19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cumhuriyet 29 Ekim 1993 OZEL EK1 70. YIL Temel taslar Laildikve kadın haklan Prof. Dr. TÜRKAN SAYLAN Biyolojik farklüıklar dışında tüm koşulları aynı olan kadınla erkek, ne yazıkür kı insanlann dünyasında aynmcüığın en göze çarpan örnekleri- ni oluşturmuştur. Erkek cinsinin üs- tünlüğû ve her şeye sahip olrna hakkj, yönetme erkinin de ona verilmesine, kadınlannsa erkeklerin, dolayısıyla ûretimin hizmetinde varlıklar olarak algüanmasma, bu inanış ve bakış açısının da ne yazık ki bin yıllardır her ıkı cinsçe onaylanagelmesine yol açnuştır. Insan topluluklannın geri kalmasında başlıca etkenin bu bağnaz inanış ve yaşam biçimi olduğu, cinsle- rarası eşitkğinin bulunmadığı ülkeler- de. uygarlık ışığının yakalanamaya- cağı çok iyi bilinir. Kadın son yüzyıllarda yeryüzûnün pekçok köşesinde bu tarihsel yanlışlı- ğa ve aldatmacaya karşı çıkrnış, aile içinde. eğitimde, toplumsal ve siyasal yaşamda "eşit hak" ve "eşit katümT istemeye ve istedikJerini elde etmeye başlamıştır. Türk kadınlannın kendilerini lanıyıp çevrelerinde yaratılmış olan kılıfı ve ikincil konumu yok etmek için çaba göstermelerinin Osmanlı İmpa- ratorlugu'nun son dönemlerindeki çe- şitli girişimlerle başlatılmış olduğunu biliyoruz. Ancak kadınlannuzın en aandan yasalar önünde eşit bireyler olabilmelerinin, eşit eğitim olanak- lannı kazanmalannın Cumhuriyeu- mizle birlikte başladığı yadsınamaz. Bugün ülkemizde kadın erkek eşitli- ginden söz edebıliyor. her alanda yeti- şen, bizi tüm dünyaya uygar bir ulus olarak tanıtan kadın bireylerimizin varhğıyla övünebiliyorsak, bunu, Cumhuriyet rejimınin yarattığı aydı- nlanma devrimine ve onun çağının ötesini görebilen. insan olmanın bilin- cini zamandaşlanndan çok daha derin ve gûçlü şekilde kavramış olan öncüsü Mustafa Kemal Atatürk'e borçlu ol- duğumuz tarihsel bir gerçektir. Oysa bu gelişme hiç de "ben yaptım oldu" şekünde olmamış, genç Cumhunyeti- miz kuruluş aşamasındaki birçok ko- nuda olduğu gibi, kadınlanrruzın eşit- lenmesi konusunda da sancılı evreler geçirmiştır, ne yaak ki bugün de bu sancılar süregelmektedir. İnsanlann eşit doğduğuna ve top- lumda eşit hak ve sorumluluklara sa- hip olmalan gerektiğine inanmak, bunu ilke olarak benimsemek her iki cins için de bir evrimi gerektirir; bu il- kelerin kağıt üzerine yazılması çok olumlu bir gelişimse dc. insaıun, eşitliği kendi içinde akıl ve vüreğinin \ol göste- riciliğinde kavrayıp benimsemesi çok daha köklü ve önemli bir aşamadır. Cumhuriyetimizin kuruluş evresin- de. uygar bir ulusta cinslerarası ayınmcılığa yer olmadığını kavrayan, buna tüm varhğıyla inanan ve ülkenin gelişmesinde kadınla erkeğin ortak katılımının vazgeçilmezliğini pek çok- lanndan önce algılayan Mustafa Ke- mal Atatürk. bakınız 3 Şubat 1923'te İzmir"deki bir konuşmasında konuyu halkına nasıl sunuyor: "Kadınlarınuz bundan sonra harem- lere kapatümay acak, gklenmeyecek, yüzlerini örtmeyeceklerdir. Çünkü bu. tüm ülkenin daha çok acılar çekmesine neden olacaktır. Türk