24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B GÖRÜŞ AHMET TAN Hazım Bey... Sorun keşke “ideolojik” olsaydı. Ama değil. Sorun sadece “gastroenterolojik”! Yani “sindirim” sistemiyle ilgilidir. Sekiz yıldır tüm ülkede yaşananlar gibi, yargıda son birkaç gündür olup bitenler ne yazık ki “Hazmede, hazmettire süreci” ile ilgilidir. Başbakan hazım baklasını 4 ay önce Amerika’da bu sözlerle çıkarmıştı (26 Eylül 2009). Aslında sindirim sürecini başlatan, 3 Kasım 2002 seçimlerini izleyen günlerde bizzat ve ne yazık ki Yüksek Yargı olmuştu. Yüksek Seçim Kurulu, Yüksek Yargı’nın bir başka kolu Yargıtay’ın onayladığı bir mahkeme kararını yok saymış, hazmetmişti. Ve milletvekili seçilmeye ehil bulunmayan birine Başbakanlık yolu, bizzat Yüksek Yargı tarafından açılmıştı. Hülasa, bir gün herkese gerekebilecek yargı, Tayyip Bey’e işin en başında gerekmişti. O da bunu bilmiş gibi zaten de parti tabelasına “Adalet” lafını kondurmuştu. “Kalkınma”nın esamisini zaten okuyan yoktu. Son sekiz yılda devlette ve millette yaşanan hazım sorununu acaba Tayyip Bey ve arkadaşları da mı yaşamakta? Kurumlara savaş açmaları bundan! Aslında en önemli kurum olan Yasama ilk teslim aldıkları oldu. Seçimlerde yüz kişiden 46.6’sının oyunu aldılar. Ama TBMM’deki ağırlıkları yüzde 66.6’yı geçti. “Kuvvetler Ayrılığı”nın 3 ayağından 2’sinin sahibi olmaları… Ve gözlerini sonuncu ayak “Yargı”ya dikmeleri bundan. Yasama tümüyle Yürütme’nin emrinde. Tayyip Bey’in içinde “Devlet benim!” vehminin filizlenmeye başlamasını önlemek zor. Çünkü “Devlet demek, bir anlamda kanun demek!”. Kanunları da çıkartan irade ise R.T. Erdoğan! Başbakanlık’tan havale edilen her tasarı birkaç gün içinde kanunlaşmakta. Tek sıkıntı var… Arada bir Anayasa Mahkemesi ile Danıştay’ın taş koyması… Yüksek Yargı’ya karşı beslenen yüksek husumetin de tek nedeni bu! İlk hedef, Anayasa Mahkemesi’ydi. Ama Yüce Mahkeme, anayasayı çiğnediğine 10’a 1 oyla hükmettiği iktidar partisine sadece para cezası vererek çiçek uzattı. Ve hedef tahtası olmaktan kurtuldu. Ezeli-ebedi hasım Danıştay’ın işi zor. Aldığı her “yürütmeyi durma kararı”na Başbakan, “İdeolojikler” diye lanet okuyor. Hızını alamıyor, Danıştay’a danışmaktansa “Ulemaya danışmaktan..” söz ediyor… Ama bu arada “Hazmede, hazmettire süreci” tıkır tıkır işliyor. İlhan Selçuk’un sabaha karşı evine düzenlenen baskından, ölümcül hastalığının pençesindeki Türkan Saylan’ın evinin basılmasına yatay geçiş çok kolay oldu. Mustafa Balbay’ın gazetecilik notlarına ateşli silah ve patlayıcı madde işlemi uygulanması ile adı bizzat merhum Ecevit tarafından Cumhurbaşkanı adayı olarak zikredilen Prof. Mehmet Haberal’ın Ecevit suikastçısı olarak anılmasına atlamak da zor olmadı. Çünkü, “hazmede, hazmettire süreci” iyi işliyordu.. Ama yine de en üstün sindirim sistemi Başbakan’da… Hakkındaki 2 ayrı “Resmi evrakta sahtekârlık, kalpazanlık” davası konusuna dokunmadan... Beş vakit hesap vermekten, aklanmaktan söz etmeye devam ediyor. MERİÇ VELİDEDEOĞLU Geçen hafta başında aramızdan ayrılan Prof. Dr. İlhan Arsel, “din” kurumunun da tartışılması gerektiğini, 1970’li yıllardan başlayarak ortaya koyan değerli bir düşün (fikir) ve bilim insanımızdı. Bu konudaki ilk çalışmalarından olan “Mutezile Denemesi” , 1977 yılında yayımlanan “Rektör S. Sami Onar’a Armağan” kitabında yer aldı. Sözünü ettiği “Mutezile”, İslam dininin doğuşunun ilk yüzyıllarında İslam “dogma”larını “akıl” terazisinde tartan bir akımdı. Ne ki, işe “akıl” girince Mutezile, “dogma”larla yani “ayet”lerle “çatışır”; kimilerini de “yadsıyan” bir duruma düşüyordu. Ayrıca, namaz kılmayı, oruç tutmayı, hacca gitmeyi v.ö’leri de gerçek anlamda din “kavram”ı içinde görmemekteydi. Bu akım 8. ve 9. yüzyıllarda en parlak dönemlerini yaşamış; örneğin Abbasi Halifesi Memun (813-833) yirmi yıl süreyle Mutezile’yi devletin “resmi” din anlayışı olarak kabul etmişti. 9. yüzyılın bitiminde de yerini başka akımlara bırakmıştı; 12. yüzyıldan sonra da bu akımın adını anmak bile neredeyse suç sayılmaya başlamış; Osmanlı döneminde de bu anlayış sürdürülmüştü. Sanırım günümüz imam hatip liselerinin tutumu da böyle; bu okullarda “Mutezile” ele alınıp enine boyuna “tarafsız”ca kesinlikle tartışılamaz. Oysa Batı, özellikle “Aydınlanma” döneminde “din”i mercek altına yatırdı. Kutsal “kitabı”nı sözcük, sözcük “akıl” süzgecinden geçirdi; alabildiğine “eleştirdi”. Böylece “1789 Fransız Dervimi” ile başlatılan “laiklik” daha da bütünleşip geliştirildi. İşte İ. Arsel de, mademki “laik” bir ülkeyiz, bu “eleştiri”yi biz “de” yapmalıyız, bu aşamayı biz de yaşamalıyız diyordu. Bu süreci yaşamazsak, İslamsal yaşam düzeni ile laik yaşam düzeninin karşı karşıya kalma durumu yaratılabileceğini, “emperyalizm”in de bunu kullanacağını Türkiye’de “laik”lik “karşıt”lığının hep “diri” tutulacağını, yer yer de “kışkırtmak”tan da çekinmeyeceğini vurguluyordu. Dolayısıyla dinimizi kapsamlı bir biçimde ele alıp “tartışmalıyız”; üstelik bu, çağa ters düşmeyen “sağlıklı”, “sürekli” bir din anlayışı ve uygulamaları için gereklidir, diyordu. Arsel bu görüş doğrultusunda kitaplarını topluma sundukça, her kitap yayımlandıkça kıyamet kopuyordu. 1987’de “Şeriat ve Kadın” yayımlanınca, bu kez “büyük” kıyamet koptu. Öyle ki, “dinci” basın Arsel’in öldürülmesi “vaciptir”e geldi dayandı. Oysa 8. yüzyılda Mutezile taraftarlarına yapılan eleştirilerin saldırı boyutu, onların “domuzun iki kat çirkinliğinden daha da çirkin” olduğu ve “cehenneme gidecekleri” söylemiyle sınırlı kalıyordu. (1) Yaratılan bu durum karşısında Arsel, yurtdışına çıkmak zorunda kaldı. ABD’ye yerleşerek çalışmalarını orada sürdürdü. İ. Arsel çok haklıydı; özellikle “emperyalizm” uyarısında. Çünkü emperyalizmin yeni patronu ABD, “şeriat” yanlısı olup “laik”liğe “karşı” olduklarını açıkça belirtenlerin AKP’yi kurmalarını destekledi; göz açıp kapayıncaya dek “iktidar”ı elde etmeleri için de arkalarında oldu. Yedi yıllık AKP iktidarının toplumu getirdiği çizgiyi, Prof. Dr. Y. Esmer’in geçen yıl mayıs ayında gerçekleştirdiği sayılama (anket) sarsıcı bir biçimde ortaya koydu. Sorulan sorulardan biri de, “şeriat”ın zina suçu için uyguladığı “recm” (taşlayarak öldürme) cezası ile ilgiliydi. “Recm”in yeniden yürürlüğe konulmasını isteyenlerin oranı yüzde 22 olarak bulunmuş. 19. yüzyılın ünlü tarihçisi, J. Hammer, 1700 yılından sonra Osmanlı ülkesinde “recm” hiç uygulanmadı diye bildirir; “şeriatın” bütünüyle uygulandığı o yıllarda bile...2) Demek ki 300 yıl sonra, 21. yüzyılda Türkiye’de, Afganistan’da ve ötekilerde olduğu gibi, zina ile suçlanan kadının çuval içinde bir stadyumun ortasına atılıp, tribünleri dolduran on binlerce seyirci tarafından taşlanıp öldürülmesini isteyenlerin oranı yüzde 22. Bu korkunç sonucu unuttuk gitti. Bu sayılama 2010’da yeniden yapılsa bu oran belki daha da yüksek çıkabilir. İ. Arsel’in isteğinin, yani din dogmalarının “akıl” süzgecinden geçirilip tartışılmasının, artık ciddiyetle ele alınması gerektiği apaçık belirmiştir. Hiç olmazsa 1200 yıl önceki Mutezile yandaşlarının yaptığı kadar. Not: Emekçilerimizi desteklemek için siyah kurdele takma eylemine katılır mısınız? 1) Prof. Dr. İ. Arsel, Mutezile Denemesi, 1977 2) Ord. Prof. Dr. S. Ş. Ansay, İslam Hukuku, 1953 İlhan Arsel Ne Diyordu? m.velidedeoglu@hotmail.com 19 ŞUBAT 2010 CUMA CUMHURİYET SAYFA 15 Recep demiş ki: Beni özel yetkili savcılara emanet ediniz! Sürü Kemal Abacıoğlu: “ABD güdümündeki Türkiye’nin durumunu anlatan en güzel deyiş: Güden çoban sürüyü döndürünce ters yöne, geçmez mi sürüdeki topal koyun en öne!” Torba Kemal Öncü: “TSK; başarılı bir harf nakli operasyonuyla baştaki ‘T’ sona alınarak ‘Silahlı Kum Torbaları’na dönüştürüldü!” Biber Erol Barutçugil: “Baykal ve Bahçeli acı biber sanki; Recep onları artık ağzına almayacakmış!” YağmurDeniz Hükümet Güvenlik Mahkemeleri! DEMOKRAT Parti iktidarı, Yassıada’da kurulan Yüksek Adalet Divanı’nda yargılanırken düşük siyasiler ve bürokratlar “Anayasayı ihlal” suçundan hüküm giydi. En açık suç da hükümetin kendisini yargının yerine koyarak Meclis’te “tahkikat komisyon”u kurması ve muhaliflere yönelik keyfi tutuklamalara gitmesiydi. Ancak, iktidarı bu konuda uyaracak bir kurum yoktu. 1961 Anayasası ile Anayasa Mahkemesi kuruldu. Bugün Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay gibi yüksek yargı kurumları uyarı görevlerini gerek aldıkları kararlarla gerekse başkanlarının demeçleri veya üst kurullarının açıklamaları ile yerine getirmeye çalışıyor. Fakat yüksek yargıyı kendine bağlama hevesindeki AKP iktidarı, YÖK Başkanı Yusuf-Yusuf’un dillendirdiği şekilde her alanda hukuku arkadan dolanmaktan vazgeçmiyor! Ergenekon dalgası ile başlayan ve iktidar yalakası medya desteği ile yürütülen hukuku çiğneme sürecinin son noktası, cumhuriyet değerlerini savunmakla yükümlü ve Erzincan’da bir yobaz sürüsünü soruşturmak isteyen Cumhuriyet Başsavcısı’nın tutuklanmasına varıyor. Ve sonra Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun kararı. Fakat iktidar bildiğini okumaya devam ediyor ve kaldırılan Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin yerini adı konmamış Hükümet Güvenlik Mahkemeleri alıyor. Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” PAZARLIĞIN içindeki siyasetçi Hatip Dicle, Habur’dan giriş yapan teröristler için hakim ve savcıların ayarlandığını ve bu ayarı İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın yaptığını söylüyor. Hükümetin müflis Kürt koordinatörü Hacı Beşir, derhal istifa etmesi gerekirken bildiği en iyi “klasik yöntem”e başvurup ayar işini inkâr yoluna gidiyor. İktidar sensen, inkâr en büyük kanıt sayılıyor! İnkârı desteklemek için de iktidarın elemanları ellerinden geleni yapmaya çalışıyor. Bugüne kadar susan Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcısı Durdu Kavak, durduk yerde açıklama yapıyor, hâkimin ayarlanmadığını anlatıyor. Neymiş efendim Silopi Sulh Ceza Mahkemesi Hâkimi, saat 03.30 sularında tutuklanması istenen beş teröristin Habur’dan mahkemeye getirilmesini istemiş. Ancak Hacı Beşir’in polisleri Habur-Silopi yolunun güvenli olmadığını söylemiş. Bunun üzerine hâkim “Madem güvenlik sorunu var o zaman biz gidelim” demiş. Habur-Silopi arası 15 kilometre ve pusu kurulacak yeri olmayan dümdüz bir yol. Polis bu yolda güvenliği sağlayamıyorsa acaba nerede sağlayacak? Ayrıca hâkim iki saat daha bekleyebilir ve gün ağarınca teröristler Silopi’ye getirilebilirdi. Çevir kazı yanmasın; mahcup olup Hacı Beşir’in yanakları kızarmasın! Kaldı ki sonuca bakalım: Teröristler Habur’a geldi; davul ve zurna ile karşılandı ve hepsi ellerini kollarını sallayarak Türkiye’ye giriş yaptı! Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcısı Durdu Kavak, Hacı Beşir’i aklamak için konuşurken hamiliğine soyunduğu hâkimin adını nedense ağzına almıyor. Hâkimin adını deneyimli gazeteci Saygı Öztürk ve Oya Armutçu’dan öğreniyoruz: Asabil Yırtıcı. Askerliğini bile yapmamış dört yıllık genç bir hâkim. Polis “yol güvenli değil” deyince kendi güvenliğini tehlikeye atarak teröristlerin ayağına gidip onları serbest bıraktıktan sonra askere gitmiş! Çeyrek yüzyıldır ayrılıkçı terörle mücadele eden Türkiye’nin “ayar”ı bir taraftan Hacı Beşir’in ve diğer taraftan hem Diyarbakır Başsavcısı’nın himayesinde hem de Hacı Beşir’in oğlu yaşında henüz askerliğini bile yapmamış genç bir hâkimin iki dudağı arasında bulunuyor! Yazık bu ülkeye! Asabil SESSİZ SEDASIZ (!) KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc@yahoo.com HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Anado- lu’nun kõrsal kesimlerinde, kõşõn en soğuk günlerinde ev- lere girdiğine inanõlan cadõ. 2/ İngiltere’de çok sevilen bir cins bira... Tar- tõşõlarak veri- len kesin yargõ. 3/ Türkiye’den göç eden Rumlarõn oluş- turduğu müzik türü. 4/ Afyonkarahisar’õn bir ilçesi... “Bana derler --- yükünü sen götür/Benim yük gö- türür dermanõm mõ var” (Karacaoğlan). 5/ İskambillerle oy- nanan bir oyun... Baryum elementinin simgesi. 6/ Bir soru sözü... Kazak başkanlarõna verilen ad. 7/ Endonezya’da yetişen bir karabiber türünün kurutulmuş meyvesi. 8/ Çipura balõğõnõn yavrusuna verilen ad... “Ka- kım” da denilen kürk hayvanõ. 9/ Yardõm isten- diğini belirten sözcük... Atõn eşkin yürüyüşü. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ İri fare... Bir nota. 2/ İspanyollarõn sevinç ün- lemi... Doktor. 3/ Osmanlõlar döneminde Avus- turya’ya verilen ad... Tavõr, davranõş. 4/ Daha çok Türk halklarõnõn kullandõklarõ nefesli bir çalgõ. 5/ 106 taşla oynanan bir oyun... Şenliklerde cadde- lere kurulan süslü kemer. 6/ Letonya’nõn para bi- rimi... İlkçağõn en ünlü kentlerinden biri. 7/ Ja- ponlara özgü kâğõt katlama sanatõ. 8/ Güzel ötüş- lü bir kuş... Açõk, belli. 9/ Ortaçağ Avrupasõ’nda mimarlõk, resim ve heykel sanatlarõnda birbirini izleyen iki üsluptan birincisi. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 A L A Y B O Z A N L Ü L E B A D E A L L A İ N F Y E L E K Z A R B A K T İ K İ O B İ T B A T Z A N Z İ B A R A D A K A R S U N E F R İ T U Z 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear