Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
16 C OKUDUĞUM kararttığını anlatır. Polis takibinden kaçıp Mahmudiye’ye arkadaşının yanına sığınan Haluk bir de trajik aşk macerasının kahramanı olmuş, Mahmudiyeli iki ailenin hayatını alt üst etmiştir. Haluk gönlünü çaldığı kasabanın en güzel kızlarından Nalan’ı kaçırıp, Tirebolu’ya diğer yakın arkadaşı Halit’in yanına sığınmıştır. Kemal, Haluk’un izini sürmek amacıyla Tirebolu’ya gider Halit’i bulur. Halit, üç arkadaşın, Haluk, Hasan ve kendisinin, hikâyelerini daha da geliştirir. Halit’in anlattıklarından Haluk’un Tirebolu’dan kaçtıktan yıllar sonra Ayvalık’ta ortaya çıktığını anlar. Ayvalık yakınlarında bir zeytinlikte yaşayan Haluk’u bulduğunu ve iz sürmenin sona erdiğini düşünsek de bu karşılaşma ile kahramanızın hayatında yeni bir dönem başlayacaktır. İz sürmenin bittiğini düşenerek döndüğü Balat’ta komşusu profesör Ali “belki de bulaştığın oyunun son perdesi henüz bitmemiştir…” der. Ali Hocanın ablasından miras kalan parayla Buenos Aires yoluna düşerler. Amaçları orada Ali Hocanın ölmeyip de yaşadığına inandığı, hayattaki tek aşkı Ester’i bulmaktır. Kemal uçakta yanına düşenlerin kırık aşk hikâyelerini dinleyerek Arjantin’e gider. Doğurusu bu hikâyeleri roman bütünlüğü içinde işlevsel bulmasam da keyifle okuduğumu söyleyeyim. Çünkü bunlara sonra birçok yenisi ekleniyor. Neyse ki onların roman açısından birer işlevleri de var. Kemal, Buenos Aires’te çoğunluğu kitap KİTAPLAR KULE CANBAZI SUNAY AKIN 25 OCAK 2008 CUMA Buzul üstünde yolculuk... edilen hayvanlar konulurdu... Filler de, eski Bizans yapılarında yer bulurlardı kendilerine. Bunlar arasında günümüze dek ulaşanlardan biri Bakırköy’deki “Fildamı”dır. İstanbul’daki dört açık sarnıçtan biri olan bu dev yapıda, saraya ait filler koruma altına alınmıştır. Gergedan, armağan edilen diğer birçok hayvan gibi bir zamanlar Bizans krallarının saltanat sürdüğü saraya mı kondu, yoksa Topkapı Sarayı’nın dışbahçesi olan Gülhane’de bir yer mi buldu kendine, bilemiyoruz!? Lizbon gergedanı hakkında biraz daha fazla bilgiye sahibiz: Gujarat Kralı Sultan II. Muzaffer’in, Dom Manuel’e armağan ettiği gergedan, 1515 yılının 20 Mayıs günü Lizbon limanına yanaşan “Nostra Senora da Ajuda” adlı gemiden karaya çıkar. Portekizlilerin başına üşüştüğü gergedan, bir yıl sonra Papa’ya sunulmak üzere gemiye bindirilir yeniden. 1516 yılının Ocak ayında yola koyulan gemi büyük bir fırtınaya yakalanır. Akdeniz’de batan gemi nice insana ve gergedana mezar olur. Fellini, 1983 yılında çektiği “Ve Gemi Gidiyor” adlı filminden sonra, yakasını bir daha hiç bırakmayacak olan şu soruyla karşılaşır: “Neden gergedan?” Filmin son sahnesinde, başrol oyuncusu Freddie Jones, batan bir gemiden indirilen filikayla denizin ortasında kürek çekerken görülür. Jones yalnız değildir; geminin ambarında bulunan, Fellini’nin deyişiyle “aşk acısı çeken” gergedan da filikadadır! İtalyan yönetmenin, batan gemiden gergedanı kurtararak, Akdeniz’de boğulan Lizbon gergedanına bir gönderme yapıp yapmadığını da bilemiyoruz. Günümüzde ise eriyen buzullar üstünde kutup ayılarının hüzünlü ve bir o kadar da düşündürücü görüntüleriyle karşı karşıyayız. Kutup ayılarının çektiği acının aşkla bir ilgisi olduğunu söyleyemeyiz herhalde!?.. Buzul üstündeki kutup ayısının kurtarıcısı kim olacak?.. Metin CELAL “Senelerce Senelerce Evveldi” Türkiye göçmeni Musevi mahallesinde yaşadığını düşündükleri Ester’in izin sürerken de ana teması kırık aşk hikâyeleri olan ama satır aralarında gizli bilgiler ve şifreler de taşıyan hikâyeler dinler. Bu hikâyeler aynı zamanda Yahudilerin Avrupa’dan Arjantin’e uzanan uzun göçlerinin de bireysel örnekleridir. Bunlara Buenos Aires’teki çoğu hâlâ Türkçe konuşan Ermeni Cemaatininin göç hikâyeleri de katılır. Kemal sonunda Ester’in izini bulur, Ali Hoca ile buluşturur ama bu da romanın bittiği anlamına gelmez. Tüm bu oyunların ardında Suat’ın olduğunu kavrar. Gizemli mektuplarla, mesajlarla, ipuçlarıyla iz sürdürten Suat’tır. Suat’ı bulmadan tüm bu yolculukların anlamını çözemeyecektir. Suat’ı bulmasında da klavuzu Poe olacaktır. Sıkı bir Poe fanatiği olan Suat’ın defterlere onun için yazdıkları yol gösterici olur. Kemal bu arada görmeden gönlün seveceğini kanıtlayacak hayatının aşkını bulmak için tekrar Ayvalık yoluna düşer. Gözleri görmeyen Sim’in güvenini kazanıp, ona Proust’un manidar isimli Kayıp Zamanın İzinde’sini okuyacaktır. Sim’in gözlerini ameliyatla açtırmak için gittikleri Amerika’da Kemal’in yolu Poe’nun doğduğu sokağa daha sonra da müzesine düşer. Kemal’i Suat’a ulaştıracak son ipucu onu orada beklemektedir. Romanı kısaca anlatmaya çalışırken birçok ayrıntıyı atladığımın farkındayım. Selçuk Altun, ekonomik anlatımı ile ayrıntı zengini bir roman yazmış. Onu ilginç ve sağlam bilgilerle, Türkiye’den, dünyadan sosyal, politik ve sanatsal gözlemlerle, çoğuna yüreğiniz burkularak katıldığınız yargılarla bezemiş. Önceki romanlarındaki kitap ve resim sanatı açısından bilgi ve isim zenginliğinin yerini bu kitapta klasik müzik almış. Ama bu bilgi yağmurunu dozunda tutmayı da bilmiş. İşe macerayı, iz sürmeyi, heyacanı da katınca akıcı bir roman çıkmış. Yılbaşından önce, “Bizler Palu Lisesi kütüphanecilik kulübü öğrencileri” diye başlayan bir mektup aldım. Bu tip mektuplar sık sık gelir. Kendisi de kitapsever ve yazar olan Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in nedense okul kütüphanelerine kitap koymak gibi bir derdi olmadığı için bağış desteği isterler. Bu mektuplar öyle çoktur ki, her isteyene bağış yapsanız yayınevinde kitap kalmaz. 24 öğrencinin imzaladığı mektupta, “Elazığ Valiliği’nin başlattığı kampanyadan dolayı her gün 6. ders saatlerinde kitap okumaktayız” cümlesi ilgimi çekti. Öğrenciler için bir paket hazırlamanın yanında bu uygulamanın nasıl sürdüğünü de merak ettim. Geçen yılbaşı Elazığ Valisi Muammer Muşmal’ın öncülüğünde, Fırat Üniversitesi, İl Milli Eğitim Müdürlüğü katkılarıyla, Elazığ genelinde tüm fertlere okuma alışkanlığının kazandırılması için “Elazığ Okuyor” kampanyası başlatılmış. Vali Muşmal, başlarken şöyle demiş; “Kampanyanın ilk etabı olarak okul kütüphanelerine, öğrenci sayısınca kitap armağan edeceğiz. Ayrıca il genelindeki bütün okullarda, okuma saatleri düzenleyeceğiz. Okuma kulüpleri oluşturacağız. Okumayı alışkanlık haline getirmek ve kalıcı kılmak amacıyla açık oturumlar, paneller ve konferanslar tertipleyeceğiz. Değerli yazarlarımızı, şairlerimizi ilimize davet ederek öğrencilerimizle ve Elazığ halkı ile buluşmalarını sağlayacağız. Yayınevlerinin ilimizde kitap fuarları açmalarını teşvik edecek ve destekleyeceğiz.” Söylediklerini de yapmış. Tüm öğrencilere en az birer kitap ulaştırmış. Öğrenciler her gün 20 dakika kitap okumaya başlamış. Kampanya işyerlerine doğru genişlemiş. Elazığ’daki uygulama ilk değil. Eski Sakarya, şimdiki Trabzon Valisi Nuri Okutan’nın başarısını biliyoruz. Kütahya Altıntaş, Baykan, Sandıklı, Burdur, Karaman, Sinop, Doğubeyazıt, Adıyaman, Besni gibi illerde, ilçelerde valilerin ve kaymakamların öncülüğünde kitap okuma kampanyaları yürütülüyor. Ama artık bu bireysel çabaların genelleşmesi gerek. Milli Eğitim Bakanı Çelik’e, dört yıl önce yayıncılık kurultayında karar alınmasına rağmen, niçin hâlâ tüm okullarda “okuma saati” uygulamasına geçilmediğini soruyorum. kulda iyi bir öğrenci olmanın yanında genel kültür açısından kendi kendini eğitir, yabancı dil öğrenir, yazları çırak olarak çalıştığı müzik mağazasında iyi bir müzik zevkine sahip olur. Kemal hedefine ulaşır, Hava Harp Okulu’na girer. Çalışkanlığı okulda da sürer ve harb okulunu üçüncülükle bitirir. Çok az mezuna nasip olan pilotluk eğitimine seçilir. Başarılı bir pilot olur. Kurmaylık eğitimi için harp akademisine gireceği sırada yaptığı bir uçuşta uçağı arızalanır ve uçağı paraşütle terk etmek zorunda kalır. Canı gibi sevdiği uçağı gözünün önünde düşüp infilak eder. Kazadan sonra Kemal psikolojik bunalıma girer. Artık pilotluk yapamayacaktır. Masabaşı görevde iş hayatına konstantrasyon sağlasın diye on seçkin yedek subayın çalıştığı gizli bir çeviri grubunda görevlendirilir. Grubun en yetkin ve gizemlilerinden, sivil hayatta New York’da teknoloji danışmanlığı yapan Suat Altan’la tanışır. Bu çelimsiz adamın bir nevi hamisi olur. Masabaşı görev de Kemal’in psikolojik bunalımları aşmasına yetmez. Tekrar pilotluğa dönemeyince malulen emekli olmayı düşünmeye başlayan Kemal, Edgar Allan Poe tutkunu Suat’ın ikiz kardeşi Fuat’tan, şizofrenik arkadaşının öldüğünü ve Suat’ın kendisine 2.4 milyon dolar karşılığı her ay ödenecek 5 bin dolar, Balat’ta bir daire ve özel bir mektup bıraktığını öğrenir. Mirası kabul eden Kemal Kuray’ın Balat’a yerleşmesi ile roman yeni bir ivme kazanıyor. Okumayı, araştırmayı seven Kemal’le birlikte geçmişten bugüne Balat’ı kavrıyoruz. Zamanında aynı dairede yaşamış Vladimir Nadolsky’nin mirasçısı Haluk’u bulma teklifi üsteğmen Kemal’i maceralara sürüklüyor. Yarım yüzyıllık bir telgrafın yardımıyla arayacağı Haluk Batumlu’yu bulma çabası, “göz gör(e)meden gönül sever mi” sorusuna cevap aramak da olacaktır. Kemal, izleri sürerken her karşılaştığı kişinin trajik hikâyesini dinler. Bu hikâyeler kendi içlerinde bütünlük taşısalar da birtakım gizlerin çözülmesine de yardımcı olur. Poe’nun Annabel Lee şiirinin de özel bir işlevi var. Sırlar sakladığı gibi, verdiği şifrelerle de kahramana yol gösterir. 1956 tarihli kısa telgraf Eskişehir’in Mahmudiye ilçesinden yollanmıştır. II. Mahmud’un saf kan Arap atları yetiştirmek için kurduğu harasıyla ünlü Mahmudiye’de edindiği bilgilerle Eskişehir’de, Haluk’un arkadaşı, özgün lületaşı ustası Hasan Gezgin’i bulur. Hasan Gezgin, arkadaşı Haluk’un 50’li yılların solcularından olduğunu, bu sol maceralarının tüm arkadaş grubunun hayatını O stanbul Boğazı’nın kimi zamanlar, Karadeniz’den gelen buz parçalarıyla kapandığı bilinir. Bu doğa olayının en yoğun olarak yaşandığı tarih, 1621yılının Ocak ayıdır. Bostanzade Yahya Efendi, “Fi Beyanı Vak’ai Sultan” adlı eserinde, ocak sonu, şubat başlarında, Haliç ve Boğaz’ın buzlarla kapandığını anlatır: “Üsküdar ve Beşiktaş arası kara gibi olup adamlar gezüp Üsküdar’dan İstanbul’a yürüyerek gelürler idi.” Tarihçi Na’ima da, “İncimadı Halici Konstantiniyye” başlığı altında, İstanbullular için eğlence kaynağına dönüşen bu ilginç doğa olayını anlatırken on beş gün hiç durmadan kar yağdığını belirtir. Havaların ısınmaya başlamasıyla birlikte, buzların başına neler geldiğini biliyoruz. İyi de, Pablo Neruda’nın şu sorusuna yanıt verilebilir mi? Daha ne kadar yaşar bir gergedan Yumuşamak zorunda kaldığında? Boğaz’ın buzlarla kapandığı 1621’den iki yıl önce, 29 Eylül günü, İran Şahı Abbas’ın elçisi Yadigar Ali, dönemin padişahı II. Osman’a armağanlar sunmuştur ki, armağanlar arasında bir de gergedan vardır! En soğuk kışlarından birinin yaşandığı 1621 yılında, İstanbul gergedanının yaşıyor olma olasılığı yüksektir. Neruda’nın sorusuna yanıt veremediğimiz gibi, sıcak iklim hayvanı olan gergedan için soracağımız şu sorunun karşısında da, suskunluğumuzu bozamayız: “Daha ne kadar yaşar bir gergedan / Boğaz suları donmaya başladığında?” İstanbul gergedanı hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz. Bilinen yalnızca gergedanın II. Osman’a, 100 yük ipek, dört fil ve pek çok değerli eşyayla birlikte sunulduğudur. Osmanlı döneminde, Bizanslılardan kalan bazı binalar hayvan barınağı olarak kullanılmıştır. Bizans Sarayı’na zürafa gibi, padişaha armağan İ Çerkes Âdil Paşa’nın Tahsildarlık Günleri/ Mahmut Şenol/ Papirüs Yayınları/ 486 s. 1942’de çıkarılmış Varlık Vergisi için gezici tahsildarlık görevi alanların başında Çerkes Âdil Efendi gelir. Ülkesine, devletine, vatanına, milletine hizmet aşkıyla bin bir maceranın içinde kalan Çerkes Âdil, daha ilk baştan kendisini Paşa ilan edecek kadar hayâl ve hikâye hevesindedir. Onu ‘paşalığa’ yüreklendirenlerin başındaysa onbaşı Beşir Yaman vardır. “Çerkes Âdil Paşa’nın Tahsildarlık Günleri”, bu iki karakterin maceralarını anlatan bir roman. Ahmet Hamdi Başar’ın Hatıraları (İki Kitap)/ Yayına Hazırlayan: Murat Koraltürk/ İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay./ 1492 s. “Limancı Hamdi” veya “İktisatçı Hamdi” diye de bilinen Ahmet Hamdi Başar, İkinci Meşrutiyet döneminden 27 Mayıs askeri darbesine uzanan süreçte Türkiye’nin siyasi ve ekonomik gelişmelerine tanıklık etmiş ve hatta yaşanan bazı olayların içinde bizzat yer almış bir fikir ve eylem insanıdır. Türkiye’de “milli burjuvazi yaratma” çabalarının en önemli aktörlerinden olan Ahmet Hamdi; gençlik yıllarında gazetelerde ve özellikle Ticareti Umumiye Mecmuası, Türkiye İktisat Mecmuası, Kooperatif ve Barış Dünyası gibi dergilerde yazılar yazdı. Ahmet Hamdi yaşadığı her dönemde iktidar ile ilişkiler kurmuş, ancak düşüncelerine ters düştüğü anda ise iktidar ile arasına mesafe eğreti ve endemik olarak iki cinsi türetirken kadınlar ne yapıyorlar, neredeler? Rayha, Alice, Fikriye, Şefkat, Papatya... Erkekleriyle tarihin eğri çizgisinde birey olarak gelişmeye çalışırken erkeklerinin içinde kaybolduklarının farkındalar mı?.. “Eğreti Erkekler”, Şükran Kozalı’nın son romanı. girmiştir. Ahmet Hamdi’nin yıldızı 1930’da parlar. Ama bir süre sonra Atatürk ile aralarına, Gazi’nin çevresini kuşatan “mutad zevat” girer. Daha sonra Ahmet Hamdi Demokrat Parti’nin kuruluş sürecindeki demokrasi heyecanı içinde görünür. Bu heyecan onu 1950’de TBMM’ye kadar götürür. Ne var ki, DP ile yolları çok çabuk ayrılacaktır. Ardından bir askeri darbenin, 27 Mayıs’ın yanında yer alır. Ahmet Hamdi 27 Mayıs’ı, DP iktidarının baskısına karşı bir umut ve kurtuluş kapısı olarak görür. Fakat 27 Mayıs’a beslediği umudu da kısa sürede söner gider. İşte Murat Koraltürk’ün, Ahmet Hamdi Başar’ın 19621971 yılları arasında neredeyse tek başına çıkarmış olduğu Barış Dünyası dergisinde tefrika ettiği hatıralarını derleyerek yayına hazırladığı “Ahmet Hamdi Başar’ın Hatıraları”nda, İkinci Meşrutiyet’ten 27 Mayıs 1960 sonrasına kadar uzanan süreçte “yalnız bir fikir adamı”nın tüm iniş çıkışlarıyla yaşamı ve düşünsel mücadelesi yer alıyor. Yakın Tarihimizden Kitlesel Katliamlar/ H. Nedim Şahhüseyinoğlu/ Paragraf Yayınevi/ 292 s. Din görevlileri, sofular ve tarikat reisleri, “Haftanın ilk günü olan cuma günü çalıştırılan hayvanların dinlenmesi, ayrıca insanları da cuma namazında bir arada namaz kılmaları, sohbet ederek yakın ilişki kurmaları, kötülüklerin önlenmesinde birbirine destek olmaları, barış ve dostluğu geliştirmeleri için bir fırsattır bir sevap günüdür” derler. Oysa Osmanlı’dan günümüze değin toplu saldırıların ve katliamların birçoğu cuma namazı çıkışında başlamıştır. Kahramanmaraş, Sivas ve Çorum katliamlarının hepsi de cuma namazından sonra başlamıştır. Toplumsal saldırı ve katliamlarda, camilere bomba konduğu, camilerin yakıldığı, camide namaz kılan Müslümanlara silahla ateş edildiği.. söylentileri yayılarak halk kışkırtılmak istenmiştir ve kışkırtılmıştır. Oysa ne cami yakılmış, ne de namaz kılanlara ateş edilmiştir? Bu kitapta H. Nedim Şahhüseyinoğlu, yakın tarihte Türkiye’de gerçekleşen kitlesel saldırılara ilişkin bir inceleme sunuyor. Eğreti Erkekler/ Şükran Kozalı/ Bilgi Yayınevi/ 228 s. Özel karakterlerden oluşturulmuş jürinin görevi, farklı zamanlardan gelen tarih kokulu anlatıcıların öykülerini dinleyip onlara kimlik çıktısı vermek ve ‘Eğreti Erkekler’ romanının kurgulanmasını sağlamak... Eropan, Herakl, Müşkül... Onlar birer eğreti erkek. ‘Dölyatağı boğulması’ yaşayan kadınlar ve bakire genç kızlar için incelikli masaj uzmanları... Erkekler AKP, Ordu, Amerika Üçgenindeki Türkiye/ Erol Manisalı/ Truva Yayınları/ 202 s. Bu kitapta Erol Manisalı, Türkiye’nin halen yaşamakta olduğu temel sorunları AKP, Ordu ve ABD penceresinden değerlendiriyor. Ayrıca bu üç faktör arasındaki etkileşimleri ortaya koyuyor. Kitapta yer alan yazılar, Türkiye’nin siyasi, iktisadi, askeri ve kültürel sorunlarını ele alan ve çözümler üretmeye çalışan içerikte. Bekleyiş ve Zafer/ Teoman Ergül/ İnkılâp Yayınevi/ 384 s. On birinci alayın birlikleri, Mithatpaşa Caddesi’nde durmadan ilerliyorlardı. Yani’nin karısı kocasının sözlerini hışımla kesti: “Bey öyle böbürleniyordun ki sanki Yunan Başkomutanı sendin. Bir yıldır, dükkânın önüne çıkıp, doğuya bakıyor ve ‘Nerede Kemal’in askerleri?’ diye sorup duruyordun: İşte Kemal’in askerleri. Hayrını gör.” Teoman Ergül’ün bir önceki kitabı “İşgal”in devamı olan “Bekleyiş ve Zafer”, İstiklal Savaşı günlerinde Türkiye’de gösterilen milli mücadeleyi anlatıyor. Yazarlarımız, kitaplarını imzalayarak okurlarıyla sohbet etti. Fuarın gözdesi Cumhuriyet ADANA (Cumhuriyet Bürosu) Adanalı kitapseverlerin yoğun ilgi gösterdiği Çukurova Kitap Fuarı sona erdi. Binlerce kitapseverin ziyaret ettiği fuardaki Cumhuriyet kitaplarının bulunduğu stand yoğun ilgi görürken, fuarın son gününde imza gününe katılan Cumhuriyet yazarları Hikmet Çetinkaya, Alev Coşkun, Mehmet Faraç, Serdar Kızık ve Çetin Yiğenoğlu da fuara damgasını vurdu. Fuara gelenlerin büyük bölümünün Cumhuriyet kitaplarının bulunduğu stand önüne gelmesi dikkat çekti. Cumhuriyet yazarları Çetinkaya, Faraç ve Kızık’ın 14.00’te başlayan imza etkinlikleri yoğun ilgi dolayısıyla uzun sürdü. Yazarlarımız bir yandan kitaplarını imzalarken diğer yandan da Cumhuriyet okurları ve kitapseverlerle söyleşti, anı fotoğrafları çekildi. Tüm Fuarcılık Yapım AŞ (TÜYAP) ve Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından düzenlenen ve Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından desteklenen fuarda çok sayıda usta edebiyatçı okurlarıyla bir araya geldi. Katılımcılar yayınevlerince açılan standları gezerken Cumhuriyet yazarlarının bulunduğu standda hafta boyu süren hareketlilik son güne de damgasını vurdu. Bu arada Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak da Cumhuriyet standını ziyaret ederek, yazarlarımızla bir süre sohbet etti.