25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 17 EK M 2010 PAZAR 16 PAZAR KONUĞU CMYB C M Y B Eski HSYK Başkanvekili Kadir Özbek ‘Yargıyla kavga eden Adalet bakanları başka hiçbir ülkede yoktur’ diyor Anayasa suçu işliyorlar Geçen hafta başında kurul üyeleriyle birlikte görevinden istifa eden Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Başkanvekili Kadir Özbek’le geri döndüğü Yargıtay’daki odasında konuşuyoruz. Özbek özellikle referandumdan sonra yargıda yapılan düzenlemeler konusunda son derece endişeli. Ciddi birtakım uygulamalarda Adalet Bakanlığı’nın anayasa suçu işlediğine dikkat çekiyor. Dünyanın hiçbir ülkesinde kendi yargısına düşman olan bir Adalet Bakanlığı olamayacağının altını çiziyor. Bir de HSYK’de göreve başladığı sırada bakanlık tarafından kendisine verilen bilgisayarı istifasının ardından iade etmeden önce bir arkadaşının birtakım uyduruk belgeler yüklenmesi tehlikesine karşı uyarısı üzerine hard diskini söküp aldığını anlatıyor. TBMM’nin Anayasa Mahkemesi üyeliğine Afyon Barosu Başkanı avukat Celal Mümtaz Akıncı’yı atamasını nasıl karşıladınız? K.Ö. Yargı reformu adı altında Anayasa Mahkemesi ve HSYK sistemlerinde yapılan değişikliklere gerekçe olarak demokratikleşme ve onun ötesinde yaygın bir temsil gerektiği gösterildi. Şimdi TBMM tarafından yapılan seçimin niteliği üzerinde durmak lazım. Türkiye’deki bütün barolar istisnasız birer oy kullandılar. Hem yüksek sayıda üyesi bulunan barolar hem az sayıda üyesi bulunan barolar eşit tutularak birer oy hakkına sahipler. Şimdi şunu sormak lazım. Çok sayıda üyesi bulunan baroların temsili nasıl oldu? Demokratikleşme, yaygın bir temsil usulü ihdas edelim, diyoruz. Olsa İstanbul, Ankara, İzmir barolarındaki avukatların tamamı bu seçimde temsil edildi, diyebilir miyiz? Dikkatle bakıyorum. Sanki bu iş yasa hazırlanırken ve kamuoyunun önüne referandumla getirilirken belli bir maksadın gerçekleşmesi açısından öngörülmüş ve düşünülmüş bir yöntem olarak görüyorum. Böylece de demokratik bir temsile dayanmadığı kanısındayım. Tahammül sınırını aştık Ali Suat Ertosun dışındaki Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyeleri topluca istifa etti. Bu istifanın ne yararı olur? Bir kere istifamızı demokratik bir tepki olarak görüyorum. Arkadaşlarım da bu açıdan değerlendirdiler. Bizim tahammül sınırlarımızın ötesine geçen birtakım sıkıntılar vardı. Bunları kamuoyuyla da paylaştık. Bize düşen artık cepheden, mücadeleden kaçmak değil kamuoyunun dikkatini buraya çekmeyi ve bu yoldaki tepkiyle kamuoyundan gelecek birtakım etkileri de katarak bu olumsuzlukları yaratanların uygulamalarında biraz daha dikkatli davranmalarını, hukuk çerçevesi içinde hareket etmelerini sağlamayı hedefledik. İyi de bu eyleminizin, onların hedefinize uygun davranmalarını sağlayacağına inanıyor musunuz? Benim umudum yok. Çünkü uygulamaları izliyorum. Uygulamalar kesinlikle demokratik bir sistem yaratmak değil, aksine sözde demokratik bir yöntemle yargı üzerinde istenilen hâkimiyeti tesis etmeye yöneliktir. Her aşamada, “Hâkimler ve savcılar da HSYK’de temsil edilsin” dendi. Altını çizerek söylüyorum. Biz Ağustos 2009’da kurul olarak bir görüş yazıp Adalet Bakanlığı’na gönderdik. O görüşümüzde biz de hâkimler ve savcıların kurula girmeleri gerektiğini söyledik. Kaldı ki seçimden kaynaklanan birtakım kaygılarımız da vardı. Kürsüden hâkimler gelsinler, derken bakanlığın hazırladığı listede bakanlığın üç tane, hiyerarşik şekilde bürokratlarının yer aldığını görüyoruz. Bu arkadaşlarımıza kürsüden gelen hâkimler dememiz mümkün değildir. Bunlar bugün bakanın emri ve direktifi altında çalışan arkadaşlarımız. Elbette, kadro, köken olarak hâkimler. Ama şu anda kürsüde hâkim ve savcı olarak bağımsız şekilde, bir yere bağlı olmaksızın yargı faaliyeti gösteren kişiler değiller. Dolayısıyla bu baştan konan hedefe uymuyor. Göreceksiniz. Muhtemelen Adalet Akademisi’nden de yine geçmişi Adalet Bakanlığı kökenli olan bir arkadaşımız seçilecek. Bunu da altını çizerek söylüyorum. Bunları söylediğinize göre iyi niyet konusunda kuşkularınız mı var? Kesinlikle iyi niyet göremiyorum. Bugün için öngörülen bir sistem vardı. O sistemin hayata geçirilmesi eşiğinde yargı engelini ortadan kaldırmak amacını taşıyan bir uygulama bu. Dolayısıyla da büyük sıkıntı görüyorum. Bütün bunlara rağmen Ali Suat Ertosun, ‘Yeni gelecek üyelere yol göstereceğim’ diyor. Onun yol göstermesini dinlerler mi? Ali Bey’in o sözleri şu amaca dayanıyor: Ben kurulun hafızası olacağım, diyor. Aslında çok yakındığımız konulardan birisi kurulun sekretaryasının olmamasıydı. Biz yedek üyelerle birlikte, bakan ve müsteşar da olmak üzere kurulda on iki kişiydik. Onlara yedek demek de yanlış olur. Onların asıl görevi itirazları incelemekti. Onlar genel kurulun üyeleriydi. Kurul çalışmaları sırasında birtakım ilke kararları ve uygulamaları istikrarlı bir şekilde yapmak zorunda. Bu hem adalettir hem de meslektaşlar arasında eşit davranmanın gereğidir. Farklı mahkemelerden çıkan kararların bir mecrada, birbirine paralel olmasını sağlayan da yüksek yargılardır. HSYK’nin uygulamalarında bu işleri sağlayacak olan da kurumsal bir hafızadır. Ancak en çok yakındığımız, HSYK’nin kurumsal hafızasının olmayışıydı. Biz hep, “Keşke kurumsal hafıza olabilecek türde kayıtlar tutabilsek. Yeni gelecek arkadaşlara daha önceki arkadaşlar gerekli bilgiyi verebilseler” derdik. Ali Suat Ertosun’un kastettiği bu konudur. TV’lerde yayvan ağızla hâkim savcıları eleştirenler Sizlerin istifasıyla HSYK’ye adaylık takviminde bir değişiklik olacak mı? Hayır. Bizim istifalarımızdan önce Yargıtay’dan ve Danıştay’dan yeterli sayıda arkadaşımız adaylıklarını koydu. Belirlenmiş seçim takvimine göre Yargıtay’da 18 Ekim’de, Danıştay’da 19 Ekim’de seçim yapılacak. Kurul o şekilde oluşturulacak. Hâkim ve savcı arkadaşlarımızın istediği gibi bir sonuç çıkmasını umuyorum. Ancak beni asıl inciten son zamanlarda televizyonlarda, beni bağışlayın, ağızlarını yaya yaya konuşan bazı kişiler yargının çalışmadığını, vatandaşın yargıya güveninin olmadığını söyleyebiliyorlar. Bunları şiddetle kınıyorum. Lütfen herkes cumartesi günleri Adliye’nin kapısından içeride çalışan hâkim, savcı var mı diye sorsun. En gencinden en yaşlısına kadar hâkim ve savcı arkadaşlarımızın hepsi cumartesi, pazar dahil her gün özveriyle çalışmaktadır. Birisi çıkıp da ağzını yaya yaya, “Hâkim ve savcılar çalışmıyor” diyemez. Referandum öncesinde profesör unvanlı kimi yazarlar televizyonlarda Türk yargısının kararlarının yüzde 90 oranında AİHM’de bozulduğunu, bu nedenle Türk yargısının çok kötü durumda olduğunu söyleyebilmiştir. Oranları bilemem. Ancak bu profesörün sanıyorum bir yakını AİHM’de çalıştığı için kendisine bazı bilgiler gelmektedir. AİHM’nin yargı kararlarını bozması kesinlikle Türk hâkim ve savcıların kabahati değildir. Uygulanan kanunların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne, Avrupa Adil Yargılanma İlkeleri’ne uygun düşmemesi nedeniyledir. Bu nedenle hâkim ve savcı arkadaşlarımıza haksızlık edilmiştir. Yargı kötülenmek suretiyle de referandumdan “evet” oyu çıkması sağlanmaya çalışılmıştır. Acaba bu ağızlarını yaya yaya konuşanlar, sizin için, “İstifa etmekte geç bile kaldılar. Dört dörtlük şov yapıyorlar” diyen Başbakan’dan mı cesaret alıyorlar? Referandum öncesinde yoğun bir propagandayla karşı karşıya kaldık. Uzun yıllardır yargı olumsuz birtakım söylemlerle yıpratılmaya çalışıldı. Elbette, bunun amacı bir sistem değişikliğine uygun yargının yaratılmasıydı. Bu sistemi yürütme değiştirecekti. Dolayısıyla sözünü ettiğiniz kişilerin elbette yürütmenin başı olan Başbakan’ın söylemlerinden ya da Adalet Bakanlığı ve benzeri kurumlardan cesaret almaları, hatta cesaret almak değil, yönlendirilmeleri de mümkündür. Biz televizyonda büyük üzüntüyle yüksek yargının yuhalatıldığını izledik. Bir de yüksek yargıyla mahkemeler ve savcılıkların farklı kuruluşlar olduğu izlenimi vermeye çalıştılar. Oysa bunlar aynı meslek grubudur ve birbirinin devamıdır. Ayrıca, benim çok yadırgadığım, yürütmenin kendisi gibi ayrı bir kuvvet olan yargıya bu derece düşman gibi davranmasıdır. Bazı aksayan yönler varsa bunu daha makul çözümlere kavuşturabilmek için yasal sınırlar içinde, birtakım yıpratma yöntemlerine başvurmadan konuşarak hal yoluna gidebilirlerdi. Ama işine gelmeyen her şeyi yargı aleyhine kullanma durumlarıyla karşı karşıya kaldık. Adalet bakanları, “Yargıyı izleyin” dediler; yargıyla kavga ettiler. Herhalde yargıyla kavga eden Adalet bakanları başka hiçbir ülkede yoktur. Çünkü Adalet bakanı yargının düzgün işleyişinden sorumludur. Kavga etmek çözüm değildir. Türban denen siyasi simgeyle kamusal alanda çalışılamaz Siz istifa ettiniz ama kurulda belli sayıda personel çalışıyor. Onlara ne olacak? Olanlardan haberiniz oldu da mı bu soruyu soruyorsunuz? Bize en yakın olan sekreterlerimiz şu anda başka yerlere, Adalet Bakanlığı içinde değişik bölümlere atandılar. Aslında yapılması gereken; birkaç gün daha bekleyip yeni kurul bünyesinde o arkadaşlarımıza yeni görevler verilebilirdi. Ama bunun yapılmamasından, kurulu kazıyıp ortadan kaldırma amacının güdüldüğü izlenimi edindim. Çok yanlış buldum. Yapılan uygulamanın mevzuata aykırı bir yönü yok. Ama doğru bir davranış değil. O arkadaşların kurulda muhafaza edilmeleri gerekirdi. Bu uygulama kadrolaşmanın bir başka türlü göstergesi değil mi? Kadrolaşmanın göstergesi olabilecek o kadar çok uygulama var ki... Son birkaç akşamdır izliyoruz. Televizyonlarda YÖK’ün üniversitelerde türbanı serbest bıraktırma kararı üzerine türbanın kamusal alana girip girmeyeceği tartışılıyor. Birden böyle bir gündem yaratılmasını nasıl karşılıyorsunuz? Hizmet verenler açısından türbanın serbest olması belki kişisel özgürlükler açısından çok olağan bir durum gibi düşünülebilir ama Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş bir yapısı ve halen kaybolmamış bir görüntüsü var. İnsanların kendi inançları gereği ve tercihleri olarak her zaman başlarını örtmeleri mümkün olabilir. Ama bizim insanımız türbandan önce de başını örtüyordu. Ama türbandan önce başını örten hiç kimse kamuda çalışmıyordu. Bugün türban adı altında siyasi simge olan bir kılıkla kamusal alanda çalışmak benim kişisel görüşüme göre uygun değildir. Eski Anayasa Mahkemesi raportörlerinden Osman Can YÖK tarafından İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne profesör olarak atandı. Sayısız kez YÖK’ü 12 Eylül darbesinin ürünü olarak niteleyen, Anayasa Mahkemesi kararlarının yok sayılmasını savunan Osman Can aynı YÖK tarafından atanmayı sizce nasıl içine sindirmiş olabilir? Bu sorunun yanıtını Osman Bey vermelidir. Ama, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi bizce Türkiye’nin yüzük taşı olan fakültelerinden birisidir. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi bu atamayı içine sindirebiliyorsa bizim söyleyecek bir sözümüz yoktur. Maalesef üniversitelerimiz, öğretim üyelerimiz tamamıyla kendi kaderlerine razı olmuş, sessiz sedasız kenarda duruyorlar. BakanlıkHSYK’yi çalıştırmadı Adalet Bakanlığı neden kurulu 17 Ağustos’tan beri çalıştırmadı? Bunu makul şekilde ve hukuki çerçevede izah etmek mümkün değildir. Bana göre HSYK’nin bu şekilde çalıştırılmaması bir anayasa suçu işlenmesi demektir. Kurulun çalıştırılmamasının sebebi muhtemelen kararnamede öngörülen birtakım değişikliklerin gündeme getirilebileceği ya da kararnamede henüz daha görüşülmemiş bir kısım yerlerle ilgili tasarruf yapmamıza engel olmaktır. Bunun dışında müzakere bile yaptırılmamış olmasının başka izahı olabilir mi? Defalarca yazı yazdım. “Gündem hazırlayın. Kararnamenin geri kalan kısmını getirin” dedim. Getirmediler. Referandum geçip YSK’nin kararı yayımlandıktan sonra Adalet Bakanı, “Artık anayasa değişikliği yürürlüğe girdiğine göre sizin göreviniz sonuçlanmıştır. Yeni oluşturulacak kurul göreve başladığında gündem yapılacaktır” dedi. Bunun doğru bir davranış olduğunu söylemek mümkün değil. Çünkü referandumdan önceki dönemde de biz çalıştırılmadık. Ayrıca kurul üyelerinin görev süreleri sonuna kadar göreve devam edeceklerine dair düzenleme de vardı. Kamu hizmeti geri bıraktırılamaz. Ayrıca kurul çalıştırılmadığı için listeleri hazırlanmış hâkim ve savcıların atamaları ortada kaldı. Yeni kurul üyeleri, “Bunlar daha önce görüşülmüş. Biz karışmayız” derlerse ne olacak? P O R T R E KADİR ÖZBEK Ankara, 1948 doğumlu. Yükseköğrenimini AÜ Hukuk Fakültesi’nde yaptı. Askerlik görevinden sonra kısa bir dönem TCDD Personel Dairesi’nde çalışmasının ardından girdiği hâkimlik sınavını kazandı. 1973’te hâkimlik stajına başladı. 1974’te Ağrı’nın Diyadin ilçesinde mesleğe girdi. 1977’de Afyon’un Çay ilçesine atandı. 1982’de Adana’nın Osmaniye ilçesinde beş yıl hâkimlik yaptı. 1987’de Ankara Ticaret Mahkemesi üyeliğine atandı. 1990’da Ankara Ticaret Mahkemesi başkanı oldu. 1994’te Ankara Adalet Komisyonu Başkanlığı’na seçildi. 1997’de komisyon başkanlığından Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın isteğiyle alındı; Ankara Ticaret Mahkemesi’ne döndü. 2001’de Yargıtay üyeliğine seçildi. 2006’da Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyeliğine geldi. Şubat 2008’de HSYK Başkanvekili oldu. Geçen hafta hükümetin yargı üzerindeki vesayetini protesto amacıyla kurul üyeleriyle birlikte istifa etti. SÖYLEŞ LEYLA TAVŞANOĞLU Siz bir kamu görevlisiyken istifa ettiniz. İlk işiniz odanızı boşaltmak oldu. Öte yandan eski Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı olayı var. Yazdığı kitap nedeniyle Eskişehir Emniyet Müdürlüğü’nden merkeze alındı. Doğal olarak o da sizin gibi Eskişehir’deki bürosunu boşalttı. Bir sol terör örgütü üyesi olmaktan tutuklandı. Ardından polisler Eskişehir’deki bürosuna baskın yapıp her ne hikmetse 13 yıl önceye ait birtakım dinleme kasetleri buldu. Hanefi Avcı gibi istihbarat kökenli bir polis müdürünün dinleme kasetlerini Eskişehir’deki odasında unutmuş olması size mantıklı geliyor mu? Bu iddiaları mantıklı olarak kabul etmek mümkün değildir. Hanefi Avcı’nın bir istihbarat elemanı olduğu da göz önüne alınırsa hiç mümkün değil. Soruşturmanın, yargılamanın adaletli olmasını sağlamak zorundasınız. Bunun adil olarak yapıldığını da göstermek zorundasınız. Bizler HSYK’de dört yıl önce göreve başladığımızda bana bir bilgisayar verilmişti. İstifa edince o bilgisayarı iade ettim. İade etmeden önce arkadaşlarımdan birisi, “Senin bilgisayarını iade etmen yanlış değil mi? Onun içinde özel bilgilerin var” dedi. Ben de, “İçinde çok önemli bilgi yoktu” dedim. Onun üzerine arkadaşım şu uyarıyı yaptı: “Ya sen iade ettikten sonra birisi içine bir şeyler yüklerse ve bunları sana karşı kullanırlarsa ne olacak?” Aklımın ucundan bile geçmeyen bu ihtimale karşı arkadaşım beni uyarınca bilgisayarın hard diskini söktüm. O şekilde iade ettim. İnsanlar bu duruma gelmemeli. “Acaba benim aleyhime de herhangi bir komplo kurulabilir mi?” endişesine kapıldım. Bu da çok sıkıntı verici bir duygu. Benim çok yadırgadığım nokta, yürütmenin (hükümetin) kendisi gibi ayrı bir kuvvet olan yargıya bu kadar düşmanca davranmasıdır. Aksayan yönler varsa birtakım yıpratma yöntemlerine başvurmadan hal yoluna gidilebilirdi. AİHM’nin yargı kararlarını bozması kesinlikle Türk hâkim ve savcılarının kabahati değildir. Uygulanan kanunların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve Avrupa Adil Yargılanma İlkeleri’ne uygun düşmemesi nedeniyledir. Hanefi Avcı’nın şüpheli dinleme kasetleri leyla.tavsanoglu@cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle