25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
ÖZELEK1 70.YIL Cumhuriyet 29Ekiml993 NADIR NADI Özlenen Ruh Egemenlik ulusundur, diyoruz. Bu söz"HaklmlyetmH- letindir" biçimiyle ilk kez Birinci Büyük Millet Meclisi Başkanlık kürsünün arkasına asıldığı sırada, egemenlik henüz ulusun değildi. Düşman, yurdumuzun bağrına hançerini saplamıştı. Ülkemizin önemli bölgeleri yedi düvel tarafından işgale uğramıştı. Saraya bağlı çevre- lerden "Padişahım çok yaşa" sesleri yansıyordu. Bu seslere tempo tutanlar, egemenliği kişiliğinde top- ladığmı vehmettıkleri padışahın yabancı güçler elinde bir kukla haline düşürüldüğünü halktan saklama çabası içinde idiler. "Haklmtyet mlltetindir" yazısını Millet Meclisi Baş- kanlık kürsüsünün arkasına astıran Mustafa Kemal, ol- mus-bitmiş bir gerçeği dile getirmediğini elbette biliyor, bir özlemin gerçekleşmesi uğruna savaşıyordu. Egemenlik ulusun olmalı idi, egemenlik ulusun ola- caktı. Nasıl başarılacaktı bu iş? llkin düşmanı yenecek, yurt topraklarını yabancı çiz- mesi altında ezilmekten kurtaracaktık. Sonra egemenli- ğe sahip çıkan sanayi ve onu ayakta tutmaya yarayan kuruluşları baştan aşağı yıkacaktık. Daha sonra ulus egemenliğinin vazgeçilmez şartı olan çağdaş uygarlık düzeyine doğru yola çıkacaktık. Topsuz, topraksız, dikensiz çalısız, rahat bir yol değil- di bu yol. Yüzyıllar boyu ihmal edilmiş, yarı sömürge ha- linde inim inim inletilmiş halkı eğitmek, onu köstekleyen sosyal ve ekonomik zincirleri koparmak, ona kendı öz gücünün tadını tattırabilmek için gerekli atılımlara giriş- mek gerekiyordu. Beş yılda, on yılda, on beş yılda tamamlanır iş değildi bu. Türkiye'nin gerikalmışlıktan kurtulması, cağımız ko- şullarına ayak uydurabilmesi, ancak devrimci ilkeleri benimseyen halka dönük iktidarlarla adım adım gerçek- lesebilirdi. Kle yazık ki, Atatürk'ün ölümü üzerine, heleçok partili yaşama geçeli beri biz devrim yolundan saptık. Bir ara duraladık ve arkasından gerisın geriye gittikce artan bir hızla yuvarlanmaya başladık. Atatürk'ün önderliği altında devrinin sol eğilimlileri arasında sayılan ülkemiz, bugün sağa doğru koşuşan partilerin bir yarış alanı haline gelmiştir. DP, CHP'nin sağında yer almıştı. Millet Partisi DP'nin, Adalet Partisi Millet Partisi'nin de sağına kaydı. Şimdi ise yeni kurulan Milli Nizam Partisi Genel Başkanı Sayın Erbakan, Ada- let Partisi'nin sola kaydığmı iddia etmekte ve boş kaldığını varsaydığı sağ kanadı ışletme amacıyla ortaya atıldığını söylemektedir. Partilerimizin genel durumuna şöyle bir baktğımız zaman, bunları sağ ayakları üzerinde seksek oynayan çocuklara benzetmemezlik edemeyiz. Kimi politikacılarımız hesabına belki pek yararlı olan bu oyunun, yurt çıkarları açısmdan hiç de iç açıcı ol- madığını görmemeye imkan var mıdır? Ve bu oyun hep "Egemenllk ulusundur" parolası üze- rine döndürülmek istenmektedir. 1920 yılında Mustafa Kemal'in kutsal bir ülkü olarak dört elle sartldığı o temiz düşünce, bugün ticaret firma- larının reklam sioganı gibi anlamını yitirmiş; halka yü- rekten bağlı, halkı yükseltici değil, halktan uzak, halkı kandırıcı bir niteliğe bürünür olmuştur. Buna 1946 ruhu diyenler belki haklıdırlar. Ama neden saklayalım, biz 1920 ruhunun özlemini çe- k ' y O r U Z (Cumhuriyet- 28 Ocak 1970) 26 Ağustos Gecesinde Saatlar îki Otuzdan Beş Otuza Kadar Saat: 2.30 Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır, ne ağaç, ne kuş sesi, ne toprak kokusu vardır. Gündüz güneşin, gece yıldızlann altında kayalardır. Ve şimdı gece olduğu içın ve dünya karanhkta daha bizim, daha yakın. daha küçük kaldığı için ve bu vakitlerde topraktan ve yürekten evimize, aşkımıza ve kendimize dair sesler geldiği için kayaJıklarda şayak kalpakh nöbetçı okşayarak gülümseyen bıyığını seyrediyordu Kocatepe'den dünyanın en yıldızlı karanhğını. Düşman üç saatlik yerdedir ve Hıdırlık-tepesi olmasa Afyonkarahisar şehrinin ışıkJan gözûkecek. Kuzeydoğuda Güzelim-dağlan ve dağlarda tek tek ateşler yanıyor. Ovada Akarçay bir pınltı halinde ve şayak kalpaklı nöbetçinin hayalinde Şimdi yalnız sulann yaptığı bir yolculuk var: Akarçay belki bir akar su. belki bir ırmak. belki küçücük bir nehirdir. Akarçay Dereboğaa'nda değirmenleri çevirip ve kılçıksız yılan balıklanyla Yedişehitler kayasının gölgesine girip çıkar. Ve kocaman çiçekleri eflatun kırmızı beyaz ve saplan bir, bir buçuk adam boyundaki haşhaşlann arasından akar Ve Afyon önünde Altıgözler köprüsünün altından gündoğuya dönerek ve Konya tren hattma rastlayıp yolda Büyûkçobanlar köyünü solda ve Kızılkilise'yi sağda bırakıp, gıder. Düşündü birdenbire kayalardaki adam kaynaklan ve yollan düşman elinde kalan bütün nehirleri. Kim bilir onlar ne kadar büyük, ne kadar uzundular? Birçoğunun adım bilmıyordu. yalnız, Yunan'dan önce ve Seferberlik'ten evvel Selimşahlar çiftliğinde ırgatlık ederken Manisa'da geçerdi Gediz'in sulannı başı dönerek. Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu. Ve yıldızlar öyle ışıltıh, öyle ferahülar ki şayak kalpaklı adam nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu ve gülen bıyıklanyla duruyordu ki mavzerinin yanında, birdenbire beş adım sağında onu gördü. Paşalar onun arkasındaydılar. O, saati sordu Paşalar: "Üç", dediler. Sanşın bir kurda benziyordu. Ve mavi gözlen çakmak çakmaktı. Yürüdü uçurumun başına kadar, cğildi, durdu. Bıraksalar Ince. uzun bacaklan üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe'den Afyon ovasına atbyacaktı. NÂZIM HİKMET Prof. Dr.TOKTAMlŞ ATEŞ ötrendkrin 190- rariar. "HocanT derler, "fes yeri- ne şapka giyilmesi devrim midirT" "Yazmn değistirilerek Arap alfa- besi yerine Latin esasına dayanan Tflrk atfabesinin alınması ncdcn devrim sayisaı?" Devrimi elde silah, devleti ele geçırmek olarak tanımlarsak, bunlann hiçbiri devrim değildir. Hatta devrimi doğru ta- nımJadığımız zaman biie, bunlan devrim tanımı çerçevesine sok- makta zorlanınz. Türa bu husus- lan açıklayabilmek için öncelikle devrimi doğru bir biçimde tanı- mlamak, ardından da Tûrk Dev- rimi'nın özellikleri üzerinde dur- mak gerekir. Ancak ondan sonra Türk Devrimi'nin ve Türkiye Cumhuriyeti'nin yetmiş yılük macerası anlaşdabiîir. Devrim, bir toplumda eko- nomik ve siyasal yararlanma ola- naklannın, toplumun geniş. ke- simleri yaranna hızla değişi- midir. Siyasal alandaki degişim derken kastettiğimiz, "siyasal kabtımdakT artış. ekonomik alandaki degişim derken kastetti- ğimiz, "gdir paylaşonımn" geniş kitleler yaranna değişımı ve top- lumdaki "ekonomik fırsat eşitliği- niıı" yaygınlaşmasıdır. Toplumdaki hızlı degişim, eğer geniş kitlelerin yaranna değil, za- ranna olursa; buna "karşı dev- rim", ya da "reaksiyooer devrim" denr. örneğin bir rejira değfcjikli- ği soaucımda özgürlökler kısıtla- nabflir, siyasal katriım zom soku- labtlir, ekonomik alanda getir riagılımı bozıdabilir, gene ekono- mik alanda fırsat eşittiğini orta- dan kaldıncı önlemler alınabflir, VS-, VS. Her devrim flıtflalle, yari kanla ofanaz. Şimdflerde "hidayete enli- ği" için fDozoflaşan eski bir soku yazar, bir zamanlar "Biftek ve devrim kansız oimazn diye aüp tutardı ama, siz bakmayın. Kansız devrimler de vaıdır. Kanlı olan şey "ürtüaJdir'' ve bu kavram genellıkle devrim kav- ramıyla kanştınlır. thtilal, ya da ayaklanma, bir grubun devleti ele geçırmek için isyan etmesidir. Bu grup askeri bir cunta olabılir, bir kent halkı olabilir, bir sınıf olabi- lir, etnik bir grup otobüir, bir böl- ge halkı olabilir, dinsel bir grup olabilir vs., vs.. Ama başanlı olan her ihtilal güişimi devrime yol aç- maz. Kimi zaman karşı devrim ortaya çıkabilir, kimi zaman da sadece bir "tıükümet darbesi" ger- çekleşir. Hükümet darbesi, toplumdaki ekonomik ve siyasal yapıya hiç dokunulmadan. yönetimin farkh bir grubun eline gecmesidir. ör- neğin bir cunta yönetimi, temel ıHşlcilere dokunmadan iktidan ele geçirirse, bır hükümet darbesi sözkonusudur. Devrimlerin ardında genellikle yeni oluşan, ya da yeniden güçlenerek tarih sahnesine çıkan sınıflar vardır. Yani devrimleri genellikle sınıflar yapar. Yeni bir sınıf, yeni taleplerin ortaya çıkması de- mektir. Yeni taleplerin ortaya çıkması ise eski düze- nin bozulması ve yeniden bicimlenmesi demektir. Eğer eski düzen bu yeni talepleri karşılayabilirse, ya da karşılama esnekliğıni gösterebilirse; herhangi bir patlama gerekmeksizin, yeni bir düzen oluşur. Eğer bu oluşum kısa bir sürede gerçekleşirse, bir devrim olmuş olur. Ama çoğu kez, eski düzen yeni talepleri yarutlayamaz. O zaman ihtilaller, ayak- lanmalar, zorlamalar başlar. Basunlması güç pat- lamalar ortaya çıkar. Bu süreç, ihtilal sürecidir. Türk pevrimi'ni bu tanımlamalar çerçevesinde değerlendirmek mümkün degildir. Zaten Türkiye'- de Bau'da örneklerini gördüğümüz türden bir sınıf yapısı da olmamıştır. Ve bu nedenle Türk Devnmi kendine özgü bir devrim türüdür ve kendi türiinün ilk örneğidir. Yetmişyıldadevrimler Gerçekten Türk Devrimi denıldiği zaman an- laşılması gereken şey: toplumdaki tüm ulusal güç- lerin biraraya gelerek yaptıklan bir anti-emperya- list savaş ve bu savaş kazanıldıktan sonra, yukan- dan aşağı devrimlerle, modenı bir devletin oluş- turulmasıdır. Türk Devrimi"ndekı temej çelişki, 19. yüzyıl sonrasında Bau'da yaygın bir biçimde gördüğü- müz emek-sermaye çeİişkisı değil; ulusal güçler - emperyalizm çelişkisidir. Ve bu niteliğiyle Türk Devrimi modeü, Milli Demokratik Devrim mode- linin de öncüsüdür. Zaten Türk Devrimi"nin başka türlü olması da mümkün değildi. Zira bıraz yukanda da vurgu- lamış olduğumuz üzere: o günlerin Türk toplu- munda, Batılıanlamıyla sınıflaroluşmamıştı. Aynı olguya, özellikle 2. Dünya Savaşı'ndan sonra bağımsızlık mücadelesi veren eski sömürgelerde rastlanacaktır. Ve nasıl Che Guevara'nın resimlen bir zamanlar bizim gençlerimian odalannı süsler- se. Mustafa Kemal'in resimlen de. bu ülkelerin gençlerinin odalannı süslerdi. Çok anahatlanyla venneye çabalamanuza karşın. oldukça uzun süren bu kuramsal açıkla- malanmızdan sonra Türk Devrimini tanımlar- sak: "Türk De>Tİmi, teokratik yapılı bir monarşi- den, halk egemenliğine day anmaya çalışan laik bir cumburiyete ve o monarşinin kullarından, laik ciHnhuriyetin vatandaşlanna geciş"ur tşte Türk Devrimi budur. "Kul"dan ">atan- daş"a geçiştir. Alfabe, şapka. medeni kanun, di- ğer yasalar. zaman ölçüleri, uzunluk ölçülerinin değişimi vs., vs. hep bu devrimin unsurlandır. Bunlar vatandaşın oluşma sürecinin parçalandır. Vatandaş... Bir insanın ulaşmak isteyebileceği en ileri noktadır. Tanımlarsak; "\'aşadığı toplum- da yasalar önünde eşh, hak ve sorumluluklan gene nesnel yasalarla ve eşitlik içinde belirlenen özgür insan"dır, vatandaş. Ve Türkiye Cumhuriy etı va- tandaşını oluşturmuştur. Bugün 70. yıldönümünü kutladığımız Türkiye Cumhuriyeti'nin 29 Ekim 1923'teilanından son- • ra girişilen tüm çabalar (ki, bun- lara devrimler diyoruz), bu "va- tandaş"ı oluşturmak içindir. Hilafetin kaldınlması, Din îşleri Bakanlığı'mn ve Vakıflar Bakanhğı'nın kapatılması, Eği- timin Birhği Yasası, Belü Un- vanlann Kullanılmasının Ya- sakJanması Hakkmdaki Yasa, Medeni Kanun, metrik ölçü bi- rimlerinin alınması. Hafta sonu tatilinin pazar günü olarak dü- zenlenmesini sağlayan yasa, tak- vimin değişimi. Türk Dil Kuru- mu'nun kurulması, Türk Tarih Kurumu'nun kurulması vs, vs. hep bu, "vatandaş oluşturma" ça- balanrun parçalandır. Mustafa Kemal'in kaleme al- dığı ve Afet Inan adıyla yayım- lattığı "Vatandaşbk Bilgisi'* ki- tabına bugün bir göz atarsak; adeta çırpınırcasına bir çabayla, bu bilincin verilmeye çaüşıldığını görürüz. Ama yüzyülarca "kul" zihriiyeti içinde yaşayan insan- lann bambaşka bir bilince dö- nüştürülmesi kolay olmamışür. 1924 Anayasası "ulus egemen- _" " tartışümaz bir belgesidir. Fakat gerek Atatürk'ün yaşadığı dönemde ve gerekse ölümünden sonra 1946'ya dek, uygu- landığım söylemek pek mümkün degildir. Gerçekten, iki kez çok partili yaşam deneyimi yapılmış ve ne Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, ne de Serbest Fırka de- neyimlerinde başan sağlamak mümkün olmuştur. 1924 Anayasası çağına göre ileri bir anayasaydı ama. çoğun- luk iradesi karşısında azınlık haklanna güvence getircmemiş- ti. Zaten DP iktidannın bu ana- yasaya dayanarak coğunluk ira- desini "coğunluk tahakkümû"ne çevirmesi, 27 mayıs devrimini hazırlayan temel etkenlerin başı- nda geleceıctır. Atatürk'ün ölümünden sonra Türkiye'de oldukça baskıcı bir "MiIB ŞeP dönemi yaşandı. An- cak o günlerin Avrupası'na baktığımız zaman, genellikle otoriter rejimlerin egemen ol- duklannı görüyoruz. Ve zaten Atatürk zamanında oluştunıla- mayan özgürlükçü demokrasi- nin, 2. Dünya Savaşı koşullan altında kuruknasıru beklemek de mümkün değildi. Savaş sonrasında ufak-tefek sancılarla da olsa, çok partili ya- şama geçildi. Türk Devrimi top- lumun en ufak hücrelerine kadar nüfuz etmişti ama, bu dönemde belirli çevrelere şirin görünmek arzusuyla, devrimden odün veril- meye başlandı. Demokrat Parti kuşkusuz Atatürkçü bir parti idi. Başta Ce- lal Bayar olmak üzere, kuru- culannın Atatûrk'e olan bağlı- lıklanndan ve Türk Devrimi'ne sahip çıkma duygulanndan kuş- ku duymak mümkün değildi. Ama daha önceki çok partiü ya- şam dencyimlennde görüJen şey burada da ortaya çıktı ve devrim karşıtı kimi güçler. Demokrat Par- ti'yi çevrelediler. Garip bir "intikam duygusu" içindeki DP de bir anlamda bunlan kucakiadı. 1961 Anayasası Türk demokrasisi için büyük bir asamadır. özgüriüklerin önündeki tüm engel- ler kaldınlmış ve demokrasiye büyük bir ivme ka- zandınlmıştır. Ancak "sosyal gefişme ekooomik gelişrnenin önüne geçinee", bu dengesizhk 12 Mart hükümet darbesini getirdi. özgürlükler budandı. 1970-1980 arası, bir yandan hızlı bir dönüşüm, bir yandan da bir sorunlar yumağıdır. Petrol şoku, Kıbns çıkarması. ambargo, terör vb. olaylar Tür- kiye'yi hızla 12 Eylül'e getirdi. 12 Eylül'de çok yanlış politikalar izlendi. Toplumdaki çaüşmalan engellemek umuduyla dine ve tarikatlara inanı- lmaz ödünler verildı. Hem de Atatürkçülük adı- na. Ve bunlann sonunda, hem Atarürkçülük ucuzlar ve anlam değiştirirken, hem de içinden çıkılması zor sorunlann tohumlan atılmış oldu. Bugün, o günlerde ekilenleri biçiyoruz. Mustafa Kemal'inegemenlikanlayışıvedemokrasi Dr. ALEV COŞKUN Egemenlik devlet kudretinin bir niteliğidir. fç hukukta en üstün siyasal kudreti, uluslararası hu- kukta ise, bağımsız bir gücü belirtir. Ortaçağda devletin varlığı mutlak krallıkta gö- rülmüştür. Devlet üe krallık aynı kişilikte birleş- mişti. Egemenlik, tek, asli, bölünmez hukuki bir kudret olan krala aitti. Fransız thtilali ve özellikle J.J. Rousseau'nun et- kisiyle, bu mutlak egemenlik görüşü yerini 'milli egemenlik' görüşüne bırakmıştır. Fransız fhtilali ile egemenüğin kaynağı gökten yere indirilmiştir; ilahi olmaktan çıkanlmış. insana ve akla ait bir kavrama dönüşmüştür. Mutlak iktidann, mutlak siyasal gücün kraldan millete intikaliyle 'milli ege- menlik' teorisi ortaya çıkmıştır. Eski Türklerde egemenliğin kökeni tanndan gelmektedir. Hunlar, kendi imparatoruna 'tannnın oğlu' derlerdi. Kutsal egemenlik hakkına sahip olup, mutlak ve sınırsız yetkilerle donatılmı- şlardı. Osmanlılar egemenliğin bir soyda, hükümdar aılesinın bir uzvunda toplanmasını, tannnın emri ile gerçekleştirildiği ınananda idiler. Bu durum. haüfeliğin kabulü ile değişmiştir. Eskiden han, ha- kan, hünkar, sultan, padişah gibi anılan Osmanh- lar, Hilafetin elde edilmesiyle, Yavuz Suttan Seöm'- den itibaren (1517) Peygamber'in yer yüzündeki vekili, tüm Müslümanlann ruhani reisi olan bir ki- şiliğe dönüşmüştür. Gerek kişiliği, gerek taç ve tahü, her türlü teca- vüzden uzak tutulan padişah, yetkilerinin gerçek sahibi ve onlann esas kaynağı olarak karşılanan Allah'a karşı sorumlu bulunmaktaydı. Devlet, teokratik bir nitelik taşımaktadır. Mustafa Kemal ve MUB Egemenlik Mustafa Kemal'ın çağın gidışini ve Fransız Ihti- lali'nin getirdiği gelişmeleri çok iyi özümlediğini anlıyoruz. Egemenliğin padişaha değil, kayıtsız şartsız ve doğrudan doğruya Türk milletine ait olduğu fıkn- ni Uk ortaya atan ve gerçekleştiren Atatürk olmuş- tur. Mustafa Kemal, bu konu ile ilgili ilk açık- lamasını, Samsun'dan, sadrazama gönderdiği 22 Mayıs 1919 tanhlı raporda belirtmiştir: "MiDet, milli hakûniyet esasını ve Türk milliyet- çfliğiııi kabul ermiştir. Bunun için çalışacakhr." Böylece ilk kez. milli egemenlik teorisi, resmi bir belgede dile getirilmekte, milli egemenlik millet için bir hedef olarak gösterilmektedir. Mustafa Kemal, bu raporu ile aslında , saltanata karşı gel- mektedir. 21-22 Hazıran 1919'- da ünlü Amasya Ta- mimi'nde 'Miltetin is- tiklalini yine milletin azim ve karan kurtara- caktır" diyordu. Bu ta- mim. tstanbul hükü- metine ve padişaha bir başkaldındır. Milli egemenlik ilkesınin ilk kez ortaya atıldığının vesikasıdır. 'Milli egemenlik il- kesi, Erzurum ve Sıvas kongrelerinin karar- lannda etkili oldu. Bu iki kongre "EgemenK- ğjn kayıtsız şartsız mil- lete ait" olduğu ku- ralının temel taşlannı oluşturmuştur. Erzurum Kongresi'- nde. Mısak-ı Mılli'nin (milli hudutlar) ilk to- humlan atılmıştır. tşte Erzurum Kong- resı'nde kabul edilen önemb ılkeler: • Milli hudutlar iceri- sinde vatan bir bütün- dür. Onun kısımları bir- birinden aynlamaz. •Milli bir hükümet kunılacaktır. • Kuvayi Milliy e'vi amil ve milli iradeyi (egemenliği) hakim kılmak esastır. Sıvas Kongresı tüm bu kavramlan onaylayan çok önemli bir kongredir. Artık seçilmiş bir temsil heveti de vardır. îngjliz Amirah Roberck'in Sıvas Kongresı'nden hemen sonra Londra'da Başbakan Lord Gurzon'a gönde rdiği rapor "millı egemenlik' kavramı açısı- ndan çok ilgınçtır. Amiral Roberck raporunda, Anadolu'da geliş- meye başlayan milli harekeun, millete dayanmış ol- masını, mıllı egemenliğine ve ileride bağımsız bir Cumhuriyefe yönelmiş olduğunu açıklamıştır. Şöyle diyor, Ingiliz Amiral: "Alınan bütün haberlere göre, milli hareket, Anadolu'da müstakil bir cumhuriyete doğru gelişmektedir... (İstanbul'daki) hükümetin emri artık \apılmaıtıaktadır." 23 Ekim 1920de Ankara'da Buyük Millet Mecli- si açıldı. Meclis yasama ve yürütme yetkılerinı ken- disınde topladı. Böylece adı açıklanmayan fakat "biçimi bakjmından ulusal egemenüğe dayanan Cumhuriyet niteliği taşı- yan yeni bir devlet kurul- muş ohıyordu". Atatürk bu durumu Nutuk'da da belirtmiş- tir "Efendiler, bu esaslara dayalı olan bir hüküme- tin anlamı açıktır. Böyle bir hükümet, milli ege- menlik esasana dayalı halk hükümetidir, Cum- huriyet'tir." Ulusal Kurtuluş Sa- vaşı zaferle sona ennce, Atatürk artık Cumhuri- yet'i ilan edebilirdi. 29 Ekim 1923'te, akşam saat 18.45'te Büyük Mil- let Meclisi orurumu açıldı. Anayasa değişık- liğine dair Ânayasa Ko- misyonu Başkanı Yunus Nadi Bey açıklamalarda bulundu. Sonunda Mec- lis "Türkiye devietinin hfikümet şeklinin Cum- huriyet" olmasına karar verdi. Saltanat ve halife- lik kaldınlmıştı. Cumhuriyetin kurul- masına kadar gecen süre içindeki aşamalan Ata- türk bir konuşmasında şöyle özetler "Devlet idaresini, Cumhuriyetten bahsetmeksi- zin, milli egemenlik esasları içerisinde, her an Cum- huriyete doğru yürüyen şekilde temerküz ettirmeğe çaüşıvorduk" demiştir. Eşi olmayan devrim 600 yıllık Saltanatın ve haüfeliğin kaldınlması, Türk tarihinde eşi olmayan en derin, en anlamlı devrimi ortaya koyuyordu. Böylece ımparatorluk dönemi kapanıyor. Türk milletinin tarihi başlıyor- du. Bugünlerde Atatürk'ün bu devrimleri yapar- ken. neden çoğulcu demokrasinin gereklerini yeri- ne getirmediği soruluyor. Atatürk çağdaşlaşma akımıru başlatmıştı ama, bunlan tek partiye daya- narak "diktatörce" yapmıştı. 1923 yılında tek par- tili demokrasiyi başlatmadığı için Atatürk zor- baymış.. faşist yöntemler u> gulayan bir zahmmiş. Bugünlerde baa kalemler bu fikırlen ılenye sü- rer oldular. Hem de solcu olduklanna bakmadan. şeriatçı- larla aym çizgiye düşerek bu olumsuzluğu sürdü- rüyorlar. 1923'lerin şartlannı hiç düşünmeden, ya da o günleri hiç irdelemeden sırf Atatûrk'e çatabilmek için bu yargıda bulunuyorlar. tlhan Selçuk bu gibi moda dönekler için onlan- da kırmadan şöyle yazdı. "Eski camlar bardak oidu, eski Marksist-Leni- nist -haydi dönek detneyelim- ruhsal yıkunuı en- kazında başka kuram ohıştunnaya çabahyor, ama bu kez devrim değil, demokrasi bahanesiyİe..." Bu gibilere en güzel cevabı günümüzün çok ünlü ve en yetkili siyaset bilimcisi, Maurice Du- vergerveriyor. Dilimize Prof.Ergun Özbudun gibi bir siyaset bilimcisi tarafından kazandmlan "Siyasi Parti- ler" adb yapıtında Duverger Tek Parti ve Demok- rasi bölümünde bu konulan irdeliyor. TekparticUik demokrasiyi tıkamadı Duverger: Tek partilenn genellikle totaliter partiler olduğunu, gerek felsefeleri gerek yapılan bakımından bu yargımn her ülke için geçerli ol- madığını söylüyor. Duverger'e göre "Bunun en iyi ömeğini 1923- 1946'y a kadar Türkiye'de tek parti olarak faaliyet göstermiş bulunan CHP sağlar." Mustafa Kemal'in devnmının özünün ve öde- vinin. "Orta Doğu uluslannm modemkşmeterini önleyen basbca engele, yani şeriatçdığa karşı möca- dele ederek Türkiye'yi batıülaştuınak olduğunu" belirtiyor. Duverger'e göre Atatürk'ün yarattığı Anayasa- da "Egemenlik kayıtsız şartsız utusundur" ilkesiyle faşist rejimlerde her gün rastlanan otorite söyle- minın yenni, Kemalist Türkiye'de demokrasi söy- lcmı almıştır. Bu da tam olarak siyasal demokrasi- nin ilkelerini içerrnektedir. Atatürk'ün liderliğindeki tek particilik, tekelci- liğe dayanarak liberal demokrasiyi tıkamamıştır. Hatta Mustafa Kemal sahip olduğu güçten ra- hatsızlık duymuştur. Çeşitli firsatlarla bu tekele son vermeğe çalışmıştır. Duverger'e göre "bu olgu tek başma bile derin bir anlam taşımaktadır". Hıtlcr Almanyasında ya da Mussolini İtalyası'nda böyle bir şey düşünüle- mezdi. 1924'de Terakki Perver Partisi'nin kuruluşu, 1930'da Fethi Okyar'm Serbest Fu-kası kurulmaa kayda değer gelişmeler olarak vurgulanmaktadır. Ilhan Selçuk'un yineleyerek yazdığı gibi aydı- nlanma felsefesini yok sayarak insanlık tarihi an- laşılamaz. Türkiye'nin geçirdiği evrelerde anlaşı- lamaz. Atatürk'ün aydınlık devrimi özümsen- mezse ne sosyalist olunabilir ne de demokrat...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle