Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
14 H. Miray VURMAY TUSAM Ortadoğu Araştırmaları Masası mvurmay@tusam.net luslararası arenada, özellikle bölgesel sistem içerisinde kendini yeniden konumlama çabası içerisinde olan Suriye, iç politikada da yeni adımlar atma çabası içerisinde. Haziran 2000’de ülkenin 30 yıllık lideri Hafız Esad’ın ölümünden sonra her ne kadar "Esad Hanedanlığı"nın ikinci temsilcisi oğul Beşşar Esad ile yola devam edilse de yani görece statüko korunmuş olsa da aradan geçen 7 yıl zarfında hem küresel hem de bölgesel konjonktür öyle baş döndürücü bir hızla değişti ki Hafız Esad’ın yıllarca adeta bir fanus içerisinde dünyadan izole bir şekilde yönettiği Suriye’si bile ağır aksak da olsa değişime kapılarını aralamak durumunda kaldı. Hatta İngiltere’de yaşamış, Batı tarzı eğitim almış genç bir doktor olarak ülkesine dönen ve babasının tahtına oturan Beşşar Esad’ın Suriye’nin çehresini değiştirebileceğine dair ciddi anlamda umut ışıkları belirmişti. Ancak ne zamanki takvim yaprakları 2003’ün Mart’ını gösterdiğinde ABD Irak’ı işgal etti ve dünyaya "ya bizdensiniz ya onlardan" ifadesi ile hodri meydan dedi, işte o vakit Suriye "onlardan" saflarına katıldı ve zaten Hizbullah ve Hamas ile olan sıkı ilişkileri nedeni ile "şer ekseni" içerisinde kabul edilen Suriye, 11 Eylül sonrası oluşan küresel ve bunun yansıması olan bölgesel sistemde "radikal kanat"ta yer aldı. Irak’taki işgal derinleştikçe "radikal kanat" yükselmeye ve bu kanat içerisinde de şüphesiz ki İran baş rolü oynamaya başladı. Suriye’de giderek bir çok anlamda güçlenen İran ile birlikte hareket etme noktasına geldi. Ancak İran, Suriye’nin kağıt üzerinde savaş durumunda olduğu ve 40 yıldır Golan Tepeleri’ni işgal altında tutan ve sadece bu nedenlerden bile halen Suriye’nin tehdit algılamalarında liste başı olan İsrail’in olası saldırısına karşı Suriye’ye arkandayım diyerek "güvence" veriyor olsa da Suriye kendisini yüzde 100 güvende hissetmiyor. İşte bu noktada Suriye Esad’ın siyasi mirası olarak nitelendirilebilecek olan pragmatizme (faydacılık) sarılma ihtiyacı duyuyor ve mevcut ve kısa erimli tüm politikalarını pragmatizm düsturu üzerine kurmaya gayret gösteriyor. Zira Suriye buna büyük oranda mecbur. Çünkü ne istikrarlı bir ekonomisi ne de modernize edilmiş caydırıcı bir askeri gücü var. Aynı şekilde her ne kadar kendi içerisinde bir istikrar barındırsa ülkede yarım ‘Direnmek’ ya da ‘yaşam dilenmek’… C S TRATEJİ etmiyor. Şam yönetiminin bu bağlamda dolaylı yollardan da olsa ABD ile ve hatta İsrail ile dahi görüşmelere başladığı ifade ediliyor. Öyle ki Suriye, "onlardan" safında olmasına rağmen, ABD’nin "bizden" safındakilerle birlikte İsrailFilistin Barışı için düzenlediği Annapolis Toplantısı’na katılmaktan geri durmadı. Ama Suriye heyeti Annapolis’ten döner dönmez soluğu Tahran’da aldı. Suriye her ne kadar yukarıda ifade edildiği gibi Tahran’ın desteğine gözü kapalı bir şekilde tamah etmese de İran’ın desteğini kaybetmeyi de asla göze alabilecek durumda değil. Yani Suriye "ne yardan ne serden" misali ne İran’dan vazgeçebilecek bir pozisyonda ne de dümeni tamamen Tahran’a kilitleyebilecek durumda. Dengesini arayan Suriye’nin bu yoldaki bir diğer rotası da şüphesiz ki İsrail. 2007 yılı boyunca Türkiye arabuluculuğunda "Suriyeİsrail gizli barış görüşmeleri yapıldığı haberleri İsrail gazetelerinden eksik olmazken yine ŞamTel Aviv hattında Eylül ayında yaşanan İsrail’in sınır ihlalleri ve karşılıklı olarak verilen askeri gözdağları ile birden bire yeni(den) savaş çanları duyulmaya başladı. Şu an için her ne kadar sular durgun gözükse de ibreler o kadar kararsız ki, önümüzdeki dönem için ne savaşı ne de barışı gösterebiliyor. Hani bir kavram vardır ya cennet ve cehennem arasında sıkışmışlığı ifade eder "A’raf", işte Suriye ve İsrail ilişkileri tam da burada yani A’raf ’ta sıkışıp kalmış gözüküyor. Düşünsenize bir, İsrail’in en büyük iki tehdit unsuru Hizbullah ve Hamas’a destek veren hatta ev sahipliği yapan yine İsrail’in kabusu haline gelmiş İran ile dirsek teması içerisinde olan bir Suriye diğer yandan da her şeye rağmen, 40 yıllık kalp ağrısı, Hafız Esad’ın vasiyeti olarak görülen Golan’ın geri alınması pahasına İsrail ile gizli de olsa barış görüşmeleri yapan, ya da en azından barış kapısını tamamen kapatmak istemeyen bir Suriye… Aynı çelişki İsrail için de geçerli. Suriye ile barış görüşmeleri yapıldığını gazete sütunlarından eksik etmeyen, sürekli söz konusu haberi canlı ve sıcak tutma çabası içerisinde olan hatta zaman zaman Suriye’yi resmi ağızlardan "şartsız barış masası"na davet eden İsrail ile nükleer tesis inşaatı yapıldığı gerekçesi ile Suriye topraklarını bombalayan, hava sınırını ihlal ederek Suriye’nin yeni hava savunma sistemlerini test eden ve bu nedenlerle barıştan bahsederken yeni bir savaşa davetiye çıkaran İsrail aynı İsrail… U Suriye denge arıyor Uzun süredir ABD’nin ‘ötekiler’ listesinde bulunan Suriye, denge arıyor. Bir yandan İran ile ilişkilerini koparmak istemezken, diğer yandan el altından İsrail ile görüştüğü iddia ediliyor. ABD’nin düzenlediği Annapolis Zirvesi’ne katılarak, sistemler bir şekilde uyumlanmaya çalışıyor. yüzyıldır iktidarı elinde bulunduran Baas rejimi her daim olduğu gibi bugün de kendisini tehlikede hissediyor. Hele ki Bush yönetiminin rejime yönelik açık tehditleri varken Suriye’de rejimin bekası meselesi her şekilde gündemin üst sıralarında yer alabiliyor. BİR KOLTUKTA ÇOK KARPUZ Velhasıl sadece bu iki örnekte bile açıkça görüldüğü üzere Suriye kendi çıkarlarını gözeterek kurguladığı "kişisel çıkar dengesi"ni oluşturmanın peşinde. Zira bu şartlar altında Suriye’nin tek parça bir şekilde, mevcut rejimi ve yönetimi ile ayakta kalabilmesinin tek yolu bu. Aksi taktirde ya İran gibi olmaya çalışacak yani sertleşecek, ABD’ye, İsrail’e hatta belki de topyekun bir şekilde Batı’ya meydan okuyacak ki buna muktedir olup olmadığı son derece tartışmalı ya da Libya misali yelkenleri suya indirip sistem ile dost olup yaşamak pahasına kendi rızası ile rejimin yavaş yavaş erimesine göz yummuş olacak. Zaten son dönemde Suriye’de süregelen tartışmalardan biri de bu. Sisteme "direnmek" ve sistemden yaşama şansı "dilenmek" arasında gidip gelen Suriye, işte bu medcezirleri aşmak için dengesini arıyor. Başka bir deyişle Suriye bir koltuğa birden çok karpuz sığdırmaya çalışıyor. NE YARDAN NE SERDEN Her geçen gün sarsıcı bir şekilde değişme eğilimleri gösteren konjonktür bakraç salınımları yaptıkça Suriye de, oluşan ya da oluşması muhtemel olan yeni dinamiklere göre kendisini konumlamaya çalışıyor. Dahası birbiri ile zıt görünen hatta çelişen adımları bir arada atmaya çalışıyor. Suriye, her şeyden önce bölgesel sistem icabı İran ile olan ilişkilerini hep sıcak tutmaya çalışıyor. Ama bir yandan da diğer alternatiflere uzanmayı ihmal Esad