kadınian ulusal bağımsızlığımız için savaş boyunca ce- saretk dövüşmüşlerdir. Bugün onlar özgür oünalı. eğitim olanaklaruıdan yararlanmalı, erkekJerimizinkine eşit bir düzeye çıkarürnaudırlar. Çünkü buna layiktıriar. Dünyanın hiçbir ye- rinde, hiçbir milletinde. Anadolu köylü kadınının fevkinde kadın mesaisi zik- retmek imkanı yoktur >e dünyada hiç- bir milletin kadını ben Anadolu kadmı- ndan daha fazla çaltştım, milletimi kur- tuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar hizmet gösterdim diye- mez." Bu yargıya varabilmesi için Musta- fa Kemal"e. sağlam tarihsel bilgisinin ve insanlan yakından ve içten gözleyip aklıyla senteze varabilme yetisinin ön- cülük ettiği, aynı tarihteki şu sözlerin- den nasıl da anlaşılıyor: "Türk köylü kadını erkeklerle bera- ber çahşır, merkebine binerek öteberi satmak için pazar yerlerine gider, ora- larda bizzat yumurta ve tavuğunu. buğ- dayını satar ve ondan sonra kendisine gerekli olanları bizzat satın alarak kö- yüne döoer ve umurni çalışmasında, ko- casına, kardeşlerine yaıtüm eder." Oysa 70. yılını bugün kutladığımız Curnhuriyetimizin ilk günlerinde TBMM'de ulusu temsil eden erkek- kişilerimizin ancak birkaçı Mustafa Kemal'in sağlam sezileri ve mantığıyla ve seçilmek hakkını vermiyorsunuz, fa- kat kadınian savmıyorsunuz da..." di- yerek önerisini acıklamak ve diğerleri- ne konunun yalnızca sayımla ilgih ol- duğunu. kuşkusuz kadınlann "seçen ve seçflebilen" olamayacaklannı vur- gulamak zonında kahyor. Ulusal bağımsızlığıru tüm olumsuz koşullara ve ihanetlere karşın, kazan- mak için canını vererek savaşan ve ge- hşiminin yapı taşlannı bir bir üstüne koymaya çalışan genç Türkiye Cum- huriyeti'nin önden, 1 Mart 1924"te şunlan söylüyor. "Onemli olan sorun, hukuk anlaytşmı. yasaları. adalet ör- gütünü. toplumsal yaşayışın uyması ge- reken çağ koşullanyla uyuşmazlık için- de olan ükeierden kurtarmak sorunu- sası insandan bile sayılmayan Türk kadınına önce insan konumu getire- rek toplumsal ve siyasal yaşama kaülım yollannı açmıştır. Yurttaşlar Yasası'nın kabulü ile açı- lan çağdaşlaşma yolu, birbirini ta- mamlayan ve eşit, özgür, kendini ge- liştirme olanaklanna sahip bireylerin oîuşmasına temel olan bir dizi yeni devrim yasasını da ardmdan getırmiş- tir. 9 Nisan I928'de din ve devlet işlerini ayıran, teokratik düzen yerine ulusal egemenliği hakim kılan ve demokrasi- nin temelîni oluşturan laildik ilkesinin benimsenmesi. 1 Kasun 1928'deoku- maz-yazmazı %90'ı aşan karanlık bir ülkede bir anda milyonlarca ışık kay- Atatürk 3 Şubat 1923'te şöyle diyordu: "Kadınlarımız bundan sonra haremlere kapatılmayacak, gizlenmeye- cek, yüzlerini örtmeyeceklerdir." vardığı gerçeğı kavramış durumda, gerisi ise cinslerin eşitliği kavramından bin yıllarca uzakta. 1923 yılında. ilk başta elli bin erkek nüfusa bir milletve- kib" secilirken erkeklerin savaşlar ne- denıyle sayıca azalması dikkate alına- rak bu sayının yirmi bin erkek nüfusa bir milletvekili olması önerilip tartışıh- yor. Dikkat edersek ülke temsilinde kadının adının ve varhğının söz konu- su olmadığını anlanz. 3 Nisan 1923 tarihü toplanüda Bolu Milletvekib Tunalı Hilmi Bey, kadı- nlann da nüfus sayımında yer alma- lannı önerince, Mecliste kızılca kıya- met kopuyor ve sonunda tartışmalan bastırmak için aynı milletvekili, "Arka- daşlar. kadınlara seçilmek hakkını ve- rin demiyorum, intihap etmek, seçmek dur. Aile hukukunda. medeni hukukta izlenecek yol, ancak Batı uygarlığınuı hukuksal yönü olabilir. N an önlemler- le. yüzy ıllık inançlara bağımlüıkla izle- necek yol, uluslann uyanışının karşısı- na çıkan en büyük engeldir." Geriye değıl ılenye bakma>ı, olgu- lan akil süzgednden geçirmeyi. kendi doğrulannı bulmayı öğrenmiş ve in- sanı bu olgunluğa ulaştıran içdirliği yakalamış olan Mustafa Kemal Ala- türk, ulusuna yaraşan, onun çilekeş insanlannın çoktan hakettiği uygarlık yasalannı işte bu mantıktan aldığı öz- güven ve güçle, çevresindeki bağnaz- lan hiçe sayarak ardı ardına gerçekleş- tirebilmiştir. 17 Şubat 1926'da. uzun hazırhklar- dan sonra kabul edilen Yurttaşlar Ya- nağının panldamasına yol açan harf devTİmi ve 3 Nisan 1930'da kadı- nlarunızın belediye meclislerinde seçme >e seçilme hakkının v erılmesı. cinslera- rası eşıtliğın yoktan varedilmesi evn- minin tarihsel yapı taşlandır. Bir ümmet topluluğundan halkın egemenliğine dayalı bir ulusa dönüş- me sürecinde Cumhuriyetin, kadın haklan bağlamında en önemh' ve kıvançlı aşaması, 5 Aralık 1934'te tüm erkeklerden oluşan, ancak başlannda bir Mustafa Kemal Atatürk bulunan TBMM'ce kabul edilen "kadı- nlarmıızın milletvekili seçme ve seçilme hakkı yasası" ile taçlanmıştır. Bu yasanın tartışıldığı bir gün, Ata- türk'ü gerçekten arüayan, onun hızına vetişmede örnek bir kışilik sergileyen birkaç insandan biri olan İsmet İnönü bakınız Meclis"te neler söylüyor: "Yüce saylavlar, kadınlann saylav seçmek ve seçilmek hakkına sahip ol- malan için yüce katuııza öneriyoruz. Kadınlanmızın Türk tarihindeki haklı yerleri, erkeklerle birlikte daima ülke- nin ve ulusun yazgısı üzerinde söz ve etki sahibi olmalarıdır. Türk kadını ta- rihte ne zaman haklı ve saygın yerini buunuşsa, bunun yazgısı üzerinde ken- dini, etkisini gösterebilmişse, erkekler- le, karışık ve zor yurt işlerinde el ele çalışabilmişse. işte o zaman, büyiik Türk ulusu, kudretiyle, uygarlığıyla tüm dünyayı kaplamıştır. Arkadaşlar, Türk kadının hakkı, ol- duğu yerden ayrılıp bir süs gibi, ülke işi- ne kanşmaz bir varlık gibi bir köşeye konması değildir. Türk geleneğinin ve Türk anlayışımn zıddı olan bir usuldür ki, onun türk ülkelerinde yerleşmesi yüz yıllarca -elemlerinizi ve acılannızı tekrâr uyandırmayayım- geçirdiğimiz felaketlerin başucalanndan birini oluş- turur. Yakın gelecekte Türk devletinin ve Türk ulusunun kudretlerinin sım an- laşıldığı zaman, bunun başında ilk gün- den beri Türk devrimininkadına verdiği haklar esaslı bir kamt olarak ileri sürü- lecektir. "Ancak, arkadaşlar, yeni öne- rünizle Türk kadınına bu hakkı bir lü- ruf olarak veriyonız kanısında asla de- ğiliz ve kimse bu kanıda olamaz. Bizün kanımız, bizim anlamamız, Türk kadını için böyie görevlere girmek, esa- sen hakkı olduğu ve yanuş olarak, zu- lüm olarak çoktan beri geri bırakıldığı merkezindedir." Genç Cumhuriyetimizce benimse- nen bu yasayla ilgjli olarak Atatürk'- ün yorumu şöyle: "Bu kararla Türk kadınian, siyasal ve sosyal alanda pek çok Batı ülkelerindeki kadınlardan daha üstün bir durum kazanmışlardır. Bundan sonra, peçe altında, kafes aıtb- nda kadın kalmayacaktır. Türk kadı- nian bugün en önemli haklarını ka- zanmışlardır. Bundan örürii ben, bu ka- ran en önemli reformlarımızdan biri sayıyorum." 670 yıllık Cumhuriyetimize bugün baktığunızda. kadınlanmızın artık nü- fus sa> ımlannda sa> ddıklaruu ve kağıt üzerinde eşit olduklannı görüyoruz, an- cak Mustafa Kemal Atatürk'ün dev- rimci yüreğinde ve kafasında düsJediği "her alanda güçlü ve katılımcı kadnTın henüz gerçek anlamıyla oluşmadığını, oluşturulamadığını da görüyoruz. Her ilerici devrimde olduğu gibi, olayın kendi dinamikleri içinde gerici bir karşı devrimın de alttan alta gehşti- nldiğine, insanlann en özel duygusu olan ve laiklikle özgürlüğünü bulan dinsel inançlann, kötüye kullanılarak, siyasete ve ticarete alet edildiğine tanık oluyonız. Onur kaynağımız C\ımhuriyetimi- zin 70. yılında kadın-erkek, ulusun tüm bireyleri olarak geldiğimiz yere, çıkış noktamıza bir kez daha akıl ışığında bakıp, binbir zorlukla ve bağ- naz, önyargılı tepkilere göğüs gererek vanlan gelişim evrelerini yeniden ve yenıden anımsamah, öğrenmeh' ve öğ- retmeliyiz. Evrende ve yer yüzünde, kadınıyla erkeğiyle ulusumuzun bugün ulaştığı ve ulaşmaya devam edeceği saygın ko- numu, cumhuriyetimize ve onun temel taşlannı oluşturan laiklik ve kadın haklan konusunda attığımız örnek adımlara borçlu olduğumuzu unut- mamalıyız. Hangi cinsten olursak olahm, ken- dimiz, çocuklanmız ve torunlanmız için aydınlık bir gelecek düşlüyorsak. laik Cumhuriyetimizin ve onunla bir- likte erişmeye çalıştığımız demokrasi- nin esirgenmesınde yurttaşlar olarak, haklan kadar ödevlerinin de bilincinde bireyler olarak etkin yer almalı. tüm benliğimizle aydınlanma devriminüze sahip çıkmalıyız. Cumhuriyetimizin 70. yıldönümü tüm ulusumuza kutlu olsun. BAHRIYE UÇOK Imam Nikahı ve Hukuk İslam hukukuna göre evlenme, yakın kan hısımlığı bu- lunmayan iki ayrı cins arasında ve iki erkek ya da bir erkek iki kadın tanık önünde yapılan bir akittir. Ve hiçbir dini yanı yoktur. Kadın ve erkeğin veya onların temsilcilerı ergin, akli dengesi yerinde, hür kişilerden oluşan tanıklar önünde ev- lenme iradelerini açıkladıKları zaman nikah tamam olur. (1). Başka bir formalıyete gerek yoktur. Bundan da anlaşı- Imaktadır ki, islam hukuku, evlenmeyı, bireyleri ılgilendi- ren özel bir ışlem saymıştır. islamda nikah sırasında bir ımamın bulundurulması, duaokunması, nikahı imamın aktetmesi gibi biryöntemde mevcut değildir. Bu sözlerimı, Peygamber'in evlenmeleriyle ilgili örnek- ler vererek kanıtlamak yerinde olacak: Büyük Kuran tefsirı sahıbı, tarıhçi ve imam Ebu Cafer Taberi'ye göre Hz. Muhammet 21 kez evlenmış, fakat en çok 11 eşinı bir aradabulundurmuştur. Onun ilkeşi Hatice, sonra Sevde ve üçüncü eşı Ebu Bekır'in kızı Aışe'dir. Aişe (Ayşe), evlenmesini şöyle anlatır: "Tann Eİçisi (Hz. Muhammet) evimize geldi. Arkası- ndan Ensar'dan erkek ve kadınlar da toplandılar. Ben o zaman dışarda salıncakta sallanıyordum. Anam, saçımı dûzettt), yûzümü yıkadı, elimden tutarak, Tann Elçisi'nin yanına götürdü. Ve Bunlar senin aılendir, Tann senı ona, onu sana kuvvetlı eylesın" dedi. Misafırter dağıldılar. Bu münasebette ne koyun, ne de deve kesikJi; o zaman do- kuz yaşında idim." Hz. Muhammet'ın eşlerinden 20. sırayı alan Hazerçler- den Leyla'nın evlenmesı de şöyle olmuştur: Bir gün Hz. Muhammet arkasını güneşe dönmüş olarak otururken Hutey'min kızı Leyla, onun yanına gelip sırtına dokundu. Hz. Peygamberona"Kimsln?"diyesorduğunda o, "Ben yel ile yarışan Huteym'in kızı Leyla'yım. Kendimi sana arzetmek üzere geldim; benimle evlen.." dedi. Bu isteği Hz. Peygamber kabul ettı ve hemen oracıkta, "Senin- leevlendim' dedi. Leyla, bundan sonra, kendisi kabılesınin oturduğu yere gidipTanrı Elçısı ileevlendığınianlattı. Kendi kabilesinden olanlar ona, "Çok kötü yapmışsın, sen kıskanan bir kadın- sın. Tann etçisinin kadınian var, hemen ona git ve aktini bozdur" dıye öğüt verdiler. O bu öğüt üzerine Hz. Muhammet'ın yanına geldi ve "Aramızdaki akti boz" dedi. Hz. Muhamme de "Aramızda- ki akti bozdum" karşılığını verdı. Yuce Peygamberın kendi öz yaşamından alıp, sizlere sunduğum bu örnekten de anlaşılmaktadır kı, islam toplu- luklarında nikah kıymak için bir imamın bulundurulması zorunluğu yoktur. Evlenme sırasında bir din adamının hazır bulunmasına ve evlenmeyı takdıs etmesıne hiçbir gerek yoktur. Çünkü, "Onlar bizim kendilerine farz etmediğimiz ruhbaniyeti icat ettiler. Biz onlar için tanrının hoşnutluğundan başka bir şey farz etmemiştik" ayetı ile İslamda bir "Din Adamı" sınıfının olmadığını kesin olarak öğrenmekteyiz. (2) Orta ve yeni çağ boyunca islamda imamlık bir meslek olmamıştır. islam ruhu da görüldüğü uzere buna uygun değildir. Hz. Muhammet'ın evlenmelerınde de nikah sadece bir akitten ibarettir. Nıkahın ımam huzurunda aktedilmeğe başlanması ancak sonradan bir görenek haline gelmiştir. imamın başlangıçta, fıili olarak nikahı aktetme görevi, Osmanlı imparatorluğu dönemınde, 1881 de bir tüzük ile hukukıleşmıştır. Ama, imamın yaptığı bu görev o zaman da dini bir nitelikte olmayıp bütünü ile idari bir nıtelikte idi. Milli mücadeleden sonra günün ıhtiyaçlarına yetmeyen yasaların değıştinlmesı zorunlu bir hal aldı. 1925 yılında bir komisyon, Türk kadınını erkeğinin önünde çaresız bı- rakan aile hukukunu ele aldı. Ve yeni bir kanun tasarısını Meclıs'e getirdi. 4 Ekım 1926'dan başlayarak günümüze değin uygulanan bu kanuna göre evlilik içinde kadın ve er- kek eşit sayılmakta, erkeğin birden çok kadınla evlenmesı yasaklanmakta, imam önünde kıyılan nikah yerine, resmı nikah geçerlı olmakta ve evlilik bırliğınin bozulması ko- canınbirçiftsözü ile değıl ancak. hakımın vereceği kararla mümkün olmaktadır. Atatürk devrimlerinin Türk kadınına sağladığı ve dünya kamuoyunda Türk toplumuna büyük saygı uyandıran bu kanun, gıderek komşu Müslüman ülkelerin hukuk uygula- malarını da etkılemış. Irak, iran, Mısır, Surıye gibi yerler- dekı aile hukukları günün ve toplumlarının gereksinımleri- ne uygun değışmelere uğramıştır. Ama her nedense, son yıllarda ülkemizde, özellikle köylerde imam nikahı, bir artış göstermekte. yurttaş imamın okuyacağı bir dua ile evlenmeyj, yeğ tutmaktadır... Koylü yurttaşlarımız bılmelıdırler ki, "Medeni Kanun bu çeşit birleşmeleri evlenme olarak kabul etmez. Medeni Kanuna göre evli sayılmayan bu çifberden doğan çocuk- lar, evlilik dışı doğmuş kabul edildiğinden gerek çocuk- lar, gerek eşler karşılıklı olarak miras hakkına sahip ola- mazlar." (1) Tanıkların bulundurulması, zinatöhmetini kaldırmak ve gerektiğinde nikahı saptamak için zorunludur. (2) Kuran, Hadid Suresı, 27. ayetı. (Cumhuriyet- 25 Mart 1974) Prof. Dr. ZAFER ÜSKÜL Cumhuriyet'in yetmişinci yılında. içinde bulunduğumuz günlerde, ül- kenin bir bölümünde sıkıyönetm ilanı tartışılıyor. Türkiye'nin seçil- miş yöneticileri, ülkeyi sıkıyönetim ya da olağanüstü hal yönetimi ılan etmeden yönetemiyorlar. Cumhuriyet'in tarihı, sıkıyöne- timler, askeri darbeler ve olağanüs- tü haller tarihine dönüştü. Kuşkusuz, her ülkede, zaman za- man, olağan yönetim biçimleriyle yönetilemeyecek olağanüstü du- rumlarla karşılaşılabilir. bir savaş tehlikesi başgösterebilir, yaygın şid- det olaylan ile karşılaşılabilir, bir doğal afetle karşı karşıya kahnabi- lir. Böylesi dunımlarda, olağanüstü durumu yaratan nedenleri ortadan kaldınp olağan duruma dönebil- mek için yönetimin olağanüstü yet- kilerle donatılması, insan haklannın kullanılmasına baa sınırlamalar ge- tirilmesi gerekebilir. Hukuk düze- ninde sıkıyönetim ve olağanüstü hal kurumlannın öngörülmüş ol- masının nedeni de budur. Ancak, sıkıyönetim ve öbür olağanüstü yö- netim biçimleri, hukuk devleti an- layışı içinde yer alan, bu yüzden de hukukun sınırlan içinde gerçekleş- mesi ve yargı denetimine tabi olması gereken yönetim biçimleridir. Ayn- ca, hiç unutmamali ki olağanüstü yönetim biçimleri, istisnai yönetim biçimleridir, olağanüstü durumu yaratan nedenleri ortadan kaldırma amacıyla sınırhdır ve amaç gerekle- şir gerçekleşmez olağan yönetime geçmeyi gerektirir. Türkiye'de sıkıyönetimler Türkıye'de sıkıyönetim kurumu gerçekten hukuk devleti sınırlan Sıkıyönetimler çözüm olmadıiçinde düzenlenmiş midir ve gerçek- ten istisnai olmuş mudur? Sıkıyöne- tim uygulamalan, sıkıyönetimin ılanı amaçlanyla sınırh kalmış rrudır? Bu sorulara olumlu yanıt vermek son derece zordur. Her şeyden önce anayasal düzey- de sıkıyönetim, 1982 Anayasasf yla hukuk dışı. keyfi bir yönetim biçimi durumuna getirildi. 1982 Anayasası sıkıyönetimin ilanı gerekçelerini ço- ğalttı, sıkıyönetimin ilanı ve uzaü- lması sürelerini uzatarak TBMM denetimini azalttı, sıkıyönetimn sı- rasında çıkartılacak kanun hük- münde kararnamelerin anayasal de- netimini engellemeye çalıştı ve geçici 15. maddesıyle de sıkıyönetim uygu- lamalannın ya'gı denetimi dışında tutulmasını neredeyse anayasal du- ruma getirdi. Kısacası. 1982 Anayasası ile sıkı- yönetim, anayasal olarak bir hukuk rejimi olmaktan çıkanldı. Sıkıyönetim. yasal olarak da bir hukuk rejimi olmaktan çıktı. Bu ko- nuda, 1402 sayılı yasada 14 Kasım 1980'de yapılan birdeğişiklikle, sıkı- yönetim komutanlannın yaptıklan işlemlerin yargı denetimi dışına çıkanldığmı belirtmek, durumu an- latmaya yeter. Sıkıyönetimin hu- kuksallığını sağlama açısından, 1402 sayılı Şıkıyöneüm Yasası, 1940 tarihli Örfi İdare Kanunu'ndan çok daha geridedir. Sıkıyönetim. sıkıyönetim ilanını gerektiren olağanüstü bir durum or- taya çıktığında ilan edilir ve olağa- TÜRKİYE'DE İLAN EDİLEN SIKIYÖNETİMLER Doğu'da Şeyh Sait ayaklanması üzerine Kubilay olaylan üzerine 2. Dünya Savaşı nedeniyle 6/7 Eylül olaylan üzerine öğrenci gösterileri ve 27 Mayıs üzerine Aydemir olaylan üzerine 15/16 Haziran işçi olaylan üzerine 1?Mart'ınardından Kıbrıs Harekatı üzerine Irak iç savaşı nedeniyle Yaygın şiddet hareketleri üzerine 12 Eylül darbesı üzerine 23/24.2.1925-23.12.1927 1.1.1931-831931 2011 1940-23.12.1947 7.9.1955-7 6.1956 28.4.1960-1.12.1961 21.5.1963-20.7.1964 16.6.1970-16.9.1970 26.4.1971-26.9.1973 20 7.1974-2.9.1975 27.3.1975-27 3.1975 26.12.1978-12 9.1980 12.9.1980-19.7.1987 70 yüın yarıya yakın süresi olağanüstü yönetim biçimleriyle geçti. nüstü durumu yaratan nedenlerin ortadan kaldınlması amaçlanır. Durum olağana dönünce de sıkıyö- neü'm kaldınlır. Türkıye'de durum böyle ol- mamıştır. Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana 12 kez sıkıyönetim ilan edildi ve sıkıyönetimler genellikle uzun sürdü. Bu 12 sıkıyönetim ilanı üzerine. ülkede sıkıyönetim altında yaşanan toplam süre 25 yıl 9 ay 18 gün oldu. Elbette ülkenin her yerinde aynı süre boyunca sıkıyönetim altında yaşanmadı. Ancak, sonuç olarak ül- kenin şu ya da bu ilinde yaşanan sıkıyönetimlerin toplam süresi 26 yıla yaklaştı. Bu süre, 70 yıllık Cum- huriyet tanhinin %36.86'sı demek- tir. Bu süreye, sıkıyönetimin kaldın- lmasmdan sonra ilan edilen olağa- nüstü hal yönetimi altında yaşanan süre de ekîenirse. Cumhuriyet'in 70 yıllık tanhinin %45.70'inin olağa- nüstü yönetim biçimleri altında ge- çirildiği görülür. Bu durumda, sıkı- yönetimin olağanüstü hal yönetimi- nin 'istisnai" yönetim biçimleri ol- duğu söylenebilir mi? Sıkıyönetim- den payını en çok alan iller ise Tür- kiye'nin en çok sanayileşmiş 4 bü- yük ıh olan İstanbul, Ânkara. İzmir ve Adana ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da yer alan Diyarbakır. Hakkari, Siirt, Mardin, Bingöl, Elazığ. Şanlıurfa ve Tunceli oldu. Bu durum, sıkıyönetimlerin neden ılan edildiğini yoruma gerek bırak- mayacak ölçüde anlatmıyor mu? Sıkıyönetim somut bir durum üzerine ilan edilir ve durumu nor- male döndünneyi amaçlar. Türki- ye'de genel olarak böyle olmadı. Siyasal iktidarlar, sıkıyönetimi iç siyasal amaçlan doğrultusunda kul- lanmak istediler. Sıkıyönetim ilanını gerektiren durumlar olmasa da sert- liğe başvurmak istediklerinde asker- leri kullanma yoluna gittiler. Büyük kentlerde solu. Doğu ve Güneydo- ğu Anadolu'da Kürtler'i bastırmak için sıkıyöneüme başvurdular. tşci- lerin haklı gösterilerini bastırmak için sıkıyönetimi kullanmayı yeğ- lediler. Ancak, ne yazık ki. hükü- metlerin sıkıyönetim ilanı kararlan ile TBMM'nin sıkıyönetim ilanını onay kararlan yargı organlannca denetlenemedi. Sıkıyönetim ilan edildikten sonra, askerler de kendilerini sıkıyöneti- min ilanı nedenleriyle sınırh say- madılar. Askerler, sıkıyönetim ilanı üzerine yönetimi ellerine alınca, iüm sorunlann emir komuta zincın ıçın- de çözülebileceğini sandılar. Et fı- yatlannı düzenlemekten grev ertele- meye, belediye otobüslerinin durak- lannın yerini değiştirmekten gaze- telerin başhklannda kullanacaklan puntolan belirlemeye kadar her şeye elattılar. Askerler, sıkıyönetim dönemle- rinde ittihatçı geleneklerini hatı- rladılar, yönetmeye alıştılar, yönet- meyi sevdiler. Daha da ileri gitmek gerektiğini düşündüklerinde darbe yapmaktan geri kalmadılar. 70 yıllık Cumuriyet tarihınde 3 darbe ve bilinen 2 darbe girişimi yaşadık. Darbe niyetlerinin sayısını ise bilme olanağımız yok. Bütün bu darbeler ve şıkıyöneüm uygulamalan karşısında, halkın da iyi bir sınav verdiği söylenemez. Darbeleri ve sıkıyönetim ilanlannı tahrik eden sivil siyasetçilerin varh- ğını hep biliyoruz. Üniversiteleriyle. sendikalanyla, meslek kuruluşlanyla Cumhuriyet'- ın, demokrasiyi, sivil siyasal yaşarru, olağan yönetim bicimini savunması gereken kurumlannın da darbeler ile sivil yönetimin denetiminden ka- çan sıkıyönetim idareleri karşısında gerekli dırenci gösterdiği söylene- mez. Halk ise sıkıyönetime neden olan olaylann gidirilmesi dışında, tüm sorunlanrun çözümünde askeri yö- netimden medet umdu. Neredeyse, kansından boşanamayan çareyi kansını sıkıyönetime, askeri yöneti- me ihbar etmekte buldu. Demokrasi sınavında toptan sınıfta kalmış bulunuyoruz. Darbeler ve sıkıyönetimler çözüm oldu mu? Cumhuriyet'in 70 yılında yaşa- nan sıkıyönetimler ve darbelerin ardından bugün yaşadıklanmıza bakmca. tüm bunlann çözüm ol- madığı apaçık ortada. Türkiye Cumhuriyeti. 70 yıldan bu yana, en temel iki sorunu olan köktendinci- lik-laiklik sorunuyla Kürt sorununu çözebılmiş olmaktan çok uzak. Cumhuriyet'in 70. yıhnda, kökten- dinciler 37 aydını yakabildiler ve ül- kenin bir bölümünde her gün insan- lar ölüyor. Artık sıkıyönetimin de darbelerin de çözüm olmadığı yeterince kanı- tlanmış olmah. Askerlerin de halkın da yeni çözümler bulunması gerek- tiğini düşünmeye başladıklannı, hatta bu yönde epey yol katettikleri- ni saruyorum. Bugün ülkenin bir bölümünde sıkıyönetim ilanını önerenler, dik- katlerini olağan yönetimin yeniden yapılandınlmasına çevirmelidirler. Çözüm. olağanüstü yöneümlerde değjl, çağın gereklerine artık uyma- yan olağan yönetimin yeniden yapı- landınlmasında yatmaktadır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle