06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sovyetlerden para alır ve onlarla telsizle konuşurlar." Gerçi roman boyunca telsiz bir kere bile çalışmaz ama bu yasadışı telsizin varlığını da ortadan kaldırtnaz. Ustelik bu telsiz yüzünden, Sovyederin de Türkiye'de oldukça rahat hareket ettiklerini, diledikleri adamla buluşup, diledikleri adamı sefarette saklayabildiklerini görürüz. Sovyederin Türkiye'de hammadae pazarına katılmamaları, gereksinmediklerindendir herhalde. Güven, kurgu olarak rahat okunuyor. Bu okunuşu, kahramanlarırun periyodik bir biçimde bir kadınla yatağa girmesi de, sağlıyor diyebiliriz. Dayanılmaz biçimde yakışıklı Halil'in ilişkileri rekor düzeyde. Üstetk. her ilişki kurduğu kadını da bilinçlendiriyor. Romanın öteki kişileri de olabildiğince onun hızına ayak uyduruyorlar. Vedat Türkali'nin senaryocu alışkanlığından doğduğunu düşündüğüm "aşk trahği" sur dibindeki arsauklarda bile sürüyor. Hiçbir baskına, sataşmaya uğratnadan. Türkiye'de Sosyalist ve Komünist Faaliyeder'de Fethi Tevetoğlu'nun 1951 Tutuklaması'nın ardından evlenen (ya da zaten evli olanlann) listesine baktığımızda, bu tutuklamanın 10 erkek sanığının 10 kadın sanığıyla evlendiğini görürüz. (Aslında Tevetoğlu bir çifti gözden kaçırmıştır. Gerçek sayı 11 erkek, 11 kadın sanıktır.) 184 kışinin yargılandığı bir dava için bu sayı olağanüstü değildir. Ama göz göze geldiği her kadınla biraz sonra halvet olan Haürin, gerçek olmayışına Tevetoğlu'nun diline düşmemek açısından sevinebiliriz. Vedat Türkali, Güven'de bir tür bilinç akışı kullanmış. Cümlelerin aksakhğı, kelime deformasyonları bu akış içinde yitiyor. "Boyalı muhabbet kuşu gibi parlak adam, kartal gibi vabanıl birinin, hiç aşağılara in meden, yüksek maviliklerde süzülüp durmasını nasıl önleyebilirdi" benzeri aşırı şairane cümleler de. Oylumu çok geniş olan romandaki olayların unutulmamasını istediği aynntılannı da yineleyerek anımsatıvor. Bir bakıma, pembe dizilerdeki yöntemi kullanıyor. Aynı olayı, romanın her kahramanı, birbirinden çok az farkla öğreniyor ya da anlatıyor. Bu da romanı okuyaru belli bir izlekte tutuyor. Güven, bir savaş döneminde, kendine ve arkadaşlarına güvenebilenlerin yasak bir siyasal örgüde iiişkilerini irdelemeye çalışıyor. Bu örgütün dışında olanlann durumu, önemli yan kahramanJardan Sahir'in anlatımıyla açıklanabilir; Sahir Fransa'da Fransız Komünist Partisi üyesidir. Türkiye'de partiden uzak duruşunu karısıyla tartışırken, "göze alamadığını" söyler. Hem evli olmanın sorumluluğu vardır, hem de partiye güvensizliği:"(...) Leningrad yolculuğunda içime düşen kuşku tohumları mı çadadı, nedir! Üstüne düşemedim pek. BeÛri baskılardan korktum. Gizli örgüte girdin mi, yasadışına çıkıyorsun; yasalara değil kendine güveneceksin! Kendine güvenin temelinde, bağlandığın örgüte güvenin vatar! Bilmediğim, ötesi kuşkular taşıdığım bir örgüte nasıl güveneydim? Polise duştün mü her türden işkence var. Direteceksin. îçine kurt düşmüş yürekle girilmez o işlere. Kaş yapayım derken göz çıkarırsın." Kendine ve arkadaşlanna güvenebilenlerin bir serüveni mi Güven? Bir bakıma. Bir bakıma bu sürecin gözden geçirilmesi. Sonunu okurun yazması istenen bir anlatı. Okurun Güven'i okumadan önce ya da okuduktan hemen sonra, dönemi anlatan romanları, TKP ile ilgili belge ve anlatıları gözden geçirmesi, bügisini tazelemesi vararlı olur. Çünkü o gunlerin canlı tanıkları bu romana yanıt veremeyecek durumda. Çoğu öldü. Bir bölümü hasta. Mihri Belli gibi yanıt verecek durumda olanlar ise espri ile geçiştirmeyi doğru buluyor. Belki de romanda asıl tartışılan öğe gizlilik ve merkeziyetçilik olduğu için. Güven, bence yarım bir anlatı. • Güven, 1. Cilt (Savaş Yıllan, Kara Duvarın Gölgesinde, Daldaki Kiraz)/ Vedat Türkali/ Gendaş Kultür/747 s Güven,2. Cilt (Savaş Bitiyor, Savaş Başladı)/ Vedat Türkali/ Ğenda$ Kültür/520 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 522 Bilimsel bir cinsellik Michel Houellebecq'in 199899 yılında Fransa'da çok tartışılan romanı Osman Senemoğlu tarafından akıcı bir dilleTürkçeye çevrildi. Temel ParçaciKİar 1 Temmuz 1988 yılında başlayıp, sonuna doğru 2000'li yılların içinde sonuçlanıyor. ALI AKAY mozom aynmınm yapısal bir değişkenlik kaynağı olduğunu' saptamaktadır. Budur yeni paradigmayı ortaya koyan ve üç nesildir aılenin tertleri, aile bireyleri arasındaki ayrıntıları, cinsellik dolu yaşamları sırasmda mutsuz göriinen insanları çünkü aşksız bir ilişkinin peşinde koşarken kendi hay adannı beat generation' un yitik kuşağı gi bi yıkıma sokar. Ve burada, yazar ne kadar haklı olabilir bu tartışılmalıdır. Bir ba Michel Houellebecg'ten "Temel Parçacıklar" Aşktraflğl G ünün birinde Deleuze'ün pornografiyi felsefeleştirdiğini ve onunla birlıkte Uluslararası Sitüasyonistlerin kurucusu olan ve Gösteri Toplumu (Fransızcası 1967, Türkçesi Aynntı Yayınları) kitabının yazan Guy Debord'un intihar ederek öldüklerini anlatan bir kitap okuduğunuzda nasıl bir duyguyla karşı karşıya geliriz? Üstelik de kitabın bir yerinde Nietzsche'cilerin kuramlan karşısında artık Kant'çıların yerlerini aldığını haber veren bir roman nasıl sadece bir kurgu olarak adlandınlabilir: Eğer Fransa'da 196070'li yıllara felsefi bir reaksiyoner cevap verilmeye çalışılıyorsa ve yeni bir gazeteci felsefeciler grubu kendilerini Kant'çı olarak nitelendiriyorlarsa, bu romanın ideolojik bir rolü olup olmadığı hakkında önyargısız bir okuma yapmak mümkün müdür? Sonuç Michel Houellebecq'in 199899 yılmda Fransa'da çok tartışılan romanı Osman Senemoğlu tarafından Türkçeye çevrildi. O kadar akıcı bir dil ki, 350 sayfaliK bu roman bir günde okunuyor. Temel Parçacıklar 1 Temmuz 1988 yılında başlayıp, sonuna doğru 2000'li yılların içinde yeni bir paradigrna öngörüsü ile sonuçlanıyor. Hele hele Foucault, Deleuze, Lacan ve Derrida üzerine bu filozoflann " aniden genel bir güçlük içine düşmesi, o sırada meydanı yeni bir telsefeye bırakmayacak, tersine insan bilimleri nden yana göriinen aydınlarm tümünü gözden düşürecekti" (s. 384) önermesi, Foucault'nun Kelimeler ve Şeyler'de antropolojinin ve insanın sonunu, Nietzsche'den sonra, bir kez daha ilan ettiğinde; kullandığı plaj metaforu Houellebecq'in kitabının son sayfalannı dolduruyorsa, o zaman felsefe kitaplarıyla olduğu kadar bilim kitaplarıyla aa, gazetecilik düzeyinde de olsa, haşır nesir olan bir yazarla karşı karşıyayız demektir: "Son temsilcilerinin yok olduğu şu sıralarda, insanlığa son bir kez saygı sunumunun hiç değilse bir kez gerçekleşmesi de zorunludur." (s. 350) "Bu kitap insana armağan edilmiştir". insanın figürünün yitirilmesini öngörürken insana armağan edilen bu kitap bir armağan mıdır? Yani imkânsızın verilmesi midir? Bir bakıma bu soruya "evet" diye cevap vermek yerinde olaSilir, çünkü insana verilen veya armağan edilen bu kitap, armağan ettiğinin figürünün ve cinsellik üzerine kuruîu yaşamının kendisine bir vedayı gerektirmektedir. Eğer 1968 nesli Houellebeca'in yazdığı gibi, kendi trajik kaderine kendisini verdiğinde AIDS'li ve kanserli bir yaşamdan; yani yaşamın ölünıünden başka çir şey kalmıyorsa neslin kendisine, nasıl bir hoşnuduk gösterebilecektir? Veya hoşnut olmanın bir anlamı var mıdır? Bu sorular altında bir aile hikâyesini çıkanyor yazar karsımıza. Üç nesillik bir Fransa toplumu tarihi, toplumbilimin kurucusu Auguste Comte'un pozitivizminin tartışmaları içinde betimlenmektedir. Toplumlardaki bilimselliğin krizini aşmaya çabalama denemesi olarak da algılanabilecek kitap, pozitivizmin ve biÜmin kenarlannda bulur cevapları. 2002 yılmda yayımlanan Meyoz Topoloiisi kitabıyla yeni bir paradigmayı ortaya koyan Djerzinski "termodinamik kanıuara dayanarak, meyoz sırasında haploit gamederi oluşturmak için gerçekleşen kro kıma Blanchot'nun öngördüğü "yıkuna sokulan ve esersizleşme ile gerçeklestirilen çahsrnalann kaderi yazara göre parlak değil. Ustelik de 1968 nesli bu karanhğı yaratan nesil olarak gösterilmekte. Bu yaşam Fransız orta sınıfının, üstelik de aydın kesiminin hikâyesi olarak verüiyor bizlere. Yatıh okul sırasında erkekler arasındaki şiddet ve tecavüz gibi hayvansı ilişkilerle baslayan ve bu ortamda okuduktan sonra bir hippi ve gençliğinin tecrübesizliği yüzünden bir "otuzbirci sapık" olan Bruno'nun hayatı ile annesinin başkasından peydahladığı, büim adamı Michel'in neredeyse cinsellikten arınmış hayatının hikâyesi anlatıhyor romanda. Ikisi de annelerinden ve babalarından uzak bir yaşam içinde büyükanneleri tarafından yetiştirilmişler ve en son görüşmelerinden sonra da bir daha görüşmemek üzere annelerinin ölüm döşeğinde bir grup hippi ile cenazeyi kaldırdıktan sonra görüşemeyecek olan iki kardeş, ashnda birbirferinden ayrı karakterleri ve yaşam biçimlerini sürdürür gibi dursalar da, aynı kaderin yolculan, tüm diğer aynı nesUn kaderini taşıyanlannki gibi, birbirlerine benzememek zorundadırlar. Biri büim adamı olarak sonunda manevi bir mükâfat kazanıyor; ama bunu kendisi göremiyor. Diğeri romanın sonunda aşkı bulmasına rağmen, en erotik ve komik sahnelerinin kahramanı Bruno geç kalmış olmayacak mı? Üstelik bu aşk "özgür bir orji cinselliğini" içerdiğinde cezaya maruz kalmayacak mı? îşte DU noktalar kitabın toplumsal alandaki en tartışılan vanları olarak yansıdı basma. Art Press dergisi 1999 yaz sayılarından birinde ise bu sefer genel bir reaksiyonerlik ve Lepencilik ile aynı kefeye konulmaya kalkışacaktı. Çünkü romanda Bruno'nun bir bakıma aşkı bulduğunda, bir gece kulübünde sevgilisı Bruno'nun kamısını emerken, kendisini arkadan düzdürürken devrilip ölüm yolcusu olan Christiane'm kardeşferi Lepen'e oy verenler arasmda ohnasına rağmen, romanı bu kadar da reaksiyonerlik çizgisi içine koymak doğru mu? sorusunu sormanın da mesru olabileceğini düşünüyorum. Gerçi yukarıdaki deneklerden anti hümanist bir felsefeye savaş açan bir romanla karşı karşıya olduğumuzu belirtmiştim. Ancak yine de top lumsal değcri olan ve güzel yazılmıs bir kitap var karşımızda. Benzer bir şekilde Michel'in çocukluk sevgilisi olabuecekken son anda kendisini sahte bir Rock yıldızı olan ve sonra da satanist bir gruba dahil olan David'in yakışıklı bedenine teslim eden Anabelle de, Christiane ile aynı duruma düşecektir. Roman kadınları cezalandırmakta ve Oedipal bir sahneyi anımsatmaktadır (annenin çocukken vajinasını seyreden Bruno). Michel Anabelle'e olan buyeğin sevgiyi yıllarca erteleyecektir. Tam r>eraberlik sağlanmışken bu sefer de yine bir "rahim kanseri" aralarındaki ilişkiyi yok edecektir: Tam Michel'den çocuğu olacakken, bu kez ortaya çıkan bu kanser dördüncü kez kürtaj olmak zorunda kalan 40'h yaşlarda hâlâ genç duran vücudu kadmı 68 neslinin kaderine terk eder, yazar. Nihayet; Anabelle'in yukarıdan düşen vücudunu görmek zorunda •• kalacaktır Michel. Bu şekilde yine bir kez daha, kendi anne, babası ve kardeşi gibi, tüm nesli temsil ederken acılan yaşamak zorunda kala* cakür Üstelik de cinsellik Michel'i, ' Mk Bruno kadar ilgilendirmesc de. '.<^H Bruno ise kamplarda ve plajlarda ^ r çektiği otuzbirlerden sonra bulduğu Christiane sayesinde "erken boşalan" bir cinselliği keşfetse de muduluk yarım kalacaktır. Bu iki kardeşi terk eden anne ise genç erkeklerle birlikte ola ola ruhunu Tann'ya teslim edecektir. Vasiyeti Budist bir törenle yakılmak olsa bile uzaklık çünkü güney Fransa'da ttalya smınna yakm bir dağ başındadır son evi ve pahahhk yüzünden oracığa gömülecektir. Zaten onu kimse bir daha ziyaret etmeyecektir. Houellebecq tüm romanını pozitivist bir bilimsellik üzerine kurmus duruyor. İnsan bedenleri de parçacıklann birbütünleşmesi olarak algılanıyor. Cinsellik bile bilimseldir ashnda: Zevk ve acı moleküler genetiğin bir parçası olarak algılanıyor: Anabelle, Michel'in giysilerini çıkarmasına yardım ettiğinde "çiftleşmenin geometrik gerçekliğinin etkisiyle" (s. 304) Houellebecq, "mukozalarm esnekliğinden ve bolluğundan büyülenmiş olarak birden kıpırdamanın" bırakıldığını betimlemektedir. Bu "gelgider sırasında (...) gametlerin kaynaşması, hemen ardından da ilk kez hücre bölünmelerinin çok net bir son olarak" gözünde canlanan Michel'in orgazm sahnesini belirtmektedir. Auguste Comte'un pozitivizminden etkilenen yazar, edebi bir dil felsefesinin metinler arasılığı yerine, Kant'çı bir genetik evrenselliğini yeğlermiş gibi durmakta. Bu nedenle de, yapısalcılıksonrası filozoflarının etkisi 21. yüzyda kalmayacaktır; çünkü onlar ashnda antihümanist gözükmelerine rağmen yeteri kadar genetikçi olamamışlar ve siyasi mücadeleleri kendilerine görev etmekten vazgeçmemişlerdir. Bernard Henry Levy'nin Sartre için kaleme aldığı son kitapta göstermiş olduğu gibi (Le sıecle de Sartre, Grasset Yay., 2000) ashnda antihümanist olan Sartre, daha sonra . Hümanizmaya ve Marksizme yaraştığı gibi, filozoflar da yeteri kadar kendi çizgilerini geliştirememişlerdir, Houellebecq'e göre, Hippiliğin doğal devamı olarak duran New Age döneminde tabii bu iddia ne kadar doğru? 20. yüzyıl Batı toplumlannda iki üvey kardeş kendi kendilerine yıkıma sokan bir neslin temsilcileri olmaktan kaçamamaktadır. Üçlü, nesiller arası bir öykünün toplumsal bir okumasıdır diyebüiriz bu roman için. ÖzeUikle Fransız toplumunu bilenlerin keyifle okuyacağmı sanıyorum. Ama her şeye rağmen, lcitabın başmdaki keyif daha sonra traiediye ve nihilızme dönüşmekte olan havatlann ideolojik varkklan, bizi, kimi kez, ranatsız etmemekte de değil. • Temel Parçacıklar/ MichelHouellebeaj/ Doğan Kitapçılık / 350 s. SAYFA 15 Romann tarüşian yantarı
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle