03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 NİSAN 2008 CUMA kültür LONDRA’DAN MUSTAFA K. ERDEMOL ökeni, İsa’dan Önce, beş binli yıllara, Sümer kent devletlerine kadar gider şu devlet olgusunun. Yani insanlık o zamandan beridir devletten haberdar. Devletin hangi toplumsal aşamalardan geçerek oluştuğu, kimilerine göre de düzenleyici bir mekanizma haline geldiği uzun bir konudur. Meraklısı, toplumların, sınıfların tarihini inceleyen kitaplara, kaynaklara başvurmalı bunu anlamak istiyorsa. Bendeniz, Marksizm’in devlet teorisine inanmış olanlardanım. Marks, devleti altyapının belirlediği bir üstyapı kurumu olarak görür, ekonomik de bir temeli olduğunu vurgular. İnanırım. Durum bu olunca, takdir edersiniz ki, benim için devletin herhangi bir “kutsallığı” bulunmamaktadır. Bulunamaz, çünkü bu sadece inançlarıma değil, kutsalı somut varlıklara yönelmiş bir tanımlama olarak anladığımdan, aklıma da terstir. İnanç biçimlerine bağlı olarak, kimi toplumlar için tavuk bile, somut bir varlık oluşundan ötürü kutsal kabul edilebilir, ama, devletin “soyut” bir varlık olarak kutsal sayılması nasıl bir şeydir, kafam almaz. “Devlet’in kutsallığına dil mi uzatıyorsun?” diyenlere, kutsallığı sorgulanmayan hiçbir şeyin olmadığını, Türkiye’de son günlerde kandillerin bile kutsal olup olmadığının tartışıldığını hatırlatarak, belirtmek isterim. İslami camia bu tartışmayla çalkalanıyor çünkü. Devlet’in kutsallığını tartışmışız, çok mu? ??? İster benim inandığım (yani Marks’a göre hiç de kutsal olmayanı), isterse kutsallık atfedilmişi olanı olsun, devlet, toplumlara hep baskıcı yüzüyle göründü. Platon’un kötülüğe de kötülere de yer vermediği İdeal Devleti’ne insanlığın kavuşması zor gibi görünüyor. Kötülüğün de kötülerin de bulunmadığı bir devlet hayal sanki. Türkiye’nin de içinde bulunduğu coğrafyada Devlet’in, fetihçi, “zaptedici” özelliklerinden gururlanacak yanlar bulup çıkaran toplumlar var, malum. Bu toplumların bireyi, tarihsel böbürlenmesini, bir zamanların “kerim devlet”inin yapıp ettiklerine bakarak oluşturuyor. Böyle düşünenlerin eline fırsat verin, dünya haritasında fethedilmedik tek bir kara parçası bırakmazlar. Katılmak zorunda değiliz onlara, ama yine de anlaşılır bir duygudur bu. Neden? Çünkü kompleksli toplumların ürünüdür sadece kendi milletini, kendi devletini üstün görme tutumu. Bu devlet sevgisi, sadece dış etkenler söz konusu olduğunda duyumsa ‘Türkçe Gönüllüleri’ Düsseldorf’ta yürüdü DÜSSELDORF (Cumhuriyet) Düsseldorf’ta 30 Mart 2008 pazar günü, Türk öğrenci dernekleri, akademisyenler ve “Türkçe Gönüllüleri” tarafından, Almanya’daki okullarda Türkçe anadil dersinin müfredata dahil edilmesi için bir yürüyüş düzenlendi. Düsseldorf Ana Tren Garı’ndan başlayan yürüyüş, Kuzey Ren Vestfalya Eyalet Parlamentosu önünde kurulan standa kadar devam etti. Akademisyenlerin, öğrenci derneklerinin “Türkçe Gönüllüleri” adıyla oluşturdukları girişimin birlikte düzenlediği etkinliğe, yerleşik bazı çatı örgütlerinin, federasyon ve derneklerin söz vermelerine rağmen gereken desteği sunmaması hayal kırıklığı yaratırken, özellikle basının olumlu tutumu sevindirdi. Beklentilerin gerisinde kalan katılım sonucu, yaklaşık 500 kişilik bir grup Eyalet Meclisi önüne geldi ve burada günün anlam ve önemine yönelik konuşmalar, folklor gösterileri yapıldı. Özellikle 10 küçük öğrencinin podyumda İstiklal Marşı’nın 10 kıtasını ayrı ayrı okumaları beğeni topladı. Başarılı bir düzenlemeyle gerçekleştirilen bu partiler üstü ve özellikle de Türkçe ile ilgili etkinliğe, halkın beklentilerin gerisinde kalan bir destek vermesi, akıllarda yeni soru işaretlerine yol açtı. Fakat küçük yaştaki çocukların etkinlik boyunca üzerlerine düşeni layıkıyla yapmaları, düzenleme komitesi tarafından övgüye değer bulundu. Öte yandan, ortak bir amaç için her kesimden kurum ve kuruluşla “birlikte” çalışmaya özen gösteren düzenleme komitesinden yapılan açıklamalarda, Türk toplumunu temsil iddiası taşıyan bazı büyük derneklerin, Türkçeye yönelik son “budama” eylemlerine “Almanya’nın içişlerine karışmak istemeyiz” gerekçesiyle destek vermemesi eleştirildi. Düzenleyiciler, temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasında, bu tür gerekçelerinin geçerli olamayacağına dikkat çektiler. C 15 Toz Duman Arasında K Adını siz koyacaksınız! Hülya SANCAK DÜSSELDORF Önümüzdeki haftalarda Almanya’daki okullarda Türkçenin kaderini belirleyecek kararlar alınacak: Zaten bu “kader” birkaç yıl öncesinden belirlenmeye başladı; önceleri okullarda müfredat dahili bir ders olan Türkçe seçmeli hale getirildi, daha sonra Türkçe öğretmeni kadroları kısıtlandı, öyle ki, 700 civarında olan Türkçe öğretmeni sayısı 78 yılda 279’a düşürüldü. Yakın zamanlarda ise, çocukların teneffüslerde birbirleriyle Türkçe konuşmasına yasak getirildi. Bazı okullarda zaten seçmeli olan Türkçe dersi kaldırıldı, derslik verilmedi. Tüm bunlara gerekçe olarak da göçmen çocuklarının, özellikle de Türk çocuklarının yeterli düzeyde Almanca bilmeyişi gösterildi. Alman eğitim sisteminin eski ve köhne yapısını, öğretmenlerin yeterliliğini sorgulamak yerine fatura, Türklerin anadiline kesildi. Üstelik bu yeterli Almanca bilmedikleri söylenen çocuklar, yeterli düzeyde Türkçe bilseler belki iddianın tutar bir yanı olabilirdi. paranteze alarak, anadilini Türkçe olarak seçen insanların bu seçimine yapılan saygısızlık üzerinde durmak gerekiyor. Türkçeye karşı girişilen, aslında dünya ve Avrupa çapındaki bu yoksayma ve saygısızlık, Türklerin yoğun olarak yaşadığı Almanya’da daha çok göze batıyor. Sadece okullarda değil kamusal yaşamın diğer alanlarında da Türkçe yerini almalıdır, nasıl ki, Çince, Arapça yer alıyorsa; sanki bu ülkede üç milyona yakın Türk değil de Arap veya Çinli varmışçasına. İngilizce, Fransızca, İspanyolca vs neredeyse Almanca gibi, yaşamın her alanında zaten var. Çünkü onlar ortak bir amaç etrafında toplanmayı başarabilen bir birlik oluşturabilen ulusların anadilleri! Elbette ki olsun, çok dillilik zenginliktir! günü, Almanyalı Türklerin Türkçe gibi önemli bir değerinin söz konusu olduğu, gençlerin ve çocukların içten çalışmalarıyla gerçekleştirilen yürüyüşe kimler katıldı? Ne oldu? Ben katılmayanları sıraya dizmek istiyorum: Türkçene sahip çık yürüyüşüne; anadilin ne olduğunu bilmeyenler önemini kavrayamayanlar, kimliklerini kaybedip bulamayanlar, kaybettiklerinin farkında olamayanlar, sivil inisiyatif geliştiremeyenler ve bunu kullanamayanlar, yüzlerce derneği çatısı altında toplayan “toplama” dernekler, federasyonlar, ortak bir amaç için bile bir araya gelemeyenler, söz verip tutmayanlar, yaşadıkları ülkedeki sorunları aşmak için çalışmak yerine, yaşamadıkları ülkenin siyasi partilerine yağ çekmek için salonlara binleri yığanlar, boş konuşan, boşuna yaşayanlar, emeğe saygısı olmayanlar, gençliğe ve çocuklara kurusıkı laftan öte verecek bir şeyi olmayanlar ve anavatan saydıkları ülkenin temel değerlerine sahip çıkamayanlar, anavatan dedikleri ülkenin diline sahip çıkamayanlar, anavatanlarını sadece taşından toprağından ötürü hiç çıkarsız sevemeyenler, Türkçenin anadilleri olmadığını ve öğrenmek istemediklerini savunanlar, Türkiyeyi ve Türkçeyi sevmeyenler, ulus olma bilincine ulaşamayanlar KATILMADILAR! Bu kadar çok katılmayan olursa, katılan da en fazla 300 400 kişi olur... Onlardan da kerhen gelenler yürüyüş noktasına ulaştıklarında, gerisin geri giderse kalan hepi topu 150200 kişi olur ki... İnsan, yapılan hazırlığa mı yansın, yapılan haksızlığa mı kızsın, koskoca bir tarih yazdığı söylenen bu milletten kalan bu mudur diye mi üzülsün, anadiline, köklerine sahip çıkmaya çalışanların emeklerinin karşılığını alamadığını görüp, şevklerinin kırılıp kırılmayacağına mı kafayı taksın, bilemiyor. Hal böyle olunca da bu duygu ve öfke sarmalı içinde, insan, yazdığı yazıya başlık atmaktan imtina ediyor ve “Buyrun, geldiğimiz noktanın adını siz koyun!” diyor... NE YAPILMALI? Bu gerçeklikten hareketle, anadilin kimliğin en birincil ve vazgeçilmez temeli olduğunun, ulus olma yolunun “dil”den geçtiğinin bilincinde olanların katkılarıyla, 30 Mart’ta Düsseldorf’ta Türkçenin okullarda yeniden müfredata dahil bir ders olarak okutulması ve anadilin kişisel gelişimde öneminin vurgulanması için bir yürüyüş düzenlendi. Yürüyüşü, aralarında Türk öğrenci dernekleri, akademisyenler ve “Türkçe Gönüllüleri” de olmak üzere Türkçeye gönül vermiş kişilerden oluşan bir girişim düzenledi. Organizasyon gayet iyiydi, haftalar öncesinden imza kampanyaları başlatmışlar, basını bilgilendirmişler ve gereken yerlere gereken davetleri de yapmışlardı. Söylenenlere göre birbirlerinin kuyusunu kazan, hiçbir ortak değer adına bir araya gelmeyi başaramayan yüzlerce dernek de güya “anadil” gibi kutsal bir değer uğruna bu yürüyüşe destek verecekti.... Peki ne oldu? Bahar havasını aratmayacak bir pazar ANADİL YASAĞI? Bilimsel çalışmalarda dil ve kişilik gelişiminde anadilin önemine yapılan vurgu bir yana, Türkçeye yapılan bu saldırı art niyetli ve insan haklarına aykırı bir eylemdir ve ayrıca, insanların anadiline yasak koymak onlara anadillerini unutturmaya çalışmak haince bir tutumdur! Elbette “Anadil nedir?” gibi derin bir tartışmaya girilebilir, ancak bu soruyu nır değildir. “Haddi bildirilmesi” gereken bir hayli “yerli şer odağı” da her zaman vardır. Halkını çok sevip de “devlet yanlış yapıyor” dedin mi, yüreklerindeki “derin” devlet sevgisiyle çıkar kimileri karşına. Bu devlet sevgisinden ötürü çok insanın canı yandı Türkiye’de. En küçük bir eleştiri, en masum yakınma, bu sevgiye çarpıp tuzla buz edildi. Şimdi, aylardır, örgütlü bir sevgiden söz ediyoruz. Devlete duydukları sevgiden (!) ötürü bir araya gelmiş insanlar var karşımızda. Dün de vardı. Hatta öyle ki, o dünküler, devlete duydukları derin sevgilerini iktidara “milliyetçi cephe” adıyla taşımışlardı. Şimdikinin adının “Ergenekon” oluşuna takılmayın. Ad değişir ama “devlet” sevgisi baki kalır. “Devlet ebed müddet” ne de olsa. Örgütlü devlet sevgisinin sakıncalarını tartışacak değilim. Bilen biliyor zaten. En azından bir hayli “avcı” bir örgütlenme olduğunu inkar edenimiz de herhalde yoktur. 12 Eylül öncesinin Türkiye’sinde, devletine değil, kendisi gibi bireylere sevgi duydukları için “avlanan” çok insan olmuştur. Kendimden bilirim, ziyaret ettiğim arkadaş mezarının sayısı hiç de az değildir. Devleti “örgütlü” bir biçimde sevenlerin, bizzat kendi devletlerine bile güvenmediklerinden olsa gerek, gizli örgütlenmiş olmaları işin “derin” kısmını oluşturuyor. İyi bir iş yapıyorlarsa neden gizliler? Soru budur. Ama, bu örgütlü devlet sevgisinin karşısına da tuhaf bir “millet sevgisi”yle çıkılıyor. Barışık olmadığı kavramları dile getirenlere karşı, “bu da milletin tavrıdır” diyerek, “sevgi”yi oy oranıyla kanıtlama çabasında bir iktidarla karşı karşıya Türkiye. Reform, demokrasi benzeri cümlelerle yapılan bir konuşma, cümle sahibini kimilerinin gözünde nasıl hemen AB’ci ya da AKP’ci yapıyorsa, AKP iktidarı da laiklik lafı eden herkesi Ergenekoncu sayabiliyor. Tuhaftır bu. Cumhuriyet değerlerinden yana olmak, laik olmak Ergenekon’dan olmak sayılırsa, devlete duyulan bu “derin” sevginin taraftarlarını çoğaltmış olur AKP iktidarı. Çeteleşmeyle mücadele konusunda toplumdan genel bir onay almışken, bu mücadelenin sadece laik olanlara yöneliyor olması izlenimini vermesinde, o çok sözü edilen “gizli gündem”inin bir etkisi vardır diye düşünmek mümkün. Buna “fırsatçılık” da denebilir pekala. Ki iyi bir sıfat değildir… [email protected] Kültür Servisi İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın düzenlediği 16. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali 15 Mayıs’ta Aya İrini’deki açılış töreniyle başlayacak ve 4 Haziran’a kadar sürecek. Festival programı DOT Tiyatrosu’ndaki, festival yönetmeni Dikmen Gürün’ün tüm gençleri ve tiyatroseverleri festivale davet ettiği basın toplantısıyla açıklandı. Türkiye’den ilk kez izleyiciyle buluşacak 25’in üzerinde oyun ve dans gösterisinin sergileneceği festivale yurtdışından da 6 tiyatro ve dans topluluğu katılacak; ayrıca atölye çalışmaları, ünlü konukların ka İstanbul’da tiyatro keyfi tılacağı söyleşi ve konferanslar da yapılacak. İtalyan tiyatro topluluğu Arca Azzurra, Murathan Mungan’ın oyunu “Geyikler Lanetler”i yeni bir yorumla sahnelerken Berkun Oya’nın yeni oyunu “İnsanın Başına Gelen Şeyler” ilk kez izleyiciyle buluşacak. İstanbul’a ilk kez gelen Diyarbakır Devlet Tiyatrosu, Moliere’in “Hastalık Hastası”nı oynarken, ünlü tiyatro oyuncusu Zeliha Berksoy da Nâzım Hikmet’in “Jokond ile Siyau” adlı şiirini tek kişilik bir oyun olarak sergileyecek. Çağdaş Amerikan tiyatrosunun önemli yazarlarından Rebbeca Gilman’ın yazdığı “Kız Tavlama Sanatı”, Mehmet Ergen’in yönetmenliğinde “Talimhane Tiyatrosu”nda izleyiciyle buluşacak. Festivalin önemli çalışmalarından biri de Cumhuriyet Türkiyesi’nin ilk bale sanatçısı Kaya İlhan ile sekiz öğrencisinin sunacağı “Sonsuza İskele” olacak. Genco Erkal’ın “Sivas ‘93” oyunuysa, İnsan Hakları Bildirgesi’nin 80. yılı dolayısıyla “Festival Özel Gösteri”si olarak sunu lacak. 12 Nisan’da satışa çıkacak olan biletler Biletix ile Emek ve Atlas sinemalarından (20 Nisan’a kadar) sağlanabilecek. (Bilgi için: www.iksv.org/tiyatro) Tiyatroda Afife heyecanı Kültür Servisi Bu yıl 12.’si düzenlenen ‘Yapı Kredi Sigorta Afife Tiyatro Ödülleri’nin 2008 adayları ile özel ödül sahipleri açıklandı. ‘Muhsin Ertuğrul Özel Ödülü’ne Haldun Marlalı, ‘Nisa Serezli Aşkıner Özel Ödülü’ne Beyhan Saran, ‘Cevat Fehmi Başkut Özel Ödülü’ne ‘444 / Altıdan Sonra Tiyatro’ ile Yiğit Sertdemir, ‘Tiyatroda Yeni Kuşak Ödülü’ne DalgaGenç Oyuncuları, Yapı Kredi Sigorta Özel Ödülü’ne Hamit Belli değer görüldü. Mansiyon Ödülü ‘Sivas ‘93’ ile ‘Dostlar Tiyatrosu’na verildi. ‘En başarılı’ adaylar ise şöyle belirlendi: Yapım: Bayazıt (İBŞT); Kürklü Merkür (Dot); Venedik Taciri (Tiyatro Pera). Yönetmen: Arif Akkaya (Bana Bir Picasso Gerek Duru Tiyatro); Mehmet Ergen (Şeylerin Şekli Akbank Yeni Kuşak Tiyatro); Murat Daltaban (Kürklü Merkür Dot Tiyatro). Erkek oyuncu: Can Başak (Bayazıt İBŞT); Mehmet Ali Kaptanlar (Venedik Taciri Tiyatro Pera); Sezai Altekin (Bana Bir Picasso Gerek Duru Tiyatro). Kadın oyuncu: Ayça Bingöl (Bana Bir Picasso Gerek Duru Tiyatro); Esra Bezen Bilgin (Şeylerin Şekli Akbank Yeni Kuşak Tiyatro); Şebnem Köstem (Bayazıt İBŞT). Yardımcı erkek oyuncu: Enis Arıkan (Kürklü Merkür Dot); Rıza Kocaoğlu (Kürklü Merkür Dot); Tuğrul Tülek (Kürklü Merkür Dot). Yardımcı kadın oyuncu: Nurseli İdiz (Kadıncıklar Sadri Alışık Tiyatrosu); Özge Özder (Üç Kız Kardeş İBŞT); Songül Öden (Kadıncıklar Sadri Alışık Tiyatrosu). Komedi müzikalde ‘en başarılı’ adayları: Erkek oyuncu: Atılgan Gümüş (Müzikaldeki Hayalet Tiyatro Kedi); Metin Serezli (Kim O? Tiyatro Kare); Selçuk Yöntem (Koca Bir Aşk Çığlığı Aysa Prodüksiyon). Kadın oyuncu: Demet Tuncer (Müzikaldeki Hayalet Tiyatro Kedi); Suna Keskin (Aşkın Yaşı Yoktur Hadi Çaman Tiyatrosu); Tilbe Saran (Koca Bir Aşk Çığlığı Aysa Prodüksiyon). Yardımcı erkek oyuncu: Bekir Aksoy (Koca Bir Aşk Çığlığı Aysa Prodüksiyon); İsmail Hacıoğlu (9 Ay Son Gün Oyun Bozan Tiyatro Aysa Prodüksiyon); Volkan Severcan (Oyunun Oyunu Yasemin Yalçın Tiyatrosu BKM). Yardımcı kadın oyuncu: Ayça Varlıer (Hisseli Harikalar Kumpanyası BKM); Ruhsar Öcal (Hisseli Harikalar Kumpanyası BKM); Simay Küçük Tuna (Bir Şehnaz Oyun İstanbul DT). Diğer adaylar: Sahne tasarımcısı: Ali Cem Köroğlu (Dalga Don Kişot Prodüksiyon, Bir Şehnaz Oyun İstanbul DT, Ashura Garajistanbul); Başar Sabuncu (Bayazıt İBŞT); Şirin Dağtekin (Venedik Taciri Tiyatro Pera). Giysi tasarımcısı: Canan Göknil (Bayazıt İBŞT); Güler Yiğit (Hisseli Harikalar Kumpanyası BKM); Gülhan Kırçova (Bir Şehnaz Oyun İstanbul DT). Sahne müziği: Cem İdiz (Bir Şehnaz Oyun İstanbul DT); Fazıl Say (Sivas ‘93 Dostlar Tiyatrosu); Selim Atakan (Bayazıt İBŞT). Işık tasarımcısı: İlhan Ören (Bayazıt İBŞT); Kemal Yiğitcan (Kürklü Merkür Dot, Dalga Don Kişot Prodüksiyon); Yüksel Aymaz (Ashura Garajistanbul). on günlerde özellikle kadınlar arasında elden ele, dilden dile dolaşan bir fıkra var… Her eve biraz gülümseme gerek deyip sizlerle paylaşıyorum: Tanrı dünyayı yarattığı zaman gelecekteki ulusların temsilcilerini yanına çağırmış ve her birine ikişer özellik armağan etmiş; İsviçrelilere: Düzen ve yasalara saygı... İngilizlere: Soğukkanlılık ve asalet ... Japonlara: Çalışkanlık ve sabır... İtalyanlara: Neşe ve romantizm.... Fransızlara: Şarap ve güzel yemekler vs. vs.. Türklere ise: Zekâ, dürüstlük ve Tayyip sevgisi... Meleklerden biri bu dağıtımdan sonra Tanrı’ya sormuş: Hepsine ikişer.. ama Türklere neden üç tane?.. “Evet ama”, demiş Tanrı; “sadece ikisini kullanabilecekler...” Böylece; bir Türk, zeki ve Tayyip’çi olduğu zaman dürüst olmayacaktır... Bir Türk, dürüst ve Tayyip’çi olduğu zaman zeki olmayacaktır... Bir Türk, hem zeki hem de dürüst olduğu zaman Tayyip’çi olmayacaktır... Rivayet o ki, yukarıdaki fıkrayı kadınlar uydurmuş. Bilin bakalım neden acaba? Sahnede onları görmeliydiniz! Hepsi birer yıldızdı. Pırıl pırıl parlıyorlardı. Genç, güzel ve aydınlıktılar! Dışa vuran, iç güzellikleriydi. Dışa vuran, gözbebeklerindeki sevinç ve umuttu. Dışa vuran, yaptıkla S ESİNTİLER ZEYNEP ORAL rı işe inançları ve bağlılıklarıydı. Dışa vuran ve hepimizi peşlerinden sürükleyen sesleriydi… Siemens Opera Yarışması’nın ödül töreninden sonra dinlediğimiz genç yıldızlardan söz ediyorum. Özgecan Gencer (birinci), Sirel Yakupoğlu (ikinci), Nesrin Gönüldağ ve Süreyya Evren Karacan (üçüncülüğü paylaşanlar) ve Fuat Kılıç Aslan (mansiyon) opera repertuvarının ünlü aryalarını seslendirirlerken, geleceğe, dünya sahnelerine, daha da büyük başarılara kanat çırpmaya başlamışlardı bile… Onları dinlerken, bu yıl onuncusu yapılan Siemens Opera Yarışması’nın genç şancılara kazandırdıklarını, onlara açtığı yolları, sağladığı imkânları düşünüyordum. Bu yarışma aracılığıyla, bizim gençlerimiz de evrensel çağdaş kültürün bir parçası oluyordu. Müzik dünyasıyla bütünleniyordu. Bugüne dek yarışmaya girenler, kazananlar, derece alanlar bunu çoktan kanıtlamışlardı. Daldan Dala... Yarışmaya çok emeği geçen Yekta Kara’nın, ödül töreninde belirttiği gibi, bunca kısa zamanda sıfırdan başlayıp operasını bu düzeye getiren bir başka ülke yoktu. Bunu “mucize” diye niteliyor ve şimdi bu “mucizeyi” yurdun her köşesine yaymamız gerekliliğini vurguluyordu. 10 yıl süreklilik demek. Bu süreklilik bugün geleceğe yönelmiş durumda… Yarışmaya emeği geçen, katkıda bulunanlara teşekkürler! Kadınlar öfkeli, kadınlar kızgın! Yeni Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) Yasa Tasarısı, kadın ve erkek tüm çalışanların tepkisini çekti. Ama kadınlarınkini daha da çok çekti... Çünkü sadece kazanılmış hakları kadınların elinden almakla kalmıyor, kadınerkek arasındaki eşitsizlik uçurumunu daha da derinleştiriyor! Yüz kadar kadın kuruluşu, bir araya gelip imzalarıyla destekledikleri bir bildiri yayımladı. Kadınların ev içinde harcadıkları emeğin tümünü, ev dışında harcadıkları emeğin ise büyük bölümünü yok sayan bu yeni tasarının geri çekilmesini istiyorlar. Hiç unutmuyorum.. 70’li yıllarda çalışan kadınlar ve çocukları konusunda bir araştırma yaparken, gittiğim her büyük işyerinde ya da sanayi kuruluşunda 90 kadın, 93, 95, 98 ya da 99 kadının çalışıyor olması dikkatimi çekmişti. Nedir bu 90’lı sayıların hikmeti diye soruşturduğumda, ortaya çıkan gerçek beni dehşete düşürmüştü: O tarihte 100 kadın çalıştıran, kreş açmak zorundaydı yasaya göre! Ve sırf kreş açmamak için kadın çalışan sayısını 90’larda tutuyorlardı! Nasıl anlatmalı ki.. çocuklar, hem kadın hem erkeğindir! Kreş sadece çalışan kadına değil, çalışan erkeğe de gereklidir! Vesaire vesaire.. işimiz zor!.. Nasıl anlatmalı ki, kadınlara analık ve doğurganlık hallerinde sosyal güvence sağlaması; kadınlara sosyal haklarını babalarından ve kocalarından bağımsız olarak tanıması; kadınlara ev içinde harcadıkları emeğin karşılığı olarak erken emeklilik, cinsiyete dayalı yıpranma payı/fiili hizmet zammı haklarını tanıması gerekir. Nasıl anlatmalı ki, bunların hiçbirini sağlamadığı için bu yasanın geri çekilmesi gerekir! Kadın kuruluşları bunları Meclis’tekilere anlatabilmek için sokağa dökülecek! [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle