04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 OKURLARA İBRAHİM YILDIZ C olaylar ve görüşler 4 NİSAN 2008 CUMA AB bulunmaz Hint kumaşı mı? ürkiye’deki kimi Avrupa Birliği yandaşları şu sıralar pek ümitsiz. Nedeni de boyalı basın yazarcıklarının suçladığı “AB projesine karşı çıkan ulusalcılar” değil. AKP hükümetinin yakın geçmişteki girişimleri ile başbakanımızın Almanya’daki son çıkışları, 22 Temmuz 2007 seçiminde ona destek veren Avrupalıların gözünü korkutmuş gibi. Erdoğan ise hâlâ AB özlemini çeken bir politikacı havasında. Bu kuruluşun tepeden inme aldığı kararlarla birlik olmaktan ve insanlarından giderek uzaklaştığını bilmemesi şaşırtıcı. Avrupa Birliği’nin son otuzkırk yılda insanlarının birliğine yönelik hiçbir şey yapmamış olduğunu görmemek için üst düzey politikacı ya da yazarçizer olmaya gerek yok. Bu dev organizasyon kurulduğundan bu yana bir arpa boyu yol alamadığı gibi, iki binli yıllara girildiğinde de çok gerekli olan reformları bir türlü gerçekleştiremedi. Bunun baş nedenlerinden biri, AB’nin uzun yıllar lokomotifliğini yapmış Almanya’nın, özellikle iç sorunları nedeniyle güç yitirmiş olması. Batısının doğusu ile birleşmesi ülkeye hiç yaramadı. Rusya ile Amerika’nın aralarında anlaşarak “onay verdikleri” bu birleşme Almanya’nın yanı sıra AB’nin de zayıflamasına neden oldu. Avrupalı politikacılar bundan ya PENCERE Bizim Savcıya ‘Abi’ Nasihati... er nedense bu ‘abi’ deyişi ben gazeteye girer girmez başladı; hiç unutmam, bir gün Nadir Bey bile gizil şakacılığıyla beni “İlhan Abi” diye çağırmıştı... Bu kıdemime dayanarak Ergenekon dosyasının savcısına abilik yapayım dedim... Nasıl?.. ? İnsan ya yaşar ya ölür; yaşadıkça da hastalanır, iyileşir, ömür başka türlü geçmez... Epey hastalandım ben de, zatülcenpten vereme, ülserden katarakta dek hastalıklar beni yokladı... Şaka değil, 80’i çoktan aştık... 12 Mart döneminde içerden çıkmıştım, üstümde bir tuhaflık vardı; neydi, nedendi bilemiyorum... Hastaneye yatırdılar, bir şeyler bulamadılar.. O dönemde Yalova kaplıcaları gözdeydi, kendi kendime dedim ki: Gazeteden izin alayım, bir güzel dinleneyim... Kafaya bak sen!.. Yalova’da her gün sıcak sulara giriyorum, yürüyüşler yapıyorum; ama, nafile... Açılamıyorum... Bir gün yürüyüşün sonuna doğru sağ bacağımı çekemez oldum, kendi kendime söyleniyorum: Allah.. Allah.. Eve döndüm, telefonda bizim Merih Sezen’le konuşuyoruz: Sen, dedi, apandisit olmuşsun... Deme!.. ? Teşhisi Merih koydu, doktorlara gittim, onayladılar: Apandisitin patlamış; ama, kimi çok seyrek durumlarda beden “önlemini” alır, patlayan apandisiti bir zarla sarar... Vay canına!.. Meğer Ziverbey’in anısını bedenimde taşıyor ve saklıyormuşum... Akrostiş yazmak kolay değil... Her neyse ardından bir enfarktüs geçirdim, bir daha... Derken bedenimde kendine göre yeni dengeler oluştu ve bu yaşa erişebildim... Sizin anlayacağınız, durumu idare ediyoruz; ama, bu yaşlarda insan bıçak sırtında yaşar, her şey kıl payıdır... ? Şimdi gelelim sevgili savcımıza... Nasıl bir tehlikeyi yaşadığının farkında mı?.. Sanırım değil... Evi bastıkları saatlerde, daha sonra