23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
B ütün canlõlar gibi doğuyor, yaşõyor, ölüyor; hayat adõnõ verdiğimiz bir deneyimden geçip gidiyoruz. Arada bir mola verip kendimize, çevremize õsrarla sorduğumuz oluyor: Bu serüvenin bir anlamõ ya da hedefi var mõ? Yanõtlar değişik. Emin olamõyor, sormayõ, sorgulamayõ, hayatõ ya da yaşantõmõzõ sürdürüyoruz. Yõllar önce genç bir filozofla tanõşmõştõm. “Anlam’ın anlamı” üzerinde çalõşõyordu. Beni etkilemiş, düşündürmüştü: Anlamõn bir anlamõ var mõ? Varsa nedir? Sözlükler anlamla ilgili bir dizi kavram tanõmõ veriyor. Sanki bir değil birçok anlamõ var hayatõn. Yan yana konduğunda yeni bir soruya yöneltiyor kişiyi. Hemen her şeye olumlu ya da olumsuz anlamlar/ değerler yükleyen bir varlõk alanõnõn bireyleri, oyuncularõ olarak sorguluyoruz: Hayatõn anlamõnõ! İlk sorun anlamõn anlamõdõr: Var mõ, yok mu? Varsa bulunabilir ya da bilinebilir mi? İnanç ve iman gibi, varlõğõ da yokluğu da tartõşmalõ bir sorun. Beğenilir ya da beğenilmez ama kolayca kanõtlanamõyor. Hemen ardõndan, gerçek kavramı gibi, “bir mi çok mu” sorusu geliyor. Gelip geçenlere, olup bitmeyenlere, sözlere ve söylenmişlere bakõlõrsa sanki bir değil çeşitli ve çelişik anlamlar yükleniyor hayata. Çoğu: “İyi / kötü, doğru / yanlış, güzel / çirkin, birey / toplum, sevgi / nefret, ben / biz, biz / öteki, barış / savaş, masum / suçlu, geçmiş / gelecek, madde / ruh, iman / şüphe, ideal / gerçek, kozmos / kaos vb.” gibi birbirini çağrõştõran, ama kolayca teke indirgenemeyen, diyalektik kavramlar. Bu yüzden, hayatõn sorunlarõnõ konuşup tartõşõrken “gerçekten” sözcüğünü yineler dururuz. Oysa, “gerçeklerimiz gerçek mi gerçekten?” Her gerçeği sorgulamaya kalkarsa insan, anlam anlamõnõ yitirmeye başlar; seçenekler tükenince de nihilizm’in tuzağõna sürüklenebilir. Filozof Eflatun uyarmõştõ: “Sorgulanmayan hayat yaşanmaya değmez.” Bazõ temel sorularõ “ya hep ya hiç”, tümden doğru tümden yanlõş demeden yanõtlamalõyõz. “Nereden gelmiş nereye gidiyoruz?” Yanõtõnõ bilemiyoruz ama araştõrmalõyõz. Bize doğru görünmeyenlere de kulak vermeliyiz. Shakespeare, “Nasıl beğeniyorsanız öyledir” adlõ oyununda, olup bitenlerin anlamõnõ sorguluyor; Hamlet’te mertçe başkaldõrõyordu: “Ey kahpe Felek / Hayatın çivisi çıkmış / Benden ne istersin ki?” “Çivisi çıkmış hayat” günümüzde “çarpık düzen” olarak sürdürmüyor mu varlõğõnõ? Hayat kusurlu ise sorumlusu kim? Yaratan mõ yaratõk mõ? Belki de hayat bize göründüğü, yazar çizerlerin söylediği gibi değildir. Yanlõşlarõ bulmak için doğru bildiğimize inandõğõmõz bazõ gerçekler üzerinde düşünmeli, günlerin getirdiği örnekleri sõnamalõyõz. “Ortak akıl”dan söz eder dururuz ya tek bir örneğini biliyor muyuz? “Uygarlık” -eşitlik değil- belki de eşitsizlik üzerine kuruludur. “Yasalar” -hukuk değil- hukukun aracõdõr; bazõlarõ adil olmayabilir. “Kadın hakları” -kadõnlarõn değil- insanlarõn ortak sorunudur. “Karşılıklılık” üzerine kurulu güven sarsõlõnca “karşıtlığa” dönüşür. “Kültürel geri kalma”, refah toplumu ile teknolojinin ortak eseridir. “Kendini bil”mek her çağda, her yerde en yüce erdem sayõlmõştõr. “Tarih boyunca” tanrõlar yaratan insan, bir hücre bile yaratamadõ. “Uygarlık” -egemenlik savaşõ değil- doğa ile uyumlu bir hayattõr. Akla geç kalan bir olasõlõk: Acaba “sevgi mi” hayatõn gizemli anlamõ? Mevlana Celaleddin Rumi, “Kalıplar dışında düşünmeyi, bazı canlıların hayatı tadacağını, CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 12 EYLÜL 2010 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER PENCERE Atatürk Devletinin Temelleriyle Oynamak... Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün temel devrimlerinden birisi Öğretim Birliği Yasası’dır; eski adıyla “Tevhid-i Tedrisat Kanunu”dur. Ne demektir Öğretim Birliği Yasası? Bu soruya en “basit” yanıtı Prof. Enver Ziya Karal’ın “Türkiye Cumhuriyeti Tarihi” adlı ders kitabında bulabiliriz. “Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Dairesi kararıyla liseler için ders kitabı olarak kabul edilmiştir” damgasını taşıyan bu yapıtın 1968 yılı baskısında 156’ncı sayfayı açarak okuyoruz: “- (3 Mart 1340 - 1924 tarihli ve 430 Sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu) ile öğretimin birleştirilmesinden sonra azınlık ve yabancı okulların dini veya siyasi maksatlarla öğretim yapmalarının önüne geçildiği gibi sınıflardan ve ders programlarından dini alametler de kaldırıldı. Aynı günde öğretimin birleştirilmesi Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’nin kaldırılması da kanunlaştırıldı. Öğretimin birleştirilmesi ve laikleştirilmesi hususunda yapılan bu hamle Türk milleti için hayati bir önem taşımakta idi. Çünkü dünya milletleri arasında lâyık olduğu ihtiram mevkiini almak için Türk milleti, evladına vereceği terbiyeyi mektep ve medrese namında birbirinden büsbütün başka zihniyette iki nevi müesseseye bırakamazdı. Kaldı ki terbiye ve tedrisatı (öğretim) tevhit etmedikçe (birleştirmedikçe) aynı fikirde ve zihniyette fertlerden mürekkep bir millet yapmaya da imkân yoktu.” Öğretim Birliği Yasası, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde öğretimin medrese mantığı baskısından kurtarılarak laikleştirilmesi yolunda gerçekleşen en büyük devrimci atılımlardan birisidir; ve Atatürkçülüğün temel ilkelerinden başlıcasıdır. Şimdi gazetelerde okuduğumuza göre okullara zorunlu din dersleri konacaktır. Anayasa’ya dinsel devlet felsefesini yerleştirmek isteyen DM üyelerinin girişime geçtiklerini de izliyoruz. Cumhuriyet’in 2 Eylül 1982 günlü sayısında Ankara Bürosu’nun şu haberi vardı: “- Danışma Meclisi Genel Kurulu Anayasa tasarısı maddeleri üzerindeki görüşmelerini dün de sürdürdü. Tasarıda serbest bırakılan din, eğitim ve öğretimi komisyonca yeniden Genel Kurul’a getirilen bir madde ile ilk ve ortaöğretim kurumlarında zorunlu kılındı. Komisyon Sözcüsü Şener Akyol, Anayasa’nın başlangıç bölümünde Allah’ın adına yer verileceğini belirtti ve bunun laikliğe aykırı bir yanı bulunmadığını söyledi.” Demek ki Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1924 yılında gerçekleştirdiği laik devlet ilkesinden vazgeçme eğilimleri Danışma Meclisi’nde uç veriyor. 20’nci yy’ın ilk çeyreğinde yürürlüğe giren temel devlet felsefesinden 20’nci yy’ın son çeyreğinde geri dönülüyor. Hemen söyleyelim ki bu gibi girişimler tehlikeli ve kaygan bir eğik düzey üzerinde sürüklenmek anlamına gelir. Atatürk’ün yüzüncü doğum yılında Türk ulusu Atatürk’e böyle bir karşı çıkışı hoş göremeyeceği gibi, Anayasa’ya Cumhuriyet devletini kuruluş temellerinden saptıracak bir içerik yüklenemez. Atatürk, laiklik devrimini gerçekleştirmek ve okulardan din derslerini kaldırmakla acaba neyi amaçlamıştı? Şimdi Atatürk’ün yaptıklarını çiğnemek isteyen Danışma Meclisi üyeleri ve en başta Anayasa Komisyonu sözcüsünün amaçları nedir? Danışma Meclisi’ndeki eğilimlerin hangi noktalara dek dayanacağını bilemiyoruz; ama, bir şey biliyoruz. O da şudur: Dünya Müslümanlığı güncel konumunda ikiye ayrılmıştır ve kimi İslamcı güçler “anti- Amerikan, anti-siyonist, anti-emperyalist” raya oturmuştur. Bu eğilimlerin Türkiye’de 1970’ler sürecinde kendine özgü alanda yüzde 10’luk bir oy potansiyeli oluşturduğu da saptanmıştır. Türkiye’de dinsel ödünlerle tutuculuğu sağlama bağlayacaklarını sanan DM üyeleri hem yanlış bir hesap yapmakta, hem de Cumhuriyet devletinin temelleriyle oynamayı göze almaktadırlar. (5 Eylül 1982 tarihli yazısı) Hayatõn Anlamõ... “Çivisi çõkmõş hayat” günümüzde “çarpõk düzen” olarak sürdürmüyor mu varlõğõnõ? Hayat kusurlu ise sorumlusu kim? Yaratan mõ yaratõk mõ? Belki de hayat bize göründüğü, yazar çizerlerin söylediği gibi değildir. Bozkurt GÜVENÇ ‘güven’in sevgiden üstün olduğunu öğrendim” diyor. Yazar Garcia Marquez’in, “Hayata Veda” mektubundan iki öneri: Üzüntülü olduğun zaman bile gülümse; dünyada bir insan olabilirsin ama bir insan için dünya da olabilirsin. Mahatma Gandhi’nin büyük günahlar listesinde: “İlkesiz siyaset, emeksiz varlık, bilinçsiz haz, ahlakdışı ticaret ve insansız bilim” okunur. Hayatõn bütün anlamõ bunlar mõ? Kuşkusuz değil. Japonlarõn “İnsan gider sanı kalır” atasözünü Divan şairi Baki ne güzel yorumlar: “Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş” Oğuz töresinde yaşayan öykülerin ortak sonluğu şöyledir: Dede Korkud geliben boy boyladõ, soy soyladõ, Bu Oğuzname’yi düzdü, koştu, söyledi: “Hanı dediğimiz beğ erenler/ Dünya menim diyenler Ecel aldı, yer gizledi/ Fani dünya yine kaldı Gelimli gidimli Dünya/ Ahır sonu ölümlü Dünya.” Hayatõn değişmeyen anlamõ “değişim” mi acaba? A. Kadir’in güzel Türkçesiyle Mevlana günümüze seslenir: Dünle beraber gitti, Cancağõzõm, Ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazõm. EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Ya Siz Nerdesiniz? “Nerdeyiz biz...” Erkenden uyanıyorum. Bahçede birkaç adım atmak, günün gazetelerini beklemek!.. Loş bir köşeye sığı- narak anıların birikmesini önlemeye çalışmak!.. Derken bir sesleniş... Oldukça yakından bir şarkı gibi: “Nerdeyiz biz”... Evet, nerdeyiz biz? Ben unutsam da anımsatır sabahları... Bir kuş mu, bir insan mı, bilinmez. Karşı bahçenin yüksek dallarında eşiyle tartışan güvercin olmalı! Ner- deyiz biz diye hem kendine, hem de bizlere soran? Sahiden nerdeyiz biz? Yaz sıcağında gazete yazılarını okumak, son ha- berleri öğrenmek telaşında bir yaşlı adam... Yalnız be- ni değil Türk ulusunu, tüm okuryazar ya da okuma- sı kıt ama anlayışı geniş yurttaşlarını mı “nerdesiniz” diye uyaran?.. Yaşlanmak diye bir şey var, derlerdi. Oturduğu minderden hiçbir zaman ayağa kalkama- yan çocukluğumun Atiye ninesi bilir miydi, hangi ül- kede, hangi zamanda, hangi mevsimde olduğunu... Mangalın küllerine gömdüğü kahvesinin kabarmasını beklemekti bütün eğlencesi, bir de benim gibi yanı- na gelen bir çocuğun yanağını okşaması... Durup dururken nerelere gittim. O yaşlı ninenin geç- mişte eriyip gittiğini unutarak... İnsan doğar, yaşar, ölür. “Nerdeyiz biz” diye düşünmeden, böyle bir şey olduğunu bilmek de istemeden. Yaşıyoruz ya, soluk alıyor, bir şeyler yiyor, birazcık yürüyebiliyoruz ya, ye- ter diyerek... Şu kumruyu bir görsem! Yoksa yakınlarda bir in- san mı “nerdeyiz biz” diyen? Kendisinin de nerde ol- duğu bizden öğrenmek isteyen? Nerdeyiz, iki binli yıl- lardan on’lara, yirmi’lere, otuz’lara giden bir yolda- yız. Kimimiz yarı yolda çekip gidecek ya da götürü- lecek... Savcılıklara, Ergenekon’lara değil, çirkin po- litikacıların, anlayışsız yetkililerin, bağnaz kafalıların erişemeyeceği bir güzelliğe, varsın yaşam dışı olsun!.. “Nerdeyiz biz?..” Birkaç kez yineledi o ses!.. Bık- madı bıktırdı: “Biliyoruz nerde olduğumuzu arkadaş, tam uçurumun kenarında, itildik mi, işimiz biter... Hal- kımız bu sesle belki uyanır diye umutlan dur”!.. “Nerdeyiz biz” diyene yanıt versem mi? Ya siz ner- desiniz? Uykuda mı, hücrelerde mi, koğuşlarda mı, yoksa bilinç denen bir varlığı öğrenmenin peşinde mi? Nerde olduğunuzu bilmenin aydınlığında mı?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle