Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Cumhurivet 29 Ekim 1993 ÖZELEK1 70.YIL
Cumhunyet, Atatürk devn-
minin devlet adıdır. Atatürk
devriminin doğrultusunu bil-
meden. onun özûnü kavrama-
dan. Cumhuriyet'in hiçbir ku-
rumunu doğru algdamanın ola-
nağı yoktur. Cumhunyet'in
tûm poliükalannı kavrayabil-
mek için Atatürk devriminin
özûnü bilmek gerekir. Kuşku-
suz, cumhuriyetin eğitım ve öğ-
retim pobtikalannı kavrayabıl-
mek için de Atatürk'ün eğitıme
ve öğretime bakış açısmı bilmek
zorunluğu vardır.
Eğitimin iki temeli: Akıl ve bılim
VECtHİ TtMUROĞLU
PEYAMİ SAFA
Atatürk devriminin özü, Tür-
kiye için "çağdaşlaşmak ve çağ-
daş uygariığm üstûne çıkmak"-
tır. Atatürk ılkeleri diye bilinen
"araok"un ereği de, Türkiye'yi
çağdaşlaşürmaktır. Bunlardan
daha tutarh ilkeler bulunsaydı. çağ-
daşlaşmaya giden yollar olsaydı, Ata-
türk için bu oklann dışına çıkmak o
denli zor olmazdı.
Altıokun "Laiklik, ulusalcdık, cum-
huiyetcilik ve devrimcflik" ışınian.
Cumhunyet döneminin eğitim ve öğ-
retim politikalannı yönlendirnuştir.
Cumhnuriyet, devrimi yapan ve yaşa-
ma geçiren siyasal iktidann bu ilkeleri
doğrultusunda, "Laik, ulusal. demok-
ratik ve çağdaş" bir eğitimi ve öğreti-
mi, bir bakıma, çağdaşlaşmanın ve
çağdaş uygarhğın üstüne çıkmanın
tek yolu saymıştır. Cumhuriyet'ın
tüm politikalan. "eğitiın ve öğretim"
ppbtikalanna göre düzenlenmiştir.
Öyleyse, şu soruyu sormabyız: "Cum-
huriyet, böyle bir eğitimi ve öğretimi
yaşama geçumek için, hangi köklû
dünya görfişünü getiştirdi?" Cumhun-
yet, çağdaşlaşmak ve çağdaş uy-
garhğjn üstüne çıkabilmek için her
şeyden önce "şeriat"ı, toplumsal ya-
şamın ve kamu yaşamımn dışına çı-
karmak istıyordu. Denebilir ki Os-
manlı, Tanzimat atılımmı yapmasına
karşın. 619 yıllık yaşamında, her za-
man "şeriat"a bağb kalmıştır. Bir baş-
ka deyişle, Osmanlı devleti, her zaman
"Müslüman bir devlet" olmuştur.
Islamlık ise gerçek bir yasa dinidir.
Oysa, başka dinler, birer yasa dinı
olmayıp birer yaşam bıçimıne eğilim-
lidirler. Snouck-Hurgronje, L'Islam
(Der İslam) adlı yapıtında. bu konuyu
enine boyuna ışler (1925 Berlin, s. 682;
1930 Paris. s. 647). "Şana". dinsel
yasa anlamındadır. İslamlığın "Kendi-
liğinden özü"nü ifade eder gerçi. şeri-
atı tümüyle uygulayan herhangı bir
İslam devleti olmamıştır. ama top-
lumsal yaşama yansıtılan devlet anla-
yışı ve yönetimi. "şaria"ya uygun im-
gesini yaratmıştır. Kamu vicdanı, ha-
bfenin buynığunu, her zaman "zdlu'-
lah"m (Tann'nın gölgesi) buyruğu gi-
bi algılamıştır. Yöneticiler, bu silahı
her zaman kullanmışlardır. İşte Ata-
türk, yurt yönetiminde. hallcın mutlu-
luğu için dinden kurtulmanın gereğine
inanıyordu. Bu, şeriatsız devlet an-
lamını ifade eder.
Şeriatın, kamu hukukunun ve özel
hukukun dışında bırakılması. Ziya
Gökalp'ın ortaya attığı bir ilkedir. Gö-
kalp. Meşihat adlı şiirinde.
tlmi Darülfönuna bırak,
hukuku devlcte,
Çauş yalnız yaymaya
dindarlığı.
diyerek. Şeyhühslamhğı ve dinsel ku-
rumlan, devlet yönetiminden uzak-
laştırmayı ileri sürdü. Osmanb aydı-
nlan. çok daha önceleri, "mflliyetçüik
ve refonnculıık" kavramlan üzerinde
durmuşlardı. ama bunlan yaşama ge-
çirecek dönüşümlen sağlayamamı-
şlardı. Atatürk çağdaşlaşmak için ge-
reken bütün dönüşümlen yaşama ge-
çirdi. Bunu sağlayabilmek için art
arda ödünsüz kararlar almıştır Daha
1921"de Anayasa'ya "Egemenlik
bağsız, koşulsuz milkrindir" maddesı-
ni koydu. Bu madde. laikleşmenin ilk
öğesi. temel ilkesidır. Osmanlı'da ege-
menlik "Allah"ındır. Halife, Tann
adına bu hakkı kullanır. Egemenlik.
halifenin elinden abnıp ulusa veribn-
ce. "şaria"dan kurtulmuş bir toplum
yaşamı sağlamak olanağı elde edil-
miştır
. Bu ilke, 1 Kasım 1922'de. Salta-
nann kaldınlması yasasının çıkması-
na yolaçü. 3 Mart 1924'te, halifeliğin
kaldınlmasını sağlayan yasa yürür-
lüğe girdi. 8 Nisan 1924'te. Şeriat
Mahkemeleri kaldınldı. Bütün bun-
lar, hukukun bütün dallannın dinsel
etkilerden annmasma yol açtı. Bun-
Köy Enstitükri
ülke
kaikııunasının
temel eğitim
kurumlanndan
biriydi. Ve fakat
kapatılddar...
1950'den sonra
ise kırsal
kesimde açılan
Kuran kursları
ûlkevi sardı.
lann sonucunda çok önemli iki "hı-
yanet-i vataniye" yasası çıkanldı. 15
Nisan 1923"te. 334 sayılı yasa ıle "Ege-
menliğin Meclis eliyle kuUanılacağını.
bu hakkın vazgeçilmez. de>Tedümez,
bölüşülmez olduğu, buna karşı çıkan-
ların vatan haini sayılacağı" hükme
bağlandı. 25 Şubat 1925'te. 556 sayılı
yasa ile de. "Düıi ya da dinsel inançları
siyasete alet etmek, bu doğrultuda ör-
gütlenmek" vatana ıhanet sayıldı. Bü-
tün bunlar "İslam birliği" düşüncesini
yok etti. Sanıldığı gıbi Mehmet Akif,
şapka giymemek için değıl. artık. Tür-
kiye Cumhuriyetfnde "İslam birliği"
düşuncesinin örgütlenemeveceğinı an-
ladığı için Mısır'a gitti. Beİkı. Abduh'-
un ülkesinde. Hint modernizmini ör-
gütlemek olanağmı bulabilirdi! Ata-
türk, bu tutumuna sonuna değin
bağlıdır. Tevfîk Rüştü Aras, 1931 'de
Kudüs'te yapılan İslam Konferansf-
na, "diııi siyasete alet etmek olur" ge-
rekçesıyle katılmadı.
Şeriatın kamu hukukundan böylesı-
ne uzaklaştınlmasından sonra. bu
devrimlenn yaşama geçirilmesine gel-
di sıra. Daha 1925'te. "İbadeti zamana
uydurma" isteğj dıle getirildi. 1928'de.
bu doğrultuda, İstanbul Cniversitesi
Ilahıyat Fakültesi bir "reform "prog-
ramı yayımladı. Bu programda eğitim
ve öğretim müfredatlannın '"millileşti-
rilmesinden ve ilmileştirilmesinden"
söz ediliyor. toplumsal yaşamın "akı-
Ua ve bilimle" yönetilmesinin zorunlu-
ğu Nurgulanıyordu. "Din de bir top-
lumsal kunım"dur. Öyleyse. din de.
aklın ve bilimin gereklerine uy-
malıydı. Artık. eğitimin ve öğretimin
çağdaş uygarlığa göre düzeolenmesi
için ortam hazırdı "Çağdaş eğitim"e
geçiş ertelenemezdi. 1 Kasım 1928'de.
Î353 sayılı yasa ile "Latin abecesinin
kabulü" sağîandı Atatürk. bu duru-
mu. "Bilgisizlik dönemini, olanakiann
elverdiği ölçüde az zahmetk aşabilmesi
için milletin kendi dilinde meramını an-
latabileceği bir araca gereksinimi
vardır. Bu da Latin abecesidir" diye
açıklıyordu.
Eğitim ve öğretim pobtikalannın
hangi esasa oturtulacağının bir gös-
tergesi de Atatürk'ün 1924"te, Sam-
sun Ticaret Lisesi'nde verdiği söylev-
dır. İslam ınancında. dünya yaşamı-
nın ereği "abiret yaşamı"dır. Ahireti
kazanmak için "müışid'*e gereksinim
vardır. Miirşid, tekke şeyhıdir, bir ve-
ıdir, bir derviştir. Atatürk. çağdaş ya-
jamın "mürşid"ini, Samsun'da bütün
Türkiye halkına bildinyordu: "Hayat-
ta en hakiki mürşit ilimdir." Bütün
bunlar. çağdaş eğitim ve öğretim po-
lıtikalannı yaşama geçirmek için ge-
rekli altyapıyı hazırlamıştı: "Ulusal,
detnokratik, laik ve çağdaş bir toplum
için eğitim." Bu eğitim ve öğretim poli-
tıkasımn iki temel öğesi vardı: Akıl ve
bilim. Bu temel düşünüş biçimi, Cum-
hunyet okullannın yönünü belirle-
miştir. Cumhunyet'in eğitim ve öğre-
tim kurumlan. müfredatlannı akbn
egemen olduğu bir dünya görüşüyle
yönlendirmişler ve çağdaşlaşmak için
bıbmsel düşünüşü gebştirmişlerdir.
Bilimsel düşünüşü gehştirmenin felse-
t'esi de "poritivizm" olarak seçılmiştır.
Eğitim pobtikasında akb öne çıkaran
Cumhuriyet, laikbk ilkesiyle toplumu
"aydınlatmş
r>
. pozitivist felsefeyle de
hılimsel yöntemle dûşündûrmüştûr.
Ulusal kimbği de TDK, TTK ve Hal-
kevieri ile (1923-1933) bibnç düzeyme
çıkarmayı sağladı.
Bütün bu politikalan yaşama geçi-
rebilmek için köklü bir yasaya gerek
vardı. Atatürk, 3 Mart !924'te. haüfe-
^Jcaldınnca, arkasından "430 say*
Tevhld-i Tedrisat" yasasını çıkardı.
Bu yasanın birinci maddesi. "Türkiye
dahilindeki bütün eğitim ve öğretim ku-
rumlannın Milli Eğitim Bakanlığı'na
bağlandığrnı hükme bağbyor.
Yasanın ikinci maddesi de ""Şer'iye
ve Evkaf \ ekaJeti veya özel vakıflar ta-
rafmdan yönetilen bütün medreseler ve
okullar. Milli Eğitim Bakanlığı'na
bağlanmıştır" diye buyuruyordu. Be-
şinci madde, bütün askeri okullarla
sağbk okullannın müfredatlannın da
Milli Eğitim BakanlığYnca düzenle-
neceğini hükme bağlayarak. Cum-
huriyet hükümetlerinin eğitim ve öğ-
retim politikalanndan ödün vermeye-
eğini gösteriyor. Bütün bunlar. şimdi
birer düş.
Vakıflar, vakıf okullan, Kuran
kurslan. imam ve hatip okullan. özel
amaçb okullar. bu yasayı yürürlükten
kaldırdı. Şimdi, Cumhuriyet'in eğitim
kurumlanna "akıl ve pozMvizm" gı-
remiyor. Şeriat, tümüyle egemendir.
İsteyenler müfredat programlannı in-
celeyebiürler. Yazın ve tarih müfre-
datlan bir yana, biyoloji gibı bir fen
biliminde bıîe "Kuran'ın ayetleri" kul-
lanıbyor.
Cumhuriyet. kendi felsefesi doğrul-
tusunda. sanat okullan öğretmen
okullan, türlü meslek okullan ve
"Köy Enstitü|er"i açtı.
Demokrasiye geçiyoruz diye. bütün
bunlan yıktık. Şimdi, ulusal eğitim ye-
rine Amerikanlaştınbnış eğitim, laik
eğitim yerine dinsel eğitim, çağdaş eği-
tim yerine ortaçağ eğitimi. demokra-
tik eğitim yerine şeriata hoş görünen
eğitim veriyoruz çocuklanmıza.
Köy Enstıtüleri niçin kapatıldı? Bu
çok ayn bir incelemeyi gerektirir.
Cinsi Terbiye
Pedagojinin en büyük ınkılaplanndan biri de. cinsi ter-
biyeye ait klasık anlayışımıa kökünden değiştirmiş ol-
masıdır. "Cinsi terbiye" mefhumu bile bu inkılapla yaşıt
sayılabilir. Eskiden cinsi terbiye sadece ananevi ahlakın
bir dalından ibarettı. Fakat. bilhassa harpten sonra, cinsi
hayatla bütün ruhi hayatın birbirine en çapraşık münase-
bet örgüleriyle sımsıkı bağb olduğu anlaşıbp da "cinsiyet"
diye tercüme edilebilecek müstakil bir "sexologie" bügisi
ortaya çıkınca, davayı müstakil bir mevzu halinde tetkik
etmerun şart olduğunu herkes anladı. Artık cinsi terbiye,
sadece ahlaka ait değil; ruhun zekaya, hassasiyete, irade-
ye ait bütün davranışlanyla alakalı bir mevzuydu.
Ananevi ahlak. çocuğun cinsi hayata ait bütün teces-
süslerini ayıp sayıyor ve tabiatıyle onun gözü arasına sun-
siyah bir yalan perdesi çekiyordu. Yaşı ilerlediği halde bir
lahana yaprağı içinde dünyaya geidiğini sanan çocukJar
az değıldi. Bunlar. "nefsi emmare"ye ait en meşru ihtiyaç-
lan bile sefil hayvani bir hassasiyet planına irca eden or-
todoks dini telakkilenn baskısı altında, yaşlan ilerledikçe
kendilennde uyanan cinsi hayaün utanaru duyuyorlar ve
cemıyetin nehıylenyle tabii ihtıyaçlan arasındaki muva-
zeneyi bulamadıklan için. ya suistimabn her türlüsü için-
de cinsi dalaletlere düşüyorar, yahut sinir buhranlan ge-
çınyorlardı.
Cinsi terbiye. çocuğun tabiatla temasının onu azmaya
değjl. bılakis kendine hakim ohnaya sevk ettiğini ortaya
koydu. Medeni dünyanın her tarafında kız çocukla erkek
çocuğun bır arada okumasından doğan mahzurlann, ayn
ayn tahsıl görmelenne nispetle pek az olduğu çoktan an-
laşılmıştı. Cinsiyet yasağımn. cinsi ve ahlaki dalaletlerin
her nevine sürükledığini kim bilmez? Menedilen şeylere
karşı duyulan ihtiras azgınlığını bır tarafa bırakınız; fa-
kat bu yasak. en tabıi hayatında bile, çocukla mürebbi
arasında iki tarafın da aşamayacağı bir duvar çektiğj için,
gizli ve köklü itıyatlann her türlüsünü, her nevi terbiye
müdahalesınden azade sonsuz bir hürriyet içinde inkişaf
ettiriyordu.
Açılmayan, cerahatlannı boşaltmayan. pansuman ol-
mayan bir yaranın sebep olduğu tehb'keh' ihtilatlar gibi,
ansi tecessüslerin ve ihtıyaçlann kapalı kalması da. mü-
rebbınin müdahalesini sıfıra indiriyor ve yarayı azdın-
yordu.
Cinsi terbiyede yasağın. korkunun. yalanın yerine ah-
laki bır hürriyetin geçmesi bundandır. "Ahlaki" diyo-
rum; çünkü bu hürriyet ahlakın düşmanı değil. bekçisi-
dir.
(Cumhuriyet- 9 Şubat 1940)
' X * ^ t~ t L fj*' "V
îîl?5*.£'r**4a<»ffifi*«tffi-5
Ferruh Doğan
Atatürk Anadolu'da
Atatürk altında bir doru at
Bütün yurdu gezdi
Ne Erzincan'ı kaldı ne Afyon'u
Dileğince biçim verdi
O kurtuluş sa\aşı günleri
Atatürk memleketin havasında
Şenliğinde öfkesinde
Saymakla bıtmez emeklen
Yurdun her bir taşına
O hünerli eli değdi
Umut verdi yüreğinden halka
Hürlüğü öğrettı
SABAHATTİN KLDRET AKSAL
Üniversiteler bilim ve teknoloji üretebilmeli
GENCAY ŞAYLAN
Türkiye Cumhuriyeti'nin yetmişinci kunıluş yıldönümünün
kutlandığı 1993 içinde, yükseköğrenim açısından iki önemb ge-
lişmenin ortaya çıktığı görülmektedir. Bunlardan birincisi, yük-
seköğrenimin özelleşmesinin ya da bir başka deyişle vakjf üni-
versitelerinin sayısal olarak artmasının belü bir hıza ulaş-
masıdır. Diğeri ise. genellikle üniversite çevrelennden çok tepki
alan, 420.000 gencin açıköğretim yolu ile yükseköğrenim sıste-
mine abnmasıdır.
1993 yıb içinde öğrenime başlayan Galatasaray ve Koç üni-
versiteleri, yükseköğrenim sisteminde karşılaşılan dar boğazm
her kesim tarafından iyice bibncine vanldığıru göstermektedir.
Asbnda yükseköğrenim sisteminde ortaya çıkan dar boğazlan
sadece yükseköğrenim talebinde olan kitlenın ya da onlann aile-
lerinin sorunu olarak düşünmek doğru bır yaklaşım olmaya-
caktır. Bu sorun yaşamsal bir öneme sahip olup. büyümenin,
ekonomik, kültürel ve toplumsal gebşmenin ana belirleyıcilerin-
den biri olarak algjlanmak durumundadır. Toplumun ınsan
malzemesı ıle ilgili sermaye oluşumu, o ülkenin ekonomik per-
formansını ve gelişmesini belirleyen birincil parametrelerden
bin ve belki de en ağırbklı olanıdır. Ömeğin yirminci yüzyıl için-
de, "gettşmekte olan" ülkeler kategorisinden "geüşmiş" ülkeler
kategorisine geçişi ya da sıçramayı başarmış iki ülke olan Güney
Kore ve Taiwan'ın bu görkemli ve şaşırtıa performanslannda,
insani sermaye için yapılan yatınmlann çok önemli olduğu orta-
ya çıkmış bulunmaktadır.
Türkiye, sevindirici bir düşme eğiliminin ortaya çıkmasına
karşın hala büyük sayılacak bir nüfus artış hızına sahiptir. Buna
karşıbk tüm eğitim için yapılan kamu harcamalan, GNP'nin
yüzde 3.5 ile 4'ü civannda kalmaktadır. Özel harcamalar ile bu
oranın bir miktar daha yukanya çıktığına kuşku yoktur. Ancak
nüfus artışı sıfıra yakın olan gebşmiş. zengin ülkelerde eğitim
harcamalannıiı. GNP'nin yüzde 6-7'si arasında gerçekleştiğı göz
önüne ahnınca, ortaya umutsuzluğa götürecek bir sonucun
çıktığı söylenebilmektedir.
Türkiye'nin gebşmesi ve ıçıne girdiği yapısal değişim, toplum-
da eğiüme olan talebi çok hızb bir bıçimde yükseltmektşdir \e
bu talep artışınm oluşturduğu en yüksek baskı, ünıversiteve yani
yükseköğrenim sistemine binmiş görünmektedır. Örneğin
1960-61 ders yıhnda Türkiye'de yüksek öerenime kayitlı öğrenci
sayısı 65.297'dır. Bu sayı 1970-71 ders yıb için 159.331'e:
1980-81 ders yılı için 237.
369'a ve 1990-91 ders yıü
için ise 705.409'a yükselmiş-
tir. Yani, talebin baskısı ile
yükseköğrenimdeki sayı ya
da bu hizmetten yararla-
nanlar, 30 yıl içinde nüfus
artış hızının çok üstünde bir
hızla artmış bulunmaktadır.
Böylesine ağır bir talep baskısmın ve belki de bundan da daha
ağırbkb olarak yükseköğrenim sisteminı siyasal denetim allma
sokma gırişimlerinin. kalite üzerinde çok olumsuz bir etki yap-
masının. kaçınıbnaz bir sonuç olduğu açıkür. Özelbkle YÖK dü-
zeni altında yükseköğrenim sisteminin niformlaştınbnası, bü-
yük sıkıntılara yol açmış gözükmektedir. Sayılan halen 50'yi ge-
çen ümversıtelenn öğretım kalitelen arasında öyiesıne büyük bir
fark oluşmuş bulunmaktadır ki, aynı meslek unvanını alan in-
sanlan eşıt düzeyde mesleki foımasyona sahip varsaymak ola-
naksız hale gelmiştır.
İşte bu ağır sorunlar karşısında yükseköğrenimin özelleşmesi.
kaçınılmaz bır gelişme olarak nıtelenebilmektedir. Devlet üni-
• Yükseköğrenim için hızla artan ve
çok ciddi boyutlara ulaşan talep, ülkeyi
yöneten politik kadroların kabusu haline
gelmiş bulunmaktadır
versitelerinın ufak bir bölümü dışında kalan kesimi. olanaksızlı-
klar nedeni ıle üniversiteye benzer bir kurum kımliğı kazanama-
maktadır. Bu durumda toplumun gereksinme duyduğu yüksek
düzeyli iş gücünü oluşturacak ve tanımı gereği seçkin olması ge-
reken üniversitenin özelleşmesi hızlanmaktadır.
Vakıf üniversitelerinin sayılannın artması, hiç kuşkusuz insan
sermayesi oluşumunda kalite sorununu kısmen çözecektir. An-
cak Türkiye'nin sayısal büyüklükleri ve gebşme dinamikleri
açısından söz konusu özelleşmenin radikal bir çözüm getirmek-
ten uzak kalacağı, en azından şündiki göstergelere bakarak söy-
lemek olanaklıdır. Çünkü yükseköğrenim oldukça yüksek maİi-
yetleri gerektıren bir iştir ve ka-
İite ile mabyet arasında da bir
doğru orantı iUşkısi olduğu bi-
linmektedir.
Yükseköğrenim için hızla ar-
tan ve çok ciddi boyutlara ula-
şan talep, ülkeyi yöneten pobtik
kadrolann kabusu habne gelmiş
bulunmaktadır. Pob'tikacılann
bu talep karşısında hareketsiz kalması mümkün değıldir. İşte
Başbakan Tansu ÇiUer'in bu yıl ÖSYM'de bir yere giremeyen
400.000'den fazla öğrenciyi açıköğretim programlanna alması,
kısa vadeli bir önlem olarak düşünübnebdir. Bu girişim, kamuo-
yunda birçok çevre tarafından eleştirilmiş "ucuz çözünı" ya da
"popülist göz boyama" türünden yargılara konu olmuştur. Bu
eleştirilerin önemb oranda hakb olduğu. bu çözümün yeterlı ol-
madığı açıktır. Ancak lise diploması ile işgücüne katılacak in-
sanlara, yetersiz de olsa bır eğitim şansının tanınması. kolaybkla
yadsınacak bir iş değildir. Aynca unutulmaması gereken nokta,
adı üniversite olan ve ÖSYM'den öğrenci alıp öğretim yapan bir-
çok kuruluşta eğıtim-öğretim düzeyınin daha yüksek ol-
madığıdır. Yirminci yüzyıbn son on yılını yaşayan Türkiye'de
yükseköğrenim sistemi üzerinde oluşan bir diğer uzlaşma farklı-
laşmanın gereğidir. 1980'b yıllann YÖK girişimi büyük sıkıntıla-
ra yol açmış. ancak bu sıkıntılar yükseköğrenim ile ilgili yeni
uzlaşımlann oluşumunu sağlamış gözükmektedir. Üniversite.
seçkınlık özelbği taşıyan bır kurum olarak yükseköğrenim sis-
teminin tamamını değil. bir kesimini oluşturmahdır. Bunun
dışında. yükseköğrenim sistemi. mesleki bilgi ve beceri ka-
zandırarak insani sermayenin oluşumunu sağlamahdır. Üniver-
site. mesleki formasyon verme yanında. en yüksek düzeyde bi-
lim ve teknolojıyi üreten, üretmekle kalmayıp bunu topluma
yayarak toplumun malı habne gelmesini sağlayan bir kurum
olarak düşünülmelidır. Eski tartışmalar. örneğin özerklik ancak
böyle bir aynm içinde anlamını bulacak gözükmektedir. Bu
konuda toplumda geniş bir uzlaşmanın ortaya çıktığı söylenebil-
mektedir. Örneğin YÖK sistemi, yani bir başka deyişle 12 EylüT-
ün, üniversiteleri askeri dısiplin ve denetim altına alma girişimi
yasal düzeyde hala sürmekle beraber, geüşmiş seçkin üniversite-
ler, fıiü bır özerklik kullanır hale gelmıştir. Şimdi bu yapılan-
manın, yani yükseköğrenimde kaçınılmaz olarak ortaya çıkacak
ikib yapılanmanın. yasal düzenlemelerle kurumlaştınhnası ve
bu ikili yapı arasındakı ılışkılerin kurulması gündemdedir.
Yükseköğrenim sıstemmin yeniden kurumlaştınlması ve özel-
bkle ikili yapının yasal düzenlemeye tabi tutumıası, hiç kolay bir
iş değildir. Böyle bır girişim ciddi bir politik maliyeti beraberinde
getirecektır. Ancak unutulmaması gereken nokta, bu ikib oluşu-
mun yaşanan bır gerçek olduğudur. Bir başka deyişle bu olu-
şum, onu kabul etsek de yadsısak da bır gerçektir. Şimdi, bu ger-
çek ve diğer gereksınmeler doğrultusunda yeni bir yapılanmanın
ortaya çıkması. \ ükseköğrenim tartışmalannın odağını oluştur-
maktadır ve politik kadrolann en az 12 Eylülcüler kadar cesaret-
b davranması gerekmektedir.