20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Bir Çiftlik Faresinin Öyküsü Çiftliğin minik faresi, duvardaki çatlaktan bakarken çiftçi ve eşinin mutfakta bir paketi açtıklarını görür.Kendi kendine: “İçinde hangi yiyecek var acaba?” diye düşünür. Bir süre sonra gördüğü paketin bir fare kapanı olduğunu anladığında yıkılır. “Evde bir fare kapanı var! Evde bir fare kapanı var!” diye bağırarak telaşla bahçeye fırlar. Bahçede çiftçinin bir horozu, bir tavuğu, bir koyunu bir de ineği vardõr. Minik fareyi telaş içinde gören tavuk, onun anlattıklarını umursamaz ve bilgiç bir tavırla başını kaldırarak gıdaklar: “Zavallõ farecik… Bu senin sorunun benim değil. Bana bir zararı olamaz küçücük kapanın” der. Tavuktan destek bulamayan farecik bu sefer koyunun yanõna koşar, “Evde bir fare kapanı var! Evde bir fare kapanı var!” diye çırpınır. Koyun fareciği anlayışla karşılasa da, “Çok üzgünüm fare kardeş ama senin için dua etmekten başka yapacağım bir şey yok. Dualarımda olacağından emin ol” demekle yetinir. Minik fare çaresizlik içinde bu kez ineğe döner: “Evde bir fare kapanı var, evde bir fare kapanı var!” İnek, “Bak fare kardeş” der, “senin için üzgünüm ama bu konu beni ilgilendirmiyor”. Farecik bir kez daha yıkılır. Başı önde umutsuz bir durumda eve döner. Çiftçinin fare tuzağı ile bir gün tek başına karşı karşıya kalmak zorunda olduğunu anlamıştır. O gece evin içinde sanki ölüm sessizliği vardır. Farecik aç ve susuzdur. Tam yorgunluktan gözleri kapanacakken birden bir ses duyulur. Gecenin sessizliğini bölen ses, fare kapanından gelmektedir.Çiftçinin karısı, ne yakalandığınõ görmek için yatağından fırlayıp mutfağa koşar. Karanlıkta kapana, zehirli bir yılanın kuyruğunu kaptırdığını fark edemez. Yılan can havliyle kadının bacağını ısırır. Çiftçi, karısını apar topar doktora götürür. Doktor, zehri temizler, karı koca eve dönüp yataklarına girerler. Ne var ki kadıncağızın ateşi yükselir ve bir türlü düşmez; sabaha kadar ter içinde kıvranıp durur. Böyle durumlarda taze tavuk suyunun gerekli olduğunu herkes bilir, çiftçi de bıçağını alõp bahçeye koşar. Yakalayıp kestiği tavuğu pişirip suyunu karısına içirir. Tavuk suyu kadını biraz kendine getirir gibi olur. Kadıncağızın başına gelenleri duyan bütün komşular ziyarete gelirler. Onlara ikram etmek için çiftçi koyununu keser. Kadının durumu gittikçe kötüleşmektedir. Birkaç gün sonra ölür. Cenazeye çok sayıda akraba da gelince çiftçi ineğini de kesmek zorunda kalır. Fare tüm bu olanları büyük bir üzüntü ile duvarda saklandığı delikten izler. Öyleyse… Birisi, sizi ilgilendirmediğini düşündüğünüz bir tehlike ile karşı karşıya ise o tehlike bir gün siz de dahil hepimiz için geçerli olabilir, unutmayalım! Değerli okurlarõm, bu kõsa öyküye internette dolaşırken (www.kissadanhisse.net) adlı sitede rastladõm. Hoşuma gitti, ufak değişikliklerle sizlerle paylaşmak istedim. Güzel bir pazar günü geçirmeniz dileğiyle. [email protected] www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ Ah Erzurum Ah!.. “Erzurum’un dağları kardır geçilmez, Gizli sırdır her adama açılmaz...” Feridun Andaç’õn “Bir Kentin Solgun Yüzü” başlõğõyla yayõmladõğõ “Erzurum” kitabõnda Âşık Kerem’in bu dizelerini okuyunca bir tuhaf oldum... gençliğimin Erzurum’u elbette artõk yok ama 10 yõl önceki Erzurum bile neden yok? Geçenlerde Tarihi Kentler Birliği’nin “Planlamada Eskiyle Yeninin Buluşması” semineri için Erzurum’daydõk; ne var ki bu görmüş geçirmiş kentte “eski” kalmamõştõ ki yeniyle buluşabilsin… Gerçi Çifte Minareli Medrese, Üç kümbetler gibi anõtsal yapõlar yerindeydi… Peki, ya Erzurum? Eskinin kimlikli ve ustalõk gösterisi evleri, insancõl sokaklarõ, özgün mahalleleri ve kahvelerinin yerini, tekdüze apartmanlar, alõşveriş merkezleri, süpermarketler almõş.. Andaç, Nâzım’õn Kuvayi Milliyesi’ndeki Erzurum’u da kitabõna almõş; “Erzurum’un kışı zorludur balam, / Tandırında ‘tezek’ yakar Erzurum...” ‘Tezek’, yaz boyunca toplanõp istiflenen inek dõşkõsõndan yapõlan yakacak… yerel adõ “basma” olduğundan, bu işi yapanlara da “basmacı” derler; kõşa doğru sokaklarda “iş bulmak” için bağõrarak dolaşõrlar… “Basmacı geldiiii; basmacı geldiii...” Önünden geçtiği konağõn cumbasõndan seslenen evin hanõmõ sorar; “Basmaci, basmaci.. neçen (kaça) basirsen?” Yanõt ne kadar gerçekçiyse, o kadar da insancõldõr; “Hanım, hanım... hele bir pohun görek...” O sokaklar, o cumbalõ evler apartmanlaşõnca, bu fõkra da tarihe gömüldü... ‘Çay’ da yok; fayton da... Otelin lobisinde çay getiren garsona sordum: “Erzurumlu musun?” “Evet” dedi ekledi; “bir yanlış mı yaptım beyim?” “Çok büyük bir yanlış yaptın” dedim; “Erzurum’da çay, tabakta ters çevrilmiş bardakta gelmez mi? Yanında da ‘kõtlama şeker’iyle…” “O usul eskide kaldı beyim; belki çarşıdaki birkaç eski kahvede...” Tekrar Andaç’õn kitabõna dalõyorum; “fayton”lardan söz etmesin mi? Evet “taksicilik” faytonlarõn sonu oldu ama taksilerin suçu yok. Faytonu “ilkel-geri- çağdışı” sayan anlayõşõ bilmem ki tarih ne zaman yargõlayacak. O mahkemede hâkim olmak isterdim, faytonlarõ yok edenlere sorardõm; “Bir kentin geleneksel güzelliklerini korumak, yaşatmak, o kentin kimlikli çağdaşlaşmasının önkoşulu. Gereksiz süslemelere dünyanın parasını harcıyorsunuz; faytonları yaşatmaya da kaynak ayıramaz mıydınız?” Dedim ya Andaç kitabõnõ açar açmaz bir tuhaf oldum… Erzurum’u bu hale getirenler, yani yüzünün solmasõna, ruhunun yok olmasõna; tarihi dokusuyla birlikte geleneksel yaşam zenginliklerinin unutulmasõna neden olanlar, yõllardõr kendilerine “muhafazakâr” diyorlar. Neyi “muhafaza” ettiler; neyin “korunması” için çaba gösterdiler? Kitabõn son bölümlerinde “Kimliğini Arayan Kent” var... çabuk bulsa bari; çünkü bu gidişle arasa da bulamayacak... Andaç’õ kutluyor; kitabõnõ kutsuyorum. (Dharma Yayõnlarõ-0212.5128121) SAYFA CUMHUR YET 12 EYLÜL 2010 PAZAR 16 KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] HARBİ SEMİH POROY HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Eski Yu- nan’õn üç bü- yük tragedya yazarõndan biri. 2/ Bir iskambil oyunu... Kökü yukarõda, dal- larõ aşağõda ol- duğuna inanõ- lan cennet ağa- cõ. 3/ Türk ka- rikatür sanatõ- nõn, 1900-1953 yõlla- rõ arasõnda yaşamõş ünlü ustasõ... Deriden sõzan tuzlu sõvõ. 4/ Erden çavuşa kadar olan askerlere veri- len ad... Bir nota. 5/ Posta paketi... Ley- leğe benzer bir kuş. 6/ “Kakım” da denilen kürk hayvanõ... “Gö- zümüze --- toprak/Dolmadan bir dem sürelim” (Karacaoğlan). 7/ İçine başka bir sõvõ karõştõrõlma- mõş içki... Kaşõndõrõcõ bir deri hastalõğõ. 8/ Orman- dan açõlan tarla... Eldiven ve giysi yapõmõnda kul- lanõlan bir tür yumuşak deri. 9/ Eski Yunan’õn üç büyük tragedya yazarõndan biri. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Eski dilde bulut... Yol üzerinde oluşmuş çukur. 2/ Sõnõr nişanõ... Kürkü değerli bir yaban kedisi. 3/ Kirpik boyasõ... Uygun, tõpatõp gelen. 4/ Yatak dol- durmaya yarayan yün, pamuk, kõtõk gibi şeyler... Tor- yum elementinin simgesi. 5/ Güney Afrika Cum- huriyeti’nin plaka imi... Bir renk. 6/ Köpek... Argoda peşin paraya verilen ad. 7/ Bir meyve... “Karata- vuk” da denilen bir kuş. 8/ Sonsuz, ölümsüz... Es- krimde kullanõlan üç silahtan biri. 9/ Yurdumuzun batõsõnda bir körfez... Kuran’da bir sure. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 K A R İ D E S T A R A B İ S N O R A İ L E T İ M İ B İ K M E T A D İ L Y E L R E S E M E E T A S T E L E M E N İ T T E K E T O M A R A E L 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Yõllarca üst düzey görevde bulunan emekli devlet memuru Üstünkol anõlarõnõ kaleme aldõ İşte bürokrat gerçeği AYKUT KÜÇÜKKAYA Başbakanlõk müşavirliği, genel müdürlük ve genel müdür yardõm- cõlõğõ olmak üzere kamuda üst düzey görevlerde bulunan Şerafettin Üs- tünkol, anõlarõnõ yazdõğõ kitabõnda “devlet bürokrasisinin” nasõl işle- diğini tüm çõplaklõğõyla kaleme al- dõ. 2002 yõlõnda devlet memurlu- ğundan emekli olan Üstünkol’un 8 yõl sonra anlattõğõ anekdotlar, “dev- letteki torpili ve siyasilerin iki du- dağı arasındaki bürokrat gerçe- ğini” ortaya koydu. Zonguldaklõ- Üstünkol’un 2010 Temmuz ayõnda ilk baskõsõ yapõlan “Eşekten Uçağa” adlõ kitabõnda yer alan çarpõcõ bö- lümler özetle şöyle: ? NASIL GENEL MÜDÜR OL- DUM 1996 yõlõnõn temmuz ayõydõ. Yani TTK Genel Müdür Yardõmcõ- lõğõ’ndan alõnalõ iki yõla yakõn bir za- man geçmişti. ....O sõrada Ulaştõrma Bakanõ olan Ömer Barutçu’yu zi- yaret ettim. Ömer Bey’i çok sever- dim. Onun da beni sevdiğini bili- yordum. Aramõzda şöyle bir ko- nuşma geçti: - Sayõn bakanõm, biliyorsunuz pasif görevdeyim. Bu yaşta hiçbir iş yapmamak bana yakõşmõyor. Devlete ve millete faydalõ olacağõm aktif bir göreve atanmak istiyorum. - Şerafettin, araştır, boş bir ge- nel müdürlük bul da gel. - Sayõn bakanõm, boş genel mü- dürlük nerden bulayõm. Biliyorsunuz önce atanacak genel müdür adayõ bu- lunuyor, sonra genel müdürlük boş- altõlõyor! - O zaman git boşalması muh- temel genel müdürlük bul! ....Şimdi bu işleri neden bu kadar ayrõntõlõ anlattõm? Şundan; okuyucu bu işlerin Türkiye’de nasõl olduğu- nu öğrensin diye...(Üstünkol’un 1996 yõlõ Aralõk ayõ sonlarõnda Ba- rutsan Genel Müdürü olarak karar- namesi çõktõ...) ? BAŞBAKANLIK MÜŞA- V RL Ğ NASIL B R ŞEY 2001 Ocak ayõ başõnda görevimden ay- rõldõm ve genel müdür müşaviri ola- rak atandõğõm MKEK Genel Mü- dürlüğü’nden senelik iznimi al- dõm. Yeni görevimde hiç çalõşma- dan, senelik iznimi kullandõğõm sõrada Hüsamettin Özkan tara- fõndan Başbakanlõk Müşavirliği’ne atandõm. Göreve başlamak için Başba- kanlõk’a gidince ilk hayal kõrõklõ- ğõmõ yaşadõm. Ben sanõyordum ki bir odam, hiç olmazsa bir masam olacak ve bana görevler verilecek. Fakat heyhat! Personel genel mü- dürüne odam nerede diye sorunca: “Ne odası? Boş odamız yok” de- mez mi. “Peki ben ne iş yapaca- ğım” deyince de “Hiçbir şey. Sa- na bankamatik kartı vereceğiz. Siz ay başında maaşınızı alacak- sınız o kadar” dedi. Ben önemli bir yere geldiğimi ve faydalõ işler yapacağõmõ sanõrken, meğerse burasõ tam bir kõzak yer- miş. Sonradan öğrendiğime göre burada benim gibi 140 tane daha Başbakanlõk müşaviri varmõş. İkinci hayal kõrõklõğõm da şöyle oldu: Halamõn torunu Osman, Baş- bakanlõk’ta memur olarak çalõşõ- yordu. Kendisi bana “dayı” der. Ben de arada bir Başbakanlõk bi- nasõna uğradõğõmda onun odasõnda otururdum. Böylece hiç olmazsa bu binada bir çay içmek nasip olurdu! Bir gün Osman’la koridorda yü- rüyoruz; karşõdan iki kişi geliyor. Osman bana; - Dayõ, şu gelenleri tanõyor mu- sun, dedi. - Hayõr, kim onlar? - Dayõ, onlarõn biri Mesut Yıl- maz’õn çaycõsõ, öbürü de şoförü... - Peki, burada ne yapõyorlar? - Onlar da senin gibi Başbakan- lõk müşaviri!.. Burada bir kez daha yõkõldõm. Çünkü bu göreve müsteşarlõktan ve- ya genel müdürlükten alõnan üst dü- zey bürokratlarõn atandõğõnõ sanõ- yordum. Meğerse başbakan iste- diklerini atayabiliyormuş. AZ KALSIN TRT GENEL MÜDÜRÜ OLUYORDUM 2001 Temmuz ayõ başlarõydõ. Bir gün RTÜK üye- si eski Bakan Güneş Müftüoğlu’nu ziyarete gitmiş- tim. Güneş Bey daha önce RTÜK başkanlõğõnõ da yap- mõştõ. Sohbet esnasõnda bana, “Yakõnda TRT genel müdürlüğü seçimleri var, sen de aday olsana” dedi. Ben de “Maden mühendisinden TRT genel müdürü olur mu?” deyince, “Biz tavukçuyu genel müdür yap- tõk, madenci neden olmasõn” dedi. Zaten Başbakan- lõk müşaviriyim ama iş güç yok, canõm sõkõlõyor; bir denesek ne kaybederiz noktasõna geldim.(Üstünkol aday olur ancak seçilen üç isim arasõnda yer almaz, TRT Genel Müdürü Yücel Yener yeniden seçilir.)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle