaki insanların algıları böyle. Aslında, kazanmak ve kaybetmek ticaret dünyasının kavramları. "Derinliğine Kimse Sevgili Olamadı" adlı yeni kitabımda, ben gidenden çok kalanın öyküsünü ve şiirini yazdım. Beklemek, dişi bir duygu ve daha soylu geliyor bana. Tarih öncesinde de hep kadınlar beklemiş. Erkek kas gücü sayesinde ava çıkarken, kadın mağarasında hep erkeğinin ayak seslerini beklemiş. Adam, avını sırtına atıyor ama sabah yanından ayrıldığı kadına dönmeyebilir de. Güçlü, çünkü avı var. Yandaki mağaradaki bir başka kadına da gidebilir. Bu noktada beklemek, sabretmek dişi bir duygu. Bunu cinsiyet olarak KİTAP SAYI ? Mine ÖZGÜR şktan söz eden, sevgiyi okurlarına yaşatan bir yazar olmanızın yanı sıra; toplumsal olaylara duyarlılığınızla anlatımınız ayrı bir anlam kazanıyor. Politik görüşü olan, okuyan, sorgulayan okurlarınız çoğunlukta. Aşktan söz eden yazarlarla en önemli ayrıcalığınızı bu bakış açısı gerçekleştiriyor diyebilir miyiz? Yaşadığımız aşkları toplumsal hayatımızdan soyutlayamayız. Çünkü bizler ne kadar karşı olursak olalım içinde yaşadığımız kültürün ürünüyüz. Aşk iki kişilik bencillik değildir. Bir odaya kapanıp günlerce herkesten uzak kalsak bile parçası olduğumuz kültür gelip, bizi kuşatır. Ne yazık ki aşkı iki kişilik bencillik olarak yaşayan ve algılayan çok insan var. A Aşk; yaşadığımız hayata karşı daha duyarlı kılmalı, başkalarının acılarına daha fazla ortak olmalıyız. Bu yüzden anlattığım aşk öykülerinde insanlar hem başkalarının acılarına hem de kendi geçmişlerine daha hassastırlar. Bu nedenle toplumsal acılar geniş bir yer tutar. Çocukluğun kapanmayan derin yaraları, yoksullukla dolu ilk gençlik yılları, ölüm acısı, iç sıkıntısı, ödenmemiş faturalar, sefalet, sürgün, göç, işkence ve daha bir çok toplumsal sorun kendisini hissettirir. Aşkı en ince boyutları ile yaşamak istiyoruz ama aşkı ararken tıpkı alışveriş dünyasındaki o kurnaz çıkarcı tüketiciler gibi davranıyoruz. Çünkü çok olasılık var şehirlerde. "Denizde balık çok" diye düşünüyor insanlar. Metropol insanı, "Şu yan masadaki olmazsa, barda oturan, o değilse şu anda içeri giren kişi benim romantik alınyazım olabilir" diyor ve olasılıklar ara ? CUMHURİYET 845
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle