22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ERAY KARINCA BiriAyla Kutludan, diğeriHasan Ali Toptaş'tan.. E debiyatımızda öykünün göndere bayrağını çektiği bir dönemi yaşıyoruz. Bir önceki dönemde dergi sayfalanndan kovulan, yayınevlerinin kapılarından çevrilen öykünün bu anlı şanIı dönüşünü neye borçluyuz?.. Gelir dengesizliğinin en derin uçurumlan misliyle katladığı ortada inanılacak bir değerin kalmadığı, inançlann darmadağın edildiği, kaotik bir toplumda, her gün her şeyin kirletilişine tanık olmanın trajedisiyle sarsılarak yaşıyoruz. Böyle bir toplumda elinde kendinden başka sanlacA bir şeyi kalmayan bireyin durumuna en uygun anlatı biçiminin, yaşamı birebir karşılayan, kuşkucu, hareketli ve işlevi yaşamdaki küçük kesitleri yakalayarak sarsmak, devirmek olan öykü olması ve bu ortamda öykünün yükselişi kaçındmazdı. Ve bir hız koşucusu olan öyküye karşın, şiir elitist, romansa gelenekseli ve yerlesik olanı anlatmaya elverişliydi...Nitekim Semih Gümüş'ün, 3. Ankara Öykü Günlerj'nde söylediğine göre, üç yılda, Adam Öykü Dergisi ne gelen öykü sayısı iki bini bulmuştu. 2000 yılının hemen öncesini, öykünün ezici sayısal baskısı altında, sıranın çok nitelikli ürünlere geldiği beklentisiyle karşdamaya hazırlanırken, niteliktekı padama romanımızdan, gürül gürül birbirinden yetkin ve birbirinden yetkin ve aynksı iki senfonik örnekle arka arkaya çıkıverdi karşımıza. îlki, Kasım 1998'de yayımlanan bir çağ romanı, bir Cumhuriyet ve Cumhuriyetin romanı olan Emir Bey'in Kızlan (1); ikincisi de sıkı okuyucular isteyen, beynin farklı kıvrımlarını harekete geçiren ve "Emir Bey'in Kızları"ndan bir ay sonra yayımlanan Bin Hüzünlü Haz (2) idi. Senfonik romanlar da bizden kaynaklanan çok önemli bir nedendi kuşkusuz. Emeğı, becerisi görülmeyen, desteklenmeyen sanatçının yaratma dürtüsünü zamanla yitirmesi doğal değil miydi?.. îşte böyle karamsar düşunceler içindeyken okudum, Emir Bey in Kızlan'nı. Ta başından itibaren korkarak, bir yerde aksayacak, zayıflayacak, düşecek cuye. Ama boşunaydı korkum. Ovalarda döne döne, dingin, sarp kayalar arasında ve vadilerde ise gürül gürül coşkun bir ırmak gibi akıp gitmekteydi roman. Kafkasya'da Ermeni zulmü ile başlayıp Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyetin kuruluşu, Demokrat Parti dönemi ve günümüze uzanan çizgide, hiç tökezlemeden, yoğunluğundan hiçbir şey yitirmeden olanca coşkunluğuyla akarken, özeUikle DP ile tek parti döneminin kıyaslandığı satırlar sağlam bir Cumhuriyet bilincini yansıtıyordu. Romanı bitirdiğimde başlangıçtaki karamsarhğım silinmişti. Bir Daşyapıttı "Emir Bey in Kızları" ve iyi çevirileri yapılırsa dünya çapında ses getireceği de kuşkusuzdu. Bu yazı, Emir Bey'in Kızlan için Erendiz Atasü'nün (3) ve Gürsel Aytaç'ın (4) yazılanndan sonra geç kalmış bir yazı belki. Usta bir yazarın olgunluk dönemindeki yapıtı için bir alkış yazısı. Amacı, romanın başarısının, güzelliğinin altını bir kere daha çizerek, alkış ve övgü eksiküğimizi bir ölçüde gidermek. On iki yılda yazılan ve bu emeği her sözcüğünae, tümcesinde ve bütününde gururla taşıyan bir yapıt, her övgüye değecektir kuşkusuz. Öncelikle kullanılan dil ilgi çekiyor romanda. Ağır ve ağdalı olmasına karşın, ortalamanın üstündeki okur için dahi önerim, okurken elinin altındaOsmanlıcaTürkçe sözlük bulundurması. Bunun karşılığında sözcük da ğarcığı gelişe cek ve zenginleşecek. Her kahramanınya şadığı çağa, konumuna uygun düşünüp KOnuştuğunu görecek. Buna öylesine özen eösterilmiş ki, hani neredeyse her kahraman ayrı bir yazar tara fından kalenuahnmış denebı lecek. Ayrıca hızlı ama çar mmmmmıımmmmsmmtııımtim 1998 yılı sonlarında yayımlanan iki önemli romandan bahsetmek istiyoruz aşağıdaki yazımızda; bunlardan ilki bir çağ romanı, bir Cumhuriyet ve Cumhuriyetin romanı olan "Emir Bey'in Kızları' ikincisi de sıkı okuyucular isteyen, beynin farklı kıvrımlarını harekete geçiren ve "Emir Bey'in Kızları"ndan bir ay sonra yayımlanan "Bin Hüzünlü Haz"dı. ğumuz, unuttuğumuz yakın geçmişteki yaşama biçimimizi, ilişkıleri ve ev hayatını öğrenecek, okuyacak. Ancak bunu yaparken kesinliklebilgiç de&il Kudu. Okumaya, ara sıra sözlüğe bakmaya değmez mi? Ancak hepsinden önemlisi, bunun dil devriminden ödün vermeden yapdması. Bu anlamda bazı entelektüellerimizin terşine kafası hiç kanşık değil Kudu'nun. Üstelik Cumhuriyete karşı da olabildiğince yansız. Yalnızca bir toprak parçası, coğrari bir alan olmadığının ayırdında Türkiye'nin. Belki de salt bu yüzden yazdmış bu roman. Ama gözü kapalı öven de değil. Sevgisi eleştirmesine, sorgulamasına hiç engel olmamış. Ne ki, moda yaklaşımlara kapılarak, bazı kesimlere şirin görünmek için eleştiriyor görünüp belden aşağı vurmak değil yaptıklan. Öyle ki, aşağıda aktaracağım örneklerde de görüleceği üzere, kahramanlarının Ankara'ya bakışında bile saptamak olanakh bunu. . • Cumiıuriyet blltncl çıplakü."(s.281,282) Ilerki sayfalarda da Ankara için benzer düşunceler taşır îstanbullu Nevnihal Hanım. Ama insaflı ve gerçekçidir de: "...Yokluklar çok, zavallı bir şehir. Şehir de değil. Kasaba. Kıraç... Köyliileri hafazanallah! Topraktan bile kıraç adamlar. Gülmek nedır bilmiyorlar. Çok acı çektiler,çokimtihan verdUer..." (s. 311,312) Aynı sayfada güzellikleri de görür: "Bahar çılgını çiğdemler, toprağı delip çıktılar, toprağa bile belli etmeden baş uzattılar. Ankara tepeleri sarardı. Nasıl canlı sıcak bir san. Narindiler, nazlıydılar. Onlar geçti, mor yılanyastıkları bastı her yanı, onlan papatyalar izliyor. Düğün çiçekleri, sarısabır otlan uzuyorlar daha... Devedikenleri baş tutmaya başladı, gelincikler toprağa yayda yayıla dağılıyor." Sahi şimdi nerede bu güzelim çiçekler. Okuyucuya haksızlık etmeyeyim, eksik bilgi vermeyeyim diye Sakarya Caddesi'ndeki çiçekçjleri bile gezdim ama yoktular. Belli ki o güzelim adara binip gitmişler. Ya anlatım?.. Tek sözcükle olağanüstü. Aynı karamsarlığı ve sevgiyi şark için de görüyoruz Nevnihal Hanım'da. îşte Cumhuriyet sonrası Urfa: "Dar sokaklar değişmemiş. Koku değişmemiş. Şark, pisliği saklanmanın yöntemi olarak kabul etmese, insanlar bu kadar pis olmazdı herhalde. ts yapmaktan beli kınlan kadınlar ve erkekler, illa küçük bir dünvanın sahibi olmakta direniyor. O yüzden evle sınırbyorlar kendilerini." (s. 217) Emir Bey'in Nevnihal Hanım'dan olma kızı, romanda Cumhuriyet kadını olarak çizilen Leyla'nın da Doğu'ya bakışı benzerdir. Doğu insanları duygu ve yaratıcılık olarak azalırken, Batı çoğalmaktadır ona göre. Uygarlık her zaman kaybedilecek udimdir çünkü (s. 199). Önemli saptamalardır bunlar. Bu romanda yalnız edebiyatçı değil, gerçek bir bilgedır Ayla Kudu. Doğu'nun ezilmişliği, geri kalmışlığı roman boyu irdelenir dıırur. Ama sevgi de hiç eksik değildir. Ve "...gece sırça gibi değsen şangırdayarak dökülecek." (s. 199) bir kenttir Mardin. Geceleri pırlantadan bir gerdanhğa benzeyen Mardin'i betimleyen bu tümce gibi Urfa'nın kendine özgü sansına ilişldn betimlemeler de tadına doyulmaz güzelliktedir. Romandaki karakterler, Türkiye mozaiğindeki ırklar cümbüşünü sergıleyebilecek zenginlik ve derinfikte işlenmiştir. îşte Nevnihal Hanım'ın îstanbul'daKİ evine sığınan ve öyküsü tek başına bir roman oluşturabilecek olan Arap Fatma Hanım 'ın ayda bir düzenlediği toplantıya katılanlar: "... Arap Fatma Hanım, yarısı Giritli Nevnihal Hanım, Keldani Giilhayat Hanım, binbiryanm kanın kanştığı Hüsra ve Leyla, TatarPomak kanşımı Halide Hanım,..." (s. 165) Aynı sayfadaki bazı karakterlere ilişkin fırça darbeleri de şöyle: "Levla eski şeyleri seviyordu. tnsandan, yıkılmış evlere kadar. Bu birlestiriyor GüDıayat Hanım'la Leyla'yı. Gülhayat Hanım çok temiz; ve temizlemeye çalısmak, sevap işlemek gibi geliyor ona. Leyla da sevaba girdiriyor. tntizam fikri ise hiç yok bu iki dostta. Her şeyin arandıktan sonra bulunması üstüne kurulmuş. Nevnihal Hanım'sa ikisinin üstünde leylek gibi dalgın takırdamakta." Ya Emir Bey'in büyük kızı Hüsra: "Kafkas Dağlan gibi buğulu, Mezopotamya ovalannm bitmez sıcaklığında, yumuşaklığmda ve mceliğinde...'r(s. 181) Ve aşk ve erotizm: "Kaya, yatnğı sedirin eski halılardan yapılmış auvar yastıklarını yere indirdi. Küçük bir minder oluşturdu. Hüsra'yı yeni doğmuş bir bebeği yatağına yatırır gibi yumuşakça minderin üstüne yatırdı. Başı aşağıda. Bacaklan da. Yeni doğmuş bir ay gibi ışıl ışıl yanıyor. Yeni doğmuş bir ay gibi yay çiziyor. Memeleri küçücük başlanyla belirsiz iki tomurcukla çoğalıyor ama gölgeli ısıkta bu bile belirsiz. Kaya, önünde doğruluyor. CUMHURİYET KİTAP SAYI 522 Doğu'nun ı CumhurlyennHkyıllan Henüz bu romanlan okıımadan önce kendi kendime, 20. yüzyıl sona ererken dünyada kopanlacak şamatayı, yüzyılımıza damgasını vuran olaylan, yapıdan düıündüğümüzde; ülkemiz acısından insanığa en büyük armağan olan Cumhuriyetimize layık olamadığımıza, dünyayı sarsacak yapıtlar, olgular üretip yaşayamadığımızanayıflanıyordum. Çürîkü çok değil birkaç ay sonra, bilimden sanata, sinemadan edebiyata akla gelebilecek her alanda 20. yüzyila damgasını vuran kişiler ve yapıtlar tartışılacak, gazetelerin ilgili sayfalannda ya da beyaz camda boy gösterecekti. Bu tartışmanın roman alanındaki galiplerinin Güney Amerika romancılan olmalan kaçınılmaz görünmektedir. Güney Amerika ile toplumsal ve siyasal koşullarımızın bunca Denzeşmesine karşın, bizde de dünya ölçeğinde önemli yapıtlar neden yazılmaz, yayımlanmazdı? Bu bir y y a ı a , yay r yana, konulannı bize yakın ya da doğrudan bizim coğraryamızdan, tarihimizden seçen, son günlerin gözde romancısı Amin Maalouf un Semerkant'ını, Doğu'nun Limanlan'nı, Tanios Kayası'nı kıskanmamak elde miydi? Klasiklerden sonra Batı dünyasında da bir tıkızlığın yaşandığı bilinmektedir. Haydi onlann çoğu sorunlannı çözdükleri için yaratıcıkklannı harekete geçirmeme, konu, malzeme sıkıntısı çekme gibi önemli mazeretleri olabilirdi! Bizim sıkıntımız ne idi?.. Bunca çalkantılı bir coğrafyada yaşamamıza, tarihsel zenginliğimize, toplum katmanlan arasındaki derin uçurumlara karşın, neden bizde de dünya edebiyatında ses getirecek romanlar yazılmıyordu?.. Ya da Daşa dönersek, Güney Amerika romancılannı başarılı kılan neidi?.. Sorunun yanıtlarından biri, bizden ayrıksı olarak onlann geçmişindeki "Don Kisot"un, yani Cervantes'in varlıgıydı belki? Bizim romancımızın arkasında ise Ahmet Mithat Efendi ve arada yüzyülar vardı!.. Çagdaş cdebiyatımızın ilköğretim ve lise ders programlarında yer almayışı Güney Amerlkalı romancılar Î E Başka?.. Kenderi var romanın. Bunlar: Kitabın arka kap.aktaki tanıtımında belirtildiği üzere; "Önce diişman, şimdilerdeyse bilinçsizlik ve beton işgalindeki tstanbııl; başkent olmaya giden küçük bir Anadolu kasabası kirnlikli Ankara; Mezopotamya uygarlığuun tarihten kaçmış yapayalnız bir uçbeyi olarak yaşayan Mardin; peygamberlere, yoksulluklara ve kendine özgii sarıya sannnu; Urfa ve... tnsanlığa ışığı, ateşi ve acıyı armağan eden Kafkas Sıradağlan." îşte Nevnihal Hanım'ın d i1inde n Cumhuriyetin ilk yıllarının Ankara'sından bir kesit:"Uçbeyazıyla kasım kasım kasdıyor Ankara verlisi hanımiar. Kim ağzını açsa, selam vermeden bununla başlar. Bizim üç beyazımız meşnur hanım/bacı/abIa... Kedimiz, tavşanımız, keçimiz. tyi haynnı görün. Bajka beyazlan yoktu. Allah'm giicüne gitmesin ya, bunlann dısında her şeyleri ya kirliydi, ya kir rengi. Pistiler, zaten şehir de ık kapitalist:şme sürecı Ayla Kutlunun romanındaki karakterler, Turkiye mozalğln yoksul, sudeki ırklar cumbusunu sergıleyebilecek zenginlık ve derln suz, çirkin ve içinde koptu llkte l$lenml$. SAYFA 8
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle