25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 5 MART 2010 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Şantaj İki: Kıbrıs PENCERE Çevre Ülke Değil, Merkez Ülke... Osmanlı aydını 19’uncu yüzyılda Avrupa’ya ayak basınca feleğini şaşırdı. Ziya Paşa’nın ikilisi: “Diyarı küfrü gezdim, beldeler kâşaneler gördüm Dolaştım mülkü İslamı, bütün viraneler gördüm” 20’nci yüzyılın ortasında Aziz Nesin, Ziya Paşa’ya mizahla katkıda bulundu: “Eller Ay’a Biz yaya” 21’inci yüzyılın eli kulağında, ama, bu tür edebiyat gazete köşelerinden eksilmiyor. Oysa Batı ile farkımızı görmek için, artık ne şaire gerek var, ne yazara!.. İletişim devrimi sağ olsun!.. Televizyonun düğmesine bastın mı, ekran şenleniyor; “Diyarı Küfr”ün bütün “beldelerini, kâşanelerini” görüyoruz, “mülkü İslamın viraneleri” de sergileniyor. Köşe yazarlarımız yine de bununla yetinmiyorlar; Batı’yı yüceltirken Türkiye’yi yerin dibine batırmaktan tuhaf bir zevk alıyoruz. Yüzyılı aşkın bir süreden beri bu edebiyat sürüyor. Entelimiz kendi yurduna yabancılaşmayı, evrensellik saymakta... Ne toprağımızın insanı olabiliyor... Ne de Batı’ya aşılanabiliyor. Soğuk Savaş’ta Batı-Doğu ikileminin bir ucunda Amerika bulunurdu... Öteki ucunda Rusya. 1991’den sonra, bu ikilem masal oldu; artık dünyayı ikiye bölen enlem “Kuzey-Güney” kavramından geçiyor; Batı’nın geçerli anlamı uygarlıkla özdeşleşiyor. Doğru mu? Batı’yı Avrupa tarihinden kaynaklanmış uygarlık anlamında kullanmak, kuralını da birlikte getirir: Batılı olmak için ilk koşul “Aydınlanma felsefesi”nin insana aşıladığı “eleştirel aklı” benimsemektir... Eleştirel akıl nedir?.. Öyle bir şeydir ki Batı’yı eleştirmekten kaçınan kişinin Doğulu olduğunu vurgular; Batı’ya salt hayranlıkla Batılı olmanın yolları kesiktir. Soğuk Savaş’ta Amerika’nın kucağına oturan Türkiye “Batı’nın ileri karakolu” sayılıyordu; Avrupalı olacağımız günü umutla bekliyorduk; Avrupa’nın dışında bir hayat düşünemiyorduk... Ama Avrupa’dan dışlandık... Yarım yüzyıldır Avrupalı olmak rüyasını yaşayan bizler, şimdi ne yapacağız?.. Ne yapacağımızı şaşırdık!.. Kim bilir, belki de Avrupa’nın Türkiye’yi dışlaması çok iyi oldu. Artık Doğu-Batı blokları yok... Türkiye Avrupa Birliği’nin “bencil” ve “benci” dünyasında itilip kakalanacak bir ülke değil. Şimdi “Soğuk Savaş”ın koşulları güneşin altında kalmış buzlar gibi eriyor; “küreselleşme” Ziya Paşa’nın “Diyarı Küfr” kavramını siliyor; “Amerika - Avrupa - Pasifik” üçlüsünün yanında “Avrasya”yı yok saymak Batı için olanaksız. Çünkü Avrasya, gezegenimizde enerji kaynaklarının coğrafyasını oluşturuyor. Türkiye bu coğrafyada “çevre” ülke değil... “Merkez” ülke!.. Türkiye buna hazırlanmalıdır. (26 Nisan 1998 tarihli yazısı) İ ktidar çevrelerinden dinlediğimiz yargõ re- formu söylemi şöyle özetlenebilir: “Yargı or- ganının oluşumunda de- mokratik meşruiyetin aranması Avrupa stan- dartlarının bir gereğidir. Bu nedenle AB organ- ları bizden Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuru- lu (HSYK) ve Anayasa Mahkemesi’nin oluşu- munda parlamentonun belirleyici olmasını is- temektedir.” Bu söylem, kamuoyunu aldatmak için kurgulanmõştõr: Demokratik meşruiyet 1) Önce iktidar çevre- lerinin “demokratik meş- ruiyet” sözünden ne an- ladõklarõnõ görelim: Yargõ Reformu Strateji Tasla- ğõ’nõn ilk metninde “Ada- let Bakanı ile Müsteşa- rı”nõn HSYK’nin bünye- sinde yer almasõ, “Yar- gının demokratik meş- ruiyeti yönünde atılmış önemli bir adım” olarak açõklanmõştõr. Oysa AB Komisyonu’nca görev- lendirilen uzmanlarõn Türk yargõ düzeniyle ilgili İstişari Ziyaret Raporla- rõ’nda (İZR) bunun tam tersi önerilmektedir: Üçüncü İZR’nin “Tavsi- yelerin Özeti” başlõklõ bölümünün 4. maddesi aynen şöyledir: “Adalet Bakanı ve müsteşarını HSYK üyeliğinden çı- karmak için anayasa- nın 159. maddesinin de- ğiştirilmesini tavsiye edi- yoruz.” 2) Aynõ yaklaşõm daha genel ifadelerle Türki- ye’ye ilişkin ilerleme ra- porlarõnda da yer alõyor: “… Yargının en üst dü- zeyli yönetim organı olan HSYK’nin kendine ait bir sekretaryası, büt- çesi ve binası bulunma- maktadır. Hâkim ve savcıların performansı- nı değerlendirmekle yü- kümlü olan adli müfet- tişler, üst kurul yerine bakanlığa bağlıdırlar. Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarı da kurulun oy hakkına sa- hip yedi üyeliğinden iki- sini oluşturmaktadır. … Bu yapı, … yürütme- nin Türkiye’deki hâ- kimlerin mesleki ilerle- melerine yönelik alına- cak kararları etkileme potansiyelini yaratabi- lir.” (2006 İlerleme Ra- poru, Bölüm 2.1 “Yargı Sistemi” altbaşlõğõ) 3) Bu arada, Avrupa Konseyi Bakanlar Komi- tesi’nin (R [94] 12) kara- rõnda, 1961 Anayasasõ ile sağlanan “kooptasyon” (yargõ organlarõnõn yürüt- meden bağõmsõz olarak kendi içinden oluşturul- masõ) yönteminin benim- senmiş olduğu, büyük bir özenle gizlenmektedir. Bakõnõz o kararda ne de- niyor: “Hâkimlerin se- çimi ve kariyerleri ko- nusunda karar veren merci, hükümet ve ida- reden bağımsız olmalı- dır. Bu merciin bağım- sızlığını teminat altına almak için getirilecek kurallarla merciin üye- leri yargı tarafından se- çilmeli ve bu merci ken- di usul kurallarını ken- disi vaz’etmelidir.” (www.abgm.adalet.gov.tr/ dokumanlar/banga- lortr.pdf adresinden erişi- lebilir.) ‘Yargıç devleti’ Adeta 1961 Anayasa- sõ’nõ model alan bu cüm- le karşõsõnda, “ikinci sınıf demokrasi” ya da “yar- gıç devleti” sözünü dillerinden düşürme- yenler, acaba bu cüm- leye ne buyuracak- lar? 4) İZR’lerde tek- rarlanan tavsiyelere karşõ bakanlõğõmõz, Avrupa’daki uygula- malarõ örnek göstere- rek tereciye tere sat- maya kalkõşõyor. Al- dõğõ cevaplar ise ül- kemiz açõsõndan utanç vericidir. İşte bu ce- vaplardan örnekler: “ … başka ülkelerde- ki kurumların ger- çek işleyişinin özü- nün kavranılmadığı duygusuna kapıldık. … (Raporlarõmõzda- ki) tavsiyeler, en iyi Avrupa uygulama- sına dayanmakta- dır. … Eğer diğer Avrupa ülkeleri bu standartların geri- sinde bulunuyorsa tıpkı Türkiye gibi bu standartları ger- çekleştirme yönünde çaba göstermek zo- rundadır.” Bu bağlamda Ada- let Bakanõ ile müste- şarõnõn kuruldan çõ- karõlmasõna ilişkin tavsiyeye karşõ Fran- sa’yõ örnek gösteren bakanlõğa verilen ce- vap da oldukça an- lamlõdõr: “Bu husu- sun, Fransa’daki Hâkimler Konse- yi’nin fonksiyonu- nun yanlış anlaşıl- masından kaynak- landığını düşünme- mize karşın, söz ko- nusu önerinin ama- cının Fransa’da mevcut durumu tar- tışmak olmayıp en iyi uygulamaya ışık tutmak olduğunu vurgularız.” Bütün bu ifadeler- de, yargõ bağõmsõzlõ- ğõnõ sağlayacak “en iyi model” Türki- ye’ye layõk görülür- ken bizim kötü mo- delleri örnek göstere- rek yargõ bağõmsõzlõ- ğõnõ zedeleyen kusur- larõmõzõ mazur gös- termeye çalõşmamõz ve yargõ düzenimizi daha da siyasallaştõ- racak yöntemler ara- mamõz, göz boya- maktan başka bir an- lam taşõmamaktadõr. 5) Tabii bu alanda yapõlmasõ gereken re- formlar yok değil. Bu bağlamda ilk reform, HSYK’ye seçilecek yük- sek yargõçlarõn, Cumhur- başkanõ tarafõndan değil, doğrudan ilgili yüksek mahkemelerce seçilme- sini sağlamaktõr. Buna ek olarak “birinci sınıfa ay- rılmış yargıçların ve is- tinaf mahkemelerinin de kendi aralarından se- çecekleri birer üyeyle kurulda temsil edilme- leri” bu mahkemelerin gereksinmelerini yansõtma bakõmõndan yararlõ olur. Ama asõl ağõrlõk, her ha- lükârda yüksek yargõçlar- da olmalõdõr. Aynõ şekil- de, yargõ işlevinin ayrõl- maz bir unsuru olan “sa- vunmanın da kurulda en az bir üye ile temsil edilmesi” gerekir. Sa- vunmanõn kurul çalõşma- larõnda temsil edilmesi, saydamlõk arayõşõnõn kar- şõlanmasõnda da önemli bir rol oynar. Ayrõca ku- rul kararlarõna karşõ etki- li bir itiraz yolu da açõl- malõdõr. Ayrı kurullarda örgütlenme Türkiye’nin gereksinim duyduğu bir yargõ refor- munun en önemli unsuru, “hâkimler ve savcıla- rın” 1961 Anayasasõ dö- neminde olduğu gibi ay- rı kurullarda örgütlen- mesidir. Bu ayrışma, her iki görevin niteliğinden kaynaklanan bir zorunlu- luktur. Siyasal iktidar ve yandaşlarõnõn iddialarõnõn aksine, işaret ettiğimiz bu noktalar, Avrupa Konse- yi’nce görevlendirilen uz- manlarõn hazõrladõklarõ 3. İZR’de de açõkça dile ge- tirilmektedir: (Yüksek Kurul’a) “ ... meslekte henüz kariyer aşama- sında olan, ‘gelecekteki atanma durumu ile ilgili beklentisi olan kişilere nazaran, kariyerinin doruk noktasõnda olan kişilerin seçilmesi,’ bu kişilerin ‘daha’ fazla ‘bağõmsõz’ davranacakları izleni- mini yaratmaktadır. … ‘Kurula diğer mahkeme- lerden de katõlõm sağlan- masõ’ üzerinde düşünül- mesinin yararlı olaca- ğına inanıyoruz. ‘İstinaf mahkemeleri’nin kurul- ması da kurulun yapısı- nı değiştirebilecektir. Gelecekte, ‘Barolar’ gibi yargı dışı kuruluşlar- dan da üye temsili dü- şünülebilir. … Yargı ba- ğımsızlığı konusunda en iyi uygulamayı sağlama amacı çerçevesinde, hâ- kim ve Cumhuriyet sav- cılarının mesleki görev ve haklarının fonksiyo- nel ve kurumsal ayrı- mının sağlanmasını te- minen anayasanın de- ğiştirilmesini tavsiye edi- yoruz.” Görülüyor ki siyasal ik- tidarõn kurguladõğõ yargõ reformunun, AB beklen- tileriyle bir ilgisi yoktur. Ayrõca Türkiye’ye yöne- lik tavsiyelerin hiçbirinde kurula yasama organõnca üye seçilmesine ilişkin bir beyan da yer alma- maktadõr. Çünkü Türkiye de- mokrasisinin uzlaşmaz yapõsõnõ yakõndan tanõ- yan herkes, yargõ organõ- nõn oluşumunda siyasal iktidarõn rolünü arttõrarak bağõmsõzlõk ya da taraf- sõzlõk sağlanamayacağõ- nõ bilir. Türkiye’de yasa- ma organõ, “temsilde adalet”ten çok “yöne- timde istikrar” endişe- siyle oluşturulur. Oysa yargõnõn “yönetimde is- tikrar” sağlama gibi bir işlevi yoktur. Aksine yargõ, insan hak- larõnõ, gerektiğinde yöne- time karşõ da korumak, hukuk devletini gerçek- leştirmek ve anayasanõn üstünlüğünü sağlamakla yükümlüdür. Yarõnki yazõmda “Ana- yasa Reformu”na iliş- kin aldatmacalar üzerinde duracağõm. Yargõ Reformuna İlişkin Aldatmacalar-I- Prof. Dr. Fazıl SAĞLAM Eski Anayasa Mahkemesi Üyesi Siyasal iktidarõn kurguladõğõ yargõ reformunun, AB beklentileriyle bir ilgisi yoktur. Ayrõca Türkiye’ye yönelik tavsiyelerin hiçbirinde kurula yasama organõnca üye seçilmesine ilişkin bir beyan da yer almamaktadõr. Çünkü Türkiye demokrasisinin uzlaşmaz yapõsõnõ yakõndan tanõyan herkes, yargõ organõnõn oluşumunda siyasal iktidarõn rolünü arttõrarak bağõmsõzlõk ya da tarafsõzlõk sağlanamayacağõnõ bilir. İNSANLARI istemedikleri bir duruma düşürmekle tehdit edip bu tehdidin korkusuyla yine istemedikleri bir başka durumu kabullenmeye zorlamak da bir çeşit şantajdır. Bir katliamı önlemek için uluslararası hukuka uygun olarak müdahale hakkını kullanan Türkiye’yi “işgalci” ilan ederek acayip mahkeme kararlarıyla sürekli tazminat ödettirmek şantajın bir başka türü değildir de nedir? Ada halkını birbirine düşüren, savaşı başlatan, haksızlığı sürdüren Rum tarafı, bu şantaj sayesinde Türk tarafını sonu gelmez bir müzakere girdabına sokmayı becermiştir. “Uzlaşmaz” ilan edilme korkusuyla yarım yüzyılı aşkın bir süredir masadan kalkamayan, çözüm üstüne çözüm üretme zorunda kalan, Rumları görüşmelerde tutabilmek amacıyla yalvar yakar olan ve devlet olmanın onurunu yaşayamayan hep Türk tarafı oldu. Tıpkı “Ermeni soykırımı” suçlaması gibi sürüp giden bu ters duruma da son verme zamanı gelmiştir. Nüfus mübadelesi 1974’teki “ateşkes” sonrasında halkın eziyet çekmesini durdurmak için uygulanan geçici bir önlem olma niteliğini çoktan yitirmiş, kalıcı bir yerleşme düzenlemesi olma niteliği kazanmıştır. Çözümsüzlüğün bu gerçekliği değiştirmesi artık söz konusu olamaz. Böyle bir durum yeryüzünde ilk kez de yaşanmıyor. Mal mülk konusunda Türk tarafınca önerilen toplu çözüm, bütün pratikliğine karşın kabul edilmemiş ve sorun dıştan seyredenlerin burunlarını sokmasıyla büsbütün içinden çıkılmazlaşmışsa, bunun vebali Türk tarafına yüklenemez. Türk askerinin Adadaki varlığını bir işgal ordusununkine benzetmek için vakit geçmiştir. Kırk yıllık bir sürede karşılıklı olarak sadece bir-iki kayıpla sürdürülmüş işgal nerede görülmüştür? Kolordu, başlangıçta kendisine tanınan sıfata uygun olarak artık tam bir “barış gücüdür” ve KKTC’nin yaşama hakkını temsil eden bir simge olmaktan öteye bir amacı kalmamıştır. Çözümü “asker gitsin” şamatasına bağlamak kadar yanlış bir beklenti olamaz. Daha da önemlisi, Türkiye’nin AB üyeliği sevdasını, sanki bir yığın başka neden ve bahane yokmuş gibi, Kıbrıs’ta çözüm koşuluna bağlamak da olmayacak duaya amin demek değil midir? Kısacası, Kıbrıs şantajını sonuç vermemiş bir tertip saymaktan ve onun ezikliğinden kurtulup Ada’da iki bağımsız devletin barış içinde yan yana yaşaması dışında çıkış yolu kalmadığını cümle âleme duyurmaktan başka çare yoktur. mumtazsoysal@gmail.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle