02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

25 OCAK 2008 CUMA ekonomi PARİS’TEN UĞUR HÜKÜM ABD faiz silahını da çekti, ama yine de düşüşün önüne geçemedi. Bir yıllık kayıp 5 trilyon doları buldu Çözdükçe dolanıyor... Necdet ÇALIŞKAN Durgunluğun köşeye sıkıştırdığı dünya piyasaları, haftanın ikinci gününü de panik içinde geçirdi. ABD Merkez Bankası’nın (FED) sürpriz faiz indirimi de işe yaramadı. Borsalardaki sert düşüşler sürerken uluslararası finans ajansı Bloomberg’in tespitlerine göre, Asya’da 1990’dan bu yana en sert satışları yaşatan resesyon krizinin dünya borsalarında yol açtığı kayıplar son bir yılda 5 trilyon doları aştı. Fransa Cinsel Ayrımcılıktan Mahkum C 9 ABD’nin durgunluğa gireceği korkusu ile tetiklenen dünya piyasalarındaki kördüğüm iyice kilitlendi. Sabah, FED faiz indirecek söylentileri ile hafifçe toparlanan borsalar, indirim 75 puanı bulunca, iyice karıştı; artan belirsizlikle piyasalar gitti geldi. Faiz indirimi için 30 Ocak’taki toplantısını beklemeyen FED’in gecelik faiz oranlarını yüzde 4.25’ten yüzde 3.50’ye sürpriz bir şekilde çekmesi de piyasalardaki türbülansın önüne geçemedi. Asya borsalarında yüzde 8’leri bulan düşüşlerin ardından açılan Avrupa borsaları ilk seanstaki yüzde 2’leri aşan kayıplardan sonra, günü ortalama yüzde 2’lik yükselişle kapattı. ABD’de 1980’li yılların başından bu yana ilk kez bu kadar yüksek oranlı bir faiz indirimine gidilirken FED’in ocak ayındakı olağan toplantısı öncesinde atılan bu adım, FED’in de paniğe kapıldı ğı şeklinde yorumlandı. Piyasalarda yükseliş trendine ara verildiğine ve 11.5 yıl sürecek bir düşüş dönemine girildiğine dikkat çekilirken FED’in son kararıyla ABD’de faizler yıllık yüzde 4.1 olan enflasyon oranının da altına geriledi. Böylece ABD, durgunluğa karşı talebi canlandırmak için tüketicilerinin ‘cebine para koymuş’ oldu. Büyümeye yönelik artan riskler nedeniyle faizleri indirdiğini açıklayan FED, finans piyasalarındaki durumun daha da kötüleştiğini belirtti. Kravis Roberts, BC Partners ile Turkven’in yanı sıra Hırvat Agrokor fiyat sundu Migros’a üç teklif geldi Yüzde 51’lik hissesi için gelen tekliflerin piyasa değerinin altında kaldığı yönündeki haberlerle yüzde 6 düşen Migros hisseleri, Koç Holding’in “Teklifler, piyasa değerinin altında değil” açıklamasının ardından toparlandı. LONDRA İSTANBUL (Reuters) Migros için üç teklif verildiği ve bu tekliflerin en az ikisinin süpermarket zincirinin piyasa değerinin altında olduğu belirtildi. Ancak Koç Holding bu iddiayı yalanladı. Konuya yakın kaynakların verdiği bilgiye göre Koç Holding’in iştiraklerinden olan Migros için özel sermaye şirketi Kohlberg Kravis Roberts&Co LP (KKR) tek başına teklif verirken, BC Partners ve Türk özel sermaye grubu Turkven ortak bir teklif sundu. Kaynaklar üçüncü teklifin ise Hırvat Agrokor ve özel sermaye şirketi Blackstone ortak teklifi olduğunu belirtti. Koç Holding yaptığı açıklamada Migros’un çoğunluk hisselerinin satışı ile ilgili tekliflerin, işleme aracılık yapan JP Morgan tarafından kendilerine bildirildiğini ve sürece ilgi gösteren yatırımcılarla yapılan gizlilik sözleşmeleri çerçevesinde teklifler üzerinde görüşmelerin devam etmekte olduğunu belirtmişti. Bir kaynak ise özel sermaye şirketi Bain Capital’in de BCTurkven grubuna dahil olduğunu söyledi. Kaynaklar en az iki teklifin Migros’un piyasa değerinin altında olduğunu belirtti. Tekliflerin piyasa değerinin altında kaldığı haberleri, Migros hisselerine ilk seansta yüzde 6 değer kaybettirdi. İTO Başkanı Murat Yalçıntaş, fuarı düzenleyen Deutsche Messe AŞ Başkan Yardımcısı Wolfgang Pech’e hediye verdi. Hannover Messe Fuarı bu yıl 2125 Nisan’da gerçekleştirilecek. 