polislerle yolda, Emniyet’te veya savcılıkta bana bir şey olsaydı, pattadak nalları havaya dikseydim, neler olacağını sevgili savcım hiç düşündü mü?.. Damgayı yiyecekti: Katil savcı!.. Yazık olacaktı sevgili savcımıza... İşin altından ömür boyu kalkamayacaktı... ? Savcı Bey anlaşılıyor ki çok ağır bir yük üstlenmiş, altından kolay kolay kalkılamayacak bir yük... Sorgulamadaki karşılıklı konuşmalarda sezinledim ki bu yük onu tüm yaşam boyu ezebilir... Ne düşünüyordu: İlhan Selçuk’un evini sabaha karşı basarım, suç belgelerini ele geçiririm... Operasyon fos çıktı... Ergenekon dosyasını yaymak; yazarları, fikir adamlarını, emekli komutanları, muvazzafları da içine alarak sonuçta laik orduya ilişkin bir dava harekâtına dönüştürmek akıl kârı değildir... Savcımız durumu bir daha gözden geçirmeli... Kişinin kafasındakilerle “realite” arasında bir uygunluk olmadı mı iş tersine döner, dava dosyası da çuvallar... ? İlhan Selçuk’a gece baskınında kapsamlı düşünemeyen, kendi kariyerini bile tehlikeye atabilecek kararlar alabilen sevgili savcım, “Düşünen Adam” heykelini sanırım biliyordur... Savcım “Düşünen Adam” olmalı... Bu, yalnız ülke için değil, kendisi için de gerekli bir temel koşul... Gazeteci Olmak! umhuriyet gazetesine bundan 2 yıl önce, 2006’nın mayıs ayında arka arkaya 3 kez el bombalı saldırı düzenlenmişti. Üçüncü saldırının ardından bilindiği gibi, Danıştay saldırısı gerçekleştirildi. Yine gazetemize yönelik bir saldırıda bulunuldu. Kamera kayıtlarından da anlaşıldığı gibi 3 kişi gazete binasının önünden geçerken ellerindeki molotofu bahçenin içine atarak kaçıyorlar. Çalışanlar ve polisin takibi sonucu bir çocuk yakalanıyor. Güvenlik güçleri öteki saldırganları da yakalayarak soruşturmayı sürdürüyor... ??? Bir süre önce başyazarımız ve imtiyaz sahibimiz İlhan Selçuk’un gözaltına alınması medyada farklı biçimde ele alındı. Sıkça belirttiğimiz gibi son yıllarda gazetecilik mesleğini rencide edici gelişmeleri görüyoruz. Bu son olayda da buna tanık olduk. Bazı gazeteciler kendilerini polis ya da savcının yerine koymaya başladı. İhbarcılık, karalama; karşılıklı bir öç alma yöntemine dönüştü. Konuyla ilgili en somut adımı Türkiye Gazeteciler Cemiyeti attı. Cemiyet Başkanı Orhan Erinç’in yaptığı açıklamada altı çizilmesi gerekenleri bir kez daha okuyalım. Halkın bilgi edinme hakkı uyarınca, gazeteci, kendi açısından sonuçları ne olursa olsun, gerçeklere ve doğrulara saygı duymak ve 6 Mayıs 2006 uymak zorundadır. Gazeteci; bilgi ve haber alma, yorum yapma ve eleştirme özgürlüklerini ne pahasına olursa olsun savunur. 11 Mayıs 2006 Başta barış, demokrasi ve insan hakları olmak üzere, insanlığın evrensel değerlerini, çoksesliliği, farklılıklara saygıyı savunur. Gazeteci; her türden şiddeti haklı gösterici, özendirici ve kışkırtan yayın yapamaz. 12 Mayıs 2006 Gazeteci; kaynağını bilmediği bilgi ve haberleri yayımlamaz. Gazeteci; çalıntı, iftira, hakaret, lekeleme, saptırma, manipülasyon, söylenti, dedikodu ve dayanaksız suçlamalardan uzak durur. Gazeteci; her ne amaçla olursa olsun, tehdit ve şantaj gibi yollara başvurmaz. Gazeteci bu şekilde baskılara da karşı koyar. Gazeteci; devleti yönetenlerin belirlediği ulusal ve uluslararası politikalar konularında önyargılara değil, halkın haber alma hakkına dayanır. Onu mesleğin temel ilkeleri ve özgürlükçü demokrasi kaygıları yönlendirir. İyi haftalar... T Ahmet ARPAD rım yüzyıl önce yola çıktıklarında önce Amerika ve Rusya’ya, sonraki yıllarda da Çin ve Japonya’ya karşı ekonomik ve askeri bir güç oluşturmak, barış içinde yaşamak istiyorlardı. Şimdi ise Amerika kimseyi dinlemeden yoluna devam ediyor. Önce Doğu Almanya’yı Batı Almanya’ya geri veren, ardından da diğer Demirperde ülkelerini AB’ye “kakalayan” Putin’li Rusya da kendi bildiğini okuyor. 2,4 milyarlık Hindistan’la Çin’in attığı adımlar giderek büyüyor, hızlanıyor. Dünya sahnesine yeni yeni küresel oyuncular çıkıyor. Uluslararası sorunların çözülmesinde Avrupalılar sus pus. Amerikan emperyalizmi Irak’ta “at koştururken” kimi Avrupa ülkesinin komşumuzda kan akmasına destek vermesi de AB’nin ne kadar zayıf olduğunun en büyük kanıtı. Bir türlü insanlarının yararına bir birlik olamayan Avrupa bu gidişle büyük ekonomik ve sosyal dönüşümleri başaramayacak gibi. Küresel güç düşünden de yavaş yavaş vazgeçmek zorunda kalacak. Birlik üyeleri 21’inci yüzyıl dünya gerçeklerine karşın birbirleriyle anlaşmaktan hâlâ çok uzaklar. AB ülkelerinde birçok karar halka sorulmadan alınıyor. Üyeler arasındaki kültürel farklılıklar da, hiçbir zaman çözümlenmeyecek, sürekli zorluklar yaratacak kalıcı bir sorun. Unutmayalım, kültür birliği olmayan ülkelerin uzun süre yaşamadığı, dağıldığı bilinen bir gerçek. EVGİLİ NICOLAS” İLE “CHERE ANGELA” Şu günlerde Avrupa Birliği çok önemli ve de tehlikeli bir gelişimin eşiğinde. Almanya ile Fransa arasında kimi sorunlar yaşanıyor. “Sevgili Nicolas” ile “Chère Angela”nın arasına kara kedi girmiş gibi. 26 Şubat’ta yapılması öngörülmüş olan AlmanFransız Ekonomi Bakanları buluşması bir gün kala aniden iptal edildi. Sarkozy ile Merkel 3 martta Bavyera’da bir araya gelecekti. Bu doruk tâ 9 hazirana ertelendi. Çiçeği burnunda koca Sarkozy kendi başına bir şeyler yapmaya başladı. Kafasından bir “Akdeniz Birliği” geçiriyor. Bu da tabii Berlin’in hiç hoşuna gitmiyor. Almanya, Avrupa Birliği aracılığı ile Doğu Avrupa’ya açılırken, Fransa da Akdeniz ülkeleri ile ortak bir girişime imza atıp, Avrupa’nın güneyine ağırlığını koymayı düşlüyor. Korkusu, Almanya’nın birliğe üye olmalarına büyük destek verdiği eski demirperde ülkelerinde söz sahibi olup, güçlenmesi. AB içinde bir karşı denge oluşturmak isteyen Fransa, Avrupa Merkez Bankası’nın denetlenmesini de üstlenmek istiyor. Paris’e sert çıkış yapan Angela Merkel, Avrupa Birliği’nin bölünebileceğine dikkati çekti. Sarkozy’nin “Güney Avrupa” düşü gerçekleştiğinde Almanya’nın da bir “Doğu Avrupa Birliği” kurabileceğini açıkladı. Şu sıralar anlaşmışlar gibi bir hava esiyor. Bakalım gelişmeler neler gösterecek? Almanya Fransa’nın “Akdeniz projesi”ne göz yumabilir, Fransa da Almanya’nın Doğu Avrupa’da etkili olmasına. Bakarsınız iki güçlü AB’yi çıkarları doğrultusunda bölüşür! Görüldüğü gibi Avrupa Birliği, temeli atılmış, duvarları çıkılmış, fakat bir türlü bitirilmemiş çok katlı bir yapı. İnsana İstanbul’un varoşlarındaki yarım kalmış, yıllardır içi boş bırakılmış binaları anımsatıyor. Böyle yapılarda oturulmaz! Bizim AB hayranları ise birilerine sürekli yaranarak kişisel ve ideolojik çıkarları uğruna dört takla atmaya devam ediyor, AB’yi öve öve bitiremiyor. Sanki Avrupa Birliği bulunmaz Hint kumaşı! C H “S KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Bukalemun Kültür ve Fildişi Kuleler oğu Kültürü, Batı Kültürü, baz kültür, basil kültürü, mutfak kültürü, kabile kültürü, yapay üretim kültürü, şiir kültürü vs vs... Saymakla bitmez. Bu kadar çeşitli kılığa giren başka bir ciddi sözcük biliyor musunuz, bukalemun gibi, nereye koysanız ona göre renk değiştiren? Hani, bu kadar çok sayıda kültür türüne bir de “tür kültürü” eklersek kültürümüz zenginleşir diyorum! Bunları yazarken, kültür sözcüğü aklımda dallanıp budaklanıyor; düşündükçe birtakım çağrışımlar ve sorularla rahatsız oluyorum. Mesela kendi toplumumuzda, kültür kelimesiyle, eskiden “münevver” yani nurlanmış, ışıklanmış dediğimiz günümüz aydını birbirini tamamlar mı? Ve kimdir bu “münevver” kişi? En basitinden cep feneri, gemici feneri D Nevzat YALÇIN veya şu bildiğimiz sokak feneri gibi... Bugün kimilerin “entel” diye tefe koydukları bazı aydınlarımız, daha ileri ülkelere göre geri bırakılmış bir toplumda, aydınlanmış ruh ve beyinleriyle yörelerine nasıl ışık veriyorlar? Halk düzeyine inen kitaplarıyla mı? Halka açık fakat seviyeli konserlerle mi? “Highbrow” olmaktan kurtularak halka inen, “gel kardeşim, sen de gör” diyen, onu özendiren resim sergileriyle mi? Hyde Park’ta olduğu gibi, konulara ilgi duyarak öbek öbek toplanan insanlara dönük konuşmalarıyla mı? Uzunca bir süre önce, Milliyet’in KültürSanat dergisinde yayımlanan bir yazımda, “Doğu ülkelerinde toplumları yerinde saydıran şey, kültürün halka tepeden bakan çehresidir. Yoldan geçen adamın camide vaaz dinlemekten başka olanağı yoktur” demiştim. Bugün de öyle diyorum, ama şu soruyu sormaktan da kendimi alamıyorum: Atatürk ve arkadaşlarının gelecek nesillere teslim ettikleri onurlu, dış güçlere baş eğmeyen kişilikli Türkiye için biz sözde Atatürkçüler, kaç on yıldır ne yaptık? Bilerek “sözde” diyorum, çünkü onlar, milyonlarla İstanbul, Ankara, İzmir ve Mersin’de Atatürk ve laik Cumhuriyet slogan ve dövizleriyle toplandılar, yürüyüşe geçtiler. Kendim dahil, onları televizyon ekranlarında seyredenler, “irtica, böyle bir Atatürkçü güce rağmen ülkeye hakim olamaz” dediler. İçimiz rahatlamıştı... Arkasından yapılan seçimler çok yanıldığımızı gösterdi. İrtica çok taraflı olarak devleti ele geçirmişti. Onlara göre demokrasi araçtı. O araç sayesinde amaçlarına varacaklardı. Anlaşılmayan şey, Türk bayrağı ellerde, milyonlarca insanın bu aracın tekerlekleri hâline gelmiş olmasıdır. Oysa aynı milyonları televizyon ekranlarında görünce, Cumhuriyetimizde irtica hortlayamaz, demiştik... Yanılmışız. Sil baştan, Atatürk Cumhuriyetinin ilk yıllarına dönmek ne mümkün? Dönsek bile, Atatürk kendi ülkesini, kendi insanını tanıyamaz... Suçluların telaşı içindeler ereye gidiyoruz? Arabanın sürücüsü demokrasi denen yolu araç olarak gördüğü için geri vitesle duracağı yere ulaşmaya çalışıyor. Arabanın önünde başları sarmak için bir metrekare bez parçası, arkasında yeşil bayrak asılı. Yeşil sermaye, ABD, A: ve de yerliyabancı işbirlikçilerin “Bravo!” sesleri arasında emperyalizm gülerek dişlerini gösteriyor. Arabanın sürücüsü geri vitesle ortaçağa doğru yol alırken, kırıyor, döküyor, bağırıyor, çağırıyor ve duvara tosluyor. Sonra “Bu duvarı kim yaptı?” diye çıkışıp öfkeleniyor. Adım adım, alıştıra alıştıra, sinsi sinsi Fethullah öyle dememiş miydi? fethini sürdürüyor. Emperyalizm dönekler, işbirlikçiler, ikinci cumhuriyetçiler, bölücüler ve dinciler alkışlıyorlar. Özgürlük, demokrasi, insan hakları adıyla ki özünde şeriat yönetiminin özlemcileridir N Metin BULUT yaygarayı koparıyorlar. Dini pazarladıkça köşeler dönülüyor, emperyalizmle işbirliği gelişiyor. Ülkenin fabrikaları yeraltı zenginlikleri paylaşılıyor. İşsizlik artıyor, tüketim teşvik ediliyor. Üretim yıldan yıla azalıyor. Tarım sizlere ömür. “Milli Görüş gömleğini çıkardık” diyenlerin fanilası hangi renktedir? Kıbleleri Vaşington mu, Berlin mi, Londra veya Paris mi? Ekonomi IMF ve Dünya Bankası’nın dış politika ABD ve AB’nin, iç politika tarikatların, cemaatlerin. Osman Bölükbaşı, 1965 seçimlerinde, “Bana güven diyenlerde her şeyden önce güvenilecek bir geçmiş aranmalıdır” demişti. Haksız mıydı? Çağdaş düşünceye, bilime, sanata, aklın e mantığın yaratıcılığına düşman olanlar, cenneti cehennemi saç kılının görünmesinde ararlar. Din tacirliği, iman çerçiliği yaparak köşe dönerler. Vurgundadırlar ve Allah adına fetva verirler. Din iman ticaretinin getirisi çoktur. Yatırım istemez. Olanları da “babalar gibi” satarlar, batan geminin malları olarak. Yerli yabancı işbirlikçileri, tefecileri vardır. Emperyalizmin, böl, parçala, yönet yöntemine uyarlar ve uygularlar. Yaklaşık 1000 yıl önce Şair Eşref bunları görmüş ve “Zulmi sultâna sükut etmemek isyan gibidir / Çöp yiyip ‘of’ dememek nimete şükran gibidir” demişti. Tüm yurtseverler, gerçek aydınlar, sanatçılar, bilim insanları, Kemalist, demokrat ve laik Cumhuriyetçileri savaş açılmıştır. Ülkeyi dikensiz gül bahçesine çevirmek, susturmak, korkutmak, yıldırmak amaçları. Bir yandan saldırganlaşıyor, diğer yandan da masumiyet rolü oynuyorlar. İlhan Selçuk, Kemal Alemdaroğlu, Doğu Perinçek gibi aydın, gazeteci, yazar, bilim adamları gece yarısı operasyonuyla gözaltına alınabiliyor. Suçluların telaşı içinde, akıllarına hukuk ve adalet geliyor. Yalan, iftira ve karalamaya kılıf hazırlayarak suç yaratılıyor. Mezarlık sessizliğinde ülke yaratmak amaçları. Yalanları, saldırganlıkları daha da süreceğe benziyor. Hem de artarak. Gelen, faşizmin ayak sesidir. Uyanık olmak, dünden daha diri ve güçlü olmak gerekiyor. Tüm yurtseverler, iş başa düştü. Halkımızla birlikte, halkımız için özveriyle çalışmalıyız. Her gecenin ardından sabah gelir. Yolumuz uzun. Aydınlık Türkiye’nin yeniden kurtuluşuna var mısınız? CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle