Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
EVRİMSEL BİYOLOJİ KENT VE KÜLTÜR böylelikle genlerin çekirdekte barınmalarını, ancak proteinlerin yine mitokondrilerin içinde üretilmesini sağlamak olabilir. Sonuç: İnsanların kalıcı olmaları amaçlansa, DNA'nın yerleştirilmesi konusunda en son akla gelecek seçenek mitokondri olurdu. Sayı saymakla hesap yapmak 75 milyonluk bir ulusu cemaat gibi gören kim bilir ne kadar çok haşmetli var. Bin ile milyonu sayı olarak değil, nitelik olarak ayırabilmek büyük bir uygarlık aşamasıdır. Binlik vizyonla milyonluk gerçekler çatışmasında sallanıp duran bir ülkede yaşıyoruz. Doğan Kuban YAŞAMIN APTAL DAYANAĞI: ETKİSİZ ENZİM nık görmemize neden olur. Kafadanbacaklıların gözleri bizlerinki denli gelişmiş değildir. Öte yandan, pekten adıyla bilinen bir yapı sayesinde ağtabakadan çoğu kan damarlarını eleyen kuşlar göz konusunda bizleri alt etmişlerdir. Nitekim, atmaca görme duyusu en keskin canlı olarak bilinmektedir. Sonuç: Hangi açıdan ele alırsanız alın, arkadan öne destekli ağtabaka büyük bir yanlıştır. MİTEKONDRİ: ENERJİ SANTRALLARINA ZAYIF KORUMA Hücrelerimizin her birinin içinde mitokondri adıyla bilinen onlarca minik torbacık yer alır. Bu torbacıklarda hücreleri devinime geçiren enerjinin üretilmesini sağlayan şekerler “yakılır”. Ancak bu süreç sırasında serbest radikaller adıyla bilinen çok zararlı moleküller de üretildiğinden, mitokondrinin içi DNA gibi can alıcı önemde bir unsur için hiç de güvenli bir yer değildir. Öyle olmakla birlikte, 13 önemli mitokondrik protein burada barınır. urada çılgınca bir tasarım söz konusu. Buhar makinesinin onarım kılavuzunu ocağın yanı başında tutulması ve kılavuzun kaçınılmaz olarak kavrulup okunmaz hale gelmesine göz yumulması gibi bir durumla karşı karşıyayız. Değişime uğrayan genlerin mitokondrik DNA'da birikmesi sonucunda işlevin giderek yitirilmesi yaşlanmanın, kimilerine göre de, şeker ve Alzheimer gibi yaşlanmaya bağlı birçok hastalığın asıl nedeni olabilir. DNA insanın evrimsel tarihi yüzünden oradadır. Mitokondriler bir zamanlar bağımsız olan ve yaklaşık 2 milyar yıl önce hücrelerimizle ortak yaşamlı bir bağ oluşturan bakterinin kalıntılarıdır. Bakterinin özgün genlerinin büyük bir bölümü zamanla yok olmuş, ya da hücre çekirdeğine sıçramış olsa bile, mitokondriler hâlã 13 geni içlerinde barındırmayı sürdürürler. Yaşlanma karşıtı araştırmalarda çoktandır kalan genleri çekirdeğin güvenli alanına taşımanın yolları bulunmaya çalışılıyor. Bunu başarmak hiç de kolay olmayacak. 13 genin basit bir biçimde çekirdek genomuna taşınması söz konusu olamaz, çünkü o zaman 13 proteinin de mitokondrilerin dışında bir yerlerde üretilmesi gerekir. Bir çözüm mitokondrilere aktarılan proteinlerin mRNA reçetelerini almak ve R B Gezegenimizde en bol bulunan, ancak hiçbir işe yaramayan bir protein. Yeryüzünde yaşamın hemen hemen tümü RuBisCo adı verilen bir enzime bel bağlıyor. Bu enzim havadaki karbondioksidi yaşamın yapıtaşları olan karbon zincirlerine dönüştürüyor. Ancak dünyanın en miskin enzimlerinden biri olarak bilinen bu enzim aynı zamanda karbondioksit ile oksijen arasındaki farkı ayırt edemeyecek denli de aptal. Evrimin en büyük gaflarından biri bu enzimden başka bir şey olabilir mi? uBisCo karbondioksiti ribuloz bisfosfat adlı bir şekere iliştirmek suretiyle “ayarlıyor”. Ancak çok kolay tufaya geldiğinden, kimi zaman bir oksijen molekülünün ensesine yapışıp onu şekere iliştiriyor. Bu da hem karbon, hem enerji yitimiyle sonuçlanan olumsuz bir dizi etkiye yol açıyor. Daha da beteri, RuBisCo enzimleri saniyede yalnızca üç molekülün tepkisini kolaylaştırıyor. Öteki yaygın enzimler aynı süre içinde on binlerce tepkiyi katalize edebiliyorlar. Bu tür olumsuzluklar fotosentez sürecinin olması gerekenden çok daha elverişsiz kılıyor. Ancak bitkiler RuBisCo'nun oksijene ulaşmasını bir biçimde önleyerek, bu açığı gideriyorlar. RuBisCo'nun başarısızlığı evrimi sırasında oksijen düzeylerinin şimdikinden çok daha düşük olmasına bağlanıyor ve öyle bir ortamda karbondioksitle oksijeni karıştırmanın bugünkü kadar önemli bir gaf olmayacağına dikkat çekiliyordu. Ne var ki geçtiğimiz yıl yapılan bir araştırma RuBisCo enziminin, bırakın aptal olmayı, bir ökelik parıltısı bile taşıdığını ortaya koyuyor. Oksijen ile karbondioksit, enzimlerin güçlükle ayırt edebildikleri, ortak birtakım özelliklere sahip. RuBisCo bifosfat molekülünü yakalayıp bükmek suretiyle, alt maddesinin daha bol olan oksijen molekülü ile değil de, bir CO2 molekülüyle tepkimesi olasılığını en üst düzeye çıkartıyor. Sorun, bükme işleminin RuBisCo'yu son ürünü oluşturma aşamasında zorlamasından kaynaklanıyor. Enzimin ağır aksak olması da buna bağlanıyor. Cambridge Üniversitesi bitkibilim uzmanlarından Howard Griffiths,”RuBisCo'nun işe yaramaz bir enzim olduğu görüşü tartışılabilir. Enzim olabileceği kadar iyi,” diyor. Sonuç: Bitkilerin RuBisCo'nun etkisizliğinden kaynaklanan boşluğu kapatmak üzere geliştirdikleri yöntemler bu enzimin ne denli kısıtlayıcı bir unsur olduğunu gözler önüne seriyor. Ancak bizzat proteinin geliştirilip geliştirilemeyeceğini zaman gösterecek. Yığınla genetik mühendisi bu konuda çabalayıp duruyor. Çeviri Rita Urgan K ırsal kültürün okumuş, okumamış, ünlü, ünsüz, gariban ya da muhteşem temsilcileri bir doların bir buçuk milyon TL'ye çıkma sürecinde zorunlu olarak sayı saymayı öğrendiler. Hele 'para' mikrobu kanlarına girmişse büyük sayılardan söz etmeyi çok seviyorlar gerçi altı sıfır atma cesareti gösterenleri de kutlamak gerekir, çünkü ulusu utandıran bir olguydu. Sokakta bir milyarı yazacak insanı bulmak zorsa da, halkımız bin'i de, milyonu da 'bir'e indirgeyerek işini görecek kadar zeki. Ne var ki Türkiye'nin sorunları sayı saymaktan geçmiyor. Türkiye'nin sorunları sayısalın niteliksel içeriğini kavrayamamaktan kaynaklanıyor. Milyonluk kentleri onbinlik kasabalar gibi idare etmek, saatte yüzelli kilometre yapan otomobili at arabası gibi kullanmak, ve yılda onbin kişiyi yollarda öldürmek yüzde yirmibeş oyla Büyük Millet Meclisi'nde mutlak çoğunluk elde etmek, eskimiş raylar üzerinde hızlı tren sürmek, gelirinin yarısıyla borç ödeyip ekonomik kalkınma gerçekleştirmek, kentlerin %60'ını kaçak yapılarla inşa etmek, ilköğretim okullarının son sınıflarında altı haneli sayılarla bölme, çarpmayı zor yapmak türünden oldukça ciddi sorunlar var. Daha doğrusu bunların sorun olduğunu kavrayamamaktan ileri gelen bir kargaşa var. Ve ondan da öte, bunun bir kargaşa olduğunu anlayamamaktan ileri gelen bir körlük ya da vurdum duymazlık var. Bunun sorumluluğunu hiç bir alanda sözünü dinletemeyen marjinal gruplara yüklemek olanaksız. Bu toplumun kültürel yapısının kendine attığı bir kazıktır. Sayısalın niteliksel içeriği türünden bir kavramı kırsal kültürlü çoğunluk temsilcilerine anlatmanın kolay olmadığını biliyorum. Kolay olsaydı, başka türlü davranırlardı. Fakat bazı örnekler vererek bazı insanları uyandırmak belki kabil olur. Akşehir gölüne yoğurt mayası çalmaktan daha fazla şansımız olabilir. NİTELİKSEL İÇERİK Sayısal niteliksel içeriğini anlamak nitelikler arasındaki ilişkileri anlamak için de gereklidir. Bir ciltlik roman okunur. Fakat yirmi ciltlik romanı kimse okumaz. Tek katlı evlerden kurulu bir mahallede bir postacı mektup dağıtabilir. Fakat yapılar on beşer katlı olursa buna bir örgüt gerekir. Örgütlenme bilgi, otorite ve kontrol gerektirir. Birlikte çalışanların sayısı artınca kişiler arası ilişkilerin sosyal ve psikolojik boyutları geleneğin köylüye ve kasabalıya öğrettiklerini aşar. Bir köy yolunu bir greyder düzeltebilir. Fakat yüz kilometrelik altı izli bir çevre yolunun inşası ekonomik, idari, toplumsal, teknik bir örgütlenme ister. Sayının yarattığı değişik ilişkiler zaman boyutuna yansır. Her olgunun bileşenleri artınca çözüm için akla, başka bir deyişle rasyonel düşünceye gereksinme artar. Akıldan vazgeçilebileceğini söyleyen adamlar komik adamlardır. Çünkü insanoğlunun böyle bir şansı yoktur. Sayınitelikzaman ilişkisi sayı arttıkça karmaşıklaşır. Bu insana büyüklük boyutunun yalnız başına bir şey olmadığını anlatır. CBT 1067/14 31 Ağustos 2007