25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cumhurivet 29 Ekim 1993 ÖZELEK1 70.YIL Cumhunyet, Atatürk devn- minin devlet adıdır. Atatürk devriminin doğrultusunu bil- meden. onun özûnü kavrama- dan. Cumhuriyet'in hiçbir ku- rumunu doğru algdamanın ola- nağı yoktur. Cumhunyet'in tûm poliükalannı kavrayabil- mek için Atatürk devriminin özûnü bilmek gerekir. Kuşku- suz, cumhuriyetin eğitım ve öğ- retim pobtikalannı kavrayabıl- mek için de Atatürk'ün eğitıme ve öğretime bakış açısmı bilmek zorunluğu vardır. Eğitimin iki temeli: Akıl ve bılim VECtHİ TtMUROĞLU PEYAMİ SAFA Atatürk devriminin özü, Tür- kiye için "çağdaşlaşmak ve çağ- daş uygariığm üstûne çıkmak"- tır. Atatürk ılkeleri diye bilinen "araok"un ereği de, Türkiye'yi çağdaşlaşürmaktır. Bunlardan daha tutarh ilkeler bulunsaydı. çağ- daşlaşmaya giden yollar olsaydı, Ata- türk için bu oklann dışına çıkmak o denli zor olmazdı. Altıokun "Laiklik, ulusalcdık, cum- huiyetcilik ve devrimcflik" ışınian. Cumhunyet döneminin eğitim ve öğ- retim politikalannı yönlendirnuştir. Cumhnuriyet, devrimi yapan ve yaşa- ma geçiren siyasal iktidann bu ilkeleri doğrultusunda, "Laik, ulusal. demok- ratik ve çağdaş" bir eğitimi ve öğreti- mi, bir bakıma, çağdaşlaşmanın ve çağdaş uygarhğın üstüne çıkmanın tek yolu saymıştır. Cumhuriyet'ın tüm politikalan. "eğitiın ve öğretim" ppbtikalanna göre düzenlenmiştir. Öyleyse, şu soruyu sormabyız: "Cum- huriyet, böyle bir eğitimi ve öğretimi yaşama geçumek için, hangi köklû dünya görfişünü getiştirdi?" Cumhun- yet, çağdaşlaşmak ve çağdaş uy- garhğjn üstüne çıkabilmek için her şeyden önce "şeriat"ı, toplumsal ya- şamın ve kamu yaşamımn dışına çı- karmak istıyordu. Denebilir ki Os- manlı, Tanzimat atılımmı yapmasına karşın. 619 yıllık yaşamında, her za- man "şeriat"a bağb kalmıştır. Bir baş- ka deyişle, Osmanlı devleti, her zaman "Müslüman bir devlet" olmuştur. Islamlık ise gerçek bir yasa dinidir. Oysa, başka dinler, birer yasa dinı olmayıp birer yaşam bıçimıne eğilim- lidirler. Snouck-Hurgronje, L'Islam (Der İslam) adlı yapıtında. bu konuyu enine boyuna ışler (1925 Berlin, s. 682; 1930 Paris. s. 647). "Şana". dinsel yasa anlamındadır. İslamlığın "Kendi- liğinden özü"nü ifade eder gerçi. şeri- atı tümüyle uygulayan herhangı bir İslam devleti olmamıştır. ama top- lumsal yaşama yansıtılan devlet anla- yışı ve yönetimi. "şaria"ya uygun im- gesini yaratmıştır. Kamu vicdanı, ha- bfenin buynığunu, her zaman "zdlu'- lah"m (Tann'nın gölgesi) buyruğu gi- bi algılamıştır. Yöneticiler, bu silahı her zaman kullanmışlardır. İşte Ata- türk, yurt yönetiminde. hallcın mutlu- luğu için dinden kurtulmanın gereğine inanıyordu. Bu, şeriatsız devlet an- lamını ifade eder. Şeriatın, kamu hukukunun ve özel hukukun dışında bırakılması. Ziya Gökalp'ın ortaya attığı bir ilkedir. Gö- kalp. Meşihat adlı şiirinde. tlmi Darülfönuna bırak, hukuku devlcte, Çauş yalnız yaymaya dindarlığı. diyerek. Şeyhühslamhğı ve dinsel ku- rumlan, devlet yönetiminden uzak- laştırmayı ileri sürdü. Osmanb aydı- nlan. çok daha önceleri, "mflliyetçüik ve refonnculıık" kavramlan üzerinde durmuşlardı. ama bunlan yaşama ge- çirecek dönüşümlen sağlayamamı- şlardı. Atatürk çağdaşlaşmak için ge- reken bütün dönüşümlen yaşama ge- çirdi. Bunu sağlayabilmek için art arda ödünsüz kararlar almıştır Daha 1921"de Anayasa'ya "Egemenlik bağsız, koşulsuz milkrindir" maddesı- ni koydu. Bu madde. laikleşmenin ilk öğesi. temel ilkesidır. Osmanlı'da ege- menlik "Allah"ındır. Halife, Tann adına bu hakkı kullanır. Egemenlik. halifenin elinden abnıp ulusa veribn- ce. "şaria"dan kurtulmuş bir toplum yaşamı sağlamak olanağı elde edil- miştır . Bu ilke, 1 Kasım 1922'de. Salta- nann kaldınlması yasasının çıkması- na yolaçü. 3 Mart 1924'te, halifeliğin kaldınlmasını sağlayan yasa yürür- lüğe girdi. 8 Nisan 1924'te. Şeriat Mahkemeleri kaldınldı. Bütün bun- lar, hukukun bütün dallannın dinsel etkilerden annmasma yol açtı. Bun- Köy Enstitükri ülke kaikııunasının temel eğitim kurumlanndan biriydi. Ve fakat kapatılddar... 1950'den sonra ise kırsal kesimde açılan Kuran kursları ûlkevi sardı. lann sonucunda çok önemli iki "hı- yanet-i vataniye" yasası çıkanldı. 15 Nisan 1923"te. 334 sayılı yasa ıle "Ege- menliğin Meclis eliyle kuUanılacağını. bu hakkın vazgeçilmez. de>Tedümez, bölüşülmez olduğu, buna karşı çıkan- ların vatan haini sayılacağı" hükme bağlandı. 25 Şubat 1925'te. 556 sayılı yasa ile de. "Düıi ya da dinsel inançları siyasete alet etmek, bu doğrultuda ör- gütlenmek" vatana ıhanet sayıldı. Bü- tün bunlar "İslam birliği" düşüncesini yok etti. Sanıldığı gıbi Mehmet Akif, şapka giymemek için değıl. artık. Tür- kiye Cumhuriyetfnde "İslam birliği" düşuncesinin örgütlenemeveceğinı an- ladığı için Mısır'a gitti. Beİkı. Abduh'- un ülkesinde. Hint modernizmini ör- gütlemek olanağmı bulabilirdi! Ata- türk, bu tutumuna sonuna değin bağlıdır. Tevfîk Rüştü Aras, 1931 'de Kudüs'te yapılan İslam Konferansf- na, "diııi siyasete alet etmek olur" ge- rekçesıyle katılmadı. Şeriatın kamu hukukundan böylesı- ne uzaklaştınlmasından sonra. bu devrimlenn yaşama geçirilmesine gel- di sıra. Daha 1925'te. "İbadeti zamana uydurma" isteğj dıle getirildi. 1928'de. bu doğrultuda, İstanbul Cniversitesi Ilahıyat Fakültesi bir "reform "prog- ramı yayımladı. Bu programda eğitim ve öğretim müfredatlannın '"millileşti- rilmesinden ve ilmileştirilmesinden" söz ediliyor. toplumsal yaşamın "akı- Ua ve bilimle" yönetilmesinin zorunlu- ğu Nurgulanıyordu. "Din de bir top- lumsal kunım"dur. Öyleyse. din de. aklın ve bilimin gereklerine uy- malıydı. Artık. eğitimin ve öğretimin çağdaş uygarlığa göre düzeolenmesi için ortam hazırdı "Çağdaş eğitim"e geçiş ertelenemezdi. 1 Kasım 1928'de. Î353 sayılı yasa ile "Latin abecesinin kabulü" sağîandı Atatürk. bu duru- mu. "Bilgisizlik dönemini, olanakiann elverdiği ölçüde az zahmetk aşabilmesi için milletin kendi dilinde meramını an- latabileceği bir araca gereksinimi vardır. Bu da Latin abecesidir" diye açıklıyordu. Eğitim ve öğretim pobtikalannın hangi esasa oturtulacağının bir gös- tergesi de Atatürk'ün 1924"te, Sam- sun Ticaret Lisesi'nde verdiği söylev- dır. İslam ınancında. dünya yaşamı- nın ereği "abiret yaşamı"dır. Ahireti kazanmak için "müışid'*e gereksinim vardır. Miirşid, tekke şeyhıdir, bir ve- ıdir, bir derviştir. Atatürk. çağdaş ya- jamın "mürşid"ini, Samsun'da bütün Türkiye halkına bildinyordu: "Hayat- ta en hakiki mürşit ilimdir." Bütün bunlar. çağdaş eğitim ve öğretim po- lıtikalannı yaşama geçirmek için ge- rekli altyapıyı hazırlamıştı: "Ulusal, detnokratik, laik ve çağdaş bir toplum için eğitim." Bu eğitim ve öğretim poli- tıkasımn iki temel öğesi vardı: Akıl ve bilim. Bu temel düşünüş biçimi, Cum- hunyet okullannın yönünü belirle- miştir. Cumhunyet'in eğitim ve öğre- tim kurumlan. müfredatlannı akbn egemen olduğu bir dünya görüşüyle yönlendirmişler ve çağdaşlaşmak için bıbmsel düşünüşü gebştirmişlerdir. Bilimsel düşünüşü gehştirmenin felse- t'esi de "poritivizm" olarak seçılmiştır. Eğitim pobtikasında akb öne çıkaran Cumhuriyet, laikbk ilkesiyle toplumu "aydınlatmş r> . pozitivist felsefeyle de hılimsel yöntemle dûşündûrmüştûr. Ulusal kimbği de TDK, TTK ve Hal- kevieri ile (1923-1933) bibnç düzeyme çıkarmayı sağladı. Bütün bu politikalan yaşama geçi- rebilmek için köklü bir yasaya gerek vardı. Atatürk, 3 Mart !924'te. haüfe- ^Jcaldınnca, arkasından "430 say* Tevhld-i Tedrisat" yasasını çıkardı. Bu yasanın birinci maddesi. "Türkiye dahilindeki bütün eğitim ve öğretim ku- rumlannın Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlandığrnı hükme bağbyor. Yasanın ikinci maddesi de ""Şer'iye ve Evkaf \ ekaJeti veya özel vakıflar ta- rafmdan yönetilen bütün medreseler ve okullar. Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlanmıştır" diye buyuruyordu. Be- şinci madde, bütün askeri okullarla sağbk okullannın müfredatlannın da Milli Eğitim BakanlığYnca düzenle- neceğini hükme bağlayarak. Cum- huriyet hükümetlerinin eğitim ve öğ- retim politikalanndan ödün vermeye- eğini gösteriyor. Bütün bunlar. şimdi birer düş. Vakıflar, vakıf okullan, Kuran kurslan. imam ve hatip okullan. özel amaçb okullar. bu yasayı yürürlükten kaldırdı. Şimdi, Cumhuriyet'in eğitim kurumlanna "akıl ve pozMvizm" gı- remiyor. Şeriat, tümüyle egemendir. İsteyenler müfredat programlannı in- celeyebiürler. Yazın ve tarih müfre- datlan bir yana, biyoloji gibı bir fen biliminde bıîe "Kuran'ın ayetleri" kul- lanıbyor. Cumhuriyet. kendi felsefesi doğrul- tusunda. sanat okullan öğretmen okullan, türlü meslek okullan ve "Köy Enstitü|er"i açtı. Demokrasiye geçiyoruz diye. bütün bunlan yıktık. Şimdi, ulusal eğitim ye- rine Amerikanlaştınbnış eğitim, laik eğitim yerine dinsel eğitim, çağdaş eği- tim yerine ortaçağ eğitimi. demokra- tik eğitim yerine şeriata hoş görünen eğitim veriyoruz çocuklanmıza. Köy Enstıtüleri niçin kapatıldı? Bu çok ayn bir incelemeyi gerektirir. Cinsi Terbiye Pedagojinin en büyük ınkılaplanndan biri de. cinsi ter- biyeye ait klasık anlayışımıa kökünden değiştirmiş ol- masıdır. "Cinsi terbiye" mefhumu bile bu inkılapla yaşıt sayılabilir. Eskiden cinsi terbiye sadece ananevi ahlakın bir dalından ibarettı. Fakat. bilhassa harpten sonra, cinsi hayatla bütün ruhi hayatın birbirine en çapraşık münase- bet örgüleriyle sımsıkı bağb olduğu anlaşıbp da "cinsiyet" diye tercüme edilebilecek müstakil bir "sexologie" bügisi ortaya çıkınca, davayı müstakil bir mevzu halinde tetkik etmerun şart olduğunu herkes anladı. Artık cinsi terbiye, sadece ahlaka ait değil; ruhun zekaya, hassasiyete, irade- ye ait bütün davranışlanyla alakalı bir mevzuydu. Ananevi ahlak. çocuğun cinsi hayata ait bütün teces- süslerini ayıp sayıyor ve tabiatıyle onun gözü arasına sun- siyah bir yalan perdesi çekiyordu. Yaşı ilerlediği halde bir lahana yaprağı içinde dünyaya geidiğini sanan çocukJar az değıldi. Bunlar. "nefsi emmare"ye ait en meşru ihtiyaç- lan bile sefil hayvani bir hassasiyet planına irca eden or- todoks dini telakkilenn baskısı altında, yaşlan ilerledikçe kendilennde uyanan cinsi hayaün utanaru duyuyorlar ve cemıyetin nehıylenyle tabii ihtıyaçlan arasındaki muva- zeneyi bulamadıklan için. ya suistimabn her türlüsü için- de cinsi dalaletlere düşüyorar, yahut sinir buhranlan ge- çınyorlardı. Cinsi terbiye. çocuğun tabiatla temasının onu azmaya değjl. bılakis kendine hakim ohnaya sevk ettiğini ortaya koydu. Medeni dünyanın her tarafında kız çocukla erkek çocuğun bır arada okumasından doğan mahzurlann, ayn ayn tahsıl görmelenne nispetle pek az olduğu çoktan an- laşılmıştı. Cinsiyet yasağımn. cinsi ve ahlaki dalaletlerin her nevine sürükledığini kim bilmez? Menedilen şeylere karşı duyulan ihtiras azgınlığını bır tarafa bırakınız; fa- kat bu yasak. en tabıi hayatında bile, çocukla mürebbi arasında iki tarafın da aşamayacağı bir duvar çektiğj için, gizli ve köklü itıyatlann her türlüsünü, her nevi terbiye müdahalesınden azade sonsuz bir hürriyet içinde inkişaf ettiriyordu. Açılmayan, cerahatlannı boşaltmayan. pansuman ol- mayan bir yaranın sebep olduğu tehb'keh' ihtilatlar gibi, ansi tecessüslerin ve ihtıyaçlann kapalı kalması da. mü- rebbınin müdahalesini sıfıra indiriyor ve yarayı azdın- yordu. Cinsi terbiyede yasağın. korkunun. yalanın yerine ah- laki bır hürriyetin geçmesi bundandır. "Ahlaki" diyo- rum; çünkü bu hürriyet ahlakın düşmanı değil. bekçisi- dir. (Cumhuriyet- 9 Şubat 1940) ' X * ^ t~ t L fj*' "V îîl?5*.£'r**4a<»ffifi*«tffi-5 Ferruh Doğan Atatürk Anadolu'da Atatürk altında bir doru at Bütün yurdu gezdi Ne Erzincan'ı kaldı ne Afyon'u Dileğince biçim verdi O kurtuluş sa\aşı günleri Atatürk memleketin havasında Şenliğinde öfkesinde Saymakla bıtmez emeklen Yurdun her bir taşına O hünerli eli değdi Umut verdi yüreğinden halka Hürlüğü öğrettı SABAHATTİN KLDRET AKSAL Üniversiteler bilim ve teknoloji üretebilmeli GENCAY ŞAYLAN Türkiye Cumhuriyeti'nin yetmişinci kunıluş yıldönümünün kutlandığı 1993 içinde, yükseköğrenim açısından iki önemb ge- lişmenin ortaya çıktığı görülmektedir. Bunlardan birincisi, yük- seköğrenimin özelleşmesinin ya da bir başka deyişle vakjf üni- versitelerinin sayısal olarak artmasının belü bir hıza ulaş- masıdır. Diğeri ise. genellikle üniversite çevrelennden çok tepki alan, 420.000 gencin açıköğretim yolu ile yükseköğrenim sıste- mine abnmasıdır. 1993 yıb içinde öğrenime başlayan Galatasaray ve Koç üni- versiteleri, yükseköğrenim sisteminde karşılaşılan dar boğazm her kesim tarafından iyice bibncine vanldığıru göstermektedir. Asbnda yükseköğrenim sisteminde ortaya çıkan dar boğazlan sadece yükseköğrenim talebinde olan kitlenın ya da onlann aile- lerinin sorunu olarak düşünmek doğru bır yaklaşım olmaya- caktır. Bu sorun yaşamsal bir öneme sahip olup. büyümenin, ekonomik, kültürel ve toplumsal gebşmenin ana belirleyıcilerin- den biri olarak algjlanmak durumundadır. Toplumun ınsan malzemesı ıle ilgili sermaye oluşumu, o ülkenin ekonomik per- formansını ve gelişmesini belirleyen birincil parametrelerden bin ve belki de en ağırbklı olanıdır. Ömeğin yirminci yüzyıl için- de, "gettşmekte olan" ülkeler kategorisinden "geüşmiş" ülkeler kategorisine geçişi ya da sıçramayı başarmış iki ülke olan Güney Kore ve Taiwan'ın bu görkemli ve şaşırtıa performanslannda, insani sermaye için yapılan yatınmlann çok önemli olduğu orta- ya çıkmış bulunmaktadır. Türkiye, sevindirici bir düşme eğiliminin ortaya çıkmasına karşın hala büyük sayılacak bir nüfus artış hızına sahiptir. Buna karşıbk tüm eğitim için yapılan kamu harcamalan, GNP'nin yüzde 3.5 ile 4'ü civannda kalmaktadır. Özel harcamalar ile bu oranın bir miktar daha yukanya çıktığına kuşku yoktur. Ancak nüfus artışı sıfıra yakın olan gebşmiş. zengin ülkelerde eğitim harcamalannıiı. GNP'nin yüzde 6-7'si arasında gerçekleştiğı göz önüne ahnınca, ortaya umutsuzluğa götürecek bir sonucun çıktığı söylenebilmektedir. Türkiye'nin gebşmesi ve ıçıne girdiği yapısal değişim, toplum- da eğiüme olan talebi çok hızb bir bıçimde yükseltmektşdir \e bu talep artışınm oluşturduğu en yüksek baskı, ünıversiteve yani yükseköğrenim sistemine binmiş görünmektedır. Örneğin 1960-61 ders yıhnda Türkiye'de yüksek öerenime kayitlı öğrenci sayısı 65.297'dır. Bu sayı 1970-71 ders yıb için 159.331'e: 1980-81 ders yılı için 237. 369'a ve 1990-91 ders yıü için ise 705.409'a yükselmiş- tir. Yani, talebin baskısı ile yükseköğrenimdeki sayı ya da bu hizmetten yararla- nanlar, 30 yıl içinde nüfus artış hızının çok üstünde bir hızla artmış bulunmaktadır. Böylesine ağır bir talep baskısmın ve belki de bundan da daha ağırbkb olarak yükseköğrenim sisteminı siyasal denetim allma sokma gırişimlerinin. kalite üzerinde çok olumsuz bir etki yap- masının. kaçınıbnaz bir sonuç olduğu açıkür. Özelbkle YÖK dü- zeni altında yükseköğrenim sisteminin niformlaştınbnası, bü- yük sıkıntılara yol açmış gözükmektedir. Sayılan halen 50'yi ge- çen ümversıtelenn öğretım kalitelen arasında öyiesıne büyük bir fark oluşmuş bulunmaktadır ki, aynı meslek unvanını alan in- sanlan eşıt düzeyde mesleki foımasyona sahip varsaymak ola- naksız hale gelmiştır. İşte bu ağır sorunlar karşısında yükseköğrenimin özelleşmesi. kaçınılmaz bır gelişme olarak nıtelenebilmektedir. Devlet üni- • Yükseköğrenim için hızla artan ve çok ciddi boyutlara ulaşan talep, ülkeyi yöneten politik kadroların kabusu haline gelmiş bulunmaktadır versitelerinın ufak bir bölümü dışında kalan kesimi. olanaksızlı- klar nedeni ıle üniversiteye benzer bir kurum kımliğı kazanama- maktadır. Bu durumda toplumun gereksinme duyduğu yüksek düzeyli iş gücünü oluşturacak ve tanımı gereği seçkin olması ge- reken üniversitenin özelleşmesi hızlanmaktadır. Vakıf üniversitelerinin sayılannın artması, hiç kuşkusuz insan sermayesi oluşumunda kalite sorununu kısmen çözecektir. An- cak Türkiye'nin sayısal büyüklükleri ve gebşme dinamikleri açısından söz konusu özelleşmenin radikal bir çözüm getirmek- ten uzak kalacağı, en azından şündiki göstergelere bakarak söy- lemek olanaklıdır. Çünkü yükseköğrenim oldukça yüksek maİi- yetleri gerektıren bir iştir ve ka- İite ile mabyet arasında da bir doğru orantı iUşkısi olduğu bi- linmektedir. Yükseköğrenim için hızla ar- tan ve çok ciddi boyutlara ula- şan talep, ülkeyi yöneten pobtik kadrolann kabusu habne gelmiş bulunmaktadır. Pob'tikacılann bu talep karşısında hareketsiz kalması mümkün değıldir. İşte Başbakan Tansu ÇiUer'in bu yıl ÖSYM'de bir yere giremeyen 400.000'den fazla öğrenciyi açıköğretim programlanna alması, kısa vadeli bir önlem olarak düşünübnebdir. Bu girişim, kamuo- yunda birçok çevre tarafından eleştirilmiş "ucuz çözünı" ya da "popülist göz boyama" türünden yargılara konu olmuştur. Bu eleştirilerin önemb oranda hakb olduğu. bu çözümün yeterlı ol- madığı açıktır. Ancak lise diploması ile işgücüne katılacak in- sanlara, yetersiz de olsa bır eğitim şansının tanınması. kolaybkla yadsınacak bir iş değildir. Aynca unutulmaması gereken nokta, adı üniversite olan ve ÖSYM'den öğrenci alıp öğretim yapan bir- çok kuruluşta eğıtim-öğretim düzeyınin daha yüksek ol- madığıdır. Yirminci yüzyıbn son on yılını yaşayan Türkiye'de yükseköğrenim sistemi üzerinde oluşan bir diğer uzlaşma farklı- laşmanın gereğidir. 1980'b yıllann YÖK girişimi büyük sıkıntıla- ra yol açmış. ancak bu sıkıntılar yükseköğrenim ile ilgili yeni uzlaşımlann oluşumunu sağlamış gözükmektedir. Üniversite. seçkınlık özelbği taşıyan bır kurum olarak yükseköğrenim sis- teminin tamamını değil. bir kesimini oluşturmahdır. Bunun dışında. yükseköğrenim sistemi. mesleki bilgi ve beceri ka- zandırarak insani sermayenin oluşumunu sağlamahdır. Üniver- site. mesleki formasyon verme yanında. en yüksek düzeyde bi- lim ve teknolojıyi üreten, üretmekle kalmayıp bunu topluma yayarak toplumun malı habne gelmesini sağlayan bir kurum olarak düşünülmelidır. Eski tartışmalar. örneğin özerklik ancak böyle bir aynm içinde anlamını bulacak gözükmektedir. Bu konuda toplumda geniş bir uzlaşmanın ortaya çıktığı söylenebil- mektedir. Örneğin YÖK sistemi, yani bir başka deyişle 12 EylüT- ün, üniversiteleri askeri dısiplin ve denetim altına alma girişimi yasal düzeyde hala sürmekle beraber, geüşmiş seçkin üniversite- ler, fıiü bır özerklik kullanır hale gelmıştir. Şimdi bu yapılan- manın, yani yükseköğrenimde kaçınılmaz olarak ortaya çıkacak ikib yapılanmanın. yasal düzenlemelerle kurumlaştınhnası ve bu ikili yapı arasındakı ılışkılerin kurulması gündemdedir. Yükseköğrenim sıstemmin yeniden kurumlaştınlması ve özel- bkle ikili yapının yasal düzenlemeye tabi tutumıası, hiç kolay bir iş değildir. Böyle bır girişim ciddi bir politik maliyeti beraberinde getirecektır. Ancak unutulmaması gereken nokta, bu ikib oluşu- mun yaşanan bır gerçek olduğudur. Bir başka deyişle bu olu- şum, onu kabul etsek de yadsısak da bır gerçektir. Şimdi, bu ger- çek ve diğer gereksınmeler doğrultusunda yeni bir yapılanmanın ortaya çıkması. \ ükseköğrenim tartışmalannın odağını oluştur- maktadır ve politik kadrolann en az 12 Eylülcüler kadar cesaret- b davranması gerekmektedir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle