Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
lerisilen bır cda var. Fnılttyla söylenmiş şıırler, sankt ycılmz doğanın seslertni alıyor içinc, gürültüyü dtsltyor. "Sababın karşısında konuşmak ne zor! / incecik kül gibi kalıyonun, / dağ, susmaya giden yolu bılıyor / sen bilmiyorsun" demişsiniz "Dağ" şürinizde ve "yeryüzü karşısında kunuşmak ne zor'" diye s ürdürmüssünüz Sessizlığe çeken, ınscına âcizlig'iyle birlıkte bdgelıg'ını de gös/eren bır ton var. lnsanın, buradayken, yeryüzündeyken bir anlamı var. Bütün bu konuştuklarımızın da. tnsan gittiğinde, burada bir süreliğine bir hatıra, sonra sonra silik bir hatıra, sonra da "hiç" halini alacak. Dünya da öyle aslında, bize göre çok uzun ömürlü olmasına rağmen. Milyarlarca yıldız kümesinin, toz bıılutunun, yani evren dediğimiz o muhteşem genişliğin içinde olsa olsa bir insan kadar hatıradır dünya da. Geniş zamanların içinden baktığımızda onun bile bir ömrü var, ne yazık ki. Şimdi hal böyleyken, sınırlar bunlar iken, âcizliğimizi kabul etmek gerekir. Bilgelik de ouradan doğar zaten. Kitabın ıkıncı bölütnü "Beyaz Levha'nın ayrıkst durdug'unu ve mrdürülebılır bır siinn parçası olduğunu düşünüyorum Çok otobıyografık, çok düriht ve saydam bır masal$tır "llık, beyaz yaz günlerını seven perılerden" söz açarken büyük sırrtnızı okurla paylaşmaktan cekinmemışsiniz. Çok nıahrem bir payla$ım bu Yeryüzü Halleri'nin şiirlerini yazarken aynı süreçte yazdığım bir metin bu. "Beyaz Topaç', "Beyaz Bahçe" diyebaşka parçalar da var. Bir tanesini alıp kitaba Koydum. Kitap için gerekli olduğunu hissettim. Kitabı oluştururken sezgilerimle hareket ediyordum. Sonra farkına vardım ki karıncanın insanhk bilinci olmaksızın dünya üzerindeki yaşamı "Beyaz Levha"da anlattıklarımla çok yakın duruyor. Köküne kadar otobiyografik bir metin o, otuz yıl sonra dönüp anlattım. Çok birebir gerçekten. Ama zaten bütün şiirim otobiyografik. Ama bu şiirde hikâye edilenden de kaynaklanan bir mahremiyet var. Bu kitabın sahibinin yedi sekiz yaşlarında çekilmiş bir fotoğrafı aslında "Beyaz Levha". Yazının birçok alanı gibi şiir çok mahrem bir şey aslında. Malraux, "Her roman otobiyografiktir" diyor, şiir de baştan sona otobiyografik. llk şiirim yayımlandığı gün çok utanmıştım. Mahremiyet duygusundandı. Ama bu noktadan sonra utanamam. Benim okurlarım da benim en mahrem alanlarımı görebilir. Değil mi ki, yazmakla yetinmiyor ve yayımlıyorum, okurun hakkı olan bazı durumlar da giriyor işin içine. Taş olmak, o katıltk, kütle olarak durup, ruh olarak susmak. Bu kitaptan sonra yazdığınız "Taş: Sessizlik Bilgisı'nde, Jung'tan şu almttyt yapmtşsımz: "Taş, varoluşun kendisi olmakla kalmtyor, onun dibı olmayan gızeminide içerıyordu. Ruhun somutlaşmış biçimiydi. Taşı, tam bilınçlı olmasa da, kendime o denli yakın hisaetmemtn nedeni, hem canlı hem de ölü maddenin tanmal yapısını özümsemıs olmasıydt." Canlı ve ölü nıadde son kitabımzın da temel meselelerinden Felsefe vepsikolo/iyle olan yakınlıpnız, sağlam bir duvar örmenizae etkili olmuştur mutlaka. Bu şiir Yeryüzü Halleri'nde yok, bir dergi için özel olarak yazdığım bir şiir o. Taş ı bana yazdıran Gündüz Kayra'nın fotoğraflarıydı. Onun fotoğraflanna eklenecek bir metin söz konusuydu ve Gündüz'ün "Monolitler" diye adlandırdığı bir seri taş fotoğraflarında beni çağıran bir şey vardı. Metin olarak kaleme alamadım. Ve taş şiiri çıktı ortaya, Yeryüzü Halleri'ne girmeyen ama Yeryüzü Halleri'nin son şiiri oldu. • 2H Nısan 2002, Etiler Yeryüzü Halleri / Birhan Keskin / Yapı Krcdi Yaytnlan / 46 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 641 Ferit Edgü gene bizi anlatıyor kısacık öykülerinde "Do Sesi"yle geçip giderken Hayat "Do Sesi"yle başlar, diyelim, peki hangi sesle biter? Bunca sözcük ekonomisinin olduğu öykülerde, bizi, yine de alıp götüren düşündürten onca sözcüğün olmasına şaşmamak gerekivor. Bir öykü, ne de olsa, dili yaşatan, hayatı anlamlı kılan, bizi birbirimize bağışlayan sözcüklerle yazılıyor. Ferit Edgü, bizim yerimize bizim öykülerimizi yazıyor usul usul. GULTEKIN EMRE "Do Sesi"ni çıkarmak için hangimiz müzik dersinde terlememiş, azar işitmemişizdir öğretmenden. "Do Sesi "nin müziklc bir ilgisi yok. Ferit Bdgü'nün (19992000) minimal övkülerinden oluşuvor. Kendisi kitabın başına "minimal öyküler" koymamış. Ama, biliyoruz ki, artık onun bu kıpkısa, sımsıkı öykülerine baska bir ad verilemez. Oykülere, ya da öykülerde ele aldığı konulara ayna tutuyor minimallik, ya da görselleştiri yor, elle tutulur hale getirivor. C^)ykulerin adları da öyküler gibi kısa, bu ikisi hariç hepsi tek sözcükten oluşuyor. Kitabın birinci bölümunde yer alan öykülerin başlığı, "Olüm Öyküleri" adını taşıyor. Ikinci bölüm, " Yaşam Öykü leri'nden oluşuyor. Uçüncü böliımde yazar, "Saçma Öyküler' i bir araya getirmiş. Son bölüm de "Geçişler" başlığıyla karşılanmış. Ferit Edgü'nün öykülerini okumaya başlarken uzun bir öykü okuyacağınızın duygusunu yenemezsiniz kolay kolay. Bir anekdot, bir fıkra gibi, şaşırtıcı, felsefî bir sonla bitiverir uzun süreceğini düşündüğümüz öyküler. "Beklenti" başlıklı öykü şöyle başlıyor: "Annem, hasta döşeğinde, kulağıma, 'Niçin ölmüyorum? diye inliyordu." Öykü, "Kim bilir, dedi. Oraya gitmeden ne söylesem boş." cümlesiyle biter. Anne ile oğul arasında geçen kısa konuşmalardan oluşan bu kısacık öyküde, oğul annesini yakında öleceğine inandırmaya çalışır. Annesi de kendi babasını özlediğini söyler oğluna. Oğul, babasını yakında, ölünce, göreceğini söyler. Bunun üzerine anne, yukarıdaki son cümleyi söyler. "Do Sesi", hecelerden oluşan bir kitap gibi; bir kez su gibi akıyor, yani bir soluKta okunuyor. Bu onun sanatsal değerini zedelemediği gibi, estetiğini daha da pekiştiriyor. Sonra da bu kıpkısa öykülerin dünyasından sıyrılmak kolay olmuyor, öykülerin etkisi öylesine büyük ve çarpıcı. Yazarın ortaya koyduğu ölüm, yaşam ve saçma arasmdaki üçgende yaşamımızı, kendimizi, dünyamızı, çevremizi kendi kendimize sorgulamaya başlıyoruz. Ferit Edgü'nün kalemiyle. Ölümü düşüne diışüne yaşıyoruz yaşamı. Olüm hep aklımızda, usumuzun bir yerinde. Bir gün öleceğimizi bile bile gülüyoruz, yemek yiyoruz, sevişiyoruz, düş kuruyoruz, sinemaya gidiyoruz, kitap okuyoruz, alışveriş yapıyoruz, saatebakıyoruz; yani yaşıyoruz. Yaşıyoruz öleceğimizi bile bile. Böylesine gitgelli birdünyamızvarhepimizin. "Sonumsu" başlıklı öykü kısa mı kısa, yaşamı iki cümlede ortaya koyuyor: "Saate bakmayı unutma, dedim. Ama bunun ne gibi bir yararı olabilir ki, dedi son soluğunu verirken." "Do Sesi'yle başlayan bir yaşamı kucaklıyoruz. Bu dünyaya atılan ilk çığlığı da anımsatıyor hemen. Sonra "Beklenti"lerimiz başlıyor son soluğumuza dek. "Son Hece" hep önemlidir geride kalanlar için, yorumlayacakları, didikleyecekleri. "Adlar'ı daunuturuz unutmayacakmışız gibi görünsek de "Imdat" çağrısı da hiç umulmadık bir anda gündeme gelebilir yaşama tutunmak için. "Acımasız"dır yaşam, yardım falan dinlemeden çeker sürükleröteki dünyaya doğru bizi. "Arşivden" söz edilir bizden sonra resimlere, mektuplarabakabaka. "Kayıp " günleri kim kime nasıl anlatabilir ki? "Düş" düşmeye engeldir tutunacak bir yerimiz varsa. "Son Yüzücü" değiiiz ki hangimiz? Hep yanımızda birileri mi olacak bizi son "Durak"tan önce durduracak, "Yürüyen" hayatın "Düşüş"üne kapılmadan "Mezar"ıgösterecck? "lnsanoğlu" hem acımasızdır, hem de sevecen, iki dünya arasınakurmuşturevini. "Masum "dur hayat, onun bize yaptığı bir şey yok, biz ona ne yapmış olabiliriz ki? "Medetsiz"iz hepimiz, kim kime ne kadar yardım edebilir ki öte dünyaya göçmeyi geciktireceğim, diye. Yani "üşüyen", üşüten bir nayatla baş başayız. Kendi "Dil"imizle mi konuşuyoruz, bir başkasının diliyle mi yaşıyoruz? "Özel" bir "yaşam "dır savunup durduğumuz, tümüyle açılamadığımız, sonlandıramadığımız. Hangimiz "Şanslı" kapısını açabildik? Bu kapı nerededir? "Bir Garip Sürgün"de değil miyiz doğduğumuz günden beri? Kendi vurdunda, dilinde, sevdasında "Aykırı"' ve "Artı"sıyla "Eksi"siyle "Kendiliğinden" alınan "Yol" gerçekten "Yeterli" midir? "Garip Aile"lerde yaşanan oykülere yetişmeye çalışan bir "Koşucu" değil mi Ferit Edgü? "Belki" neyi içeriyor, bizi neye yönlendiriyor? "Sessizlik"tir her şeyin başı, bunca yaşanlar bizi "ItiraP'a da götürse "Konuşma"mıza engel yok gibi gözükse de, hangimizin konuşması içtendir "Bir Öykü"ye yaslanmadan. "Iz" süre süre yaşar ve ölürüz. Geride kalanlar bizi ilgilendirsede, "Şerbetli" değiliz bu konııda. "ÇöF'dür bize dayatılan görmediğimiz, hep duyduğumuz "Kilit" altında bir çöldür önümüze saçma sapan serilen. "Kaçış" düşüncesi kimde yoktur ki; kaçmak, ama nereye, işte bu önemli, sonra kirn kimden kaçabilmiştir ki? "Susuzluk"tur çöl de, kaçış da, çünkü bağruıda "Ayrılık"ı taşır sulaya sulaya diri tuttuğu. "Rastlantı" bir avdır avcısına tetik düşürür "Özellikle". Neyin, kimindir "Başlangıç"? Neye, kime başlamaktır hayatın gizlediği? "Özellikle', "Sohbet'ierdir geride kalan, anımsanan, unutulmayan. "Ardından" hayıflanılan.özlenilen "Erteleme"den düsünülen, düşlenen. Sonra her şey "Hiç le buluşacaktır günü geliııce "Karakış" da olsa bu. "îlenç" de bir sözcük olarak vardır ve aramızda bizim le yaşayıp durmaktadır. "Işık" karanlı ğın bağrından doğmayı sürdürüyor " G ü n ' ü düşünmeüen. "lkili" yaşamı çelikleştire çelikleştire. "Kaf" dağında da olsa yaşam, aranacak ve bulunacaktır. "Az" ımsamadan "Yürekli" yürekbu günler için vardır "Çaresiz". "Geçişler", "Paris/Cafe Seleckt/1960 Baharı 'nda bir günü ele alıyor Varoluşçu felsefeden çizgilerle. Sanneyi, oyuncuları göz önüne getirmek hiç de zor değil, öylesine görsel bir anlatımı var ki Ferit Edgü'nün, onun yazdıklarını sahnelemeye gerek yok, diye düşünüyorum. Hayat "Do Sesi"yle başlar, diyelim, peki nangi sesle biter? Bunca sözcük ekonomisinin olduğu öykülerde, bizi, yine de alıp götüren düşündürten onca sözcüğün olmasına şaşmamak gerekiyor. Bir öykü, nede olsa, dili yaşatan, hayatı anlamlı kılan, bizi birbirimize bağışlayan sözcüklerle yazılıyor. Ferit Edgü, bizim yerimize bizim öykülerimizi yazıyor usul usul. • Do Sesi/ Ferit Edgü/ Öykü/ Yapı Kredi Yaytnlan/ Mart 2002/ 91 s. Ferit EdgüSu gibi akan öykülerlyle bir kez daha karşımızda SAYFA 13.