Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 8 HAZİRAN 1990
Mektebe Başlanıa ve
Fergap
MELİH CEVDET ANDAY
Bugünkü yazıma Milli Eğitimimizin unutulmaz
adı rahmetli Hasan Âü Yücel'in tletişim Yayınlan
arasında yeni basılan "Geçtiğim Günlerden" adh
kitabın iki bölümünü alacağım:
"Mektebe Başlama
Babam bir perşembe günü beni aldı. Yolgecen
mektebine götürdü. Yaşım: 4. Tarih, XX. asnn ilk
yüı. Doğumumdan dört sene, dört ay geçmiş. Ço-
cuklar için bu yaşta okumaya başlamak sünnet-i
seniyye imiş. Kıyafetim: Nefti kadife ceket, kısa
pantolon. Başımda kırmızı fes. Kadife ceketin be-
yaz yakası altına geçmiş beyaz ipek kordonun ucun-
da bir dudük. Bu da sol yana cebime sokulu. Sağ
omuzumdan sol böğre doğru asılmış yeşil kadife
üstüne sarı sırma işlemeli bir cüz kesesi. (O zaman
çanta âdedi daha çıkmamıştı.)
Yolgeçen mektebi:
Beyazıt'tan aşağı inerken solda iki kanadı iki ya-
na açık bir kapı; kapının iç tarafında bir koca ka-
zan. Bunda koyun başlan kaynar. Suyu çorba, baş-
lar et yemeğı olarak satılırdı. Yaya kaldınmın bu
kısmı çorba içenlerle dolar, boşalırdı; hele sabah-
ları çöreotlu taze ekmekle bu kaynayan başın bir-
birine kanşan kokuları öyle iştah verici bir hava
yapardı ki, hiç aç olmadığım halde bir iki defa an-
neannemle Beyazıt'tan gelirken dayanamayıp bu
çorbadan içmiştim. Kâsesi 20 para, ekmek de 5 pa-
raydı.
Kapıdan girince Yolgeçen camisinin, şekilleri bir-
birine uymayan taşlardan kaldınnüı avlusu. Sol-
da bir tahta merdiven. Yukarı çıkınca camlı bir ka-
pı. Gürültüsûz bir çocuk kaJabaJığı. Hepsi yere
oturmuş. önlerinde küçük sıralar. Bu büyük oda-
nın tramvay caddesine çıkınülı bir cumba içerisin-
de üç gün önce gördüğüm hoca tsmail Efendi otu-
ruyordu. Babamı görünce olduğu yerde ayağa kalk-
tı. Onun bu hareketini görünce bütün çocuklar aya-
ga kalktılar. Babam önde, ben arkada hocaya doğ-
ru yöneldik. Selâmdan sonra tsmail Efendi, baba-
mı sedire buyur etti, bana karşısında mindere otur-
mamı söyledi. Büyük rahlenin önündeki mindere
oturdurn.
— Çıkar bakalım Âli Efendi cüzünü! dedi.
Elifba cüzüm, yaidızlı ve pek sevimli bir kitap-
tı. Aiındığı günden ona gönül bağJamıştım. Evde-
kilere içdndeki şekillerin ne olduğunu soruyordum.
Fakat hiçbiri, sanki ağız birliği etmişler, bana bir
şey söylemiyorlardı. Söylemiyorlardı, çünkü ağzı
hayırlı bir hocadan besmele demeden okumaya baş-
lamak yövümlü değilmiş...
Hoca tsmail Efendi_"Eûzü"yü çekip başladı:
O — Haydi oğlum Âli Efendi, benimle beraber
söyle: Bismillahirrr...
Ben — Bismillahir.
O — Rahmanirr...
Ben — Rahmanir.
O — Rahiimm!..
Ben — Rahim.
Bundan sonra, uzun yıllar ne demek olduğunu
öğrenemediğim "Rabbi yessir. Ve lâtuassir - Rab-
bi temmim -Bil hayır"ı da onun gibi tekrarladıra.
tsmail Efendi.
— Çıkar hilâlini! dedi.
Anneannemin hediye aldığı gümüş hilâli çıkar-
dım. Bu, diş kanştıracak âlete benzemiyordu. Ho-
carun elinde ufarak bir değnek vardı, bende de gü-
müş hilâl. Artık alfabeye başlamıştı. Hoca, harf-
leri değneğin sivri ucuyla gösteriyordu, ben de elim-
deki hilâl ile onu takip ediyordum. Üç kere "elif-
ten "lâmelif ye"ye kadar okuttu. Anlamadığım ke-
limelerle (ilim, âlim, âmil gibi) dua gibi bir şeyler
söyledi. Babam ayağa kalktı, "Evlât sizindir, efendi
hazretleri!.." dedi ve benim yüzüme bile bakma-
dan yürttyüp gitti.
Tanımadığım bu kalabalık içerisinde, yapayal-
nız kalmıştım. Okumaya başlama töreni sırasında
çok ciddi duran hocamın Yeşiltulumba kahvesin-
de gördüğüm gûleç yüzü yeniden canlandı. Beni ye-
rimden kaldırdı, bizimkilerin evvelden gönderdiği
güzel minderin üstüne oturttu. önttmde de küçük
bir rahle vardı.
— Haydi bakalım, bugünkü dersine çahş!.. de-
di ve dershaneden dışarı çıktı.
Yaldız çerçeveli kareler içine basümış harflere
bönbön bakıyorum. "Elir1
, "be"yi ve en sonda-
ki "ye"yi unutmamıştım. Fakat geri küsurunun ad-
lan hiç hatırımda kalmamıştı. Bunlan nasıl ögre-
neceğimi düşünüp ne güç bir işe başladığımı sıkın-
tı ile kafamdan geçirirken smıfta bir kığjştı oldu.
Camlı kapı ardına kadar açümış, tepsilerle lokma
geliyordu: Kapı yanında oturan genç, şaşı gözlü
moUa (bu, kalfarruz hafız Recep'ti), çocuklan onar
onar tepsilerin başına oturttu. Beni de kendi otur-
duğu tepsiye aldı. Çocuklar elleriyle lokmalan öy-
le kapışıyorlardı ki, bir kere bile bu tepeleme kon-
muş, altın sarısı saray lokmasına elimi uzatmaya
cesaret edemedim. Bizim kalfa da dahil, hiç kimse
başkasına dikkat edecek halde değildi. Şaştım kal-
dım, kısa bir zaman içinde tepsilerde lokmadan eser
kalmamıştı. Eller, ağızlar, üstler başlar vıcık vıcık
tatlı içerisinde idi.
Hafız Recep, odaya gürültüyü bastınr, sıtma gör-
memiş bir sesle bağırdı:
— Dizilin buraya!.. Küçüklerde en küçük bir çıt
yokru. Kalfa, cebinden bir kırmızı kese çıkardı, baş-
tan başladı, çocuklara para veriyordu. Yanımda-
kine sıra geldiği vakit baktım, çil bir ikilik. Beni
atladı, alt tarafundakine verdi ve devam etti. Bu
da bitince kısa bir dua etti. Bunda babamın ve öl-
müşlerimizin adı geçiyordu. Her lâf sonunda ço-
cuklar "Amin" diye bağırıyorlardı. Mektebe baş-
larken bu Amin töreni yolda bütün çocuklar tabur
halinde yürüyerek ve en önde yeni talebenin rahle-
si ve minderi kalfa tarafından taşınarak yapılırdı.
Babam, böyle gösterişli şeyleri sevmediği için bi-
zimki mektep içinde yapılmıştı.
Hafız Recep, "Haydi bugün yarım âzad, dağı-
hn çocuklar!" diye bağırınca bu sessiz yumurcak-
lar toplulugu, fırtınaya tutulan ağaçlar gibi birbiri
üstüne yığılarak kapıdan çıkıyor; merdivenlerdeki
ayak gürültüsü, gök gürlemesi gibi dershaneyi in-
letiyordu.
Ben ne yapacaktun?
Hafız Recep, "Cüz keseni al, biz seninle bera-
ber eve gideceğiz." dediği zaman yüreğime su ser-
pilmişti. Eve gelip kapıdan içeri girince bütün hâ-
ne halkım taşlıkta birikmiş buldum. Annem, an-
neannem, dadılar, uşaklar, hizmetçiler bana sarı-
lıp sarıhp öpüyorlar, "aman maşallah, nasıl da
misk gibi mektep kokuyor" diyorlardı.
Fergap, Fesimi Kap...
Kış aylan hep elifbe cüzünün içinde geçmişti.
Arap harfleri toptan "sessiz harr' muamelesi gö-
rüyorlardı. Hareke denilen küçük işaretlerle bu ses-
siz harfler seslendiriliyordu. Okutuluş tarzı şöyley-
di:
— Elif ustün e, elif esre i, elif ötre ü. Be üstün
be, be esre bi, be ötre bü. Te üstün te, te esre ti,
te ötre tü. Se üstün se, se esre si, se ötre sü...
Sonra "tenvin" dedikleri "iki üstün, iki esre, iki
ötre" geliyordu. O zaman harfler şöyle oku-
nuyordu:
— Ben, in, ün; ben, bin, bün; ten, tin, tün...
Daha sonra sessiz olarak öğretilen harflerden
dördü, bir de "imlâ harfleri" olarak "elif, vav, he,
ye" şeklinde gösteriliyordu. Harflerin gerek hare-
ke ile, gerek imlâ harfleri denilen seslilerle birbir-
lerine bağlanmaları öğretilirdi. Asıl güçlüklerden
biri sağdan yazılan Arap harflerinin başta, ortada
ve sonda aldıkları muhtelif biçimlerin hep ayrı ay-
n olması idi. Ne heceler, ne kelimeler, bizde en kü-
çük bir bağlama yapmağa ve kendi dilimizde kul-
landığımız herhangi bir sese benzetip birini bu yolda
hatırda tutmağa imkân vermiyordu.
Elifbe bittikten sonra "Âmme" cüzünü okumaga
başladık. Bu ne zor şeydi. Allahım! Arapca bilsey-
dik, yahut Arap çocuğu olsaydık iş, yan yarıya ko-
laylaşacaktı. Bu takdirde bütün bir şekil ve işaret
olarak okuduğumuz bir kelimenin neye delâlet et-
tiğini bilince onun hayaliyle kelimenin görünüşü
birbirini çekebilecekler ve kelimenin okunuşu ko-
layca hatırlanabilecekti. Fakat bizim için buna im-
kân tamamiyle kapalıydı. Bir taraftan öğretme usu-
lünün iptidailiği, diğer taraftan ne yaptığjmızı, ne
okuduğumuzu hiçbir suretle bilmeyişimiz, küçük
yaşta zekâmızı ezmek, şuurumuzu karartmak için
kâfı sebeplerdi.
O eski günleri ve halleri düşünüyorum da Türk
çocuğundaki zekânın bu basınç altında perişan ol-
mamak için yaptığı mukavemete hayran olmamak
elimden gelmiyor. Normal bir çocuic böyle sakim,
verimsiz bir usulle ne kadar kolay aptal olabilirdi.
Elifbeyi bitirdikten sonra "Okuma" kitabı olarak
doğrudan doğruya Kur'an'ı çocuk eline vermek, ne
hesapsız bir hareketti? Çünkü Kur'an, Allah kelâ-
mıdır. Arap dil ve edebiyatının en yüksek ve ilâhî
şah-eseridir. O dili hiç bilmeyen küçük bir çocuğa
bilmediğd o dilin en yüksek ve en güç bir kitabını,
ilk "kıraat" olarak vermekte ne dince, ne dünya-
ca bir isabet düşünülebilir mi?
Bu mantıksız, mânâsız hale o kadar alışılmıştı
ki, hiç kimse "gık" demeden uzun asırlar böyle sü-
rüp gitmişti. Fakat yirminci asnn ilk çeyregı sonun-
da bile Türk milletinin ancak binde biri okuyup ya-
zabüiyordu. Arta kalanı cahildi, Arap harfı ve Arap
dili ile okuma işi, her yiğidin yiyebileceği yoğurt-
lardan değildi. Anadolu çocuklarından medreseye
gelenler, sakallan, kırlaşıp kırk, kırk beş yaşma ge-
lir de henüz icâzet (diploma) alamazlardı. Arapça
metinleri okuyabildikleri halde çoğunun Türkçe
okumalan gayet zayıftı. Yazmak, pek azına nasip
olan bir maharetti. milletimizin hâlâ en az okuyan
topluluklar arasında kalmasının en mühim sebebi,
bu tarz öğretimdir. Garph milletler, koydukları gü-
zel usullerle iki üç senede, lise derecesine varmış
yaşta ve baştaki gençlere bir kelime Arapça bilme-
dikleri halde bu dili pek güzel öğretmektedirler. Ne
yazık ki, aradan yanm asır gectiği halde bugün
memleketimizde din adına bizim uğradığımız güç-
lüklere bugunün Türk yavrulan da cayır cayır mah-
kûm edilmektedirler. Makûl ohnayan hiçbir şey dinî
değildir. Çünkü Müslumanhk aklın muhafazası ve
gelişmesi için en şaşmaz esaslan koyan ve isteyen
bir dindir. öğretim hususunda akla uymayan bir
yolu onun istediğini kirn iddia edebilir?
- Vah zavallı Türk çocuğu; senin cahil ellerden
kurtulman için elli yıl bile kâfi değilmiş!..
Biz döneüm hikâyemize.
Artık ben sûreleri sökmüş, Fergap'a gelmiştim.
Mahalle mektepleri, ders yıhnın başı ve sonu ol-
mayarak "devr-i dâim" şeklinde sürüp gittiği için
her okuyucu, tek olarak ders ahr, ders verirdi, Top-
lu sınıf öğretimi yoktu. Elimdeki cüzün son sûre-
lerinden biri olan Fergap'a kendi başıma gelmiş-
tim. Bana mektep arkadaşlarım söylemişlerdi ama
tamamiyle unutmuştum; Fergap'a gelince talebe-
nin fesini kaparlarmış ve çocuğun ailesinden bah-
şiş aldıktan sonra fesi geri verirlermiş.
tsmail Efendinin önunde "Elem meşrahleke" sû-
resirü okuyordum. Ben "Ve ilâ Rabbike Fergap"
deyince başımdan fesimi biri kaptı. Birdenbire ne
olduğunu şaşırdım. Bütün çocuklar da hep bir ağız-
dan bir şeyler bağınyorlardı. Büsbütün afallamış-
tım. Hocam, ilk defa "Bak okumayı öğrendin, bu-
raya kadar geldin. Bundan sonra kolayca istediği-
ni okuyacaksın" gibi sözler söyler ve ben de bun-
ların mânâsını düşünrneye koyulurken açık, fessiz
başıma birden bire bir şey geçirdiler. Şaşkınlığıra
büsbütün artmıştı.
Beni Recep Kalfa gelip hocamın önünden kal-
dırdı. Başıma geçirdikleri koskoca şey, cüz kesesi
idi. Fesim de kalfanın elinde idi. Bu halde sokağa
çıktık. Utana utana Lânga'daki evimize kadar gel-
dik. Bir an önce ben içeri girraek istedim, kalfa bı-
rakmadı. Mustafa lalaya "Hammefendi"ye haber
vermesini söyledi. Ailemizin büyüğü olan annean-
nem aşağıya indi. Başımdan cüz kesesini çıkardı,
kalfadan fesimi alıp giydirdi. Kalfanın ihtarı üze-
rine elini öptüm, o da beni öptü. Recep Kalfa ka-
pının önünden gitmiyordu. Anneannem iğreti döv-
şürülmüş bir ipekli mendil uzattı, teşekkür etti ve
ancak ondan sonra kapıyı kapadı ve gitti. öğren-
dim ki anneannem bu mendilin ucuna yarım Os-
manlı alunı bağlamış.
Bu gelenek esasında güzel bir şeydi. Fakat sene-
ler senesi bunun ne olduğunu anlayamamıştım. Sor-
duğum çok olmuştu, fakat kimse de bana anlat-
mamıştı. Halbuki yine kendim kendi gayretimle
— Kur'an'ın tercümesini okurken— bunun se-
bebini bulmuştum. Bu sûre, Hz. Muhammed'e ko- '
laylık üzerine, her halde onun sıkıntılı bir anında
inmişti. Okuma gibi güç bir işi başaran çocuğa bu-
nu okutarak Allah 'ın ve Peygamberinin yardımı
ona hatırlatmak isteniyordu. Ne mânalı bir anla-
yış ve anlatış; fakat anlayıp anlatmak şartıyla...
Şimdi, size o sûrenin Türkçesini vereyim, okuyun
da bakın.
' Açıp ferahlatmadık mı senin bagnru? Arkam çö-
kerten yükünü indirmedik mi? Senin adını yükselt-
medik mi? Demek zorlukla beraber kolaylık da var-
dır. Evet, kolaylık da vardır zorlukla... O halde boş
kaldığın vakit yeniden yorulasın. Ancak Allah'ı-
na rağbet edesin!'"
ARADABIR
Prof. Dr. COŞKlffl ÖZDEMİR
27 Mayıs ve DP İktidan...27 Mayıs devriminin üzerinden 30 yıl geçti. Geçmişi doğru ve
sağlıktı bir şekilde değeıiencfırmek bugünümüz ve yarınımtz için
büyük önem taşıyor. Onu, 12 Mart ve 12 Eylül ile eşdeğerlı as-
keri bir darbe olarak yonjmlayan va karalayanların yanı sıra, onun
12 Mart'la Eylül'den ayrılması gerektiğıni ileri sürenler de ağır-
lıkta. 27 Mayısçıların temsılcisi sayabıleceğimız yazarların, dü-
şünürlerin görüşlerini Cumhuriyet Gazetesi'nin 27 Mayıs ve onu
izleyen sayılarında doyurucu biçimde okuduk.
Biz burada 27 Mayıs'ta devrilen DP iktidan ile ilgili anılarımı-
zın küçük bir kısmını dile getirmeyi, özellikle o günleri yasama-
mış olanlar için yararlı buluyoruz. Söz konusu edeceklerimiz biz-
ce unutulmaması gereken ders alınması gereken anılar ve olay- -
lardır.
14 mayıs, Türk ulusu için bir dönüm noktası idi, bir asama idi.
Demokrasinin, halk istencinin zaferi idi 14 mayıs. Oahası, bü-
yük bir umuttu. Demokrasıye, özgürlüğe, aydınlığa açılış umu-
du... Demokrat Partı için kuşkusuz lehte, aleyhte pek çok şey
söylenebilır. Bunlan destekleyecek kanıtlar ileri sürülebılir. DP'yi
tutanları, sevenleri, övenleri ve hele hele iktıdardan devrılenle-
(Arkası 19.Sayfada)
AINMA
26.05.1990 tarihinde kaybettiğimiz
YİĞİT KESİM'İ
karne günümüzde hasret ve sevgi ile anıyoruz.
ÖZEL ORTADOĞU İLKOKULU 4/D SENIFI
ÖĞRETMEN VE ARKADAŞLARI
DUYURU
Kooperatifimizin 13 ve 15 Haziran 1990 günleri yapılacak TİP
tespıtı kura çekimi için ortaklarımıza broşûrle birlikte mektup
gönderilmıştir.
iadeli taahhCrtlû olarak gOnderilen mektupları alamamış olan
ortaklarımızın en geç 11 Haziran 1990 Pazartesi günü saat
12.00'ye kadar kooperatıf merkezine başvurmalarını önemle
rica ederiz.
S.S. GAZETECİLER
KONUT YAPI KOOPERATİFİ
BAŞKANLIĞI
TEŞEKKÜR
Biricik oğlumuz
OKTftY ULUÇ AYGEVm
zamanında teşhisini koyup amelivatını başan ile
gerçekleştiren Hacettepe IJniversitesi Çocuk Hastane
Topraks-Kalp ve Dunar Cerrahisi'nden
Prof. Dr. YÜKSEL BOZER'e,
Doç. Dr. AHMET HAriPOĞUTna,
^rd. Doç. Dr. REA DOĞAıVa,
Dr. ETHEM YÜCEKAYA'ya
ve
33. Bölüm'de görevli hemşire ve diğer görevlilere candan
teşekkürü bir borç biliriz.
ŞAHVER.NEOOİ AYGEV
BABAM NURUIJJVH AIAÇ
Meral ToUuoglu
Çağdas Yayınlan Türkocağı
Cad. 39-41 Cağaloğlu-lstanbuı
PENCERE
•••
Yüreğinde 'insan sevgisi' yeşermiş bir iranlı okurumdan uzun
bir mektup aldım...
insan sevgisi ne demek?
Ömer Hayyam'm bir dörtlüğünde (rubaısınde) insanlığa dönük
tümel sevgi, zamanına göre büyük incelikle dile getırilmiş:
Tann gibi gökyüzüne uzanabilseydim
Canına okurdum şu feleğin, canına!..
Bir dünya kurardım, gönlümce, yepyenif
Ey insan, derdim, ey insan,
Dile benden ne dilersen...
İranlı okurumun gönlünde insan sevgisi yeşermiş; ama bilgi
ve bilinç temelinden yükselmiş bir sevgi bu; dünyanın bütün en-
lem ve boylamlarıyla biriikte dört ikliminden gelen 'aydınlık' rüz-
gârlarına yabancı değij okurum ve ne yazık ki Türkiye'de yaşa-
dtğı beş yıldan sonra iran'a dönmek zorunda...
Nasıl bir iran'a?
Okurum mektubunda bir öyküyle güncel İran'ı anlatıyor:
"Dwrim Muhafızlan ortalıkta kol gezerken bir sarhoşu yakala-
mışlar. Adam öyiesine içmiş ki 'hoh' dedi mi alkoiün yalazı çevre-
ye yayılıyor; ama kendini bilen bir sarhos ki ne ona sataşıyor, ne
buna yan bakıyor; içkinin deminı sürüyor, dünyayı buluOann ûs-
tünden seyrediyor muhabbetie...
Devrim Muhafızlan sarhoşu yakalayıp önlerine katmışlar:
— Yûrü!..
— Nereye?..
— Molla'ya...
Sarhoş, Molla'nın huzuruna, daha başka deyişle mahkemeye
çıkanlnvş. MoUa Efendi küplere binmis, saptadığı cezayı bikür-
miş:
— Şehrin meydanında suçluya 60 kırbaç vurulacak...
Sarhoşu meydana götürüp yere yıkmışlar, pantolonunu dizlen-
ne indirmişler, kıçını kırbaçlamaya başlamışlar; halk, toplanmtş
seyrediyor...
— Cezanın infazını izleyen Molla Efendi kalabalığa dönmüş:
— Ey ahali demiş, ey Müslümanlar!.. Her kim ki bu kâfire bir
kırbaç vunır, cennete gidecektir...
Çevredekiler sarhoşu kırbaçlamak için kuyruğa girerter. İş bit-
tikten sonra sartnş ayağa kalkar, kıçını Molla'ya ve kalabalığa çe-
virerek bağınr:
— Cennete başka gidecek yok mu? Eğer yoksa pantolonumu
giymek isttyorum.
iranlı okurum diyor ki:
"Anlattığım olay fıkra değil gerçek yaşamımızdır; islam Cum-
huriyeO'ndeki düzeni simgeliyor. Ve ben yann 1300 yıl geriye git-
mek için zaman tüneline gireceğim; çünkü Türkiye'den aynlıyo-
rum, Tahrarfa uçacağım..."
Çağdaş dünyayı tanıyan, insan hakları ve temel özgürlüklerin
anlamım bilen bir kimse şeriatın egemenleştiği bir düzende ya-
şayabılir mi?
Arap yanmadasındaki şeyhlik ve krallıklardan bu konuda yük-
selen yakınmalar cılızdır; çünkü o toplumlar daha önce bir baş-
ka düzen görüp tanımadılar. iran ise daha değişik bir süreç ya-
şıyor; kornşumuzda vaktiyle komünist TUDEH Partisi bile örgüt-
lenmişti. İranlı aydınların yaşadığı kara dram, tarihte çok rastla-
nır türden değildir; Humeyni rejimini eskiden rûyalarında gör-
seler inanamazlardı...
İkide bir "Türkiye ne iran'dır; ne de Suudi Arabistan'dır" diyo-
ruz. Ancak dinsel bağnazlığa devlet eliyle yatırım bu hızla sü-
rerse ve eğitimde şeriatçılık temeli yaygınlaşırsa sonumuz iyi go-
rünmûyor.
Evet, hepimizin bildiği tümceleri kendi kendimizi teseJli eder-
cesine yineliyoruz:
— Türkiye, Suudi Arabistan değildir... *
— Türkiye, İran değildir...
Hiç kuşkusuz öytedir; zaten bu iki ülkenin rejimleri de birbi-
rinden değişik boyutlar içerir; eğer ülkemizde şeriatçılar iktidan
eto geçirirlerse, kurulacak düzen ne Suudi Arabistan, ne de İrarV
dakine benzeyecek...
"Alla Turca" olacak... ı ,.,.*-h-,t?"'-'• •.,;
İranlı okurum diyor ki:
— Sizbu mektubu okurken ben zaman tüneline girip 1300 yıl
geriye doğru uçmus olacağım...
Abartıyor mu?..
Bilmem ki?.. İran'da gökdelen, köprü, otomotiv endüstrisi, ban-
ka, çek, bono, ticaret vb. var; ama zaman tünelinin karanlığını
oluşturan ne?.. Bizim devlet eliyle milli eğitimde çocuklarımızın
kafasına akıtmaya çalıştığımız şeriat sımyası değil mi?
CİMİTLER SERAMİK HEYKEL
Sürekli sergi ve öğreti
İcadiye Cad. 86 Kuzguncuk-İSTANBUL
Tel 342 36 32 (iş)
3430252(ev)P.K 5Kuzguncuk
Yaz Türlüsü Elmalı Kereviz.
Karnıyank Taze Fasulye
Pilıç Kızartma. Domates, Biber,
Pathcan, Patates Tava.
Terbiyeli Enginar Çorbası. Taze
Bezelyelt Çorba. Domates Çorbası.
Kelal Izgara. Kağıtta
Alabalık. Hamsi Buğulama.
Yeşil Salata. Mevsim Salata.
Garnitürlü Yaz Salatası.
Sebzeler
çiçek gibi !
Kızartmalar
çiçek gibi!
Çorbalar
çiçek gibi!
Bahklar
çiçek gibi!
Salatalar
çiçek gibi!
Bugünlerde mutfaklarda
her şey 'çiçek'gibi...
Paksoy Çiçek açıldı, mutfaklar'çiçek'lendi...
Bugünlerde kadınların yüzlerinde süller açıyor!
Bugünlerde sağlıklı camda, sağhklı ayçiçek yağı
Paksoy Çiçek alınıyor.
Bugünlerde güzel, lezzetli, sağlıklı ve hafif
yemekler yapmayı, yemeyi özleyenlerin mutfaklarından
Paksoy Çiçek eksik olmuyor.
PAKSOY T!C\RIT vc SANAYI .VŞ Adana (71) 21 07 63 (5 hal)
Bugünlerde plastik şişelerde ayçiçek yağı alıp,
cam kavanoza boşaltma derdi yok. Sağlıklı camda,
sağlıklı ayçiçek yağı Paksoy Çiçek var.
Bugünlerde yemekler, kızartmalar, çorbalar, bahklar,
salatalar'çiçek'gibi...
Bugünlerde mutfakla aranız nasıl?
IMSOY
İF» r F rll
r* 1
VİÇGK
Sağlıklı camda
sağlıklı ayçiçek yağı