166 bin 500 metrekarelik bir sergi alanını kapsayan fuara 62 ülkeden 5 bin katılımcı bekleniyor. Koç: Hisse değerinin altında teklif yok Migros’un satışıyla ilgili yazılı bir açıklama yapan Koç Holding CEO’su Bülent Bulgurlu, “Migros satış sürecinde halen teklif sahipleri ile yapılan gizlilik sözleşmesi çerçevesinde, teklif edilen fiyatlar ile ilgili olarak açıklama yapılamayacağını, ancak şu ana dek alınan tekliflerin Migros’un hisse değerinin altında olmadığını” belirtti. Koç Holding tarafından yüzde 51’i satışa çıkarılan Migros’un piyasa değeri 33.5 milyar dolar arasında bulunuyor. 100 bin Avro’luk iş getiren Hannover Messe için geri sayım Ekonomi Servisi Dünya sanayisinin buluşma noktası olan Hannover Messe Fuarı bu yıl 2125 Nisan’da gerçekleştirilecek. Geçen yıl Türkiye’nin partner ülke olarak katıldığı sanayi fuarının bu yılki partneri Japonya olacak. Bu yılki teması “inovasyon” olan fuarın tanıtım toplantısında konuşan İTO Başkanı Murat Yalçıntaş, geçen yıl partner ülke olarak elde edilen başarının, Türk firmalarını 2008 yılında katılım için de teşvik edeceği düşüncesinde olduğunu belirterek “Hannover Messe 2007’ye katılan Türk firmalarının yüzde 31’i 100 bin Avro’nun üzerinde iş bağlantısı kurmayı başardı” dedi. Bu sonuçlara katılımcılar arasında yapılan anketle ulaşıldığını söyleyen Yalçıntaş, 2008 fuarının özellikle enerji ve rüzgâr enerjisi ağırlıklı bir fuar olacağını vurgulayarak “Bizim firmalarımız ağırlıklı olarak yan sanayide yer alıyorlar. Hedefimiz, otomasyon, enerji gibi daha fazla katma değer getiren alanlarda temsil edilmemiz” dedi. Stant ile katılma bedelinin metrekare başına 480 Avro olduğu fuara katılma koşulları www.ito.org.tr adresinden alınabilir. edyanın, egemen çevrelerin etkisiyle insanlar, reel, üretim ekonomisindeki gelişmelerden daha çok finansal pazarlardaki gelişmelerle ilgileniyorlar. Faiz, döviz, borsa çoğu kişinin, bu bağlamda doğrudan çıkarı, yararı olmasa da yine ilgi alanıdır. Kişisel olarak reel, üretim ekonomisindeki gelişmeleri önemsemekle beraber, genel ilgi nedeniyle, bu konudaki beklentileri, IMF’nin World Economic Outlook yayınından yararlanarak, kişisel öngörülerimi de ekleyerek aktarayım. 2008 yılına ilişkin beklentilere geçmeden önce, bu beklentilerin ardındaki temel bilgi ve görüşleri yineleyeyim. Finansal pazarlarda oynaklık, uzman yorumcuların deyişiyle volatilite, fiyat inişçıkışlarının yüksek düzeyde olması, 2008 yılının da genel beklentileri arasındadır. Sıcak paranın boyutunun hızla artması, kısa vadeli görüşler, fon yöneticilerinin, finansal kurum yöneticilerinin yapay da olsa, yüksek kâr açıklama eğilimleri, bu piyasalarda yalnız oynaklığı değil, bunun yanı sıra riskleri de arttırmaktadır. Finansal piyasalarda yaşanan türbülans küresel bir likidite sıkışıklığından değil, birçok bankanın kısa sürede yüksek kâr açıklama güdüsü ile özellikle ABD’de de gayrimenkul piyasasını aşırı risk olarak kredilendirmeleri; kimi bankanın, finans kurumunun da bu kredileri fonlamak için çıkarılan görünür getirisi yüksek, ancak riskli menkul değerleri (varlığa dayalı menkul M YORUM ÖZTİN AKGÜÇ Finansal Pazarlarda Olası Gelişmeler 2008 yılında FED’in izleyeceği para politikası sonucu, LIBOR (Londra Bankalararası Faiz Oranı) bazında USD mevduatın yıllık faizinin yüzde 5.2’den yüzde 4.4’e düşeceği, Avro mevduat faizinin yüzde 4.0 dolayında belirgin bir değişim göstermeyeceği; JPY (Japon Yeni) mevduat faizinin hafifçe yükseleceği, yüzde 1.1 dolayında oluşabileceği genel tahminler arasındadır. Faiz tahminleri ya da beklentileri de USD’nin güçlü paralar karşısında değer yitireceği yönündedir. Vadeli piyasalarda bir paranın faizinin yüksekliği, söz konusu paranın zaman içinde değer yitireceği beklentisinin bir göstergesidir. ??? Zayıf USD, dünya ödemeler sistemi için bir risktir. USD’nin gerçek değerinin daha düşük olduğu, en azından belli bir çevrede yaygındır. USD cinsinden çıkarılmış menkul değerlere yatırım yapanların, birikimlerini USD mevduat şeklinde tutanların daha fazla sermaye (veya servet) kaybına uğramamak için direnmeleri, USD değerini yapay olarak, olması gerekenin de üstünde tutmaktadır. ??? Doların değer yitireceği öngörülmüş, bunun uluslararası ödemeler değerleri) satın almalarındandır. (Finans dilinde bu olgu subprime olarak nitelendirilmektedir) Sorun bir likidite bunalımı değil, hatalı kredi plasman kararlarından kaynaklanan ödeme güçlükleridir. ??? ABD için temel ekonomik öncelik, ekonominin hele hele bir seçim yılında durgunluğa, resesyona girmemesidir. Bu nedenle FED’in genişletici bir para politikası izlemesi, faiz oranlarını düşürmesi gerçekçi bir öngörüdür. Bir para değer yitirirken faizinin de düşürülmesi olağan değildir. FED’in izlediği politika USD’nin değerinin daha da düşmesi sonucunu doğurur. Özetle bir paranın hem değer yitirmesi hem de düşük faizli olmasının ve bu olgunun bir orta vadede sürmesinin olanağı yoktur. Doğrudan yabancı sermaye yatırımları (yeni bir tesis, işletme kurmaya yönelik yükümlülükler) gelişen pazarlarda, kur riski az, cari işlemler sorunu olmayan, cari işlemler fazlası veren ülkeleri yeğlerler. Cari açığı yüksek, kur riski, devalüasyon riski olan ülkelereyse daha çok kısa süreli kredi, sıcak para şeklinde yabancı sermaye girişi olur. sisteminde yaratacağı riskler nedeniyle küreselleşmenin doğal sonucu olarak Dünya Merkez Bankası kurulması, yeni bir para sistemine geçilmesi önerilmişti. Aslında Dünya Merkez Bankası fikri yeni ve özgün değildir. II. Dünya Savaşı sonrası, Bretton Woods konferansında White Planı yerine daha gerçekçi olan Keynes Planı kabul edilseydi, dünya daha uzun soluklu bir ödemeler sistemine kavuşmuş olacaktı. Keynes, ödemeler bilançolarını denkleştirme amacı ile Uluslararası Kliring Birliği kurulması ve uluslararası ödeme ihtiyaçlarının karşılanması için “bancor” diye adlandırılan para birimi oluşturulmasını önermişti. White Planı ABD’ye üstünlük sağlamış, ABD’nin tüm dünya için para basmasına olanak vermiş, USD’nin uzun yıllar, uluslararası ödemelerde hemen hemen tek araç olarak kullanılmasına yol açmıştı. Ancak 1970 sonrasında azalan dolar egemenliğinin artık sonu yaklaşmış görünmektedir. Doğrudan yabancı sermaye akımlarının, ağırlıklı olarak, gelişen, yükselen Asya piyasalarına özellikle Çin, Hindistan, Singapur gibi ödemeler dengesi fazlası veren ülkelere yöneleceği genel beklentiler arasındadır. Yabancı sermaye akışının doğurabileceği enflasyonist baskı, bu ülkeler için ayrı bir sorun olarak görülmektedir. Dünyadaki likidite fazlası ve merkez bankalarının çabaları, dünya ekonomisi genelinde yaşanabilecek bir mali türbülansı hafifletici etkenler olarak görülmektedir. azı toplumlar geriye doğru yürüyedursun, 22 Ocak 2008’de yani geçtiğimiz salı günü cinsel özgürlükler ve insan hakları bir mevzi daha kazandı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) bir Fransız ilkokul öğretmenin açtığı davayı haklı bularak, Fransa’yı “Cinsel Ayrımcılık Yapmak” suçlamasıyla davacıya 10 bin avro tazminat ödemeye mahkum etti. Fakat bu dava pek o kadar sıradan bir dava değildi. Söz konusu olan ne erkekler kadar “maaş”ı hak etmediği ileri sürülen bir kadındı, ne de erkek olduğu için “küçük yaştaki çocuğunun bakımını üstlenemeyecek” olduğu söylenen bir babaydı. Bu kez Strasbourg’daki 1 numaralı üst mahkeme jürisinin değişik uyruklardan oluşan 17 üyesinden 10’u Fransa’yı bir “Eşcinsele karşı cinsel ayrımcılık yaptığı” gerekçesiyle mahkum ediyordu. Bu karar Fransız devleti, Fransız adaleti açısından tarihi bir İLK’ti. ??? 45 yaşındaki ana okulu öğretmeni Bayan Emmanuelle B. resmî kayıtlara göre bekârdır. Aslında Emmanuelle psikolog olan eşi Bayan X.Y. ile 1990’dan beri birlikte ve düzenli bir aile (!) yaşamı sürdürmektedir. Lezbiyen çift 10 yıl önce bir evlatlık edinmeye karar verir. Emmanuelle buldukları bir çocuğu nüfusuna geçirmek üzere gerekli işlemler için idari makamlara kişisel olarak başvurur. Fransa’nın İsviçre sınırına yakın Jura bölgesinin yetkili mercileri, küçük bir araştırmadan sonra bu talebi derhal reddeder. Halbuki 1996’da çıkan bir yasa bekarlara bireysel olarak ‘evlat edinme hakkı’ tanımıştır. Emmanuelle, “Evlatlık edinecek olanak ve kişiliğe sahip olup olmadığı denetleyecek müfettiş evime, evimize geldiğinde bir kadınla birlikte yaşadığımı saklayacak kadar namussuz olmazdım. Dürüst olmak zorundaydım. Ayrıca savunduğum hakkım, haklarımız vardı...” şeklinde konuşuyor. Tabii ki, Emmanuelle ve hayat arkadaşı dürüstlüklerinin bedelini ödüyorlar. Yetkili makamların kararı çok açıktır: “Yasadan yararlanma hakkınız yoktur.” Gerekçe, “Çiftte çocuğun kimlik yönünü belirleyecek ölçüt eksikliği...” Başka bir deyişle, “Baba otoritesinin yokluğu”. Esas anlaşılması gereken nedense ailenin “eşcinsel” oluşudur. ??? Lezbiyen çift yılmaz. 1999’da önce Jura Bölge İdaresi Başkanlığına gider. Talep aynı gerekçeyle reddedilir. Mahkeme üstüne mahkeme. Her yerden, her makamdan yüzüstü geri dönerler. Son olarak 2002’de başvurdukları Yargıtay’ın kapıları da hemen hemen aynı sözcüklerle suratlarına kapanır. Yaklaşık aynı tarihlerde Philippe Fretté isimli bir başka Fransız eşcinselin (çiftin) AİHM nezdinde girişimi de başarısızlıkla sonuçlanır. Alt daire jürisi 3’e karşı 4 oyla, “Fransız makamlarının belirli bir ‘özel değer B lendirme sınırı’ olduğu” takdirinde bulunur. Ancak Philippe, bu kararın temyizine, bir üst mercie gitmez. Emmanuelle ve eşi de ilk ağızda AİHM’ye başvurmayı düşünmezler. Fakat sorunu örgütlü bir biçimde gündeminden düşürmeyen “Association des Parents et Futur Parents Gay et Lesbiens / APGL” (Gay ve Lezbiyen Ebeveyn ve Müstakbel Ebeveynler Derneği) Emmanuelle ve XY’in davasını bir kez daha AİHM’ne taşımaya karar verir. Mahkemenin üst dairesinin 22 Ocak’ta karara bağladığı tarihi zafer işte böyle bir mücadele sürecinin sonucudur ve Fransız hukukunda bir içtihat oluşturmaktadır. ??? “Peki, niçin 5 sene önce değil de şimdi?” sorusunu Aile Hukuku uzmanlarından Daniel Borrillo şöyle yanıtlıyor: “Her şeyden önce son yıllarda toplumun kamuoyunun eşcinsellere bakışı değişti, evrime uğradı. Çeşitli yasalar aracılığıyla her insan gibi eşcinsellerin bir takım çok basit sosyal hakları tanındı. Yüce Divan çoğu zaman belirli bir uzlaşma yaklaşımıyla çalışır. Evrimi nazarı itibare alır.” APGL’den verilen bilgilere göre bugün Fransa’da eşcinsel ailelerde yaşadığı sanılan çocuk sayısı 20 ile 40 bin arasında. Bu olgu toplumunda her kesiminde görülür, görülebilir bir boyuta ulaşıyor. Fransız toplumu gerçekten de, her cepheden bir takım gericiliklerin boy göstermesine karşın bireyin özgürce tercihlerini saygıyla yaşamak yolunda kalıcı olması dilenen adımlar atıyor. Kaldı ki Fransa’nın eşcinsellerin tek veya çift olarak evlatlık edinmesi veya çocuk sahibi olması konularında Avrupa’da epeyce gerilerde yer aldığı çoğu uzmanın da ortak gözlemi. Bugün aralarında Almanya, Belçika, İngiltere, İspanya, İsveç gibi üyelerin bulunduğu 9 AB ülkesi çoktan sözü edilen hakları tanımış durumda. Ayrıca Strasbourg AİHM danışmanlarından, Londra King’s College profesörlerinden Robert Wintmute şöyle bir gerçeğin de altını çiziyor: “Eşcinsel aileler, çocuk eğitimleri ve ilgili yasalar üzerine bilimsel ve karşılaştırmalı araştırmalar yaptık. Sonuçlar teşvik edici. Bu konularda geri kalan, Fransa...” Kazanılan hukuksal zafer yalnızca Fransız eşcinsellerinin yargıya, idareye, resmi makamlara karşı veya eşcinsellerin en doğal insani hakları adına kazanılmış bir zafer değil. Zihniyetlerin evrimi, her türlü farklılığa içten saygılı ve aydınlık bir toplumu kurmak doğrultusunda bir ilerleme söz konusu. Eşcinselliği sapıklık, hastalık sayan, kadını erkeğin kümes malı gibi görüp evine kapatan, kaz sürüsü gibi ardına takan ve de bunu “özgürlük” kisvesiyle yutturmaya çalışan Orta Çağ özlemcilerinin mumu, elbette bir gün bütün dünyada sönecektir. [email protected] Merkez’i taşımak gereksiz Bankalar Birliği’nin İstanbul Finans Merkezi Raporu’nda taşımayla ilgili tek satıra yer verilmedi: Murat KIŞLALI ANKARA Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın gerekçe olarak göstermesine karşın Türkiye Bankalar Birliği’nin (TBB), uluslararası denetim kuruluşu Deloitte&Touche’a hazırlattığı 253 sayfalık raporda, İstanbul’un Uluslararası Finans Merkezi olması için Merkez Bankası’nın buraya taşınmasına ilişkin tek bir satır dahi yer almadı. Raporda Merkez Bankası’nın adı, ilgisiz konularda sadece dört defa geçti. TBB’nin Ekim 2007 itibarıyla yayımladığı “İstanbul’un Uluslararası Finans Merkezi Olma Potansiyelinin Değerlendirilmesi” başlıklı raporda İstanbul’un Uluslararası Finans Merkezi olabilmesi için ilk 5 yılda 2 milyar dolarlık bir maliyet yapılması gerektiği belirtilerek “Kazanımların büyüklüğünün ise yıllık 20 milyar ABD doları düzeyinde olacağı öngörülmektedir” denildi. İLK DEFA GÜNDEME GELDİ Bu arada, Merkez Bankası’nın eski Banka Meclisi üyelerinden Prof. Dr. Bilsay Kuruç, bankanın eski başkanlarından Gazi Erçel’in “Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınması bizim dönemimizde de gündeme gelmişti” sözleriyle ilgili olarak, “Sayın Erçel, birlikte çalıştığımız bu döneme ilişkin konuyu yanlış hatırlıyor. O dönemde Banka’nın İstanbul’a taşınması değil, İstanbul Şubesi’nin inşa edilmesine ilişkin bir kurul kararı alınmıştı” açıklamasını yaptı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle