02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

25 OCAK 2008 CUMA müzik YORUMLAR OSMAN ÇUTSAY Yılların rockçı müzisyenleri deneyimlerini şarkılarını harmanlayıp bu kez kendi albümleri ‘Yalan’a imza attı C Etnikleştirme: ‘Yeni Demokrasi’ dinselleştirerek, acaba hangi akla hizmet ediyorlar? Bunu yapmaya hakları var. Ama unutulmamalı ki, cehenneme veya barbarlığa giden yol da bu tür haklılık taşlarından örülmüştür. O zaman, bir şeyler oluyor. ??? SPD’nin “solcusu” ve Hessen’deki sosyal demokratların umudu Andrea Ypsilanti, gerçi başka türlü konuşmak zorunda kaldı, ama Sol Parti’nin olmadığı bir eyalet meclisinde elinden pek bir şey gelmeyeceğini biliyor olmalı. Trajedi orada değil. Trajedi bir başka yerde yatıyor: Maalesef, toplumsal sorunların, yani emek ile sermaye arasındaki çekişmenin ürünü cepheleşmelerin üzerini etnik bağımsızlık ve dinsel cemaat özgürlükleri, en azından kültürel özerklik türünden çözümlerle örten bir anlayış, kendisini solda sayan/sanan sosyal demokratlara, yeşiller ve hatta Sol Parti’ye hiç de yabancı değildir. Aynı sularda debeleniyorlar. Bir eğilim olarak, aralarında hiç fark yok. Dolayısıyla Koch ile aynı renkleri paylaşıyorlar. Sadece renkleri farklı yerlere oturtuyorlar. Toplumsal sorunları, etnik, dinsel, kültürel vs değerler üzerinden çözümleme ve çözme kolaycılığı, asıl büyük çelişkinin üzerine örtme çabasıdır. Çalışanlar ile çalıştıranlar, yani bir artıdeğer yaratanlar ile o artıdeğerin aktığı yer arasındaki çekişmeyi, bu çıplaklıkla görmezseniz, ne kadar kızarsanız kızın, sağın sınırları içinde kalırsınız. Adınız sol bile olsa, sağın malı kalırsınız. Tabii o dar sınırlar içinde kalınca da birbirinize daha çok kızar, daha çok bağırırsınız. Oysa temeldeki tüm değerleriniz üç aşağı beş yukarı birbiriyle akrabadır. Demek ki, toplumsal sorunları etnikleştirmekle suçlanan Koch’a yüklenirken dikkatli olmakta yarar var. Bir şeyin tam tersini söylemek, her zaman doğru söylemek anlamına gelmiyor. Yeşiller Partisi’ni veya liberal FDP’yi bir yana bırakalım, zaten yerleri belli, ama SPD’nin sol vitrini Ypsilanti ile Sol Parti yönetimi, gerçekten birbirinden çok mu farklı? Türkiye’de ve başka coğrafyalarda, her vadide bir etnik şans, dinsel veya dilsel haksızlık keşfedenler, içeride neden farklı davransınlar ki? Bu nokta, sadece şeytanın gör dediği nokta değildir. Toplumsal sorunlar, toplumsal sınıfların cepheleşmesinden doğar. Etnik, dinsel, kültürel, ahlaki vs değerler, o büyük cepheleşmenin vitrinidir sadece. Vitrinler tek başlarına pek bir şey ifade etmezler. Yani, sol muarızları da, belki farkında olmadan, en az Koch kadar sağdadır. 27 Ocak’taki eyalet meclisi seçimleri, bu gerçeği bir kez daha ve sessizce vurgulamış olacak. Trajik, ama öyle. 7 Saf, sade, sert ve ‘Dört x Dört’ Hatice TUNCER Rock müzik dinleyicilerinin enstrümanlarındaki ustalıklıklarıyla yakından tanıdığı Arbak Dal, Burak Kulaksızoğlu, Göktuğ Şenkal ve Deniz Tuzcuoğlu, ‘Dört x Dört’ adlı bir grup kurarak bu kez kendi albümlerine imza attılar. Ünlü rockçı şarkıcılar ve çeşitli rock gruplarında çalan müzisyenler, yılların getirdiği birikimlerini, ilk albümleri “Hayır”da birleştirip şarkılarında harmanlamışlar. Albümün yapımcısı TMC Müzik’in Esentepe’deki binasında bir araya geldiğimiz müzisyenlerle sohbete, müziğe uzanan yolculuklarının ayrı ayrı hikâyeleriyle başladık. Grupta davul çalan Arbak Dal, neredeyse 20 yıldır müzik dünyasının içinde. Annesinin aldırdığı gitar derslerinden kaçıp aynı semtte bulunan Saint Joseph Lisesi’nin bahçesinde basketbol oynarken sonraki yıllarda Arbak Dal Türkiye’nin usta müzisyenleri arasında yer alan Sarp Maden ve arkadaşlarının provalarına kulak kabartmış. Çoraplarının içine sakladığı bagetlerle davul çalmaya başlamış ve yıllar birbirini kovalamış. Bu sırada İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Polonya Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirmiş. Indians, Murat Çekem ve Mercury, Badluck, Teoman, Demir Demirkan, Volkan Başaran ve Haluk Levent’in albümlerinde ve sahne performanslarında çalan Arbak Dal, artık müzik dünyasının tanınmış davulcuları arasında yer alıyor: “Bir dağ başında yetişseydim de yine kendime göre protest bir adam olacaktım. Bunu bağlamayla yapacaktım veya başka bir şeyle yapıyor olacaktım, fakat böyle olacaktım.” iyi bilmezsen, neyi gerçekten kendinin ürettiğini bilemezsin. Biz progressif, saykodelik rock değil, bunların hepsini yapıyoruz.” Bu konuya son noktayı da Burak Kulaksızoğlu, röportajlarında “Ne tür rock yapıyorsun” sorularına “Kuyruksuz rock” diye karşılık verdiğini söyleyerek koyuyor: “Öyle rock böyle rock diye bir şey aramaya gerek yok. Bizden çıkan rock bu ve rock’ın tam orta yeri gibi geliyor bize.” AYIR DIYEMEMEK Provalara yetişmek telaşında olan Arbak Dal’ın trafikte takılı kaldığı sırada önde yol vermeyen aracın modeli grubun adı için ilham vermiş ama ilk albümün adı o kadar kolay bulunmamış. Tartışmalar uzadıkça en çok kullanılan sözcük olan “Hayır”da karar kılınmış: “Albümün adını ‘Hayır’ koyalım önerisine herkes ‘evet’ dedi. Ama bunun toplum olarak ‘hayır’ diyememe problemimize de bır ışık tutuğunu düşünüyoruz. Aile, mahalle sakinleri, toplum ve halk olarak ve tüm dünyada ‘hayır’ diyemiyoruz. Böyle bir anlamı olduğu için de bize önemli geldi.” H UTANGAÇ ÇOCUK Dört x Dört’ün basçısı Burak Kulaksızoğlu, “tanıdığı en utangaç çocukmuş” ve bu nedenle bunaldığı için piyano derslerini bir yıldan sonra bırakmış. Şimdilerde “Keşke iki yıl daha devam etseydim” diye pişmanlık yaşayan Kulaksızoğlu, Mercury’de bas çalan ağabeyinin etkisiyle müziği yönelmiş. Badluck, Indians’tan sonra 7 yıl birlikte çalıştığı Teoman’ın bazı albümlerinde aranjörlük yapan Kulaksızoğlu, Feridun Düzağaç ve Asım Can Gündüz’e de eşlik etmiş. Arbak Dal ile kurdukları stüdyoda kayıt teknolojisi konusunda da kendini geliştiren Kulaksızoğlu, ‘Yalan’ albümünün mikslerini de gerçekleştirmiş. SİNEMACI MÜZİSYEN Grupta gitar çalıp şarkı söyleyen Deniz Tuzcuoğlu, lise yıllarında müziğe başlayarak İzmir’de çeşitli gruplarda çalmış. 9 Eylül Üniversitesi’nde sinema okuyan Tuzcuoğlu, barlarda ve otellerde yaptığı müzikten sıkılınca İstanbul’a gelmiş. Bilinen rock parçalarını çalan cover gruplarda çalışan ve bazı televizyon dizilerine de müzik yapan Tuzcuoğlu, Dört x Dört’ün diğer elemanlarının teklifini kabul etmiş: Sinema okuyup müzik yapmanın büyük avantajlarını gördüm. Çünkü sinema değişik bir bakış açısı getiriyor sonuçta. Dört x Dört, yıllardır aynı gruplarda birlikte çalan müzisyenlerin ani bir kararıyla değil ama süreç içinde kendiliğinden oluşmuş. Arbak Dal ile Burak Kulaksızoğlu’nun 2003’te Maslak 433 adıyla kurduğu kayıt stüdyosu da albüme doğru giden en önemli adım olmuş. ZUN PROVALAR 1999 yılından beri solo albüm çıkarmak projesini hayata geçiremeyen Deniz Tuzcuoğlu, şarkılarıyla birlikte gruba katılmış ve herkesin eteğindekileri ortaya dökmesiyle albüm için çalışmalar başlamış. 11 şarkıdan oluşan “Hayır” albümündeki şarkıları uzun süren bir provalar ve demo kayıtlardan sonra tamamlamışlar. Haliç Tersanesi’nde çekilen klibiyle de ilgi gören “Dün Gece” Dört x Dört’ün müzisyenlerinin birikimlerini ve ustalıklarını hissettirdikleri bir parça niteliğinde. “Arada Bir” parçasında grup, klarnet geçişleriyle sürpriz yapıyor: “Müziğimizde çevreden kopmamak hedefimizle bunu anlatmak istedik. Bu elinizdeki Hayır albümü, bizim bütün bu dinlediklerimiz, Guns and Roses’lardan, arada çay bahçelerinde duyduğumuz müziklerin hepsinin bir potada eritilip size sunulduğu bir şekil. ‘Dün Gece’nin o melodisini çalabilecek en güzel enstrümanın klarnet olduğunu düşündük, başka bir enstrümanla çalınmazdı. Çalınsa öyle güzel duyulmazdı.” TURNE HAZIRLIĞI Yalan albümünün ilk tanıtım konserini İstanbul’da geçen aralık ayı sonlarında veren Dört x Dört, önümüzdeki haftadan itibaren dinleyicileriyle yeniden buluşmaya hazırlanıyor. Rockçı müzisyen Cem Özkan ile 23 Ocak’ta Bursa’da Kat 3’te başlayacakları turnelerini, 24 Ocak’ta Eskişehir 222 Park’ta, 25 Ocak’ta Ankara’da Rock&Blue’da sürdürüp 31 Ocak’ta İstanbul’da Balans’ta olacaklar. Dört x Dört, 3 Şubat’ta Bostancı Gösteri Merkezi’nde Cem Özkan, Bertuğ Cemil ve GeceYolcuları’nın da katılacağı rock konserinde sahne alacak. Grubun www.4x4online.net adresli web sitesinde de konserlerle ilgili bilgi verilirken forum sayfalarında dinleyiciler ve grup üyeleri düşüncelerini paylaşıyorlar. Deniz Tuzcuoğlu SAF VE SADE Hedeflerini “Rock müziğinin saf, sade ve de en sert haliyle ama yaşadığı çevreden kopmadan müzik yapmak” olarak ifade eden grup elemanlarının, müziklerini sert bulmadığımız düşüncemize karşılıkları “bizim kadar sert” oldu: Biz yıllarca çok fazla canlı performans yapmış insanlarız. Türkiye’nin her yerinde çok çaldık. İnsanlarla sürekli elektrik içindeyiz ve onlardan birçok şey alıyoruz. Aldığımız bu emanetleri kendi içimizde eritip tekrar onlara geri veriyoruz. Aslında bizim kadar sade ve bizim kadar sert. Biz ‘Çok sert müzik yapıyoruz’ demiyoruz. Müziğimizi insanlarla paylaşmak için, kendi özümsediğimiz bütün duyguları hareketlendiriyoruz ve izleyenlerle bir enerji alışverişi yapıyoruz.” EĞİTİMİN ÖNEMİ Gitarist Tamer Şenkal’ın oğlu olan Göktuğ Şenkal’ın evde elektrogitar olduğu için rock müzikten başka bir seçeneği zaten olmamış. “Rock’a Göktuğ Şenkal doğmuşum ben yani” diyor ama bu arada İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirmiş ve uluslararası ilişkiler dalında lisansüstü eğitim görüyor. Arbak Dal ile birlikte Demir Demirkan ve Haluk Levent’le çalan Şenkal, düzenleme çalışmaları da yapıyor: “Eğitimli olmak müzikte de başarılı olmanıza daha katkılı oluyor bence. Yani o üniversite eğitimi, bizim zamanımızda iyi bir vizyon veriyorlardı. İnsan olarak geliştiğiniz için daha analitik düşünüyorsunuz, başarılı oluyorsunuz bence.” Burak Kulaksızoğlu MİSYON DEĞİL, MÜZİK Albümün adına karşın aşk şarkılarıyla kendi yaşamlarına dair duyguları anlatmayı tercih eden Dört x Dört grubu, şarkılarına herhangi bir misyon yüklemek istememiş. Kendi yaşamlarına dair duyguları aktarmışlar: “Kişisel olarak her birimizin inandığımız şeyler doğrultusunda misyonlarımız var. Ama Dört x Dört misyon yüklenmez, müzik yapar. Çok naiftir, duygulu, hassastır. İnternet ve çeşitli kanallardan o kadar büyük bir bombardıman altındayız ki, gerçekten emek verilmiş bir şeyi özümseyecek, sevecek vakti bulamıyoruz. Hatta buna emek verecek vakti bile bulamıyoruz. Her şey önümüze çok çabuk sunuluyor ve sonuçta biz de o popüler kültürün parçasıyız. Oysa bir şeye bedel ödemediğinizde onun hiçbir değeri yoktur. Bizim gibi müzik yapan insanların da bir dakika düşünüp kendini o bombardımanın etkisinden daha samimi bir şeyler yapması ve sunması gerekiyor.” Elizabeth: The Golden Age U TARİHİ BİLMEK Dört x Dört’ün deneyimli elemanları, müzisyenlerin yaptıkları müziğin tarihini bilmelerinin geleceği ilişkin planları ve müzikteki gelişmeleri için önemli olduğunu düşünüyorlar: “Rock müzik yapıyoruz iddiasında olanların ‘Bu müzik nereden geliyor, kimler yapmış, biz nasıl bir yol izliyoruz’ gibi sorularla hareket etmesi gerek. Bize ‘tarihinizi iyi bilin’ denirdi ya, onun gibi rock tarihini aliba hiç de öyle baltayı taşa vurmuş falan değil. Eğer bu kadar etnik saldırıdan sonra hâlâ sahneden indirilemiyorsa, Roland Koch, belki Berlin şansı olmayan, ama Alman sağının en sağlam direklerinden biri olduğunu kanıtlamış sayılmalıdır. 27 Ocak’taki yerel seçim Hessen’de kendisine “başarı” da getirebilir. Eğer Sol Parti yüzde 5 barajının altında kalarak başarısız olur ve eyalet meclisine giremezse, Koch ile partisi CDU’nun Hessen eyaletindeki bütün hesapları tutacaktır. İş, solda düğümleniyor yani. Demek sol olmayınca, sağın hesapları hep tutuyor. İyi. İyi ama neden böyle? Roland Koch, ana akıma çok mu aykırı davranıyor? Aslında yaptığı, modern çağın taleplerine uygundur. İddiasının tersine, gerçi tabu değil çok sık pot kırıyor, doğru, ama bu potlar artık modern demokrasinin de temel taşları halini almış değil midir? Öyledir. ??? Küreselleşme çağında, yönetenler, toplumsal sorunlara neredeyse tek çözüm yolu önerebiliyor: Etnikleştirme ve dinselleştirme. Etnik yapılar veya dinsel cemaat yapıları, demokrasinin temellerinden sayılıyor. Çok mu haksızlar? Paranız varsa, dünya ekonomisinin ana doğrultusu sizden soruluyorsa, böyle bir etnikleştirme ve dinselleştirmeye herhalde itirazınız olmaz. Neden olsun ki? Bu çözüm size değmeden geçip gidecek, hele hele Almanya iseniz, Avrupa’nın ortasındaki 90 milyonu bulan “Almanlık” sizi kurtaracak, ama sizin dışınızdaki her siyasal bünye ağır tahribata maruz kalacaktır. Neden itiraz edesiniz ki? Bulunduğumuz yer burasıdır ve Koch, tam da böyle bir rehavetin şımarık çocuğudur. Solun ilk kez bir parti halinde bu çıkışı olmasaydı, bu doğrultuda çok daha önemli başarılara imza atacağını, örneğin Angela Merkel ve benzerlerinin ayağını kolayca kaydırabileceğini bile iddia etmek mümkün. Halk, ülkedeki toplumsal sorunları hep bir kültürler çatışmasına ve etnik karakterlere, dinsel f arklılıklara bağlayarak perdelemeye çalışan Koch tipolojisi ile sürtüşmekte falan değildir. Alman sosyal demokrasisinin haftalık gıdası “Die Zeit”, gazetenin genel yayın yönetmeni Giovanni di Lorenzo’nun kaleminden, geçen hafta, solun yeterince dikkatli davranmadığını, halkın güvenlik duyarlılığını ciddiye alması gerektiğini falan yazdı. Bizce o yazının özeti şudur: Halk ile Koch arasında ciddi zihniyet akrabalıkları var ve Koch hiç de öyle yalnız değil: Halkın veya seçmenin içindeki Die Zeit genel yayın yönetmeninin deyimiyle o aşağılık hayvana (“Schweinehund”) oynarken, hesaplarını doğru yapmıştır. Sol da ona benzemelidir. Tamam da, benzemiyor mu? Koch ve kendisini solcu sanan muarızları, toplumsal sorunları etnikleştirerek, kültürelleştirerek, G cutsay?gmx.net evgili dostlarım, okurlarım değil, artık sizlere böyle seslenmek istiyorum, dostum şair Refik Durbaş,19 Ocak 2008 Cumartesi günü Sabah gazetesindeki “Rüzgâra Alfabe” köşesinden bana bir mektup göndermiş, çok ağladım ve adeta beni arıtan bir suya girmiş gibi oldum. İzninizle bugün sözü ona bırakmak istiyorum: Sevgili arkadaşım Işıl Özgentürk, aslında bu yazdıklarımı sana mektup olarak gönderecektim. Ama postanenin yolunu unuttum, unutturuldu çünkü.. artık kimse mektuba yüz düşürmüyor. Mektup, telgraf, teleks hayatımızdan çıkalı hayli zaman oldu. Şimdi cep telefonlarıyla mesajlaşma, internetten bilmem ne nokta com, mesene ile çedleşme çağı… Biliyorum, benim gibi sen de bunları beceremiyorsun. O nedenle bu yazıyı sivri uçlu bir kurşunkalemle sarı bir defter kâğıdına aktarılmış mektup niyetine oku. Hani senin bir öykü kitabın vardı, “Yokuşu Tırmanır Hayat” adında. Adını da Yannis Ritsos’un bir şiirinden almıştın. Demek biz, o genç yaşımızda şiiri ne kadar çok seviyormuşuz. Yoksa niye bir Yunanlı şairin dizesi senin o güzelim kitabına misafir olsun? Sen o kitabında, genç günleri egemen güçlerce harap edilen genç insanları; yani benim gibi, senin gibi gençleri, bizim gençliğimizi anlatıyordun. Beni o kadar etkilemişti ki, senin kitabından yola çıkarak ben de uzun bir şiir yazmıştım, “De S AL GÖZÜM SEYREYLE IŞIL ÖZGENTÜRK Yokuşu Tırmanır Hayat zin mücadele günlerinin tortusu? Neden biz bugün dahi hayallerimizin ardından koşarken, kimileri “gerçek” hayatın peşine düştü? Sevgili Işıl, gerçekten yokuşu tırmandı mı hayat ve biz yaşlandık mı? Ama şu soruları kendime sormadan edemiyorum. Hani nerede, gençliğimizde olduğu gibi, gecesini gündüzünü sinemaya vererek 1015 dakikalık da olsa film çeken gençlerin ürünlerini gösterecek mecralar? Hani nerede düzeyli edebiyat tartışmalarının; şiirin, öykünün, romanın, sinemanın, tiyatronun tartışıldığı platformlar? Sen de okuyorsun, gazetelerde sayfalar dolusu tiyatro ilanları çıkıyor, hani nerede bu oyunların eleştirisini yapacak genç beyinler? Bunlar yok mu? Elbette var. İşçisi, memuru sendikasız, yoksulu bir paket makarna ile bir torba kömüre muhtaç bir toplumun gençlerinden senin gibi ben de umudu kesmiş değilim. Dün vardı ve yokuşu tırmanıyordu hayat; bugün de, yarın da olacaklar ve yokuşu hep tırmanacak hayat. Çünkü hayat bu ğişen Nedir Güvercinleri” başlığıyla… Sahi neydi hayatımızda değişen? Biz mi değişmiştik, yaşadığımız hayat mı değişmekteydi? Aslında altında oturduğumuz ağaç da bir değişimin işareti değil miydi? Herkes gibi biz de çınar diyorduk, bu yüzden de oturduğumuz kahvenin adı “Çınaraltı” idi. Oysa o yüz yıllık ağaç bir kestane ağacıydı. O ağacın altında, o yıllarda hayat üstüne ne kadar çok anlatacaklarımız vardı... Bizim anlattığımız kadar o ağaç da bizi anlatıyordu çünkü.Ellerinde sefertaslarıyla Mercan yokuşunda çalışmaya giden yoksul kızları anlatıyordu. Aşk adına niyet çekenleri anlatıyordu. Kapalıçarşı’nın bitirim çıraklarını, Sahaflar Çarşısı’nda geleceği arayan gençlerin düşlerini, düşüncelerini anlatıyordu. Gençliğimle el ele bir kez daha Çınaraltı’ndan geçtim ve senin hikâyenden yola çıkarak yazdığım “Değişen Nedir Güvercinleri” şiirimi hatırladım. Böyle mi olması gerekirdi gençliğimi nun böyle olacağını söylüyor. Bu yüzden hep yokuşu tırmanıyor, tırmanacak da... İyi ki, o hikâyeleri yazmışsın, ben şiirini yazmışım; demek ki yaşlılık hâlâ bizden uzak. Çünkü hayat yokuştur ve tırmanılmaya değer. Bunu bizim kuşağımız anladı ise bizden sonra gelenler de, oğlum gibi nice oğullar, “kardelen” misali nice kızlar da anlayacaktır. Gözlerinden öperim sevgili arkadaşım Işıl. Selamlar, sevgiler. İNADINA ŞİİR: NEREYE UÇAR GÖKYÜZÜ Sahi kaç yaşındaydık bir akşamüstü Çınaraltı’nda Deniz, kaç yaşındaydı rüzgârın menzilinde bereketli yağmurlarla bezenmişken bedeni gökyüzü kaç yaşındaydı saçlarını örerken ayışığının mavi tomurcukları toprak kaç yaşındaydı kan içinde yürekte ağaç kaç yaşındaydı, kuş kaç yaşında çiçek kaç yaşında sevda kaç yaşında gençliğim kaç yaşında. Teşekkürler Refik Durbaş, bütün genç kalmayı başaran dostlarımız adına. Oscar’da adaylar açıklandı Kültür Servisi Amerikan Sinema Bilimleri ve Sanatları Akademisi’nce bu yıl 80. kez dağıtılacak Oscar Ödüllerinin adayları açıklandı. Ödüllerde, Coen Kardeşler’in son filmi ‘No County for Old Men’ ile ‘There Will be Blood’ sekizer dalda aday gösterildiler. En iyi film dalında bu iki filmle birlikte Atonement, Juno, Michael Clayton filmleri aday gösterilirken Cate Blanchett “Elizabeth: The Golden Age” filmindeki rolüyle En İyi Kadın Oyuncu dalında, ‘I’m Not There’ adlı filmindeki rolüyle de En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında ödüle aday gösterildi. En İyi Erkek Oyuncu dalında aday gösterilenler arasında ‘Michael Clayton’ filmindeki rolüyle George Clooney ve ‘Şark Vaatleri’ndeki rolüyle Biggo Mortensen de var. ‘En İyi Canlandırma Film’ adaylarından biri ise ‘Persepolis’. Altın Küre Ödüllerinin, Hollywood Yazarlar Birliği’nin grevi nedeniyle iptal edilerek basın toplantısıyla dağıtılmasının ardından, Oscar Ödülleri töreninin de iptal edilip edilmeyeceği tartışma konusu olmuştu. Ödül töreninin, 24 Şubat’ta Los Angeles’ta Kodak Theatre’da yapılacağı ve ABC kanalından canlı yayımlanacağı da açıklandı. [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle