03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 NİSAN 2008 CUMA dizi Barok dönemin ‘eser sömüren’ anlayışı, klasik adı verilen çağda bestecilere kalıcı olma yolunu açtı Doğa, yalınlık ve tutku... er türlü klasikçilik aydınlık arar. Antik Yunan heykelinden, Rönesans resminden tutun, müzikte klasik dönemin üç büyük ustası Haydn, Mozart ve Beethoven’e, 20. yüzyılda Paul Hindemith’in yeni klasikçiliğine kadar, bütün sanat akımları ve sanatçılar, aydınlığın peşinde koşmuşlardır. Müzik sanatında “Klasisizm”, barok çağ ile romantik çağ arasında yer alan bir dönemdir ve yaklaşık tarihlerle bu çağ stili, Bach’ın ölüm tarihi olan 1750’den Beethoven’in ölüm tarihi olan 1827 yılına kadar sürmüştür. Müzikte klasik dönemin doruk bestecisi Beethoven’i değerlendirirken öncelikle “klasik” denen çağ stilinin üzerinde durmamız gerekmez mi? “Klasik” kavramı, müzik eserlerinde örnek olabilecek bir mükemmelliği, tarihsel akımların bireşimini, üslup ve biçim özdeş SAĞNAK C 13 NİLGÜN CERRAHOĞLU Parti Kapatmak... emokrasilerde parti kapatmak “D var mıdır, yok mudur?” “Hangi şartlarda parti kapatılır?” konulu bir TV programına davetliydim. Bana İspanya’da 2003 yılında kapatılan Herri Batasuna (HB) örneği ve bu örnekten çıkartılabilecek sonuçlar soruldu... HB, düpedüz “teröre destek” gerekçesiyle kapatılmış bir parti. Ama gene de partinin kapatılmasına giden süreçte yaşanan gelişmeler ve kararı alan İspanyol Yüksek Mahkemesi’nin değindiği noktalar, “Demokrasi nedir, ne değildir” ve “Demokrasiler hangi hallerde kendini koruma refleksi verir?” gibi konularda öğretici unsurlar içeriyor. 1982’de kurulduğu günden beri ETA ile organik bağları olan bir parti HB. Bu ilk günden bilinen bir gerçek. Niye “o zaman” değil de “bu zaman” kapatılıyor? Değil mi ya? Enteresan. Burda işte “siyasi ortam” ve “reel politik” devreye giriyor... Değişmiş olan “siyasi ortam”dır. Araya çünkü “11 Eylül” ve “11 Eylül sonrası dünya konjonktürü” ve “hukuku” devreye girmiştir... Batasuna’nın kurulduğu ‘80’ler başında İspanya, henüz konsolide olmamış, genç bir demokrasi. Kendisini ispat aşamasında. “Otoriter, baskıcı Franco dönemi” ile “hoşgörülü, çoğulcu yeni İspanya demokrasisi” arasına mesafe koymak ve net çizgi çekmek arayışında. “Bismillah!” derken “parti kapatan demokrasi” imajıyla özdeşleşmek istemiyor. Ama gözünü de HB ve HB faaliyetlerinden asla ayırmıyor. Gerek Franco dönemi sonrası iktidara gelen sosyalistler; gerek ‘90’larda iktidarı sosyalistlerden devralan muhafazakâr Aznar’ın partisi, Batasuna üzerindeki büyük “gözaltı”yı sürdürüyor. 11 Eylül’ün başbakanı Aznar, Bush’un yakın müttefiki. Uluslararası konjonktürün “terörle mücadele” ortamından yararlanarak derhal siyasi partiler yasasında yaptığı bir değişiklikle “parti kapatmayı kolaylaştırıyor”. Bu, işte çok dikkat çekici: İspanya’da “parti kapatmayı kolaylaştıran” dünya konjonktürü, Türkiye’de ters yönde işliyor. İspanya’ da parti kapatmak “kolaylaşırken” bizde “güçleşiyor”! Biz gene, İspanya örneğinden devam edelim... HB’yi kapatan Yüksek Mahkeme, kararını, 2002’de İspanya’da çıkarılan parti kapatmayı kolaylaştıran bu “yeni siyasi partiler yasasına” dayandırıyor. Yeni yasa, genel bir prensibi kıstas alıyor: “Demokratik ilkeleri ihlal eden parti kapatılabilir?” “Demokratik hak ve özgürlükleri sistemli biçimde ihlal etmek, ağır biçimde zedelemek”, “Terör eylemlerine meşruiyet kazandıracak biçimde zımni, açık destek vermek” parti kapatma nedeni sayılıyor. HB örneğindeki spesifik neden “terör destekçiliği” olduğu için, Yüksek Mahkeme kararını son kertede bu gerekçeye dayandırıyor. Ama kararın giriş bölümü, konuya çok geniş bir “siyasi çoğulculuk” tanımıyla giriyor... “Siyasi çoğulculuğun olmadığı yerde demokrasi yoktur!” diyen İspanyol mahkemesi; “siyasi çoğulculuğun farklılıklara hoşgörüden ibaret olmadığını, anayasal düzenin bizzat bu çoğulculuğu yaşatmaya angaje olduğunu...” ifade ettikten sonra “ne var ki!” şeklinde bir kayıt koyuyor: “Siyasi çoğulculuğu anayasal düzende sahiplenmek, çoğulculuğun sınırsız olduğuna işaret etmez. Gerçek çoğulculuk toplumda ancak herkese yer açan, herkesin var olabileceği bir ortamda yaşayabilir.” Temel hak ve özgürlükleri zedelememek uğruna çoğulculuğa getirilebilecek sınırları mahkeme; “siyasi parti faaliyetlerinin, demokratik sistemin işleyişini engellemeyecek ve demokratik sistemi ortadan kaldırmayacak biçimde yürütülmesi” şeklinde tanımlamış. “Sistemin işleyişini” “şiddet” yoluyla engellemek sadece bir metot. Demokratik sistem, terörle bağlantılı olmayan yollarla da ortadan kaldırılabilir. Bu yönde teşebbüsler de, parti kapatmaya gerekçe teşkil edebilir. İspanyol Yüksek Mahkemesi konsepti çok geniş: “Demokratik sistemin işleyişini engelleyen” ya da “sistemi ortadan kaldırma teşebbüsü içinde olan” bir partiyi pekâlâ kapatabilirsiniz. Ama İspanya örneğinden hareketle görünen o ki; “parti kapatırken” demokratik sistemin itibarı ve inandırıcılığını korumak adına da azami gayret sarf ediliyor. Sistemin inandırıcılığını zedelemeyecek müsait bir siyasi konjonktür aranıyor önce. O konjonktür bulunduğu anda da, kapatılan parti tam kapatılıyor: “O gömleği çıkardım, bu gömleği giydim!” yok yani... “Batasuna” misyonunu başka adlar altında sürdüren herhangi bir başka partinin kurulması bundan böyle kesinlikle yasak İspanya’da. nilgun?cumhuriyet.com.tr H liğini, orantıyı, saltlığı, temizliği, açık ve seçik olmayı içerir. Kültür tarihçisi ve sosyolog Arnold Hauser, “klasik” çağın müzik sanatındaki uygulamasını şöyle özetler: “Barok dönem müziği çok ölçülü ve kontrollüydü. Bunun nedeni, duygusal içeriğin tekdüze işlenmesiydi. Klasik dönem müziği ise sürekli iniş çıkışlar, gerilim ve çözülümler, müzikal sergi ve gelişimlerle insanı uyaran, heyecanlandıran bir öz taşır. Besteci, sesleneceği yeni egemen sınıfın ilgisini çekmek amacıyla daha etkileyici yollara başvurmak gerektiği için, keskin etkiler yaratacak sonuçlara yönelen ifade biçimini kullanmıştır. Dinleyicisinin hayranlığını kaybetmekten çekinen müzikçi, bestelerini sürekli olarak yinelenen dürtü ve uyarılar dizisi olarak geliştirmiş, ifade gücü yüksek bir yoğunluktan başka bir yoğunluğa atlamıştır.” besteci ve seslendiriciler ile konser dinleyicisi arasında kurulan bağlar önem kazanmıştır. Böyle bir müziksever tabanı hangi müzikçi kaybetmek ister? Şu sonucu da çıkarabiliriz: Burjuvazi yalnızca kültürel değerleri ve müzikal zevkleri belirlemekle kalmıyor, bir yandan da ahaliyi “dinleyici” olmaya sürüklüyordu. Konser dernekleri artık geniş salonlar kiralamaya başlamış, müzikçiler de sayısı giderek artan dinleyiciler için para karşılığında konserler vermeyi benimsemişti. 19. yüzyılın başlarında müzik, artık en sevilen, izlenen sanat türü olmuştu. Çünkü müzik yoluyla hayatın inişli çıkışlı heyecan taşıyan olayları daha kestirme ifade edilebiliyordu. lenmiştir. Bu nedenle halk için yazılmış eserlere daha fazla özen gösterilmiş, dinleyiciye yönelik etkili bir “ifadeci” stil geliştirilmiştir. Barok çağda böyle değildi. Barok dönemin feodal efendileri tarafından ısmarlanan bir eser, efendilerin ve konuklarının keyfi için yalnızca bir kez seslendirilir, sonra unutulmaya bırakılırdı. Besteci bu gerçeği, daha eserini yazmaya başlarken bilirdi. Oysa şimdi besteci, en azından hak ettiği ölçüde “kalıcı” olabilecek eserler bırakma yolunun açıldığını görüyordu. HALK İÇİN YAZILMIŞ ESERLER Burjuvazinin önderliğindeki geniş bir konser dinleyicisi çevresinin ortaya çıkmasıyla müzikçinin toplumsal konumu değişmiş, müzik eserleri de yeni bir yön kazanmıştır: Bir kral ya da prens için bestelenen müzik ile bestecinin yüzünü bile görmediği konser dinleyicisi için yazdığı eser arasında büyük farklar vardı: Soylu bir kişinin besteciye ısmarladığı eser, yalnızca bir kez dinlenmek üzere yazılmış, konser müziği ise en az birkaç kez seslendirilmek için beste ESERİN NİTELİĞİ Örneğin, klasik çağın ilk büyük bestecisi Haydn, eserlerine önceki kuşak bestecilerinden çok daha fazla dikkat göstererek daha fazla zaman ayırmış, sonuçta ortaya 100’den fazla senfoni çıkmıştır. Mozart bu rakamın ancak yarısında kalmış, Beethoven ise 9 senfoni bestelemiştir. Bu örneklemede rakamların dili, eserin niteliğine verilen önemi gösterir. KONSER GELENEĞİ Burada yer alan “dinleyicisinin hayranlığını kaybetmekten çekinen sanatçı” sözüne dikkat çekmek isterim: Besbelli ki müzik dinlemeyi halk arasında yaygınlaştıran bir konser geleneği çağı başlamış, müzik yoluyla duygu ve düşüncelerini anlatan Sanatçılar duygularını ciddiye aldı J ohann Sebastian Bach öldüğünde (1750), yeni akımlar bütün sanat dallarında olgunluğa ermişti. Sanatçılar kendi aralarında sanattan söz açtığında, kullanılan sözcüklerin çoğu, “Doğa, yalınlık, tutku” gibi sözlerdi. Bu bayrak sözcükler giderek yaygınlaşmaya başlamış, ressamların, mimarların, heykeltıraşların konuşmalarında, Paris’in önde gelen dergilerindeki eleştiri yazılarında, hatta tiyatro eserlerinde sıkça kullanılır olmuştu. Bu sözcükleri, klasik çağda bale sanatını yükselten büyük usta Noverre, barok dönemin cansız ve yavan bale anlayışını yererken kullanıyordu. Yeni kuşaklar, barok dönemin başta gelen bir saray dansı olan “menuet”ye karşı “vals”i öne sürerken yine “doğa, yalınlık, tutku” sözcüklerinden yola çıkıyorlardı. Akla şu soru gelir: Klasik dönem bestecilerinin duyguları, önceki kuşaklardan daha derin, daha yoğun muydu? Hayır, ancak klasik çağ sanatçıları, aydınlanmanın katkısıyla duygularını daha ciddiye almış, onları olduğundan daha önemli görmek istemiş ve bu nedenle ifade gücünü güçlendirmiştir. Buna “ifadeci anlatım” ya da “dramatik anlatım” da denir. Fransız Devrimi, Rönesans çağında olduğu gibi, özellikle resim sanatında tarihsel tasvirlere, kahramanlık konularını işleyen tablolara duyulan ilginin olağanüstü bir hız kazandığı dönemi sergiler. Fransız devrimcileri, kendilerini dirilmiş Yunan düşünürleri, Romalılar gibi görmek istiyor, hatta öyle görünmekten hoşlanıyorlardı. Bu eğilimin kaynağında, gücünü tarihsel köklerinden alan devrimci coşkunun “klasikleşme” özlemi yatar. Söz konusu eğilimin müzik sanatına yansımasını somutlaştırarak anlatalım: Klasik dönemin bestecileri, barok ya da rokoko çağının ayrıntılardan oluşan süslemeciliğine yer vermemiş, geç ortaçağdan başlayarak geliştirilen kontrpuan tekniğini kullanmaktan kaçınmış, kesin akorlarla yalın ve kesin bir form çerçevesinde çalışarak söylemek istediği ana konuyu hiçbir karışıklığa meydan vermeden dile getirmiştir. Arnold Hauser’in saptamasını burada yineleyebiliriz: Besteci, sesleneceği yeni toplumun ilgisini çekmek için etkileyici yollara başvurması gerektiğinden, keskin etkiler yaratacak dramatik anlatım biçimini kullanmıştır. Bir örnek olarak belirtelim: Beethoven, “senfoni” formunun kendisinden öncesine kadar demirbaş bölümlerinden biri sayılan ve bir saray dansı olan “menuet”yi çıkarmış, yerine scherzo’yu koymuştur. ğunlaşır, zenginleşir. İNSANLIĞIN SORUNLARI Nesnellik ve yalınlık kavramları Bach’ın müziği için de geçerlidir. Ancak bu iki bestecide arka planın kavram olarak niteliği farklıdır. Bach Tanrı’ya sığınarak yaratır, Beethoven ise insanlığın tüm sorunlarını benliğinde duyar. Beethoven’in müziği bütün derinliklere açıktır. Müzikal konuların hepsi, geri plandaki kavramlara, konulara geçirimlidir. Beethoven’in müziği işte bundan ötürü saydamdır. Onun müziğinde “geri plan”ın derinliği olmasa kulağımıza öncelikle gelen ezgiler sıradanlık taşırdı. Beethoven ezgiyi kendi düşünce süzgecinden geçirerek derinliğe ulaşmıştır. Robert Schumann’ın dediği gibi, “Beethoven sokaktaki bir ezgiyi bulur ve onu evrensel planda yer alan bir deyişe yükseltir”. Bu noktada, Beethoven’in eserlerini yorumlayan piyanistlerin görüşlerini de belirtmek gerektiğini düşünüyorum: Dönemin ünlü Alman piyanisti Ignaz Moscheles şöyle demiştir: “Beethoven’in art arda yayımlanan piyano yapıtlarının tutkunu haline geldim. Hiçbir bestecide bulamadığım teselli ve kıvancı bu yapıtlarda buldum.” STİLDE YALINLIK Beethoven’in beste taslağı defterlerinde ya da karalama yaptığı özel kâğıtlarda, doğallığa ve yalınlığa ilerleyen yolda gösterilen çabalar izlendikçe, mükemmelliğe varmak için gösterilen büyük çabayı, yalnızca “tutku” olarak nitelemek yeterli değildir. Piyanist ve müzikbilimcimiz Leyla Pamir şöyle der: Sanat tarihinde mükemmellik, her dönemde ve her stilde vardı. Ama 9. Senfoni’nin Final’indeki “Sevinç” ezgisinin mükemmelliğine, bütün sanat tarihinde bir daha rastlamak zordur. Wagner’in “Tinsel bir ürpertiyle esip gelen ezgi” olarak betimlediği bu Final’in güzelliğine Beethoven, onca yolu denedikten, kılı kırk yardıktan sonra varmıştır. Çağımızda onun bu anlatım derinliğine hangi öğelerle ulaştığını incelemek için, kütüphaneler dolusu araştırma yapılmıştır. Yaratıcılığının her döneminde Beethoven, bu yalınlığa belki aynı oranda varmamıştır, ama düşünce zinciri hep eşittir. En ayrıntılı bir düşünceyi, ses bileşimini, yalınlığa kavuşturmadan ve ona nesnel olarak en inandırıcı biçimi bulmadan içi rahat etmemiştir. Ünlü Alman şairi Grillparzer, Beethoven’in konuşma defterine, “Müzikçiler sizin beste yaparken neler düşündüğünüzü bilseler onlara hiçbir sansür sökmezdi” diye yazmıştır. Mükemmellik, Beethoven için özellikle yalınlık ve gereklilik demektir. “Hep daha yalın olmayı amaçla” yönergesiyle kendisini her zaman uyarmıştır. Başka bir nokta ise sanatçının yalınlık uğruna tinsel içerikten hiçbir ödün vermemiş olmasıdır. Beethoven’in müziği yalınlaştığı oranda, yapıtına kazandırdığı ruh daha da yo MUHALİF OLMAKTAN KAÇMADI Beethoven’in yaşamöyküsünü ilk yazan müzik yazarı olarak bilinen dostu Schindler ise şöyle bir saptama yapmıştır: “Beethoven, mevcut her siyasi kuruma karşı muhalefetini sonuna kadar dile getirmekten kaçınmamıştır.” Yine bu dönemin ünlü bir Alman kemancısı ve bestecisi olan Louis Spohr, anılarında Beethoven’in 7. Senfoni’sini ilk kez 8 Aralık 1813’te Viyana’da yönettiğini, ancak sağırlığı yüzünden acıklı durumlara düştüğünü anlatır. Napolyon’a karşı savaşmış ve yaralanmış askerlerin yararına verilen bu konserin programında, Beethoven’in özellikle o akşam için bestelediği orkestra yapıtı “Wellington’un Zaferi” ve birkaç marş da yer almıştı. ELEŞTİRMENLERE GELİNCE... B eethoven’in müziğindeki içeriğin olgunlaşması, daha çok 1802 yılından 1814’e kadar olan süreçte gerçekleşmiştir. Bu yıllarda soyluların verdiği siparişleri kabul ediyor, ama yapıtı dilediği gibi besteliyordu. Bestecinin başlıca geliri, yapıtlarının yayım ve satışından, bir de halka açık konserlerde yer alan eserlerinden sağlanıyordu. Beethoven’in kendi döneminde pek anlaşılmadığı uydurmacası, nota yayıncıları tarafından yalanlanmıştır. Çünkü bütün yayıncılar bu yapıtların peşindeydi; Beethoven’in senfoni, konçerto, oda müziği ve piyano yapıtları Avrupa ülkelerinde geniş ilgi görüyordu. Bütün bunlara karşın, dönemin tanınmış müzik eleştirmenleri, bestecinin sanatını küçümseyen yazılarla onun aleyhinde rüzgârlar estirebilmiştir. Eleştirmen postuna bürünmüş bu yazarlar, Viyana halkını temsil etmiyordu. Onlar, terbiye edilmiş, yönlendirilmiş yazarlardı; hizmetinde oldukları cadı avcısı gazete patronlarının kapıkullarıydı. Görevleri, Viyana’daki eğlence yaşamının vur patlasın çal oynasın dü zeyindeki gerici çevrelere hizmet etmekti. Patronlarının hiç işine gelmeyen yeni ve ilerici kültürü “tehdit” saymaları dolayısıyla patrondan fazla patroncu olan bu eleştirmenlerin yöntemi her zaman böyle olmuştur: Bu gibiler, ilerici öz taşıyan yapıtları, “Kötü işçilik, zevksizlik, kuralları bilmemek, bayağılık” vesaire gibi çarpık nitelemelerle gerçeği saptırma çabasına girmişlerdir (Sidney Finkelstein). Bunlardan bazıları ise Beethoven’i “çıldırmasına ramak kalmış bir dâhi” olarak tanıtmıştır. Ama kentin orta sınıfı, Beethoven’in eserlerinden oluşan konserlere koşuyordu. Aydınlar ve sanatçılar ise Beethoven’i yüce bir insan olarak görüyorlardı. Bestecinin yaşamöyküsünü yazan Schindler, siyasal görüşleri bakımından Beethoven’i tek sözcükle “cumhuriyetçi” olarak nitelemişti. İmparatorlukların, krallıkların, çarlık ve prensliklerin geçerli olduğu bir dönemde cumhuriyetçilik, “isyancılık” anlamına gelen zararlı bir görüştü. BİTTİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle