22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Demokrasi Üzerine Bir Çift Söz Çağdaş demokrasi kapitalizmin ürünüdür, çoğu kez sanıldığı ya da gösterilmek istendiği gibi yalnızca siyaseti değil, yaşamın tüm alanlarını kapsar. Çalışma yaşamı, sosyal yaşam, kültürel yaşam vb alanlardan birinde dahi olmaması/işlememesi durumunda o ülkede çağdaş demokrasinin varlığından söz etmek doğru değildir. Demokrasi ile yine kapitalizmin bir ürünü olan liberalizmi birbirine karıştırmamak gerekir. Liberalizm, kapitalizmin doğuşu ile birlikte ortaya çıkan burjuvazinin geliştirdiği bir ideolojidir; ilk çıkış döneminde gelişmekte olan burjuvazinin çıkarları doğrultusunda salt ekonomik alanla sınırlıyken aynı dönemde kendisi için bir sınıf olma yolunda bilinçlenen işçi sınıfının savaşımlarına bağlı olarak ‘insan hakları’, ‘yurttaş hakları’ gibi içerikler kazanmıştır. Bir başka deyişle ‘özgür işgücü’ gereksinimi nedeniyle bu içerikler burjuvazi tarafından benimsenmiştir. Çağdaş demokrasi ise kapitalizmin ilk döneminde feodalizme ve mutlakiyetçi monarşilere karşı verdiği savaşımda burjuvazinin yanında yer alan, kendisi için bir sınıf olduğunun bilincine vardıktan sonra ise ‘yaşamın her alanında demokrasi’ istemiyle burjuvazinin karşısına dikilen işçi sınıfının eseridir. Yukarıda söylediklerimiz Marksizmin kurucuları Karl Marx ve Friedrich Engels’in Batı toplumlarının gelişmesine ilişkin ortaya koydukları değerlendirmeler çerçevesinde geçerlidir. Türkiye, bu gelişme aşamalarını/süreçlerini yaşamamıştır. Bir merkezi-feodal devlet olan Osmanlı İmparatorluğu ülkedeki kapitalist gelişmeye bağlı olarak gelişen burjuvazi ve ona destek veren işçi sınıfı tarafından değil, emperyalist işgal altındaki toprakları kurtarmak ve yeni bir devlet kurmak yoluyla yola çıkan bir avuç kurtuluşçu asker-sivil küçük burjuva kadronun öncülüğünde ortadan kalkmıştır. Türkiye Cumhuriyeti baştaki devrimci aydınların tüm çabalarına karşın feodalizmden arındırılamamış, iktidar kadroları uzun yıllar Şeyh Sait, Ağrı, Dersim vb gibi konumlarından ödün vermek istemeyen Doğu’nun feodal güçlerinin başlattıkları isyanlarla baş etmek zorunda kalmışlardır. Feodalizmin tasfiyesini öngören bir toprak reformu bugüne kadar yapılamamıştır. Dolayısıyla Türkiye günümüzde de feodal üretim ilişkilerinin yer yer egemen olduğu, Orta Anadolu örneğinde somut olarak görüleceği gibi kapitalistleşen altyapının feodal üstyapı kurumlarını koruyarak geliştiği, birbirlerini karşılıklı besledikleri bir ülkedir. Bu koşullarda Türkiye’de evrensel kabul gören anlamıyla bir demokrasinin varlığını düşünmek güçtür, çünkü salt parlamenter seçim sisteminin varlığı bir ülkenin demokrat olduğu anlamına gelmemektedir. Bugün ülkemizde milyonlarca yurttaş siyasal tercihlerinde özgür davranabilme koşullarına sahip değildir. Bu insanlar kendi istediklerini değil, kendisinden istenilenleri seçmek durumundadırlar. Böyle bakıldığında gerçek bir temsiliyet söz konusu olmadığından yürürlükteki parlamenter sistemin ‘milli iradeyi’ yansıttığını söylemek de tıp dilinde kişinin kendi söylediği yalana kendisinin inanması anlamına gelen mitomanik bir yaklaşım olmaktadır. Çağdaş demokrasiyi bir yana bırakalım, dünyanın başka hiçbir ülkesinde görülmeyen yüzde 10’luk baraj sistemi bile tek başına Türkiye’deki parlamenter sistemin nasıl ve kimler adına işlediğinin bir göstergesidir. Bu sistemle her seçimde milyonlarca oy çöp olmakta, toplumun gerçek siyasal iradesi parlamentoya yansımamaktadır. Demokrasi, parlamenter çoğunluk diktatoryasına değil, her şeyden önce toplumdaki azınlıkları koruyan rejime verilen addır. Bizdekine ne demek gerekir? Bilmiyorum. dkavukcuoglu@superonline.com www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ Ayvalõk’ta ‘Anayasa’... Geçenlerde bir çalõşma için Ayvalık’taydõk; muhteşemliği- ni anlatmama gerek yok, hele ki şu baharõn karşõlandõğõ günler- de... Ne var ki ülke “İktidar Ana- yasası”na kilitlenirken doğayla, tarihle ne kadar iç içe olunabi- lir?.. Nitekim Belediye Başkanõ Hasan Bülent Türközen de kentine aşkõnõ anlatõrken arada “dalıp” gidiyor... Ülkeyi sarma- layan “siyasal gerilim”, en kut- sal “kent düşleri”ne bile izin vermiyor... Oysa siyaset “umut” ve “gelecek” değil mi- dir?.. Ama biz “Ayvalık için” gitti- ğimizden, her an “memleketin hali”ni düşünsek bile bu dünya güzeli kentimizin geleceğini ko- nuştuk... Başkanõn özlemleri arasõnda “tarihle uyumlu mimari” de var. Son yõllarda yaygõnlaşan bir “gereksinim”i yineliyor; “Aca- ba, yeni yapıların kenti daha da güzelleştirmeleri için, este- tik denetim başlatabilir mi- yiz?” Amaç “eskiyi taklit” değil, tarihteki “mimari özen”in bu- gün de gözetilmesi olursa; yani planlamada ve mimaride “geç- miştekikentselduyarlılık”esin kaynağõ olabilirse, neden başla- tõlamasõn? Başkana, o hayran kalõnan “demokratik” Batõ kentlerinde yüzlerce yõldõr “değişmeyen yasalar”la süregelen “kamu adınacephedenetimi”nianõm- satõyorum; imar düzeninde “de- mokratik(!) keyfilik” yerine “kültürel disiplin”in temel ol- duğunu; gerçek yerel demokra- sinin, ancak “kentsel sorumlu- luklar”la gerçekleşebileceğini de paylaşõyoruz. Asõl anayasa değişiklikleri için, işte bu gibi “çağdaş uy- garlık” kurallarõnõn hedeflen- mesi gerektiği ise “dalıp gidi- len o anlar”õn konuşulmayan konusu oluyor... Cunda ‘tedirgin’... O gece Cunda’da kaldõk; “harabe” halindeyken ayağa kaldõrdõklarõ tarihi taş bir evi ta- nõmlanamaz zariflikte “konak- lama” konağõna dönüştüren Ömür ve Suat Ergi çiftinin “Sobe” otelinde... Türkiye şaşõlacak düzeyde “inadına güzellikler yaratma” ülkesi... HementümkentlerimizinTO- Kİ silolarõyla betonlaştõrõldõğõ; dantelkõyõlarõmõzõn“turistikte- sis” denilen “yemekhaneli ya- takhaneler”le doldurulduğu bir süreçte, “taş sokaklar”dan yü- rüyerek Sobe Otel’den içeri gir- diğinizde, hayran kaldõğõnõz sa- dece “restorasyon”daki mima- ri beceriye değil, tüm ayrõntõlar- daki incelikli özene bakõp düşü- nüyorsunuz;“İnadınainsanlık; inadına kültür; inadına du- yarlılık bu olmalı...” Oteli, odalarõnõ, odalarda in- sanõ sarmalayan “ev” ortamõnõ anlatamam; görmelisiniz... Kahvaltõda Ömür Hanõm, “Rahat ettiniz mi” diye sorun- ca dedim ki; “Ortalığı dağıt- mamak için olanca dikkati gösterdim...” Nasõl göstermeseydim ki... Yatak örtüsünden perdelerine, koltuğundan tüm eşyalarõna “tablo” gibiydi. Rahmetli an- nem de akşamlarõ eve geldiği- mizde “Sakın dağıtmayın, boz- mayın” derdi... Suat Bey’le de Cunda’yõ ve tarihi evlerdeyaygõnlaşan “kültürturizmi”ni konuştuk.Restoras- yonlarõn çoğalmasõ sevindirici; adanõn yerel mimarisini ve özgün dokusunu yaşatma çabalarõ coşku verici... Ne var ki yaz ge- celerinin şu “müzikli eğlence” düşkünlüğü yok mu; şimdiden bir “karabasan” gibi... Çünkü Cunda demek “din- gin”, “asude”, “sakin” ve “hu- zur”lu bir mavi dünya demek... Burasõ ne Bodrum’dur, ne de Çeşme... Cunda “derin sessiz- likler”in adasõdõr; düş kurulan, “fısıldaşılarak konuşulan”, en kõzgõnlarõnõn bile asla “bağır- madıkları” bir başka âlem... Lokantalarõnda çevrenizi sa- ran o sevimli ve şõmarõk kedile- ri bile inanõn sadece “mırıl- dar”lar, ama asla yüksek sesle miyavlamazlar... Yakõnda “sezon”a girildiğin- de, bu eşsiz dinginlikte, adõna “müzik” denen “gürültü”ler yankõlanacak! Hem de gecenin geç saatlerine dek... Ayvalõk Kaymakamõ Nihat Nalbant’la konuşmaya zamanõ- mõz olamadõ. Beşiktaş Kayma- kamlõğõ’ndan tanõdõğõmõz Nihat Bey, o içtenlikli güleç yüzü, Anadolu insanõnõn candan ya- kõnlõğõ ve “Siirtli” olmasõnõn tüm değerleriyle, inanõyorum ki Cunda’nõn “gürültüye boğul- maması”nõ da sağlayacaktõr... 28 MART 2010 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 17 Başbuğ hakkında suç duyurusu yapılmış. Hatalı paslaşma! Kısaca Metin Sezgin: “Anayasayı uzatmaya gerek yok. Tek madde yeter: Recep’in dediği olur!” Göynücek Mehmet Menekşe: “Göynücek Devlet Hastanesi’nde telefonla teşhis koyan doktorun iğne yapıp göndermek istediği hastanın kaldırıldığı Amasya Sabuncuoğlu Devlet Hastanesi’nde apandisiti patlarken ameliyata alındığını biliyor musunuz?” Yavuz Necati Cebe: “Deniz Feneri, CHP’yi dava etmiş. Ev sahibini bastırmak istemiş!” YağmurDeniz Bunların parasını siz veriyorsunuz! ÖZEL haber sitesi odatv.com’dan bir haber: “Onlar sözde liberal gazeteci. Konu ekonomi olunca hemen söz alıyorlar: Devlet ekonomiye karışmaz! Devlet sosyal bir proje mi geliştirdi? Hemen yorum yapıyorlar: Halkın parası çarçur ediliyor! Ama devletin televizyon kanalında program mı yapılacak, onlar yapıyor. Halkın parasıyla yayın yapan TRT’yi, TMSF’nin el koyduğu CINE 5 gibi kanalları ne zaman açsanız onlar konuşuyor. 30 bin ile 50 bin arasında değiştiği söylenen aylık maaşları Meclis’te soru önergesi oluyor. Kendileri yetmiyor oğulları da program yapıyor. İşte o isimler: Fehmi Koru (TRT), Derya Sazak (TRT), Fuat Keyman (TRT), Mustafa Erdoğan (TRT), Mehmet Altan (CINE 5), Taha Akyol (TRT), Mustafa Akyol (Taha Akyol’un oğlu- TRT), Ergun Babahan (TRT), Ekrem Dumanlı (TRT), Oral Çalışlar (TRT), Reşat Çalışlar (Oral Çalışlar’ın oğlu-TRT), Ferhat Kentel (TRT), Beril Dedeoğlu (TRT), Berat Özipek (TRT), Mehmet Barlas (TRT), Canan Barlas (Mehmet Barlas’ın karısı- CINE 5), Ahmet Kekeç (CINE 5), Salih Tuna (CINE 5), Rasim O.K. (CINE 5/ TRT), Mümtaz Apostrof Er Türköne (TRT), Emre Aköz (TRT), İbrahim Kalın (TRT), Önder Aytaç (TRT), Tamer Korkmaz (TRT), Amberin Zaman (TRT). Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” DEMOKRATİK sistemin işleyişinde ortaya çıkan “nitelik” ve “nicelik” durumunun önemine değiniyor Sıtkı Ergüney ve “halk tarafından, halk için, halkla birlikte” demokratik rejimin niteliklerini ortadan kaldırma düşüncesine dikkati çekiyor: “Toplumun düşünce ve davranış kalıplarına bağlı olarak belirginleşen tercihleri sonucu iktidara layık görülenler, anayasanın kendilerine tanıdığı yasama ve yürütme yetkilerini kullanırken parlamentodaki sayısal güçlerinden aldıkları cesaretle demokratik rejimin niteliklerini değiştirmek, ortadan kaldırmak isterlerse er ya da geç bunu gerçekleştirirler. Bunları yaparken de, meşru zeminde ve hukuk içinde kaldıklarını sürekli tekrarlarlar. Haklarında parti kapatma, siyasi yasak gibi yasal yaptırımlar uygulanmış olsa da hiçbir şey olmamış gibi davranırlar. Heyecanlı ama sabırlıdırlar. Durmak yok, yola devam komutu hep geçerlidir. Nitelik yönü ihmal edilen demokrasilerde gücün tek kaynağı niceliktir. Gücü sadece nicelikte arayan, o gücü nitelikli hale getirerek saygınlık kazanmayı, daha güçlü olmayı düşünmeyen, beceremeyen siyasi kadrolar uzun dönemde devlete egemen olmak, ele geçirmek istediklerinde; önce devletin temel niteliklerini yozlaştıracak, ardından projelerini hayata geçirmeye yöneleceklerdir. Buna karşı verilecek yasal mücadelenin de bir sınırı, sonu, hatta tükenişi olacaktır. Yasama ve yürütmenin anayasaya aykırı davranışlarını durduracak tek yasal yaptırım gücü olan yargının da toplumdaki genel gidişattan -eninde sonunda- etkilenmemesi düşünülemez. Zira yargı mensupları da içinden geldikleri toplumun bireyleridir. Öte yandan; yine sayısal güçlerinden aldıkları cesaretle ve yasaların kendilerine verdiği yetkileri kendi görüşlerine yatkın kişileri devlet içinde kilit noktalara getirerek yargı erkini de, devletin tüm kurum ve organlarını da olabildiğince istedikleri şekilde yapılandıracaklardır. Elmanın yarısı çürümüşse diğer yarısı da çürümekten kurtulamaz. Türk halkının gündemine getirilen, adına ‘paket’ denilen tahrip gücü yüksek bomba sadece ‘kaçınılmaz son’un meşru zeminde onaylanması içindir. Milli Selamet Partisi’nin elde ettiği yüzde 1 oyla meşru zemine oturtulan karşı devrim hareketi 40 yıl içinde yüzde 47’ye ulaşan ‘halk desteği’ ile pekiştirdiği sayısal gücünü kararlılıkla kullanacaktır ve kullanmaktadır!” Bomba Paketi SESSİZ SEDASIZ (!) KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com HARBİ SEMİH POROY HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com ekinci@cumhuriyet.com.tr ev değil; “www.otelsobe.com”... BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ İri gözlü bü- yük bir cins ba- lõk ağõ. 2/ Üs- tün, yüksek... Boyutlar. 3/ Kü- çük su kanalõ... Ünsüzle biten bir sözcüğün ün- lüyle başlayan sözcüğe bağla- narak okunmasõ. 4/ Bir nota... Ya- kacak odun için kullanõlan, 1 metreküpe eşit oylum ölçüsü biri- mi. 5/ “Tanburi Cemil Bey çalõyor --- plak- ta”(Yahya Kemal)... Dõşa vuran sevinç. 6/ Mardin yöresinde, kõ- zartõlarak hazõrlanan içliköfteye verilen ad... Vilayet. 7/ Uçuşu ol- mayan uçaklarõn bek- leme alanlarõ... Oy- lumlu. 8/ Din işlerini devlet işlerine karõştõrmayan... Ku- ru soğuk. 9/ Akdeniz Bölgesi’nde yetiştirilen ve lez- zetli kökleri sebze olarak kullanõlan bir bitki. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Düşünceyi, duyguyu söz ya da hareketle dõşa vur- ma... Yüce, yüksek. 2/ Yurdumuzun batõsõnda bir kör- fez... Mantarlarõn neden olduğu bitki hastalõklarõnõn ge- nel adõ. 3/ Dar, uzun ve hafif bir yarõş kayõğõ... Yur- dumuzun sulak alanlarõnda da yaşayan, ördeğe benzer bir kuş. 4/ İlkel bir silah... Akdeniz havzasõnda görü- len, çok kuru ve sõcak bir rüzgâr. 5/ Telli bir çalgõ... Bir sayõ. 6/ Çiçek, dal ve yapraklarla yapõlmõş halka... Yi- yecek bulamayan, yoksul kimse. 7/ Bir anlatõmõ oluş- turan sözcük ya da tümcelerin topu... İstenilen nitelikleri taşõyan. 8/ Mikroskop camõ... Gümüşhane’nin bir ilçesi. 9/ Soyundan gelinen kimse... Vücuttaki AIDS virüsünü saptamakta kullanõlan test. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 K O M O D O R Y O P A L B İ Y E T E L A T İ N D A C S U A D İ S K I N A E V Y A L U D İ N E O R A N S S E R N A P A N A M E K A R D E L E N 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear