17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 17 EK M 2010 PAZAR CUMHUR YET SAYFA KÜLTÜR 21 PECS (AA) Yönetmenliğini Or han Tekeoğlu’nun yaptığı ve Kara denizli kadınların dramatik zor hayat şartlarını anlatan belgesel film “İfakat” Macaristan’da ödüle değer görüldü. 2010 Avru pa Kültür B a ş k e n t i olan Maca r i s t a n ’ ı n Pecs kentin de 410 Ekim tarih lerinde dü zenlenen 2. Uluslararası C i n e p e c s Film Festi vali’nde gös terilen “İfakat”, belgesel dalındaki en büyük ödül olan “Proxima” ödülüne değer görülerek festivalde ödül alan ilk belgesel filmi oldu. 16 ülkeden 70 filmin katıldığı festi valde, “Uçuruma Yürüyen Kadınlar” ismiyle de ünlenen 50 dakikalık bel gesel film, bu yıl 2010 Avrupa Kültür Başkenti olan Almanya’nın Essen şeh rinde 1925 Ekim tarihlerinde TÜR SAV tarafın dan düzenle necek olan Türk Filmle ri Hafta sı’nda da gösterime girecek. Öte y a n d a n ‘‘İfakat” İn giltere’de 26 Ekim tari hinde düzen lenecek In ternational Film Yapımcıları Festiva li’nde “En İyi Belgesel”, “En İyi Kı sa Metrajlı Belgesel” ve “En İyi Ya pımcı” dallarında toplam 3 dalda ödül kazanmak için yarışacak. ESİNTİLER ZEYNEP ORAL Utanç Verici Yerimiz... Bir yazıyı insan kaç kez yazar, kaç kez yazabilir? Şu yukarıdaki başlığı yazdığım anda, son yıllarda bu başlığı kaç kez attığımı düşünmeye başladım. Neden söz ettiğimi anladınız elbet! Dünya Ekonomik Forumu’nun kadınerkek eşitliği konusundaki yıllık raporundan söz ediyorum. Türkiye, 134 ülke arasında 126. sırada yer alıyor. Yani sondan sekizinci! İlk tepkim öfkemi dışavurmak oldu: Yuh olsun bize! Yuh olsun “Biz harikayız! Her şey yolunda! Ekonomimiz muhteşem! Müthiş gelişiyoruz, kalkınıyoruz, çağdaşlaşıyoruz!” vaazları verenlere ve bunları dinleyip kafalarını sallaya sallaya onaylayanlara, “Padişahım sen çok yaşa” teranelerine!.. Yuh olsun toplumsal cinsiyet eşitliğini yok sayanlara, bu uğurda parmaklarını bile oynatmayanlara! Yuh olsun “Biz dünyanın en iyi 17. ekonomisiyiz” deyip “Kadın” sözü geçti mi (Onlara göre “Kadın” değil “Baaayan”…) aklına sadece türban gelenlere! Yuh olsun “kota da neymiş”den başlayarak çeşitli bahanelerle eşitlik politikalarını uygulamayanlara! Rapor yayımlandığında Antalya Altın Potakal Film Festivali’ndeydim. Öfkem biraz yatışınca izlediğim filmlere farklı bir gözle bakmaya başladım… İlk aklıma gelen şu oldu: Madem burası yani Antalya sinemamızın belli bir çıtayı aşan filmlerinin buluştuğu, tartışıldığı bir platform… Hani öyleyse bizim kadın filmlerimiz? Nerede dünyadaki yerimizi, sondan sekizinciliğimizi irdeleyen filmler? Eğitimde, sağlıkta, çalışma yaşamında, istihdamda, siyasi temsilde, politikada, toplumsal alanda geri bırakılmışlığının filmleri?.. Ben daha çok, daha çok, daha çok bu sondan sekizinciliğimizi herkesin gözünün önüne seren filmler istiyorum! DSP İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş, Başbakan’ın yanıtlaması talebiyle TBMM’ye çeşitli sorular sordu. Bu raporun ortaya koyduklarını değerlendirmesini istedi. Anayasada, yasalarda sağlanan eşitliğin fiiliyata yansımamasını sorguladı. Doğrusu yanıtları ben de merakla bekliyorum. İnanın, bu sorunlar “Türban Özgürlüktür” sloganı atmakla çözülmüyor. Türban özgürlük olsaydı eğer, şu son yedi yıldır çığ gibi büyüyen, yayılan, çoğalan, Anadolu’da çocuklara kadar inen türban furyasıyla birlikte kadınlarımızın işgücüne katılımı azalmaz çoğalırdı. Eğer türban özgürlük olsaydı, toplumsal, ekonomik ve politik yaşamın her alanında kadın erkek bir arada var olabilirdi. Oysa tam tersi oldu. Kadınerkek ayrımcılığının ve eşitsizliğinin en kolay, en çabuk göze görünen simgesi oldu. Erkek egemen iktidarın ağzında, güç ve çıkar ilişkilerine sakız edildi. Kadınların saç telinin görünüp görünmemesine harcanan, zaman, çaba ve emeğin binde biri, kadına karşı ayrımcılığı önleyen politikalar üretmeye ayrılsaydı, kadınerkek eşitliğindeki bu utanç verici yerimizi değiştirebilirdik belki…. Cumhuriyet gazetesinde ölümler, ölümler, ölümler… Sevgili Deniz Som da katıldı kervana… İlkelerinden ödün vermeyen çalışkan nefer… En sert eleştirileri, sesini yükseltmeden, yüzünde gülümsemesi, tatlı tatlı yapabilen… Eleştiri oklarını başkalarına olduğu kadar kendine de saplamayı bilen… Yalnız gazete değil, Cumhuriyet Kitapları da ah ne çok özleyecek onu… Deniz Som, sadece kendi kitapları için değil, Cumhuriyet Kitap’tan çıkan her kitap için seferber oldu, düşünce üretti, eşsiz bir dayanışma üretti… Haydi İlhan Ağbi, gel şu 60’lı yıllara dönelim, o ilk gençlik günlerimizi yâd edelim bu akşam… Sevgili Turhan Selçuk, gel sen de şu İnsan Hakları karikatürlerini koy sofraya… Canım Türkel Minibaş Çağdaş Yaşam’daki mi yoksa KA.Der’deki panelden mi döndük, Mersin’den mi, Kars’tan mı? En kocaman aydınlık gülümsemenle karşımdasın… Canım Mehmet Sucu, birinci sayfada yer aç, bir daha böyle bir toplantı ayarlayamam, böyle bir yazı da yazamam… Biricik Abdülkadir Yücelman, sporu bırak, şu son “Gezi”den getirdiğim malzemeye bak… Haydi şimdi hep birlikte kadehlerimizi Deniz için kaldırıyoruz… Daha güzel, daha aydınlık günler için… [email protected] Antalya’dan üç ödülle dönen ‘Çoğunluk’ filminin Mertkan’ı Bartu Küçükçağlayan ‘İstediğimbaşımageliyor’ ÖZLEM ALTUNOK Bartu Küçükçağlayan, Altın Portakal’ın “En İyi Erkek Oyuncu” ödülünü alırken “Merhaba Bartu ben. Bu ödülü Yeni Sinemacı’lar adına alıyorum” diyerek önce “Ço ğunluk” filminde canlandırdığı Mertkan’a selam çaktı, sonra da Yeni Sinemacılar’a. Az, ama da mardan... Zaten ödüllerin pek de um runda olmadığını söylüyor “sonuç ta ödüller insanı iyi oyuncu yap mıyor” diyor. Tarifleri, klişeleri de sevmiyor, as lına bakarsanız konuşmayı da. Ho cası Yıldız Kenter’in “Oyunculuk aşktır, 24 saattir” cümlesini, “İs temediğim hiçbir şeyi yapmaya ta hammülüm yok” cümlesiyle bir leştirmiş ‘oyunculukla vakit geçi riyor’. Antalya’da “En İyi Film” ve “En İyi Yönetmen” ödüllerini de alan film, Türkiye’de ‘çoğunluğun’ ilgisine mazhar olur mu bilinmez ama Seren Yüce, bu duru ve sert fil minde, büyük sözler söylemeden orta sınıf bir ailenin profilini çizerek bu ülkede milliyetçiliğin, ayrımcılı ğın, şiddetin nasıl kök saldığını, zihniyet olarak birçoğunluğu anla tıyor. Settar Tanrıöğen ve Bartu Küçükçağlayan’ın babaoğul iliş kisi de bu hikâyede merkeze oturu yor haliyle. Maço, faşist babasının despotluğuyla ezilen amaçsız Mert kan’ın adım adım babasına benzeme sürecini görüyoruz filmde. Bu haf ta gösterime de giren filmin Mert kan’ı Bartu Küçükçağlayan anlatıyor. Siz de çoğunluğa dahil bir ai leden mi geliyorsunuz Mertkan gi bi? Hiçbir şeyin parçasıymışım gibi hissetmiyorum.Yalnız başımayım. Bu yalnızlık, tiyatroda da, Ye ni Sinemacılar’la birlikte çalıştı ğınız bu ilk filminizde de seçimle rinizle durduğunuz yeri işaret ediyor sanki? Bir süre Yeni Kuşak Tiyatro ve şimdi de Krek Tiyatro Topluluğu ile çalıştığınızı biliyoruz mesela... İstanbul Üniversitesi Devlet Kon servatuvarı’nda Yıldız Hocayla ça lışmak, öğrenciyken Kenter Tiyat rosu’nda oyunlarda rol almak, daha sonra Mehmet Ergen’le Akbank Tiyatrosu’nda oyunlar koymak ba na çok şey kattı. Bende işler bu oyun lardan sonra değişmeye başladı. Ti yatronun önemini, yeni bir şeyler ya pabileceğimizi fark ettim. Zaten bir yazarla çalışma derdindeydim, Ber kun Oya’yla da denk gelince her şey çok daha güzel ve kolay oldu. Krek Tiyatro Topluluğu’nda oynamaya başladım. Yeni Sinemacılar’ı ise 99’da keş fettim ve çok etkilendim anlattık larından. Bu olayın içine düşeceğim, Yeni Sinemacılar’ın bir filminde oy nayacağım hiç aklıma gelmezdi. Sa nırım benim hayatım biraz böyle ilerliyor. İstediğim şeyler bir şekil de başıma geliyor. Ama ben de çok sabırlıyım açıkçası, dizi yapmıyo rum, istemediğim oyunlarda rol al mıyorum... Senaryo ile iki yıldır haşır ne şirmişsiniz. Nasıl bir hazırlık sü reci geçirdiniz? Sanırım rol çalışmaya alıştıkça, roller değiştikçe ve yaş ilerledikçe bir yöntem oluşmaya başlıyor oyuncu için. İstemeden devreye giren, refleks gibi bazı şeyler oluşuyor. Senaryo yu birkaç kez okuduktan sonra ka famda böyle bir hazırlık sürecine gir diğimi söyleyebilirim. Çoğunluk’un anlatmak istedi ği bütün oyunculara da yansımış ve her şeyi olduğu gibi, sanki yan komuşumuzun, sokakta her gün gördüğümüz insanların hayatın dan bir kesiti izler gibiydik... Doğalı oynamak nedense hep zor gibi algılanıyor, hiç de zor değil oy sa. Bu, nasıl baktığınızla alakalı. Yıl dız Kenter bize oyunculuk için “Bu iş 24 saattir derdi” ve bu işi ya parkenki aşktan bahsederdi. Acayip bir şey o duygu. Bu işi yaparken ger çekten 24 saat hayatın içinde oyun cu olarak dolanıyorsunuz. İnsanları gözlemlediğiniz zaman onların film lerdeki, dizilerdeki gibi büyük ha reketler yapmadıklarını görüyorsu nuz. Ben doğal oynamak için ekstra bir çaba sarf etmiyorum, yaptığım şey öyle oluyor. İnsanların arasında dolaşıyorum, seyrediyorum. Bir de sanırım oyunculuğu duygular üze rinden halletmeye çalışıyorum. Festival kendini yenilemeli MEHMET BASUTÇU ANTALYA Zengin progra mıyla çevre kentlere açılan, okulla ra ve hapishanelere dek giren yoğun bir festival geride kaldı. Bütçenin kı sıtlı olması nedeniyle altı güne sığ dırılmaya çalışan etkinlik, sinema severler için yeterince zaman bula mamanın doyumsuzluğunu da be raberinde getirdi. Açılış ve kapanış gecelerinde bir film gösterimine bile zaman ayrılmazken yaşanan dağı nıklık ve can sıkıcı uzunluk; bir türlü giderilemeyen tek nik sorunların özellikle ulu sal yarışma filmlerini izler ken doğurduğu rahatsızlık, yine eleştiri listesinin başın da yer alıyordu. Ulusal ve uluslararası jürilerin, bu yıl tutarsızlığın doruklarında ge zinen kararları da cabası... Ödül enflasyonunun yarışmadaki 14 filmden sadece üçünü dışlama sına ne demeli? İlk filmlerini çeken bu üç yönetmenin günahları neydi? Belma Baş’ın duyarlı şiirsel dili, tu tarlı içeriği, yalın biçimiyle çarpıcı ve cesur bir sanat sineması örneği olan ilk uzun filmi “Zefir”in, büyük bir olasılıkla sert içeriğinden kay naklanan rahatsızlık sonucu dış lanması, en azından sanatsal taraf sızlık kriteriyle çelişmiyor mu? Genç yönetmenlerin en ‘olgunu’ Ahmet Boyacıoğlu’nun siyahlar hanesine itilen “Siyah Beyaz” ile ödül cömertliğinden payını alama ması, iddiasız, sıcak ve içten bir film gerçekleştirmiş olmasıyla mı açık lanmalı? Derviş Zaim’in, Sinema Yazar ları Ödülü (SİYAD) olmasa bir ke narda kalacak olan “Gölgeler ve Su retler”i, kuşkusuz daha fazlasını hak eden bir başyapıt değil miydi? Claudia Cardinale’yi onurlan dırmak iyi güzel ama en azından ödülün paylaştırılacağı Türk kadın oyuncu kıtlığı mı vardı? Çözüm yolu, belki de, ulusal ya rışma jürilerini içlerinde Türk sine ma dünyasını temsil edecek bir ya da iki üye dışında yabancılardan oluş turmak ve geçen akşam dağıtılan ödül sayısını ona bölmeye varacak kadar radikal bir sınırlama getir mekten geçecektir. Genç kuşak yönetmenlerin umut veren çabalarıyla dünya sineması içinde giderek ağırlıklı bir yer al maya başlayan sinemamız, kaçı nılmaz yerel ve kişisel çekişmelerin sığlığından kurtularak, daha tarafsız, olabildiğince bağımsız bir çerçeve de değerlendirilmeyi fazlasıyla hak etmiyor mu ? Bardağın dolu tarafını daha gö rünebilir kılabilmek için, YAP za manı geldi de geçiyor galiba. “Ye ni Altın Portakal” Antalya’nın ve rimli topraklarında gelecek yıldan itibaren yetiştiril meye başlanırsa, festivalin 50. yılında vereceği olgun meyvelerle, etkinliğe fark lı yeni tatlar katabilir. Yılların kötü alışkanlık larından, yerel verilerin getirdiği kimi ağırlıklardan kurtularak her şeyi masa ya yatırıp yepyeni bir alt yapı oluşturmanın zorluğu ortada ama, YAP, uluslararası düzeyde sağlam bir çizgiye ulaşarak Türk si nemasına hizmet edebilmek için kaçınılmaz radikal değişimin adı olabilir. 50. yıl için geniş kapsamlı ciddi bir Sinema Müzesi oluşturma yolundaki önerilerin de yaşama geçirilebil mesi, Antalya’yı Türk sinemasının doğal evi olarak görenlerin göz ar dı edemeyecekleri reformlar dizisi nin seçkin vitrini olacaktır. ‘Yeni Sinemacılar’ı 99’da keşfettim ve çok etkilendim anlattıklarından. Bu olayın içine düşeceğim, Yeni Sinemacılar’ın bir filminde oynayacağım hiç aklıma gelmezdi. Sanırım benim hayatım biraz böyle ilerliyor. İstediğim şeyler bir şekilde başıma geliyor. Ama ben de çok sabırlıyım açıkçası, dizi yapmıyorum, istemediğim oyunlarda rol almıyorum...’  Bu yıl 47. kez düzenlenen Türki ye’nin ‘en eski ve kapsamlı’ ulus lararası festivali Altın Portakal’da, bu yıl da organizasyondaki aksaklıklar ve so runlar can sıktı. Gala gösterimlerinin ya pıldığı AKM’nin teknik yetersizliği ya rışma filmlerine dert oldu. Bazı filmler de ses ve görüntüde problemler yaşanır ken Tayfun Pirselimoğlu’nun “Saç” filminin gösteriminde bobinler karıştığı için filmin de başı sonu karıştı.  Süresi bu yıl altı güne indirilen Al tın Portakal, hem sıkışık programı hem de ‘Kusturica krizi’yle festival atmos ferinden uzaktı. Festivalin programından haberdar olmak ve filmleri izlemek için gösterim mekânlarına ulaşmak ayrı bir çaba gerektirdi.  Dokuz ilk filmin yarıştığı festivalde genç yönetmenlerin cesur filmleri, özel likle de “Press”, “Çoğunluk”, “Atlıka rınca” gibi meselesi olan filmler, Türk sineması adına umut vericiydi.  Ödül töreni de amatörceydi, kimin ne ödül aldığı, sahneye kimlerin ödül almaya çıktığı doğ ru düzgün anlaşılamadı, bazı ödüllerin anonsları, yabancı konukların açıklamalarının tercümeleri yapılmadı.  Altın Portakal’ın 47 yıllık tarihinde ulusal ya rışmada ilk kez yabancı bir oyuncuya ödül verildi. Claudia Cardinale, “En İyi Kadın Oyuncu Ödülü”ne la yık görüldü.  Jüri ödül dağılımında ‘cö mert’ davranarak birçok filmi ihya etti. Festivalde yarışan 14 filmden 11’i ödül aldı.  Bu yıl ilk kez yönetmeliğe eklenerek bir de Jüri Özel Ödü lü verildi. Ödüle Sedat Yıl maz’ın “Press” filmi değer görüldü. ALTIN PORTAKAL’DAN NOTLAR: ‘UçurumaYürüyenKadınlar’a Macaristan’danödül [email protected] ‘Yeni Altın Portakal’ Antalya’nın verimli topraklarında gelecek yıldan itibaren yetiştirilmeye başlanırsa, festivalin 50. yılında vereceği olgun meyvelerle, etkinliğe farklı yeni tatlar katabilir. Zefir Gölgeler ve Suretler
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle