Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
oo, güvercinlerime dokunmayınız, dedi. Ihtiyar çiftlik sahibinin hayatta en çok sevdiği şeylerden birisi ve belki birincisi de güvcrcinlcri idi. Genç yaşından beri ne tarlası, ne ağılı, ne ahırı, ne kümcsleri onu çiftlik binasının iç avlusıındaki güvercinleri kadar işgal etnıemiştir. Bunun için deöil midir ki, onu, kasabada olsun, köydc olsun, aile adının bütün şöhretine rağmen "Kuşbaz Hüseyin Bey' dcmcden kimse tanımaz. Kuş merakı, içki, kadın ve kumar iptilası gibi bir şcydir. Hüseyin Bcy, evleri yıkan, hanümanları dağıtan ölüm veya cinayctlc ncticclcnen bu üç iptiladan hiçbirini tanımadı; fakat "kuşbaz"lığı bunların hepsini bastırdi. Omrünün öyle devreleri oldu ki, karısını, kızlarını ve en mühiın işlcrini bu merakı vc eğlencesi yoluna, adeta feda etti; unuttu, kendinden gcçti; bir mcczup haline girdi. îjimdi, o havalinin (ne diyorum? bclki dünyanın) en güzel, en nadir ve en cins güvercinlerine o sahiptir. Otuz seneden beri bu nazenin mahluklardan, bin ihtimam ve bin itina ile kimbilir kaç nesil yetiştirdikten ve bu fcnde, kimbilir ne kadar alın teri döktükten sonra nihayet bugün en temiz bir ıstıfaya mazhar olmuş bu zavallı asil kuşlar ortasmda hayatının en mesut dakikalarını yaşıyordu. Her birini ayrı ayrı isimleriyle çağırıyoıdu. Yabancı bir göz için hepsi bir renkte, bir boyda ve bir şckilde görünen bu mahlukları birbirinden ayıran birçok gizli alametler yalnız ona zahir idi. Bazılarının boyunlarındaki ince mercan gerdanlıkları, bazılarının topuklarındaki altın mahmuzları, kiminin kanatları altındaki yeşil benekleri veya gözlerinin içindeki kızıl yddızları o görür, o bilirdi. Avlunıın içinde hepsinin derecelerine göre ayrı ayrı daireleri vardı; Kuşbaz Hüseyin Bey, her akşam iistü, insan ruhlu bu güzel kuşların her birinin kendi sevgilisiyle kendi odasına çekildiğini görmeden içi rahat edip yemeğini yiyenıezdi. "Acaba Dilfiraz bu akşam Yaşar'la niçin birleşmedi? Acaba Akkadın'la Süleyman Usta'nın arası neden açıldı? Mutlaka küçük Serfiraz Mesud'a gönül bağladı. Fakat, ben bu ikisinin çiftleştiğini hiç istemiyorum. Ne yapsak acaba, ne yapsak..." derdi ve bu endişelerle bütün gece gözüne uyku girmezdi. Yatağının içinde sağdan sola, soldan sağa dönüp dururdu. Karısı yanı başında sinirlenirdi: Yahu, ne olur biraz da bcnimle meşgul olsan, derdi. Fakat, Kuşbaz Hüseyin Bey, bütün gönül ve cinsiyet işlerini yalnız güvercinlere mahsus bir şey zannederdi. Hele, hep birden uçtukları zaman neşesine payan olmazdı. Avlıınun ortasında, elinde bir uzun kargı ile saatlcrcc başı havada, ağzı açık hayran hayran dolaşırdı. 1335 senesinin, nisan aylarında bir öğle sonu bütün civar köylerde olduğu gibi, onun çiftliğine de bir bölük diişman askeri girdiği gün, o, işte bu vaziyette avlunun ortasında idi. Y Seçilmiş Hikâyeler Fethi Naci Güvercin Avı Yakup Kadri Karaosmanoğlu (18891974) Birden, etrafında adamların koşuşmaya ve içeriden karısıyla kızlarının tclaşlı telaşlı konuşmaya başladığını hissetti; döndü baktı ki, iki kanadı açık büyük avlu kapısından içeriye, bir hana inen yorgun ve sakin bir yolcu kafilesi tavrıyla, bazısı at1ı, bazısı yayan bir sürü düşman askeri giriyor!.. Kuşbaz Hüseyin Bey'in ömründe ilk defa olaraktır ki kuşları havada iken başı yere indi; benzi sapsarı, gelenlere doğru yürüdü; henüz bir çiftlik beyi amirliğiyle: Ne var? Ne istiyorsunuz? diye sordu. Bunun üzerine gelenlerden biri gülerek laubali bir tavırla ona yaklaştı: Merhaba beyim; yabancı değiliz, dedi. Hüseyin Bey, bu sözleri söyleyerek kendisine elini uzatan genç düşman çavuşunu tanır gibi oldu, fakat pek iyi hatırlayamadı. Çavuş, sırnaşık bir gülüşle sordu: Tanıyamadınız mı? Ispiro'yu tanıyamadınız mı? Ispiro, Ispiro?.. Hüseyin Bey, birden: Ha, evet, dedi. Bu adam, beş sene evvel Hüseyin Bey'in yanında altı ay kadar hizmetkârlık etmişti; eli uzunca ve açıkgöz bir delikanlı idi. Gittikçe laubalileşen bir tavırla elini ihtiyar adamın omuzuna koydu ve kulağına eğildi. Yavaşça: Birkaç akşam burada kalacağız, dedi. Zabitler köy evlerinde rahat edemezler, biraz ikram lazım... • Hüseyin Bey, şaşkın bir halde: Peki buyursunlar, dedi. Işte, bunun üzerinedir ki düşmanlar ihtiyann yanına geldiler, gülüşerek, konuşarak ctrafını aldılar ve havada uçuşan güvercinlere nişan almak istediler. Hüseyin Bey, elindeki kargıyı asabiyetle sallayarak, yarı öfkeli yarı tehditli bir sesle: Yo, dedi, güvercinlerime dokunmayınız!.. Fakat, o bu sözünü bitirmemişti ki, yanı başında bir silah patladı. Hüseyin Bey, eteği tutuşmuş bir adam telaşıyla ilk kurşunu atanın kolundan çekti: Ne yapıyorsun? Sakın ha! diye bağırdı. Lakin, o bununla meşgul olduğu bir sırada bir diğeri silahını havaya kaldırdı; kulağı dibinde bir ikinci kurşun daha vızladı; havadaki kuşlardan bir tanesi döne döne, yavaş yavaş aşağı düşmeye baş ladığı ve uçan kafilede büyük bir perişanlık alamcti belirdi. Hüseyin Bey'in elinden kargısı düştü, bütün vücudu titriyordu, yüzünün rengiyle sakalının rengi birbirinden fark olunamıyordu. Ispiro, yanına yaklaştı: Ne olur canım, bırak! dedi. Bırak mı? Sen aklını mı bozdıın? Söyle şunlara, vallahi sonra fena olur. Fena mı olur? Nasıl?.. Hey, kendine gel çorbacı, o günler geçti. Dünkii uşağına ağzından yüzüne bir tükürük gibi fışkıran bu sözdeki nihayetsiz hakareti işitnıedi, hıssctmcdi bile... Şinv di bütün hassası, birbiri ardı sıra havaya kalkan silahlar, vızıldayan kurşunlar, döne döne, yavaş yavaş iki kar parçaları ha lindc yere diişcn güvercinlerle meşguldü; çaresiz yalvarmaya başladı: Rica ederim yeter artık, rica cderim! diyordu. Size ne isterseniz vereyim... Bunlar ne ye, nir, nc içiîir, yahu günahtır, günahtır. Ve ona: Günah mı? Osizin dinde... cevabını veriyorlardı ve Ispiro arsız arsız gülüyordu. Nişan alan zabitlerden birisi arkasına döndü; kendi lisanında bir şeyler bağırdı, hemen hayvanlarla meşgul neferlerden birkaçı düşen kuşları toplamaya şitap ettiler. Bunlardan bazı avluya, bazıları çiftlik binasının damları üstüne, bazıları dışardaki göle, bazıları bostana, bazıları epeyce uzaklarda, tarlalara düşüyorlardı. Bu beyaz güvercin yağmuru altında yaramaz bir çocuk neşesine tutulan düşman askerleri bir taraftan el çırpıyorlar, bir taraftan haykırıyorlar, bir taraftan da durdukları noktada tepiniyorlardı. Zavallı Hüseyin Bey, kendinden geçtı, bulunduf*u yere çöküverdi. Artık hiçbir şey söylemiyor, kenarlanndan iri yaş damlaları sızan gözleriyle bu vahşi avı seyrcdiyordu. Ispiro yaklaştı, dedi ki: Neye bu kadar telaşlanıyorsun? Bırak, biraz eğlcnsinlcr, bırak biraz eğlensinler. Kaç gündür muharebe ediyoruz. Akşam bu kuşlardan âlâ mezelik olur mu? Hep beraberiz. Hüseyin Bey, bir şey söyleye cck oldu, söyleyemedi, yutkundu kaldı. Şimdi gözyaşları dinmiş ve bakışına korkunç bir manasızlık gelmişti. Beyaz kuşları üst üste, demet demet avlunun ortasına yığıyorlardı. Havada kalanlar da dagılıp gitmişlerdi. Avcılara artık bir kesel gelmişti; içlerinden birisi gülerek Hüseyin Bey'e yak laştl, gayet fena bir Tiirkçeyle: Nasıl, iyi nişancıyız değil mi? dcmck istcdi. thtiyar adam hiç cevap vermiyor, başını kaldırmış, havada bir noktaya dimdik bakıyordu. Neden son ra gözlcrini yere indirdi ve avlunun ortasındaki beyaz yığına yaklaştı, eğildi: ününde altmış yetmiş kadar güvercin vardı, hepsinin birer kere kanatlarından, başlarından tutup avucunun içine aldı, kiminin gagasından öpüyor, kiminin tüylerini uzun uzun, adeta âşıkane bir nüvazişle okşuyordu. Zabitlerle konuşan Ispiro, yüzünii ihtiyara doğru çevirdi. Ve o sırnaşık gülüşüyle uzaktan bağırdı: Gönder onlan içeriye de kızartıversinler, dedi. Kuşbaz Hüseyin Bey, yerinden kımıldanmadı, işitmedi ve kana bulanmış ölü kuşları okşamakta, yüzüne, gözüne sürmekte devam etti. Düşman zabitlerinden birisi Ispiro'ya, elini başına doğru kaldırıp ihtiyarı göstererek, "Acaba dcli midir?" manasma gelen bir işaret etti. Ispiro, avlunun öbür ucundan bir daha bağırdı: Hey yeter artık, yeter; sana söylüyorum, sağır mısın be... içeriye gönder güvercinleri! dedi. Kuşbaz Hüseyin Bey, gene yerinden kımıldamadı, gene başını çevirmedi; o zaman zabitlerle beraber eski çiftlik uşağı güvercin kümesinin başucunda çömelen adama yaklaştılar; biri omuzundan sarstı, diğeri sakalından çekti. Birkaçı karşısına çömeldi. Fakat çömelmeleriylc kalkmaları bir oldu. Hepsi birden hayretle geri geri çekildiler ve birbirlerine demincek zabitin îspiro'ya yaptığı işarcti tckrar ettilcr. Filvaki, ihtiyann simasına acayip bir mehabet çökmüştü. Gözlerinde madeni bir parıltı vardı ve bakışı bir süngünün ucu gibi sabit, dik, sert ve müteamzdı. Lekesiz ak sakalı ise yüzüne sürdüğü kuşların al kanına boyanmıştı; sanki çenesine I iirk bayrağından bir parça sarmış gibiydi.» K İ T A P SAYFA 8 C U M H U R İ Y E T S AYI 7 68