Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Hüsra'nın sağ eli bir sihirbaz. Tüylerin araşında şinsi bir hayvan gibi bekleyen şeyin üstünden stvazlayarak geçiyor.Bir daha. Sanki toprak sıvıyor, sanki ıslak, sanki bin yılın deneyimiyle doğanın hiçbiri kırık olmayan çizgilerini, denizin dalgalannı, kuşlann kanatlannı, ağaçların yapraklarını çiziyor oraya (...) Hüsrabaşını birden arkaya bırakıyor. Beyaz boyun, ay gövdenin üstünde bir yddız gibi parlamaya başlıyor. Kaya çıldıracak gibi. Hüsra sesini çıkarmıyor. Sevgileri, sesi ve yaşama sevinçlerini... Hepsi içinde kalsın. (...)" (s. 181,182) Türk romanına ikinci armağansa, Hasan Ali Toptaş'tan. Bin Hüzünlü Haz bu doruk yapıtın adı. Kayıp Hayaller Kitabı'nda Türk edebiyatının Oblomov'unu yazan Toptaş, bu kez fon olarak taşrayı, kasabayı değil kenti ve dünyayı kuşatan, sarmalayan, okuyucuyu bir anafor, bir burgaç gibi içine çeken bir serüveni almış. Ancak aldatıcı bir serüven bu. Okuyucuyu maceradan maceraya koşturur görünürken, hiçbir şey anlatmıyor belki de! Ama serüvenden amaç, dilın olanaklarını zorlamaksa, o başka... "Emir Bey'in Kızlan" ne kadar gerçekçi, somut, elle tutulur ve tarihe yaslanıyorsa, Bin Hüzünlü Haz, o kadar soyut, salt dille oynuyor gözüke anlatmıyor ı mayı hedefleyen için bir dil ustası demek yeterli mi, bilemiyorum ama şairleri kıskançlıktan çatlatacak, eşsiz bir imge cambazı olduğu kesin. Âlın unutulmayacak bir göz imgesi. Şiirsel değil. Niye şiirsel olsun? Yazılanşiirdeğilki: "Sonra, bu insanlar sokaklara dağılıp birer ikişer uzaklaşır, açılır açılmaz dışanya sıcak gürültü bulutlan kusan bazı kapılardan girer, köşelerden sapar ve işte böyle böyle ortalıktan kaybofup yerlerini başkalanna bırakırken, boş bira kasalannın arasındaki kıpırtılar gene canlanıyordu. Ben dikkat ertikçe, çoğu kez benekleri karanlığın içine dağılmış, savruk bir kediye dönüşüyorlardı hatta; kor gibi yanan bir çift göz halinde duruyor, sokağa ve İnsanlara bir çift göz halinde bakıyor, sonra da böyle bakarken bakarken, bilinmeyen bir sesin ya da kıpırtının peşine düşüp ansızın kayboluyordu orada; iki nokta, bir süre daha hiç kımıldamadan, boşluğu ve karanlığı derinleştire derinleştire, kor gibi yanıyordu. Kimi zaman, döne dolaşa gene aynı yere geldiğimde, bu noktalar yanmakla da kalmaytp yalanıyormuş gibi geliyordu bana. Ya da, kuyruklarını usul ıısul, keyifle sallıyormuş gibi. Hem de kayıplara kanşan o benekleri dağılmış, savruk kedi gövdeleriyle vedalaşırcasına... Sonra ben bir de bakıyordum ki, bir başka gün bu gözler oralarda yatıp kalkan. yamuk yumuk, pasaklı bir köpeğin gözleri olmuş." "Roman sayıyla, öykü nakavtla kazanıhr." derler. îşte, sayı alıcı yumruklanndan birini tam burada indiriyor Toptaş: "tşte o zaman böyle bir köpek yokmu; da, sokakta yürüyen insanlann köpekleşen yanları gelip sessizce boşlukta yanan kedi gözlerinin arkasında durmuş ve bana dik dik bakmış gibi ürperiyordum." Artık okuyucusunu köşeye kıstırdığının bilinciyle üst üste savuruyor yumruklannı: "Belki de bu vüzden, ben ürpermeyeyim diye bir defasında, papyonu kaymış bir garson durmuştu o gözlerin arkasında. Karanlığın en koyu yerinden kesilip biçilmişe benzeyen, simsiyah giysileri vardı bu garsonun ve giysilerinin rengini gecenin renginden ayıran uzak bir ışıltıyla, hafifçe gülümsüyordu. Onun bövle tıpkı bir kedi gibi sinsi sinsi bakacakken hafifçe gülümsemesi beni cesaretlendirmiş olmalı ki, Alaaddin'i sormak için biraz daha yaklaşıp önünde, fıçılara yakın bir yerde durdum. O da büsbütün CUMHURİYET KİTAP SAYI 522 Aldatıcı blr serüven •Bin Hüzünlü Haz'da Hasan Ali Toptaş, konusuz, hlcblr $eyslz bir roman yazmayı denemlşör. belirginleşti o sırada; gövdesi fıçdardan etkilendi sanki ve birdenbire göbeklendı.lJanası, neredeyse bana goZTenyle değil de göbeğiyle bakar gibi oldu." (s. 36, 37) Ancak sıkı okuyucu istiyor "Bin Hüzünlü Haz". O kadar ki, kıtapla birlikte bir de okuma rehberi verseler iyi olacak dedirtecek kadar sıkı bir kitap. "Hasan Ali Toptaş, imgelerin ve eğretilemelerin yarattığı bir dille yazarken okumayı yeniden üretim etkinliği olarak gören okuru da kışkırtan bir metin ortaya koyuyor. Benzetmelerden, değişmece ve düzdeğişmecelerden, dilbilgisi kurallarını bozan sapmalardan (sözdizimsel ve anlamsal sapmalardan) yararlanarak su gibi akan bir dille yazıyor. Dil çok boyuttu bir anlam uzamı kurarken, o uzamın içine çektiği okuru da bütün köselerde, kapı arkalarında, pencere ötelerinde düşünmeye zorluyor." (5) Ve sayfalar ilerledikçe anlıyor okuyucu, Alaaddin'i ararken kendisini aradığını aslında. Medyanın şişirdiği, okunduğu kuşkulu çok satan kitaplara ya da beyaz dizilerin yeni dünya dıizeni çeşitlemesi, kolay okunan aşk romanlanna akştırılmış okuyucunun ne kadan kendini aramaya hazırlıklı acaba? Çünkü o masum, alçak gönüllü satırlann ve görünüşün ardından ete, kemiğe değil, salt romana dönüşmek isteyen, belki de dünyanın en hırslı, en kararlı romancısı var karşısında. Romancının bir uzun yol koşusu olduğunun bilinciyle, anlaşılmak için bir elli yıl beklemeyi göze alabilecek kadar da sabırlı. Bu yüzden gerçekten de hic şansı yok gerçek okuyucunun. Nakavt olmasa da açık sayı farkı yiyeceği kesin. "Bin Hüzünlü Haz"da Hasan Ali Toptaş, konusuz, hiçbir şeysiz bir roman yazmayı denemiştir. Bunun kaçınılmaz sonuclarından birisi, okunmamak gibi bir tehlikeyi içermesidir. Elbette Toptaş'ın kendisi de ayırdındadır bu tehlıkenin. Öyle ki, 27 Mayıs 1999 günlü Cumhuriyet Kitap Eki'nde yayımlanan söyleside, Şükrü Erbaş'ın, "... Romanı yazarken, acaba bütün bu imgeler anlaşılacak mı?" sorusuna verdiği yanıtta: "Hayır, böyle bir kaygım olmadı. Çünkü ben okuruma varsa eğer, bir yerlerde yaşıyorsa ya da olacaksa güveniyorum" (6) diyerek bunu açıkça dile getirmiştir. Bu sözler onun bu tehlikeyi, gelecek kuşaklarca anlaşılmak için gerekirse elli yıl beklemeyi gö ze aldığının kanıtıdır. Amaçlarından biri: "...romanda kahramanın önemini yitirdiğini kurgulamak ve kahramansız bir roman yazmak" (7) olan bir yazardan başka ne beklenirki!.. "Emir Bey'in Kızlan "nın, romanın okunmak için yazıldığı düşüncesiyle doğrudan günümüz okuyucusuna, çağımıza seslenen bir yapıt olması karşısında, içerik ve anlayış olarak birbirinden çok ayrıksı olan her iki yapıtın belki de tek ortak yanlarının, nitelikten ödün vermemeleri olduğu söylenebilir. îki yazar da romanlannda birbirinden zengjn düş güçleri ve özlemleriyle, kişisel duygu ve düşüncelerini dile getirmişlerdir. Abdülhak Şinasi Hisar, "Roman Sanatı"nın önsözünde şöyle yazar: "Bizim herhangi bir sanatkârdan ve muharrirden beklemekte, istemekte hakkımız olan bir şey varsa o da kendisinin sövlemek için dünyava gelmiş olacağı şahsi fikirleri, duygulan bulunması ve bize bunlan duyurabilmesidir. Böylece herhangi bir eserin, bir romanın, beşerin ezeli meselelerinden birine cevap vermesi, veya biraz vuzuh getirmesi kâfi gelir. Artık onun hakkında, insaftan büsbütün mahrum değilsek, ne gündelik buhranlanmızı, ne de dünyanın geçirdiği tarihi buhranı bahis mevzuu edemeyiz. Zira bu eser, bu roman, meydana gelir gelmez, beşer taliinin trajedisi içinde kendi yerini almış olur." (8) Burada "Bin Hüzünlü Haz" açısından açılması gereken bir düğüm, yapıttaki yoğun imgeyle yüklü karmaşık, alegorik anlatımm amaç mı, yoksa anlatılan duygu ve düşüncenin yoğunluğu sonucu kendiliğinden ortaya çıkan bir araç mı olduğu sorusuna verilecek yanıtta saklıdır. Verilecek yanıt karmaşık, yoğun anlatımın, düşüncenin yaratıcı gücünden kaynaklandığı, başlı başına amaç olmadığı biçiminde ise, bu yapıtın okuyucu tarafından keşfedilmesi için uzun yıllar beklemek gerekmeyecektir. 'Kahramansız roman yazmak' derken de, Tann taklidi yaparak durmadan insanlar yaratan bir maymun olmaktan ötesinin, Tanrılan gören bir insan, bir romancı olmanın kastedildiği kuşkusuzdur. îki yazann da öykücülükleri bir başka ortak yön olarak görülmektedir. Ancak, öykücülüklerinin, romancılıkları üzerindeki etkisinin araştırılması, ayrı bir inceleme konusu oluşturacak boyuttadır. Her ne kadar öykü ve romanın beynin farklı loblarında yazıldığı ileri sürülmekteyse de, yazarların öykuleri ile romanlan arasında bu belirlemeyi yapabilecek bir ayrıksılık ilk elde göze çarpmamaktadır. Yalnız Ayla Kutlu'nun, Sen deGitmeTriyandafilis ve Mekruh Kadınlar Mezarlığı'ndaki öykülerinde, o öykülerinin konusu gereği ara ara kendini gösteren hırçınlığın bu romanda göriilmediği, erkek kahramanlarına, öykülerine göre daha çok sevgi ve anlayışla yaklaştığı, gerektiğinde de hırçınlığını koşullara, anlayışlara ve yaklaşımlara karşı gösterdiği söylenebilir. "Emir Bey'in Kızlan"nda, o sıra îstanbul'da yaşıyor olsa da, Urfa'da yetişmiş bir kızın, ablasının istenmeye gelişi üzerine, ailenin abartılı hazırlık ve telaşına gösterdiği alaylı tepkideki oyun seçimi ilk bakışta hatalı gözukmektedir: "Hayat anne bana bir cepken dikecek. Annemin eski maşlahtan diktiği eflatun şalvanmı da giyeceğim. Harmandalı oynamam gerekir mi?" (s. 148) Gerçekten de, Urfalının imgeleminde Harmandalı'dan öncelikli oyunlann olması gerekmez mi? Ancak dikkatli okur, bu oyunun, Atatürk'ün zeybek sevmesinden ötürü, o dö nemde her yerde ve ortamda oynanıyor olmasına gönderme yapıldığım anlayacaktır. QereL"EmitBfw'üjKızIan"ııda gerekse Bin Huzunlu Haz da belki başka kusurlar(!) da bulunabilir ama hiç önemli değil. Çünkü bu romanların başansı kusurlannı çok aşmış olmasında, okuyucuda uyanaırdığı heyecanda ve müziklerindedir. Bir senfoni bütünlüğünü, çoksesliliğini, güzelliğini, tadını taşımalarındadır. Yazıda irdelenen her iki.roman da ayrı ayn birer senfonidirler. Öyle ki, duygu vedüşünce yoğunluğuyla, kurgu ve anlatımda sergilediği beceriyle roman sanatının doruklarına ulaşan Emir Bey'in Kızlan; kişisel duygulan ve insanın evrensel özlemlerini müziğinin dramatik yoğunluğuyla dile getiren Beethoven'in senfonilerinin güç ve yedcinliğinde gerçek bir senfoni dir. Bin Hüzünlü Haz ise, olağanüstü imge bombardımanı, metaforları, biçim ve kurgudaki rahatlığı, alışılmamış yapısıyla edebiyatımızın 2000 li yıllardaki fantastik senfonisi'dir, • Dipnotlar: 1) Ayla Kutlu, "Emir Bey'in Kızlart". BilgiYayınevi, BirinciBastm: Kastm 1998, Ankara. 2) Hasan Ali Toptaş, "Bin Hüzünlü Haz":Adam Yayınlan, BinnaBasım: Aralık 1998, htanbul 3) Cumhuriyet Kitap Eki, 28 Ocak 1999 günlü sayı. 4) Cumhuriyet Kitap Ekt, 11 Şubat 1999 günlü sayı. 5)Semih Gümüş, AdamSanat, "Yazıntn Cebennemine Yolculuk", Nisan 1999, Sayı 161, s. 60. 6) Cumhuriyet Kitap Eki, 27 Mayıs 1999 günlü sayı. 7) Cumhuriyet Kitap Eki, 27 Mayıs 1999 günlü sayı. Siyahbeyozfilm duruluğunda bir eser... Uzun ym koşucusu MELTEM YONDER'DEN BİR DÖNEM ROMANI Meltem Yonder VİKÎOCYA Blr Ya$amın Romanı Beyoğlu ve Galata'nın 4O'lı yılları ve bir Yahudi mahallesi... Bir yanda mahalle sakinlerinin küçük dünyalan, âdetleri ve beklentileri, bir yanda da bütün görkemiyle Madam Viktorya ve kendine özgü renkli dünyası... TEL (0216)455 82 55 FAKS (0216)455 82 57 EPosta' butundunya6hotmail.com YÖNDERYAPIM:25917 22 BÜTÜN DÜNYA KİTAPLIĞI