Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Cumhuriyet 29 Ekim 1993 OZEL EK1 70. YIL
Temel taslar Laildikve kadın haklan
Prof. Dr. TÜRKAN SAYLAN
Biyolojik farklüıklar dışında tüm
koşulları aynı olan kadınla erkek, ne
yazıkür kı insanlann dünyasında
aynmcüığın en göze çarpan örnekleri-
ni oluşturmuştur. Erkek cinsinin üs-
tünlüğû ve her şeye sahip olrna hakkj,
yönetme erkinin de ona verilmesine,
kadınlannsa erkeklerin, dolayısıyla
ûretimin hizmetinde varlıklar olarak
algüanmasma, bu inanış ve bakış
açısının da ne yazık ki bin yıllardır her
ıkı cinsçe onaylanagelmesine yol
açnuştır. Insan topluluklannın geri
kalmasında başlıca etkenin bu bağnaz
inanış ve yaşam biçimi olduğu, cinsle-
rarası eşitkğinin bulunmadığı ülkeler-
de. uygarlık ışığının yakalanamaya-
cağı çok iyi bilinir.
Kadın son yüzyıllarda yeryüzûnün
pekçok köşesinde bu tarihsel yanlışlı-
ğa ve aldatmacaya karşı çıkrnış, aile
içinde. eğitimde, toplumsal ve siyasal
yaşamda "eşit hak" ve "eşit katümT
istemeye ve istedikJerini elde etmeye
başlamıştır.
Türk kadınlannın kendilerini
lanıyıp çevrelerinde yaratılmış olan
kılıfı ve ikincil konumu yok etmek için
çaba göstermelerinin Osmanlı İmpa-
ratorlugu'nun son dönemlerindeki çe-
şitli girişimlerle başlatılmış olduğunu
biliyoruz. Ancak kadınlannuzın en
aandan yasalar önünde eşit bireyler
olabilmelerinin, eşit eğitim olanak-
lannı kazanmalannın Cumhuriyeu-
mizle birlikte başladığı yadsınamaz.
Bugün ülkemizde kadın erkek eşitli-
ginden söz edebıliyor. her alanda yeti-
şen, bizi tüm dünyaya uygar bir ulus
olarak tanıtan kadın bireylerimizin
varhğıyla övünebiliyorsak, bunu,
Cumhuriyet rejimınin yarattığı aydı-
nlanma devrimine ve onun çağının
ötesini görebilen. insan olmanın bilin-
cini zamandaşlanndan çok daha derin
ve gûçlü şekilde kavramış olan öncüsü
Mustafa Kemal Atatürk'e borçlu ol-
duğumuz tarihsel bir gerçektir. Oysa
bu gelişme hiç de "ben yaptım oldu"
şekünde olmamış, genç Cumhunyeti-
miz kuruluş aşamasındaki birçok ko-
nuda olduğu gibi, kadınlanrruzın eşit-
lenmesi konusunda da sancılı evreler
geçirmiştır, ne yaak ki bugün de bu
sancılar süregelmektedir.
İnsanlann eşit doğduğuna ve top-
lumda eşit hak ve sorumluluklara sa-
hip olmalan gerektiğine inanmak,
bunu ilke olarak benimsemek her iki
cins için de bir evrimi gerektirir; bu il-
kelerin kağıt üzerine yazılması çok
olumlu bir gelişimse dc. insaıun, eşitliği
kendi içinde akıl ve vüreğinin \ol göste-
riciliğinde kavrayıp benimsemesi çok
daha köklü ve önemli bir aşamadır.
Cumhuriyetimizin kuruluş evresin-
de. uygar bir ulusta cinslerarası
ayınmcılığa yer olmadığını kavrayan,
buna tüm varhğıyla inanan ve ülkenin
gelişmesinde kadınla erkeğin ortak
katılımının vazgeçilmezliğini pek çok-
lanndan önce algılayan Mustafa Ke-
mal Atatürk. bakınız 3 Şubat 1923'te
İzmir"deki bir konuşmasında konuyu
halkına nasıl sunuyor:
"Kadınlarınuz bundan sonra harem-
lere kapatümay acak, gklenmeyecek,
yüzlerini örtmeyeceklerdir. Çünkü bu.
tüm ülkenin daha çok acılar çekmesine
neden olacaktır. Türk kadınian ulusal
bağımsızlığımız için savaş boyunca ce-
saretk dövüşmüşlerdir. Bugün onlar
özgür oünalı. eğitim olanaklaruıdan
yararlanmalı, erkekJerimizinkine eşit
bir düzeye çıkarürnaudırlar. Çünkü
buna layiktıriar. Dünyanın hiçbir ye-
rinde, hiçbir milletinde. Anadolu köylü
kadınının fevkinde kadın mesaisi zik-
retmek imkanı yoktur >e dünyada hiç-
bir milletin kadını ben Anadolu kadmı-
ndan daha fazla çaltştım, milletimi kur-
tuluşa ve zafere götürmekte Anadolu
kadını kadar hizmet gösterdim diye-
mez."
Bu yargıya varabilmesi için Musta-
fa Kemal"e. sağlam tarihsel bilgisinin
ve insanlan yakından ve içten gözleyip
aklıyla senteze varabilme yetisinin ön-
cülük ettiği, aynı tarihteki şu sözlerin-
den nasıl da anlaşılıyor:
"Türk köylü kadını erkeklerle bera-
ber çahşır, merkebine binerek öteberi
satmak için pazar yerlerine gider, ora-
larda bizzat yumurta ve tavuğunu. buğ-
dayını satar ve ondan sonra kendisine
gerekli olanları bizzat satın alarak kö-
yüne döoer ve umurni çalışmasında, ko-
casına, kardeşlerine yaıtüm eder."
Oysa 70. yılını bugün kutladığımız
Curnhuriyetimizin ilk günlerinde
TBMM'de ulusu temsil eden erkek-
kişilerimizin ancak birkaçı Mustafa
Kemal'in sağlam sezileri ve mantığıyla
ve seçilmek hakkını vermiyorsunuz, fa-
kat kadınian savmıyorsunuz da..." di-
yerek önerisini acıklamak ve diğerleri-
ne konunun yalnızca sayımla ilgih ol-
duğunu. kuşkusuz kadınlann "seçen
ve seçflebilen" olamayacaklannı vur-
gulamak zonında kahyor.
Ulusal bağımsızlığıru tüm olumsuz
koşullara ve ihanetlere karşın, kazan-
mak için canını vererek savaşan ve ge-
hşiminin yapı taşlannı bir bir üstüne
koymaya çalışan genç Türkiye Cum-
huriyeti'nin önden, 1 Mart 1924"te
şunlan söylüyor. "Onemli olan sorun,
hukuk anlaytşmı. yasaları. adalet ör-
gütünü. toplumsal yaşayışın uyması ge-
reken çağ koşullanyla uyuşmazlık için-
de olan ükeierden kurtarmak sorunu-
sası insandan bile sayılmayan Türk
kadınına önce insan konumu getire-
rek toplumsal ve siyasal yaşama
kaülım yollannı açmıştır.
Yurttaşlar Yasası'nın kabulü ile açı-
lan çağdaşlaşma yolu, birbirini ta-
mamlayan ve eşit, özgür, kendini ge-
liştirme olanaklanna sahip bireylerin
oîuşmasına temel olan bir dizi yeni
devrim yasasını da ardmdan getırmiş-
tir.
9 Nisan I928'de din ve devlet işlerini
ayıran, teokratik düzen yerine ulusal
egemenliği hakim kılan ve demokrasi-
nin temelîni oluşturan laildik ilkesinin
benimsenmesi. 1 Kasun 1928'deoku-
maz-yazmazı %90'ı aşan karanlık bir
ülkede bir anda milyonlarca ışık kay-
Atatürk 3 Şubat 1923'te şöyle diyordu: "Kadınlarımız bundan sonra haremlere kapatılmayacak, gizlenmeye-
cek, yüzlerini örtmeyeceklerdir."
vardığı gerçeğı kavramış durumda,
gerisi ise cinslerin eşitliği kavramından
bin yıllarca uzakta. 1923 yılında. ilk
başta elli bin erkek nüfusa bir milletve-
kib" secilirken erkeklerin savaşlar ne-
denıyle sayıca azalması dikkate alına-
rak bu sayının yirmi bin erkek nüfusa
bir milletvekili olması önerilip tartışıh-
yor. Dikkat edersek ülke temsilinde
kadının adının ve varhğının söz konu-
su olmadığını anlanz.
3 Nisan 1923 tarihü toplanüda Bolu
Milletvekib Tunalı Hilmi Bey, kadı-
nlann da nüfus sayımında yer alma-
lannı önerince, Mecliste kızılca kıya-
met kopuyor ve sonunda tartışmalan
bastırmak için aynı milletvekili, "Arka-
daşlar. kadınlara seçilmek hakkını ve-
rin demiyorum, intihap etmek, seçmek
dur. Aile hukukunda. medeni hukukta
izlenecek yol, ancak Batı uygarlığınuı
hukuksal yönü olabilir. N an önlemler-
le. yüzy ıllık inançlara bağımlüıkla izle-
necek yol, uluslann uyanışının karşısı-
na çıkan en büyük engeldir."
Geriye değıl ılenye bakma>ı, olgu-
lan akil süzgednden geçirmeyi. kendi
doğrulannı bulmayı öğrenmiş ve in-
sanı bu olgunluğa ulaştıran içdirliği
yakalamış olan Mustafa Kemal Ala-
türk, ulusuna yaraşan, onun çilekeş
insanlannın çoktan hakettiği uygarlık
yasalannı işte bu mantıktan aldığı öz-
güven ve güçle, çevresindeki bağnaz-
lan hiçe sayarak ardı ardına gerçekleş-
tirebilmiştir.
17 Şubat 1926'da. uzun hazırhklar-
dan sonra kabul edilen Yurttaşlar Ya-
nağının panldamasına yol açan harf
devTİmi ve 3 Nisan 1930'da kadı-
nlarunızın belediye meclislerinde seçme
>e seçilme hakkının v erılmesı. cinslera-
rası eşıtliğın yoktan varedilmesi evn-
minin tarihsel yapı taşlandır.
Bir ümmet topluluğundan halkın
egemenliğine dayalı bir ulusa dönüş-
me sürecinde Cumhuriyetin, kadın
haklan bağlamında en önemh' ve
kıvançlı aşaması, 5 Aralık 1934'te tüm
erkeklerden oluşan, ancak başlannda
bir Mustafa Kemal Atatürk bulunan
TBMM'ce kabul edilen "kadı-
nlarmıızın milletvekili seçme ve seçilme
hakkı yasası" ile taçlanmıştır.
Bu yasanın tartışıldığı bir gün, Ata-
türk'ü gerçekten arüayan, onun hızına
vetişmede örnek bir kışilik sergileyen
birkaç insandan biri olan İsmet İnönü
bakınız Meclis"te neler söylüyor:
"Yüce saylavlar, kadınlann saylav
seçmek ve seçilmek hakkına sahip ol-
malan için yüce katuııza öneriyoruz.
Kadınlanmızın Türk tarihindeki haklı
yerleri, erkeklerle birlikte daima ülke-
nin ve ulusun yazgısı üzerinde söz ve
etki sahibi olmalarıdır. Türk kadını ta-
rihte ne zaman haklı ve saygın yerini
buunuşsa, bunun yazgısı üzerinde ken-
dini, etkisini gösterebilmişse, erkekler-
le, karışık ve zor yurt işlerinde el ele
çalışabilmişse. işte o zaman, büyiik
Türk ulusu, kudretiyle, uygarlığıyla
tüm dünyayı kaplamıştır.
Arkadaşlar, Türk kadının hakkı, ol-
duğu yerden ayrılıp bir süs gibi, ülke işi-
ne kanşmaz bir varlık gibi bir köşeye
konması değildir. Türk geleneğinin ve
Türk anlayışımn zıddı olan bir usuldür
ki, onun türk ülkelerinde yerleşmesi
yüz yıllarca -elemlerinizi ve acılannızı
tekrâr uyandırmayayım- geçirdiğimiz
felaketlerin başucalanndan birini oluş-
turur.
Yakın gelecekte Türk devletinin ve
Türk ulusunun kudretlerinin sım an-
laşıldığı zaman, bunun başında ilk gün-
den beri Türk devrimininkadına verdiği
haklar esaslı bir kamt olarak ileri sürü-
lecektir. "Ancak, arkadaşlar, yeni öne-
rünizle Türk kadınına bu hakkı bir lü-
ruf olarak veriyonız kanısında asla de-
ğiliz ve kimse bu kanıda olamaz. Bizün
kanımız, bizim anlamamız, Türk
kadını için böyie görevlere girmek, esa-
sen hakkı olduğu ve yanuş olarak, zu-
lüm olarak çoktan beri geri bırakıldığı
merkezindedir."
Genç Cumhuriyetimizce benimse-
nen bu yasayla ilgjli olarak Atatürk'-
ün yorumu şöyle: "Bu kararla Türk
kadınian, siyasal ve sosyal alanda pek
çok Batı ülkelerindeki kadınlardan
daha üstün bir durum kazanmışlardır.
Bundan sonra, peçe altında, kafes aıtb-
nda kadın kalmayacaktır. Türk kadı-
nian bugün en önemli haklarını ka-
zanmışlardır. Bundan örürii ben, bu ka-
ran en önemli reformlarımızdan biri
sayıyorum."
670 yıllık Cumhuriyetimize bugün
baktığunızda. kadınlanmızın artık nü-
fus sa> ımlannda sa> ddıklaruu ve kağıt
üzerinde eşit olduklannı görüyoruz, an-
cak Mustafa Kemal Atatürk'ün dev-
rimci yüreğinde ve kafasında düsJediği
"her alanda güçlü ve katılımcı kadnTın
henüz gerçek anlamıyla oluşmadığını,
oluşturulamadığını da görüyoruz.
Her ilerici devrimde olduğu gibi,
olayın kendi dinamikleri içinde gerici
bir karşı devrimın de alttan alta gehşti-
nldiğine, insanlann en özel duygusu
olan ve laiklikle özgürlüğünü bulan
dinsel inançlann, kötüye kullanılarak,
siyasete ve ticarete alet edildiğine tanık
oluyonız.
Onur kaynağımız C\ımhuriyetimi-
zin 70. yılında kadın-erkek, ulusun
tüm bireyleri olarak geldiğimiz yere,
çıkış noktamıza bir kez daha akıl
ışığında bakıp, binbir zorlukla ve bağ-
naz, önyargılı tepkilere göğüs gererek
vanlan gelişim evrelerini yeniden ve
yenıden anımsamah, öğrenmeh' ve öğ-
retmeliyiz.
Evrende ve yer yüzünde, kadınıyla
erkeğiyle ulusumuzun bugün ulaştığı
ve ulaşmaya devam edeceği saygın ko-
numu, cumhuriyetimize ve onun temel
taşlannı oluşturan laiklik ve kadın
haklan konusunda attığımız örnek
adımlara borçlu olduğumuzu unut-
mamalıyız.
Hangi cinsten olursak olahm, ken-
dimiz, çocuklanmız ve torunlanmız
için aydınlık bir gelecek düşlüyorsak.
laik Cumhuriyetimizin ve onunla bir-
likte erişmeye çalıştığımız demokrasi-
nin esirgenmesınde yurttaşlar olarak,
haklan kadar ödevlerinin de bilincinde
bireyler olarak etkin yer almalı. tüm
benliğimizle aydınlanma devriminüze
sahip çıkmalıyız. Cumhuriyetimizin
70. yıldönümü tüm ulusumuza kutlu
olsun.
BAHRIYE UÇOK
Imam Nikahı ve Hukuk
İslam hukukuna göre evlenme, yakın kan hısımlığı bu-
lunmayan iki ayrı cins arasında ve iki erkek ya da bir erkek
iki kadın tanık önünde yapılan bir akittir. Ve hiçbir dini yanı
yoktur.
Kadın ve erkeğin veya onların temsilcilerı ergin, akli
dengesi yerinde, hür kişilerden oluşan tanıklar önünde ev-
lenme iradelerini açıkladıKları zaman nikah tamam olur.
(1). Başka bir formalıyete gerek yoktur. Bundan da anlaşı-
Imaktadır ki, islam hukuku, evlenmeyı, bireyleri ılgilendi-
ren özel bir ışlem saymıştır.
islamda nikah sırasında bir ımamın bulundurulması,
duaokunması, nikahı imamın aktetmesi gibi biryöntemde
mevcut değildir.
Bu sözlerimı, Peygamber'in evlenmeleriyle ilgili örnek-
ler vererek kanıtlamak yerinde olacak:
Büyük Kuran tefsirı sahıbı, tarıhçi ve imam Ebu Cafer
Taberi'ye göre Hz. Muhammet 21 kez evlenmış, fakat en
çok 11 eşinı bir aradabulundurmuştur. Onun ilkeşi Hatice,
sonra Sevde ve üçüncü eşı Ebu Bekır'in kızı Aışe'dir.
Aişe (Ayşe), evlenmesini şöyle anlatır:
"Tann Eİçisi (Hz. Muhammet) evimize geldi. Arkası-
ndan Ensar'dan erkek ve kadınlar da toplandılar. Ben o
zaman dışarda salıncakta sallanıyordum. Anam, saçımı
dûzettt), yûzümü yıkadı, elimden tutarak, Tann Elçisi'nin
yanına götürdü. Ve Bunlar senin aılendir, Tann senı ona,
onu sana kuvvetlı eylesın" dedi. Misafırter dağıldılar. Bu
münasebette ne koyun, ne de deve kesikJi; o zaman do-
kuz yaşında idim."
Hz. Muhammet'ın eşlerinden 20. sırayı alan Hazerçler-
den Leyla'nın evlenmesı de şöyle olmuştur:
Bir gün Hz. Muhammet arkasını güneşe dönmüş olarak
otururken Hutey'min kızı Leyla, onun yanına gelip sırtına
dokundu. Hz. Peygamberona"Kimsln?"diyesorduğunda
o, "Ben yel ile yarışan Huteym'in kızı Leyla'yım. Kendimi
sana arzetmek üzere geldim; benimle evlen.." dedi. Bu
isteği Hz. Peygamber kabul ettı ve hemen oracıkta, "Senin-
leevlendim' dedi.
Leyla, bundan sonra, kendisi kabılesınin oturduğu yere
gidipTanrı Elçısı ileevlendığınianlattı. Kendi kabilesinden
olanlar ona, "Çok kötü yapmışsın, sen kıskanan bir kadın-
sın. Tann etçisinin kadınian var, hemen ona git ve aktini
bozdur" dıye öğüt verdiler.
O bu öğüt üzerine Hz. Muhammet'ın yanına geldi ve
"Aramızdaki akti boz" dedi. Hz. Muhamme de "Aramızda-
ki akti bozdum" karşılığını verdı.
Yuce Peygamberın kendi öz yaşamından alıp, sizlere
sunduğum bu örnekten de anlaşılmaktadır kı, islam toplu-
luklarında nikah kıymak için bir imamın bulundurulması
zorunluğu yoktur.
Evlenme sırasında bir din adamının hazır bulunmasına
ve evlenmeyı takdıs etmesıne hiçbir gerek yoktur. Çünkü,
"Onlar bizim kendilerine farz etmediğimiz ruhbaniyeti
icat ettiler. Biz onlar için tanrının hoşnutluğundan başka
bir şey farz etmemiştik" ayetı ile İslamda bir "Din
Adamı" sınıfının olmadığını kesin olarak öğrenmekteyiz.
(2)
Orta ve yeni çağ boyunca islamda imamlık bir meslek
olmamıştır. islam ruhu da görüldüğü uzere buna uygun
değildir.
Hz. Muhammet'ın evlenmelerınde de nikah sadece bir
akitten ibarettir. Nıkahın ımam huzurunda aktedilmeğe
başlanması ancak sonradan bir görenek haline gelmiştir.
imamın başlangıçta, fıili olarak nikahı aktetme görevi,
Osmanlı imparatorluğu dönemınde, 1881 de bir tüzük ile
hukukıleşmıştır. Ama, imamın yaptığı bu görev o zaman
da dini bir nitelikte olmayıp bütünü ile idari bir nıtelikte idi.
Milli mücadeleden sonra günün ıhtiyaçlarına yetmeyen
yasaların değıştinlmesı zorunlu bir hal aldı. 1925 yılında
bir komisyon, Türk kadınını erkeğinin önünde çaresız bı-
rakan aile hukukunu ele aldı. Ve yeni bir kanun tasarısını
Meclıs'e getirdi. 4 Ekım 1926'dan başlayarak günümüze
değin uygulanan bu kanuna göre evlilik içinde kadın ve er-
kek eşit sayılmakta, erkeğin birden çok kadınla evlenmesı
yasaklanmakta, imam önünde kıyılan nikah yerine, resmı
nikah geçerlı olmakta ve evlilik bırliğınin bozulması ko-
canınbirçiftsözü ile değıl ancak. hakımın vereceği kararla
mümkün olmaktadır.
Atatürk devrimlerinin Türk kadınına sağladığı ve dünya
kamuoyunda Türk toplumuna büyük saygı uyandıran bu
kanun, gıderek komşu Müslüman ülkelerin hukuk uygula-
malarını da etkılemış. Irak, iran, Mısır, Surıye gibi yerler-
dekı aile hukukları günün ve toplumlarının gereksinımleri-
ne uygun değışmelere uğramıştır. Ama her nedense, son
yıllarda ülkemizde, özellikle köylerde imam nikahı, bir
artış göstermekte. yurttaş imamın okuyacağı bir dua ile
evlenmeyj, yeğ tutmaktadır...
Koylü yurttaşlarımız bılmelıdırler ki, "Medeni Kanun bu
çeşit birleşmeleri evlenme olarak kabul etmez. Medeni
Kanuna göre evli sayılmayan bu çifberden doğan çocuk-
lar, evlilik dışı doğmuş kabul edildiğinden gerek çocuk-
lar, gerek eşler karşılıklı olarak miras hakkına sahip ola-
mazlar."
(1) Tanıkların bulundurulması, zinatöhmetini kaldırmak
ve gerektiğinde nikahı saptamak için zorunludur.
(2) Kuran, Hadid Suresı, 27. ayetı.
(Cumhuriyet- 25 Mart 1974)
Prof. Dr. ZAFER ÜSKÜL
Cumhuriyet'in yetmişinci yılında.
içinde bulunduğumuz günlerde, ül-
kenin bir bölümünde sıkıyönetm
ilanı tartışılıyor. Türkiye'nin seçil-
miş yöneticileri, ülkeyi sıkıyönetim
ya da olağanüstü hal yönetimi ılan
etmeden yönetemiyorlar.
Cumhuriyet'in tarihı, sıkıyöne-
timler, askeri darbeler ve olağanüs-
tü haller tarihine dönüştü.
Kuşkusuz, her ülkede, zaman za-
man, olağan yönetim biçimleriyle
yönetilemeyecek olağanüstü du-
rumlarla karşılaşılabilir. bir savaş
tehlikesi başgösterebilir, yaygın şid-
det olaylan ile karşılaşılabilir, bir
doğal afetle karşı karşıya kahnabi-
lir. Böylesi dunımlarda, olağanüstü
durumu yaratan nedenleri ortadan
kaldınp olağan duruma dönebil-
mek için yönetimin olağanüstü yet-
kilerle donatılması, insan haklannın
kullanılmasına baa sınırlamalar ge-
tirilmesi gerekebilir. Hukuk düze-
ninde sıkıyönetim ve olağanüstü hal
kurumlannın öngörülmüş ol-
masının nedeni de budur. Ancak,
sıkıyönetim ve öbür olağanüstü yö-
netim biçimleri, hukuk devleti an-
layışı içinde yer alan, bu yüzden de
hukukun sınırlan içinde gerçekleş-
mesi ve yargı denetimine tabi olması
gereken yönetim biçimleridir. Ayn-
ca, hiç unutmamali ki olağanüstü
yönetim biçimleri, istisnai yönetim
biçimleridir, olağanüstü durumu
yaratan nedenleri ortadan kaldırma
amacıyla sınırhdır ve amaç gerekle-
şir gerçekleşmez olağan yönetime
geçmeyi gerektirir.
Türkiye'de sıkıyönetimler
Türkıye'de sıkıyönetim kurumu
gerçekten hukuk devleti sınırlan
Sıkıyönetimler çözüm olmadıiçinde düzenlenmiş midir ve gerçek-
ten istisnai olmuş mudur? Sıkıyöne-
tim uygulamalan, sıkıyönetimin
ılanı amaçlanyla sınırh kalmış
rrudır?
Bu sorulara olumlu yanıt vermek
son derece zordur.
Her şeyden önce anayasal düzey-
de sıkıyönetim, 1982 Anayasasf yla
hukuk dışı. keyfi bir yönetim biçimi
durumuna getirildi. 1982 Anayasası
sıkıyönetimin ilanı gerekçelerini ço-
ğalttı, sıkıyönetimin ilanı ve uzaü-
lması sürelerini uzatarak TBMM
denetimini azalttı, sıkıyönetimn sı-
rasında çıkartılacak kanun hük-
münde kararnamelerin anayasal de-
netimini engellemeye çalıştı ve geçici
15. maddesıyle de sıkıyönetim uygu-
lamalannın ya'gı denetimi dışında
tutulmasını neredeyse anayasal du-
ruma getirdi.
Kısacası. 1982 Anayasası ile sıkı-
yönetim, anayasal olarak bir hukuk
rejimi olmaktan çıkanldı.
Sıkıyönetim. yasal olarak da bir
hukuk rejimi olmaktan çıktı. Bu ko-
nuda, 1402 sayılı yasada 14 Kasım
1980'de yapılan birdeğişiklikle, sıkı-
yönetim komutanlannın yaptıklan
işlemlerin yargı denetimi dışına
çıkanldığmı belirtmek, durumu an-
latmaya yeter. Sıkıyönetimin hu-
kuksallığını sağlama açısından,
1402 sayılı Şıkıyöneüm Yasası, 1940
tarihli Örfi İdare Kanunu'ndan çok
daha geridedir.
Sıkıyönetim. sıkıyönetim ilanını
gerektiren olağanüstü bir durum or-
taya çıktığında ilan edilir ve olağa-
TÜRKİYE'DE İLAN EDİLEN SIKIYÖNETİMLER
Doğu'da Şeyh Sait ayaklanması üzerine
Kubilay olaylan üzerine
2. Dünya Savaşı nedeniyle
6/7 Eylül olaylan üzerine
öğrenci gösterileri ve 27 Mayıs üzerine
Aydemir olaylan üzerine
15/16 Haziran işçi olaylan üzerine
1?Mart'ınardından
Kıbrıs Harekatı üzerine
Irak iç savaşı nedeniyle
Yaygın şiddet hareketleri üzerine
12 Eylül darbesı üzerine
23/24.2.1925-23.12.1927
1.1.1931-831931
2011 1940-23.12.1947
7.9.1955-7 6.1956
28.4.1960-1.12.1961
21.5.1963-20.7.1964
16.6.1970-16.9.1970
26.4.1971-26.9.1973
20 7.1974-2.9.1975
27.3.1975-27 3.1975
26.12.1978-12 9.1980
12.9.1980-19.7.1987
70 yüın yarıya yakın süresi olağanüstü yönetim biçimleriyle geçti.
nüstü durumu yaratan nedenlerin
ortadan kaldınlması amaçlanır.
Durum olağana dönünce de sıkıyö-
neü'm kaldınlır.
Türkıye'de durum böyle ol-
mamıştır.
Cumhuriyet'in kuruluşundan bu
yana 12 kez sıkıyönetim ilan edildi
ve sıkıyönetimler genellikle uzun
sürdü.
Bu 12 sıkıyönetim ilanı üzerine.
ülkede sıkıyönetim altında yaşanan
toplam süre 25 yıl 9 ay 18 gün oldu.
Elbette ülkenin her yerinde aynı
süre boyunca sıkıyönetim altında
yaşanmadı. Ancak, sonuç olarak ül-
kenin şu ya da bu ilinde yaşanan
sıkıyönetimlerin toplam süresi 26
yıla yaklaştı. Bu süre, 70 yıllık Cum-
huriyet tanhinin %36.86'sı demek-
tir. Bu süreye, sıkıyönetimin kaldın-
lmasmdan sonra ilan edilen olağa-
nüstü hal yönetimi altında yaşanan
süre de ekîenirse. Cumhuriyet'in 70
yıllık tanhinin %45.70'inin olağa-
nüstü yönetim biçimleri altında ge-
çirildiği görülür. Bu durumda, sıkı-
yönetimin olağanüstü hal yönetimi-
nin 'istisnai" yönetim biçimleri ol-
duğu söylenebilir mi? Sıkıyönetim-
den payını en çok alan iller ise Tür-
kiye'nin en çok sanayileşmiş 4 bü-
yük ıh olan İstanbul, Ânkara. İzmir
ve Adana ile Doğu ve Güneydoğu
Anadolu'da yer alan Diyarbakır.
Hakkari, Siirt, Mardin, Bingöl,
Elazığ. Şanlıurfa ve Tunceli oldu.
Bu durum, sıkıyönetimlerin neden
ılan edildiğini yoruma gerek bırak-
mayacak ölçüde anlatmıyor mu?
Sıkıyönetim somut bir durum
üzerine ilan edilir ve durumu nor-
male döndünneyi amaçlar. Türki-
ye'de genel olarak böyle olmadı.
Siyasal iktidarlar, sıkıyönetimi iç
siyasal amaçlan doğrultusunda kul-
lanmak istediler. Sıkıyönetim ilanını
gerektiren durumlar olmasa da sert-
liğe başvurmak istediklerinde asker-
leri kullanma yoluna gittiler. Büyük
kentlerde solu. Doğu ve Güneydo-
ğu Anadolu'da Kürtler'i bastırmak
için sıkıyöneüme başvurdular. tşci-
lerin haklı gösterilerini bastırmak
için sıkıyönetimi kullanmayı yeğ-
lediler. Ancak, ne yazık ki. hükü-
metlerin sıkıyönetim ilanı kararlan
ile TBMM'nin sıkıyönetim ilanını
onay kararlan yargı organlannca
denetlenemedi.
Sıkıyönetim ilan edildikten sonra,
askerler de kendilerini sıkıyöneti-
min ilanı nedenleriyle sınırh say-
madılar. Askerler, sıkıyönetim ilanı
üzerine yönetimi ellerine alınca, iüm
sorunlann emir komuta zincın ıçın-
de çözülebileceğini sandılar. Et fı-
yatlannı düzenlemekten grev ertele-
meye, belediye otobüslerinin durak-
lannın yerini değiştirmekten gaze-
telerin başhklannda kullanacaklan
puntolan belirlemeye kadar her şeye
elattılar.
Askerler, sıkıyönetim dönemle-
rinde ittihatçı geleneklerini hatı-
rladılar, yönetmeye alıştılar, yönet-
meyi sevdiler.
Daha da ileri gitmek gerektiğini
düşündüklerinde darbe yapmaktan
geri kalmadılar. 70 yıllık Cumuriyet
tarihınde 3 darbe ve bilinen 2 darbe
girişimi yaşadık. Darbe niyetlerinin
sayısını ise bilme olanağımız yok.
Bütün bu darbeler ve şıkıyöneüm
uygulamalan karşısında, halkın da
iyi bir sınav verdiği söylenemez.
Darbeleri ve sıkıyönetim ilanlannı
tahrik eden sivil siyasetçilerin varh-
ğını hep biliyoruz.
Üniversiteleriyle. sendikalanyla,
meslek kuruluşlanyla Cumhuriyet'-
ın, demokrasiyi, sivil siyasal yaşarru,
olağan yönetim bicimini savunması
gereken kurumlannın da darbeler
ile sivil yönetimin denetiminden ka-
çan sıkıyönetim idareleri karşısında
gerekli dırenci gösterdiği söylene-
mez.
Halk ise sıkıyönetime neden olan
olaylann gidirilmesi dışında, tüm
sorunlanrun çözümünde askeri yö-
netimden medet umdu. Neredeyse,
kansından boşanamayan çareyi
kansını sıkıyönetime, askeri yöneti-
me ihbar etmekte buldu.
Demokrasi sınavında toptan
sınıfta kalmış bulunuyoruz.
Darbeler ve sıkıyönetimler
çözüm oldu mu?
Cumhuriyet'in 70 yılında yaşa-
nan sıkıyönetimler ve darbelerin
ardından bugün yaşadıklanmıza
bakmca. tüm bunlann çözüm ol-
madığı apaçık ortada. Türkiye
Cumhuriyeti. 70 yıldan bu yana, en
temel iki sorunu olan köktendinci-
lik-laiklik sorunuyla Kürt sorununu
çözebılmiş olmaktan çok uzak.
Cumhuriyet'in 70. yıhnda, kökten-
dinciler 37 aydını yakabildiler ve ül-
kenin bir bölümünde her gün insan-
lar ölüyor.
Artık sıkıyönetimin de darbelerin
de çözüm olmadığı yeterince kanı-
tlanmış olmah. Askerlerin de halkın
da yeni çözümler bulunması gerek-
tiğini düşünmeye başladıklannı,
hatta bu yönde epey yol katettikleri-
ni saruyorum.
Bugün ülkenin bir bölümünde
sıkıyönetim ilanını önerenler, dik-
katlerini olağan yönetimin yeniden
yapılandınlmasına çevirmelidirler.
Çözüm. olağanüstü yöneümlerde
değjl, çağın gereklerine artık uyma-
yan olağan yönetimin yeniden yapı-
landınlmasında yatmaktadır.