Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Insanın bitmez tükenmez öyküsünü anlatan bir büyük destancı Kapak konusunun devamı. •" duruma bakıyorlar. Bir kere silah az. Almanlardan alınmış ama, Çanakkalc'de çok silah gerekiyor. Savaşın can damarı da Çanakkale. Yiyecek de yeterli değil. Ve kış bastınyor. En korkuncu da o. Hasan îzzet Paşa, "Bu kış yerimizde bekleyelim" diyor. "Rus ordusu üstümüze gelemez. Gelirse de durdururuz, hücum edeni durdurmak daha kolaydır." Rusların Sarıkamış'ta iki üç tümeni bulunduğunu da biliyor. Ruslar Alman cephesine önem vermişler, büyük yığınağı oraya yapmışlar. Onun için de burayı güçsüz bırakmışlar. "Bahar gelince hücuma geçer, Sarıkamış'ı alır, Ueriye de gideriz" diyor. "Ama şimdi, bu kışta kıyamette bir şey yapamayız. Ordu da elden gider." Bu düşüncesinde diretiyor. Enver Paşa geliyor, başkumandanvekili. "Kumandayı ben ele alıyorum" diyor. 10 Aralık'ta hücum emri veriyor. Hedef, Allahüekber Dağları. Allahüekber Dağları'na çıktıklarında ordunun dörtte üçü kırılmış. Yukarda, Kürtlerin Yaylası dedikleri yerde müthiş bir bora, fırtına çıkıyor. Yiyecek de yok. Binlerce kişi donııp ölüyor. Benim romanda şeker yiyerek hayatını kurtaran bir kişi var. Kurtuluyor, adaya kadar geliyor. Edcbiyatta ada, gencllikle bir ütopya yaratmak, bir ütopyayı anlatmak için yaratıltr. Bu romanda aynı zamanda birki$ilik nlan ada, başka bir işlev görüyor Hep söylerim ya, Güneyi Savrun Gözesi diye bir roman yazmayı tasarlamıştım. Bu bir suyun trajedisiydi. Kasabaya kadar gelen, önüne setler, bentler kurulup çeltik tarlalarına akıtılan, yatağı yarılan,. tçinde ne kadar hayvan varsa ölen suyun... Evet, Anavarza'nın dibinden Ceyhan Irmağı'na dökülen Savrun suyunun ölümüne şahit oldum pirinç tarlalarında. Bunu yazacaktım. Onu da Abidin Bey'e anlatmıştım on yedi, on sekiz yaşlarımdayken. "Çok müthiş bir konu" demişti. Hâlâ yazamadım. Ama doğayla her zaman ilişkim oldu. Pirinç tarlalarında su bekçiliği ya da kontrollüğü yaptığım zaman dana çok ilişkim vardı. Haitada iki kere Savrun boyunca elli, altmış kilometre gidip geliyordum. Yaya gitmek zorundaydım. Yol yoktu. Çiçeğiyle, otuyla, her şeyiyle suyun kıyısını ezber etmiştim. Ö zaman doğanın her parçasınm bir kişiliği olduğunu anladım. Bunu her zaman da söyluyorum. Benim yazarhkta şansım oldu bu. Başka şanslarım da oldu tabii. Hapishanesinden tut, batos ırgatlığına, traktör sürücülüğüne, öğretmen vekilliğine kadar otuzdan fazla işe girdim çıktınn. Şimdi sayacak durumda bile değilim... Sonra, adaya kadar gelenlerin hepsi bir maceradan geliyor. O maceralan anlatmak zorundadır bir romancı. Tarihin belirli noktasında adadan, yakın geçmişte yaşananlara bakmak, insanların yakın geçmişiyle o andaki yaşamları arasında bağlantı kurmak için... Ada, adetaobadirelerden geçtikten sonra geleceğini kurmaya girişen insanları bir araya getiren bir laboratuvar... Anadolu'nun altı üstüne gelmiş. Anadolu aç yoksul, yerinden yurdundan edilmiş insanlarla kaynaşıyor. Osmanlı împaratorluğu bitiyor. Sakat kalmış insanlarla, askerlerle dolu ülke. Rus orduları gelince Doğu Anadolu'dan göç başlıyor. Benim ailem de bu macerayı yaşayarak Çukurova'ya gelmiş. Bir Ada Hikâyesi'nin birinci kitabı Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana'da biraz da benim ailemin macerası anlatılır. Rus ordusu yaklaşiyor, yerlerinden kıpırdamıyorlar. Top güllelerinin sesi geliyor, gene aldırmıyorlar. Ancak köyün içine bir top güllesi düşüp de müthiş bir çukur açınca kaSAYFA 4 Yasar Kemal çıyorlar. Bizimkilerin Çukurova'daki o memlekethasreti... Van Gölü'nün en güzel yerinden ayrılmışlar. Orası, Ernis köyü, Livan aşiretinin merkezi. Bir Kürt köyü. Babamın amcasının oğlu ya da amcası, beyi. lstanbul'da aşiret mektebinde okumuş. Paris'te okuduğu da söyleniyor. O akıllı adam bile yerinden kalk mıyor... Sonunda on binlerce kişi Anadolu'ya dağılıyor. Bir lokma ekmek bulmaya. Ege'de müthiş bir savaş olmuş. Derken mübadele olrnıış. Yani kıyamet kopmuş Anadolu'da... Romanda tiplerın çokluğu, insan kalabalı&ı da dikkati çekıyor. Karıncanın Su tçtığı, bence en kalabalık romantmz Tarihte anlatım sanatının üç büyük yapıtı var. Biri, llyada. Homeros savası anlatır, önce Akhilleus'un sonra Hektor'un kişiliğini çizer. Ikiside büyük savaşçıdır, kahramandır. Sonra ne kadar insan anlatmışsa Homeros, Troyaldardan olsun Akhalardan olsun, hepsini kısa kısa, üç dört saylada çizmiştir. Bu çok büyük Daşarıdır. Ve Gogol, yeni bir llyada yazıyorum diye, Olü Canlar'ı yazmıştır. Bir adam Rusya'da çiftlikleri dolaşır, ölü canları satın alıyorum, der. Alır, alır, alır. Olü canlar hiçbir işe yaramaz. Romanda, bütün çiftlik sahiplerinin kişilikleri çizilir. Çok başarılı bir romandır. Üçüncüsü, Nâzım Hikmet'in Memleketimden İnsan Manzaraları. O da hep çiziyor. Kişileri, aileleri, bölgeleri çiziyor. Benim adam da bir kişiliktir. Cennet gibi bir adadır. Romanda bir işlevi var. En büyük işlev de adaya düşüyor, canlı bir insan gibi... Bunun bir de sonu olacak. Bu insanların, başka bir duruma düştükleri zamanki psikolojileri... Bütün bu insan kalabalığının, savaşın yıkımlarıntn, savaş sonrası sorunlarının, yeni bir yaşam kurma çabalaruıın yanı sı ra, doğa da varlığını hissettiriyor romanda. Hatta, son cildin adı (Çıplak Ada Çıplak Deniz) bile şimdiden birtakım ipuçları veriyor. Başka bir roman daha var yazmak istediğim. Ormanların yok edilmesi üstüne. Uzun yıllar önce onu yazmak istiyordum, önce röportaj yapayım dedim. Maraş'tan başladım, ta Hopa'ya kadar... " Yanan Ormanlarda Elli Gün"deki röportajları biliyorsun. Karadeniz ormanlarını yazmadım, çünkü yanmıyordu. Yöre rutubetli, bir de çam cinsleri ayrı. Bütün Akdeniz kıyıları, ta Ispanya ya, Lübnan'a kadar, sarıçamla kaplıdır. Sarıçam çabuk yanar. Gazeteciliğimde son röportajım da, "Denizler Kurudu". 1%5'lerde, Türkiye Işçi Partisi'nin her toplantısında, ne zaman çıksam kürsüye, "BizTürkiye'yikurtarmakistiyoruzama Türkiye'nin toprağı çoktan gitti!" diye başlıyordum konuşmaya. Erozyonu anlatıyordum. Sadun Aren, "Senin adrnı erozyon koymuştuk" der. Ben doğanın Yaşar Kemarin romanları RAYMOND WILLIAMS Herhangi bir şey olabilen romanla her şeyin yapılabileceği söylenir. Gerçekten de, "roman" birbiçim değil debiçimler topluluğu olduğundan, olağanüstü bir olaylar ve yaşantılar yelpazesini kapsayıp dile getirmesine olanak sağlayan bir esnekliği olduğu görülür. Bütün bunlara karşın, romanın toplumsal değişimin anlatıldığı için tek uygun biçim olduğuna inanmak da olanaklıdır. Ben bu inançtayım. Yıllar önce The Long Revolutıon (Uzun Devrim) adlı kitabımdabunu betimlemeye çalışmış, romanı "toplumun temelde kişisel açıdan, kişilerin de, ilişkiler aracılığıyla, temelde toplumsal açıdafı görüldüğü" bir yazı türü olarak tanımlamıştım. "Bütünleme denetlenicidir, ama kuşkusuz, irade yoluyla sağlanması söz konusu değildir. Eğer yapuabilmişse, bu yaratıcı bir buluş olur" demiştim. O günden bu yana ne zaman bu türden çağdaş bir romancı örneği vermem istense, aklıma gelen ilk ad Yaşar Kemal olmuştur. Kendisinin bu tanımı kabul edip etmeyeceğini bilmiyorum. Benim bununla anlatmak istediğim, romanları, akıllarda yer eden karakterleri için övdüğümüzde, onların sağlayabileceği başarının ancak bir bölümüne değindiğimizdir. Romanın bize, D. H. Lawrence'ın dediği gibi, "insanı canh" verebilmesi, kuşkusuz onun özel bir niteliğidir. Ama yalnızca kişisel boyuta yer verecek olursa, neredeyse farkında bile olmadan bir öznelliğe dalabilir ki, bu öznellik gerçekten de elli yıldır Batı Avrupa'da ve Kuzey Aınerika'dayazılanlardaegemen olmuştur. Aykırı görünse de, bunun sonucunda, tümüyle kişisel olan birçok şey kaçırılmıştır. Toplumsal boyut dışta bırakılacak olursa ya da yalnızca bireylerin, sanki özgürmüşlercesine birbirleriyle ilişki kurdukları ya da kuramadıkları bir çerçeveye dönüşürse, ya da bunun da ötesinde toplum olguları yalnızca bir "arka plan" oluşturursa, sonuç olarak yitirilenler insani düzeydedir. Çalışma, çatışma, yerleşme ve tedirginlik gerçeklerinin ötesinde ya da üzerinde yer alan insanlar, bir yarıyaşam sürdürmeye başlarlar. Bunun yanında, tanıtımın ikinci yarısını anımsayacak olursak, "toplum" konusunda da gerçek ve önemli olan, insanın kendisinde ya da onun aracılığıyla yaşanan, ona ya da onunla yapılandır. Çağdaş romanın bir türünde özenelliği savunan pekgözdebireleştiri, "toplumsal çıkarlar" adıyla andığı şeyleri sosyolojiye, siyascte ya da gazeteciliğe bırakır. Ancak, bu alanlarda en genel olgular betimlcnip çözümlenebilse de, bunların söylemleri içinde insanlar, yaşayan erkekler ve kadınlar olarak değil, yalnızca birer nokta olarak ele alınır. Süreçlerden herhangi birinin, yani tüm sürecin gerçeklerinin tam olarak ortaya çıkabilmesi ise her zaman, en ayrıcalıklı kişilerin yaşamlarında bile hep görüldüğü gibi, en genel olanla en kişisel olanın iç içe geçmesine bağlıdır. Bunun da en yoğun olduğu zaman, derin toplumsal değişiminin yaşandığl zamandır. Çünkü bu sırada bir yaşam tarzı yine değişiklik gösteren kişilikler tarafından özümsenmiş, bir parça yaşam tarzı da dış ekonomik ya da siyasal baskılarla, ya da iç gelişmenin yarattığı sorunlarla bunu zorlamaya başlamıştır. Bu yalnızca yaşam tarzını değil, gerçek insanlann vücutlarını ve akıllarını da etkiler olmuştur. îşte bu noktada roman, CUMHURİYET KİTAP SAYI 641