26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
CBT1159/125Haziran2009 Ç ığ, Türkiye için bildik, ne yazık ki can ve mal ka- yıpları yaşadığımız bir doğal afettir. Yüksek Anadolu platosunda kış mevsiminde kalınlığı met relere varan kar birikimleri arazi yüzeyinin ye- terli eğimde olması durumunda çoğunlukla insanların et- kisi ile yamaç aşağı kar veya kar - çamur bileşimi olarak kayıp akmaktadır. İnsanlara büyük çoğunlukla ulaşım yol- ları boyunca zarar veren bu olaydan önceden tetikleme ve- ya sıkça oluşan bölge ve kesimlerde “Kar dam”ları yapma yoluyla kaçınılabilir. Ancak burada resimde görüldüğü gibi insan kontro- lü dışında oluşan olayları göz ardı etmemek gerekir. Geçmişte en dikkat çeken çığ olaylarından biri 1970’de Şili Huascaran dağlarında yaşanmıştır. Yükseltisi 7000 met- reyi bulan dağlarda büyük olasılıkla bir depremle tetiklenen buz - kar çığı 15 km aşağıya doğru hareket etmiş, hızı 280 km/saati geçen 100 milyon metreküp çığ inişte önünde- ki çamura karışarak Santa Nehri kenarındaki Yungay ve Ranrahirca kasabalarını kalınlığı 10 metreyi geçen bir ör- tü ile kaplamıştır. Çığ altında kalan 35000 kişi çıkartıla- madığı için, anılarına bir anıt dikmekle yetinilmemiştir. Bu olay kuşkusuz mühendisin önleyemeyeceği sınıfa gir- mektedir. Güncel konulardan biri de “sellenme”dir. Yerküre yüzeyine düşen yağış kontrol edilmez ise eğim aşağıya bü- yük hacimlerde akıp, önüne gelen tüm bölgeleri kapla- maktadır. Hindistan, Çin ve Bengaldeş’te hâlâ her yıl sel- lerden binlerce kişi ölmektedir. Türkiye’de de geçmişte büyük can ve mal kayıplarıyla biten seller görmüştür. Adapazarı kenti tüm geçmişi boyunca, Sarıyar ve Gökçekaya barajları yapılana değin, neredeyse yıllık sel baskınlarına uğramıştır. Altınkaya barajının yapılması ile artık Çarşamba’yı sel almamaktadır. Su kıtlığının gün- demde olduğu dünyada sel hasarları bu suların akarsu ya- taklarının düzenlenmesi, fazla suların gölet ve barajlarda biriktirilmesiyle kolayca önlenebilir. Türkiye su kaynakları açısından fakir bir bölge ol- madığından gelecek yıllarda batıda ortaya çıkacak ku- raklığın doğu veya kuzeyden bu bölgeye taşınacak su ile önlenmesi gündeme gelecek, bu büyük projeyi de inşaat mühendisleri başaracaktır. Deprem olayı yerkürenin iç dinamiklerini yansıtan en önemli belirtidir. Bir yüksek öğrenim kurumunca ya- yımlanmış bir jeoloji kitabında her ne kadar depremleri Allah’ın insanları cezalandırmak için oluşturduğu öne sü- rülse de, olayın yer kabuğunu oluşturan farklı büyüklük- teki plakaların çarpışması veya bir diğerini itmesi sonu- cu oluştuğu kabul edilebilir. Olayın çok büyük ölçekli ol- ması konunun çözümsüz olduğu gibi bir izlenim verebilirse de günümüzde teknolojinin her depreme dayanacak ya- pılar sağlaması olanağı bulunmaktadır. Bir diğer deyişle, inşaat mühendisi insanların depremde ölmesini önleye- cek bilgiye artık sahiptir. Türkiye’yi etkileyen en önemli doğal afet kuşkusuz dep- remlerdir. Jeolojik yapısı nedeniyle birçok diri fay içeren ülkenin %80’inden fazlası deprem tehlikesi ile karşı kar- şıyadır. Kuzey Anadolu Fay’ı ülkeyi kaplayan diri fay sis- temlerinden en önemlisi olup bu ve diğerleri ortalama beş yıllık aralıklarla deprem üretmektedir. 1668 depremlerinde 8000 den fazla, 7.8 büyüklükteki 1939 Erzincan depreminde 53000 can kaybı yaşanmıştır. Aradan geçen çok yılları izleyerek 1999 Marmara depremlerinde de 25000 can kaybı olduğu tahmin edilmek- tedir. Bilim ve tekniğin XX. yüzyılda yüksel- diği düzey düşünüldüğünde yüksek kayıpları- nın hâlâ neden sürdüğü haklı sorusuna yanıt vermek gerekmektedir. Deprem hasar ve ka- yıplarının geçmişte önlenememesi: • Yapıların depremde davranışının yeni anlaşılması, • Yapımda kullanılan gereçlerin yetersiz- liği, • Mevcut yönetmeliklerin yetersizliği, • Yapı-zemin etkileşiminin göz önüne alınmaması nedenleri ile yorumlanabilir. Yapıların “ahşap/yığma” yerine ucuz ve hız- lı olan betonarme sistemle yapılmaya başlanması ile yı- kımın önlenemeyeceği artık genel bilgi haline gelmiştir. Buna karşın taşıyıcı sistem denilen, bina iskeletinin çe- lik yapılması durumunda binaların depreme çok daha di- rençli olduğu söylenebilmektedir. Binaların depre- me dayanıklı yapıla- bilmesi için 1975’te çıkartılmış yönetme- liğin büyük deprem- lerde yetersiz kalma- sı nedeni ile 2007’de daha çağdaş biçimi “Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar” yayımlanmış olup bu yönetmeliğe göre tasarlanmış yapıların özel- likle her an beklenen İstanbul depremini hasarsız atlata- cağı tahmin edilmektedir. 1999 depremini izleyerek sa- dece taşıyıcı sistem değil inşaatlarda kullanılan beton ve çelik gibi gereçlerin de bir standarda uyması koşulu zorunlu hale getirilmiştir. Artık hiç kimse deniz kumu kullanarak beton dökme gafleti göstermiyor. Yapıların depremde davranışını etkileyen önemli hususlardan biri de üzerinde oturduğu zeminle etkileşimidir. Kayada oturan bir yapının depremde en az etki aldığı, yu- muşak zeminde oturanların ise ağır hasar gördüğünü her- kes bilmektedir. Ancak, tarihsel gelişim içinde toplumların kayaların yüzeylendiği tepe ve dağlarda değil, zayıf ve yumuşak ze- minlerin ağırlıkta olduğu deniz ve nehir kenarları ile ova- larda gelişip yaşadığını göstermektedir. Bu da depremde oluşan titreşim ve salınımların yapılara kolayca aktarıl- dığı bir ortam anlamı taşımaktadır. Bu tür kritik ortam- larda deprem sırasında binanın zeminle alışverişini ince- leyen bilgisayar programları geliştirilmiştir. Örneğin, su altındaki kumlu ve siltli (mil) zeminler depremde yumuşamakta ve suyun dışarıya fışkırması ile sı- vılaşma denilen olay belirdiğinden yapıların zemine 2 met- reye kadar battığı görülmektedir. Bu şekilde, üst yapı hasar görmese bile, bina farklı mik- tarlarda oturacağından iskân edilemez hale gelmektedir. Bu olumsuz durumu önceden kestirme olanağı vardır. Zeminin özellikleri koni penetrasyon aleti denilen, konik ucunu zemine iterken beliren dirençleri algılayarak hız- lı ölçüm yapan bir aletle ölçülmekte, mevcut ve yapıla- cak binaların oturacağı zeminin deprem koşullarında ya- pı ile nasıl etkileşeceği değerlendirilmektedir. Zeminin ya- pıyı olumsuz etkilemesi olasılığı saptanırsa, iyileştirme yön- temleri gündeme gelmektedir. Bu yöntemler betonarme kazıktan, zeminin içine taş kolonları yerleştirerek on daha sağlam hale getiren ça- lışmalardır. Teknolojinin bugün geldiği durumda, zemi- ne müdahale etmeden de yapıyı deprem titreşim ve salı- nımlarından “sismik yalıtım” denen yöntemle güvenliğe almak mümkündür. Maliyeti yüksek olmakla birlikte sis- mik yalıtım birinci derece deprem bölgelerinde uygulamaya değer bir yaklaşım olarak belirmiştir. İletişim organlarında sıkça görünen jeofizikçi ve jeo- loglar toplumu depremin tehdit ve tehlikeleri hakkında ciddi biçimde uyarmaktadırlar. Bu görüşler doğru olmakla birlikte, günümüzde insanı her türlü afetten koruyacak bil- gi ve teknoloji gelişmiş durumdadır. Toplumların bu ge- lişmelere ayak uydurması durumunda yıkım ve can ka- yıplarının en aza inmesi olasılığı ufukta görünmüştür. Geçen haftaki yazımızda yerkürenin iç ve dış dinamikleri sonucu ortaya çıkan doğal afet- lerden yer kayması, tsunami, tayfun ve siklonlardan söz etmiş, gerekli olanaklar sağlandı- ğı takdirde mühendisin insanları doğal afetlerin çoğundan korumasının mümkün olduğu- nu belirtmiştik. Bu hafta ülkemizi de yakından ilgilendiren çığ, sel ve deprem afetlerine de- ğineceğiz. Prof. Dr. Akın Önalp (İstanbul Kültür Üniversitesi) Doğal Afetler ve İnşaat Mühendisliği-II Sellenme Çığ Ceyhan’da zemin sıvılaşması Zemin incelemesi Deprem hasarları
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear