03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 Hep sabaha karşı geldiler Hikmet Çetinkaya Emre Kongar: Erdal Atabek C röportaj YANSIMA OSMAN İKİZ 4 NİSAN 2008 CUMA Kapitalizmin Sonu mu? lü iktisatçı Joseph Stiglitz ile Amerikan Federal Bankası eski Genel Müdürü Alan Greenspan, ABD’deki mortgage krizinin 1945’ten sonraki en derin kriz olduğunu anlatmaya çabalıyorlar. Serbest piyasa ekonomisini bir dogma gibi savunup ‘’Devlet piyasalara müdahale etmesin’’ diyen liberallere şimdi ne demeli? Türkiye’deki liberallerin gözleri de, kulakları da Batı’ya dönük ama sanki ne duyuyorlar, ne de görüyorlar. Sadece görevliymiş gibi ezbere konuşmaktalar. Batılı sağduyulu liberaller ise tehlikeyi fark ettiler. Sağduyulu liberallere göre bir dönemin sonu gelmiş gibi. Ekonomi gazetelerinin ağır topu Financial Times’de, Martin Wolf, ‘’kriz, liberalizmin olanaklarının sınırlı olduğunu gösterdi’’ diye yazdı. The Independent gazetesinde yazan Philip Blond ise bildiğimiz kapitalizmin sonu geldi mi diye sordu. (The end of capitalism as we know it?) İngiltere’de Liberallerin ekonomi konularındaki sözcüsü Vince Cable, finans kuruluşlarının, hedge fonlarının, yatırım şirketlerinin hegemonyası altına giren pazar ekonomisine sert kurallarla müdahale edilmesi gerektiğini söyledi. Bugüne kadar devlet müdahaleciliği konusunda tek satır yazmayan The Economist’te de aynı görüş savunuldu. Geçtiğimiz günlerde AB üyesi ülkelerin sendika ve işveren temsilcileri AB içinde, faiz politikasınin belirlenmesinde politik müdahale gerektiği konusunda ortak görüş açıkladılar. Gelişmeler, küresel sermayenin hegemonyasına karşı hükümetlerin önlem almak zorunda kalacaklarını gösteriyor. Bizimkiler ise Türkiye’yi uzak olmayan bir zamanda enkaz haline getirecek küresel sermayeye kucak açmış, ulusal kaynakları damping fiyatına satıyor. The Independent gazetesinden Johann Hari’ye göre ise küresel politikada sola doğru keskin bir dönüş bekleniyor. Peki Türkiye nereye gidiyor?.. osman.ikiz?tele2.se Biz de çay yaptık Eylül döneminde aynen İlhan Selçuk’un göz 12 altına alınma şekline benzer bir şekilde göz altına alındım. TKP üyesiydim. İzmir’de yaşıyorduk. Gecenin bir yarısı kapım çalmaya başladı. Kalktık, kapıyı açtık ve en az yedi sekiz tane sivil polisle karşılaştık. Bir anda içeri doluştular. Kabaca davranıyorlardı, kitaplarımı ve müzik albümlerimi dağıtmaya başladılar. Yanlarında çuval getirmişlerdi ve ellerine ne geçse bu çuvala dolduruyorlardı. O zaman çocuklarım küçüktü, en küçüğü bir yaşında olduğundan dolayı olayların farkında değildi, fakat diğerleri 10 yaşlarındaydılar ve çok korktular. Polislerin işleri bir türlü bitmeyince biz de İlhan Abi gibi onlara çay yaptık. Sabaha karşı beni Çankaya’daki emniyet müdürlüğüne götürdüler, üst kata çıkardılar. Gözlerimi siyah bir bezle bağladılar sonra da beni bir hücreye koydular. Hücre en fazla dört metre kareydi, fakat içeride benimle birlikte yaklaşık 20 kişi daha vardı. Orada günlerce kaldık. Her birimizin oturması mümkün değildi, bu yüzden birer saat nöbetleşe ayakta duruyorduk ve günde ancak 12 saat oturabiliyorduk. Hücrede doktor bir arkadaşımız vardı, işkenceci polislerden biri gelip ona “ayağıma birşey oldu, ne yapmam lazım?” gibi sorular soruyor, sonra da işkence yapmaya geri dönüyordu. Ardından bizi Narlıdere’ye geçirdiler. Oraya ilk geldiğimizde, elimize battaniye verip “işkence gördünüz mü?” diye sordular, fakat “evet işkence gördüm” diyenleri emniyete geri gönderiyorlardı ve tabii emniyette o kişilere tekrar işkence yapılıyordu. Biz de bir an önce koğuşlara geçmek için işkence görmediğimizi söyledik. Bu sürecin en sinir bozucu kısmı, bizi mahkemeye kelepçelerle çıkarmalarıydı. 141142’den yargılanacaktık, fakat savcı Ahmet Sun çok aydın bir insandı, takipsizlik kararı verdi ve beraat ettik. Mahkeme sırasında, birçok gazeteci vardı. İzmir küçük bir yer olduğundan herkes birbirini tanır, fakat erkek gazetecilerin hiçbiri yanıma gelmedi, gelmeye çekindiler. Buna karşın aralarından genç bir kadın gazeteci, cesurca yanıma gelip “Hikmet abi birşeye ihtiyacın var mı?” diye sordu. O kişinin adını unuttum, ancak bu olayı hiç unutmam. Eğer röportajı okursa, elbet o da hatırlayacaktır... TBMM’ye hakaret! Nisan 2001’de, “Aydınlanma” isimli köşesinde yayınlanan “Dokunulmaz 550 Adam Bir Uygarlığı Nasıl Çökertti?” başlıklı yazısı sebebiyle 159’dan yargılandı. İddianamede, Kongar ile gazetenin Sorumlu Yazı işleri Müdürü Fikret İlkiz’in, “TBMM’nin manevî şahsiyetini tahkir ve tezyif etmek” suçunu düzenleyen TCK’nın 159. maddesi gereğince 16 yıl arasında ağır hapis cezasına çarptırılması istendi. Kongar’ın, “550 tane zırhlı adam” başlıklı yazısı şöyle başlıyordu: “Bu yazıda, gözlerini yağma hırsı bürümüş 550 kişinin, liderleri tarafından sıkı bir biçimde örgütlendiklerinde ve iyice eğitilerek, bir de ‘dokunulmazlıkla’ donatıldıklarında, koskoca bir uygarlığı yağmalayarak nasıl yok ettiklerini anlatacağım.” Kongar yazısında TBMM lafını hiç geçirmemiş ve Hernan Cortes’in 508 zırhlı ve iyi eğitilmiş asker ile koskoca bir Aztek İmparatorluğu’nu nasıl ele geçirdiğini ve yağmaladığını anlatmıştı. 2 Hapishanede demokrasi mücadelesi verdik Eylül döneminde Barış Derneği davasıyla ilgi12 li olarak gözaltı sürem kısa sürdü ve hemen tutuklama kararı verilerek cezaevine gönderildik. Ancak Ankara’dan getirilen arkadaşlarımızın gözaltı süreleri içinde işkence biçiminde işlemlere maruz bırakıldıklarını sonradan öğrendik. Tutuklandıktan sonra götürüldüğümüz ilk cezaevi olan Maltepe Askeri Cezaevi’ndeki koşullar tam anlamıyla ‘eziyet’ amaçlıydı. Ardından Metris Askeri Hapishanesi ve Sağmalcılar Cezaevinde tutulduk. Yattığımız bütün süre içinde onaylanmış bir ceza almamıştık. Toplam 38 ay yirmi gün tutuklu kaldığımızı anımsıyorum. Dava sonucunda beraat ettik. Suçlandığımız işlerin hiçbirinin ceza verilmesini gerektirmediği ortaya çıktı. Sonuçta aydın kişiler yıllarca boşuna hapis yattılar. İşlerini, görevlerini, bir çok haklarını kaybettiler. Yakınları acılar çekti. Cezaevinde yaşam koşulları bakış açınıza da bağlı. Eğer yaptığınız işlerde haklı olduğunuzu bilirseniz direnme gücünüz de artar. Hiç kimse hapiste olduğu için çürümez, insan kendi içinde çürür. Biz bunu hiç unutmadık. Hapishane koşullarını hepimizin amaçları olduğu bir süre gibi değerlendirdik. Ben ‘Alkol Ve İnsan’ adında bir kitap yazdım. Arkadaşlarım öteki tutuklulara dersler verdi. Aramızda tam bir dayanışma yarattık. Sağmalcılar cezaevinde ‘İnsan Sıcağı’ kitabını yazdım. Orada yaşadıklarımızı da çıktıktan sonra ‘Sözüm Sanadır’ adlı kitapta anlattım. Orada yatarken demokrasi mücadelesi verdik ve ‘Barış’ gibi bir insanlık idealinin dünya için taşıdığı öneme katkıda bulunduk. Ülkemin artık insanlar için güvenli bir yer olmasını diliyorum. Orhan Bursalı İşkence seslerini duymak erlin’de okurken izine geldiğim İstanbul’da, 12 Mart askeri darbe süreci içinde 1972 Eylülünde Şafak Davası operasyonu çerçevesinde gözaltına alındım. İşkence ve çeşitli baskılar normal olaylardı. Sorgulamada herkesi geçirdikleri işkence ve baskıların payıma düşeninden yeterince “yararlandım!” Tek kişilik bir hücrede tuvalete bile zincirlerle sürüklenmek ve işkence seslerine maruz bırakılmak da, bütünün parçaları olarak, sonraki düşüncelerinizde önemli kerteriz noktaları oluşturuyor! O süreçler, insanın, tarihsel olarak en çirkin, iğrenç ve yokedici niteliğinin dışavurumuyla karakterizedir. Bu yokedici nitelik, şüphesiz mutlaklıkla ilişkili: Siyasal iktidar gücünün demokratik özden yoksun her türlü yoğunlaşmışayrışmamış biçimi, her zaman kötülük üretir! Mutlak siyasal iktidara kim yelteniyorsa, onu durdurmak zorundayız! AKP’nin bu tür bir iktidar hevesi, tüylerimi diken diken ediyor; nasıl zorba bir yönetimin ve yaşamın ülkeye dayatılmak istendiğini damarlarımda hissediyorum. En iyisinden “koyu bir muhafazakarlığın”, en kötüsünden “dinsel referansların” belirlediği bir ülkede yaşamaktansa, bazı demokratik özelliklerin eksik olduğu ancak daha rahat soluyacağım ve kendime özgür alanlar yaratabileceğim koşulları tercih ederim! Bu nedenle, demokratların, solcuların, geçmiş travmalarının kılavuzluğunda düşünce ve eylem üretmelerinden çok, bekleyen travmaların ışığında bugüne bakmaları, doğru bir tercih olmalı: Demokrasi tarihinden nasibini almamış, uygarlığın birikiminden beslenmeyen ve bir kolundan gelmeyen bir mutlak inanç ve iktidarının, demokratik bir ülke kurabileceği varsayımı, düşünce cüceliğimizin dışavurumudur. Burada şüphesiz “düşünce ve kültür” üretiminde tarihsel ve evrensel yoksunluğumuz, günümüzde “siyasal ittifaklara ve davranışlara” damgasını vuruyor. Geçmişin travmasını aşamazsak, geleceğe düzgün bakamayacağımızı kanıtlayan günlerde yaşıyoruz... B Ali Sirmen Koğuşta demokrasi geçerlidir umhuriyet Gazetesi’nde 1974’de köşe yazarlığı yapmaya başlayan Ali Sirmen, 12 Mart’ta, 9 Mart’ta karşı darbe yapmak istediği iddia edilen aydınlar grubu içerisinde yer aldığı gerekçesiyle tutuklandı ve Ziverbey Köşkü’nde gözaltına alındı. Dört ay Ankara Mamak ve iki ay İstanbul Davutpaşa cezaevinde kaldı. 12 Eylül’de Barış derneği davasından yargılandı. Hayatı boyunca toplam 39 ay hapis yattı. Bir demecinde hapiste zorunlu demokrasi olduğunu, çünkü 60 kişinin bir arada demokratik kurallar olmadan yaşayamayacağını söyledi. Ayrıca yemek konusundaki ustalığını hapiste geçirdiği günlerine borçlu olduğunu sık sık belirtti. Mahkum olduğu süre boyunca yazıları Samim Lütfü imzasıyla yayımlandı. Hapishane yönetimleri de Sirmen’in yazı yazdığını bildikleri halde buna genelde göz yumdular. Sirmen sonradan yine kendi ismini kullanmaya başlayınca birçok okur Samim Lütfü’nün işine neden son verildiğini merak etti. 1990’da, Barış Davası sırasında kendisine konulan ve mahkeme bittikten sonra kaldırılması unutulan yurt dışına çıkış yasağı nedeniyle kısa bir süreliğine yine göz altına alındı. Oysa aradaki yıllarda Ali Sirmen defalarca yurt dışına çıkmıştı. C uralsız serbest pazar ekonomisinin yarattığı kısır döngü sağduyulu Batılı liberalleri bile ürküttü. Türkiye’deki liberaller ise hala ezberden konuşmayı sürdürmekteler. Onlara göre AB ne derse harfiyen yerine getirilmeli, pazara devlet müdahalesi olmamalı. Rekabete dayalı serbest pazar ekonomisinde, kar yatırımcınındır. Peki yatırımcı zarar ederse ne yapacaktır? Normal olarak batacaktır. Ne var ki daha önce de pekçok örneğini gördüğümüz gibi finans sektöründe batma söz konusu olunca devlet devreye giriyor. Devletin kurtarıcı olarak devreye girmesi ise zararın vatandaş tarafından karşılanmasından başka bir anlam ifade etmiyor. Bunun adına da rekabetçi serbest pazar ekonomisi deniyor! ‘’Özgürlük’’, ‘’demokrasi’’ söylemiyle bu yıllardır böyle sürüp gitmekte. Bundan sonra da gider mi? Amerikan Yatırım Bankası Bears Stearns 1929 krizinde ayakta kalmayı başardı. Seksen yıl sonra ise aynı direnci gösteremedi. İflas eden banka devlet yardımıyla damping fiyatına JP Morgan’a devredildi. Amerikan Merkez Bankası, borsa tezgahında astronomik değer kazanmış olan finans kuruluşlarının hisse senetlerini satın almış olanları kurtarabilmek için tasarruf sahiplerine ellerindeki balon gibi sönmüş hisse senetleri karşılığında hazine kağıtları veriyor. Küçük tasarrufçuların yanısıra bankaların elinde de değer kaybetmiş bu hisselerden bol miktarda var. Merkez Bankası bankalar batmasın diye darphanenin makinelerini tam gaz çalıştırıyor. İngiltere’de 140 yıllık Norhern Rock Bankası, mortgage krizini atlatamadığından devletleştirildi. Gene İngiltere’de büyük bankalar krizi atlatabilmek için Merkez Bankası’nın önünde kuyruk oluşturmaktalar. Tıpkı, batmakta olan bankalardan tasarruflarını kurtarabilmek için kuyruk oluşturan tasarruf sahipleri gibi. Bunlardan hiç söz etmeyen, rekabetçi serbest pazar ekonimisini güllül gülistanlşı gibi gösteren Türkiyeli liberallere şunu hatırlatmakta yarar var: Nobel ödüllü ün K Oral Çalışlar Işıl Özgentürk Bir daha buraya gelirsen… ki askeri darbede toplam 7 sene hapis yattım. 12 Mart 1971 askeri darbesi sonrasında 11 Temmuz 1971 günü Gaziantep’te yakalandım. Askeri müdahalenin ardından DevGenç yöneticisi olduğum için hakkımda yakalama kararı çıkarılmıştı. 16 Temmuz 1974’te, yani 3 sene 5 gün yattıktan sonra çıkarılan Af Kanunuyla serbest kaldım. Eğer Af Kanunu çıkarılmasaydı, TİP Kurultayındaki konuşmam nedeniyle aldığım 8 yıl, DevGenç ve TİİKP davalarının birleştirilmesiyle aldığım 15 yıl ve “Kürt” sözcüğünü kullandığım için aldığım onlarca yıllık cezayı yatmak zorunda kalacaktım. Deniz’lerin idamından az bir süre önceydi. Sanırım 1972 Nisan ayıydı. Bir gece Mamak’ta kaldığım koğuşun kapısı çalındı ve Deniz’in beni görmek istediği söylendi. Gece vakti yapılan bu çağrıdan şaşırmıştım. Gardiyan Nafiz bir çok zincirli kapıyı açarak beni Denizlerin olduğu koğuşa götürdü. Semih Orcan, böbreklerini tutarak kıvranıyordu. Deniz beni görünce, “Oral gel şu Semih’e bir akapunktur yap da acısı geçsin” dedi. Ben Maocuydum, akapunktur bir Çin tedavi metoduydu ve Deniz gece yarısı arkadaşının ağrısından yola çıkarak böyle bir espri yapmayı tercih etmişti… Gülüştük… ??? 12 Eylül 1980 askeri darbesi gerçekleştiğinde ise gazeteciydim. Bir sosyalist partinin yöneticisi olduğum için yine bilinen Türk Ceza Kanunun 141.maddesinden 8 yıl mahkum oldum. Toplam 4 yıl da bu dönemde yattım. 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinin her ikisinde de tutuklandığımda Mamak Askeri Cezaevi’ne kondum. 1974’te Af Kanunuyla çıkarken gardiyanlar, “Bir daha buraya gelirseniz, daha beter bir cezaevine gireceksiniz demişlerdi. Öyle de oldu. 12 Eylül dönemi çok daha acı vericiydi. Kültür Merkezi’ni yakan o kız! emmuz ayıydı, yıl 1971, gününü anımsamıyorum, o gün köylü heybemin içine diş fırçası ve birkaç iç çamaşırı koyup ,annemi ve babamı öptükten sonra sabahın köründe evden çıktım. Evden sabahın köründe çıkmanın kendimce çok önemli bir nedeni vardı, bir gün önce, ben evde yokken sivil polisler eve gelmiş her şeyi didik didik aramış , defalarca yatakların altına bakmış ve ısrarla benim nerede olduğumu sormuşlardı. Bizimkiler de “nerede olduğunu bize hiç söylemez ,”diyerek en doğru yanıtı vermişlerdi. Ben o gece her şeyden habersiz eve gelmiştim, hayret hiç kimseler kapımızı çalmamıştı,bu durumda ben de sivil polislerin mesai saati başlamadan evden fırlayıp , hayatı boyunca etliye sütlüye karışmayan bir can arkadaşıma gidebileceğimi ummuştum. Meğer sivil poliste mesailer çok erken başlarmış, dış kapıdan adımımı attım, yanıma gençten biri yanaştı,”benimle geliyorsun,” dedi, çaresiz kuzu kuzu adamın yanında yürümeye başladım, vapura binip karşıya geçtik ve ben o meşhur Sansaryan hanında, dönemin Siyasi Şube Müdürü Ilgız Aykutlu’ya teslim edildim. Ve ilk şoku yaşadım, en sevdiğim arkadaşlarım ayakları kanlar içinde koridorlarda yatıyorlardı. Beni görünce hafiften gülümsediler, gözleriyle cesaret vermeye çalıştılar. Orada kaldığım bir buçuk aya yakın bir sürede çok şey yaşadım, bazıları çok mahrem, bunların bir kısmını ancak yıllar sonra hikaye olarak yazmayı başarabildim. Hürriyet Yaşar’ın Can Yayınlarından yayınlanan “Bir Tersine Yürüyüş “ ( 12 Eylül Öyküleri) kitabında yayınlanan “Dinle Yavrum “ ve “Nihal İçin Ağıt ,” hikayelerini yazarken çok ağladım ve çok utandım. Onları burada anlatmam İ T Oktay Akbal Server Tanilli Gündüz işte, gece hapiste ktay Akbal da 12 Eylül mağduru. Akbal, 6 Ekim 1982’de yayınlanan ve 82 Anayasası taslağını eleştiren “Yurttaş olarak Göreviniz” başlıklı yazısından dolayı İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 1 numaralı askeri mahkemesinde yargılandı ve üç ay hapis cezasına çarptırıldı. 26 Ağustos 1983’te Sağmalcılar Cezaevine giren yazar, cezasını, “serbestçe çalışabilmesini temin amacıyla” her gün saat 19:00’da cezaevine girip, sabah 07:00’da çıkarak çekti. Ali Sirmen, 30 Nisan 1993’te yayınlanan “Yazar Aydın Cesareti” yazısında, Akbal’a 12 Eylül döneminde “biz 12 Mart’ta sıramızı savdık, geçen sefer sıyrılanları bu kez tıkacaklarmış şimdi sıra sizde” diyerek takıldığını anlatıyor, Akbal’ın hapse girmekten korktuğu halde, eleştirel yazı yazmaktan, düşüncelerini ortaya koymaktan hiç çekinmediğinin altını çiziyor. O Uygarlık tarihi ve... rof. Dr. Server Tanilli, 1972 yılında Şişli Siyasal Bilgiler Yüksek Okulu’nda “Uygarlık Tarihi” dersleri vermeye başladı. Çıkardığı “Ders Notları” nedeniyle, 1975 yılında, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde Türk Ceza Kanunu’nun 141142. maddelerine aykırı davrandığı, yani komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla yargılandı. DGM’lerin kaldırılması üzerine İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde süren yargılama sonucu beraat etti. Daha sonra ise dönemin faşist terörü onu da buldu, vuruldu, felç oldu. 19781980 yıllarını Avrupa’da tedavi ile geçirdi. 12 Eylül’den sonra Türkiye’ye döndüyse de, 1981 yılında Strasbourg İnsan Bilimleri Üniversitesi’nin çağrısına uyarak tekrar Fransa’ya gitti. P olanaksız, ama biri var ki, onu babamın anısı için sizlerle paylaşmak istiyorum. Benim babam da bütün babalar gibi bir babaydı, kızını severdi, kızına güvenirdi. Bir gün Ilgız Aykutlu odasında babamla beni buluşturdu. Babama övgüler yağdırdı, “devlete bu kadar zaman hizmet etmiş bir babamın kızı nasıl olur da böyle kötü yollara düşerdi?” Babam adeta şok olmuştu,”ben kızıma her zaman güvenirim o kötü bir şey yapmaz,”diye yüksek perdeden yanıt verdi. Babam adına hem utanıyor, hem korkuyordum, Ilgız Aykutlu alttan aldı “kızmayın hocam ,” dedi, “biz sadece onu biraz uyarmak için burada tutuyoruz, keyfi yerinde hiç merak etmeyin.” Babamın yüzü gevşedi, “Sağolun Müdür bey,” dedi ve ben kahroldum. Daha sonra babamla el sıkıştılar ve babam beni öpmeden, ama beni güvenli ellere bıraktığına emin bir yüz ifadesiyle odadan çıktı.Ve anında şiddetli bir tokatla yer düştüm, Aykutlu düştüğüm yerde beni tekmeliyor ve şöyle sesleniyordu “Ulan or…… babanı kandırdığın gibi bizi de mi kandıracağını sanıyorsun?” Bir başka gün Aykutlu masaya benimle ilgili kabarık bir dosya koydu ve sayfalarını teker teker çevirmeye başladı. Allahım ben neymişim? O günlerde sendika ve siyasi gazeteler için röportaj muhabirliği yapar, politik bir sokak tiyatrosu niteliğindeki Devrim İçin Hareket Tiyatrosu’nda oyunlar oynardım. İşte o dosyada işçilerle yaptığım bütün konuşmalar, çektirdiğim bütün fotoğraflar,oynadığım bütün oyunlar vardı. Ayrıca, benim gibi pek çok sol görüşlü arkadaşımın kapısını sık sık çaldığı, ve karşısında bülbül gibi şakıdığımız İktisat Fakültesinin en baba solcu asistanı Mahir Kaynak cebindeki dolma kalem biçimindeki ses alıcısıyla kaydettiği sözlerimiz de dosyadaydı. Suçum mu? Taksim’deki Kültür Sarayını yakmakmış!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle